1. Küreselleşme ve Milliyetçilik
Özet
Milliyetçilik çok yönlü ve karmaşık bir olgudur. Bu çok yönlülük hep farklı
değerlendirmelere sebep olmuştur. Milliyetçiliklerin farklı kavranması, farklı millet
anlayışlarınında şekillenmesini beraberinde getirmiştir. Bu farklı anlayışlar günümüz
dünyasında belirgin bir şekilde gözlemlenen zıtlık ve çatışmalarında kaynağıdır. Bu çatışma
ve zıtlıklar milliyetçiliğin hala gücünü koruduğunu ortaya koymaktadır. Küreselleşmenin
adaletsiz işlevi yüzünden günden güne milliyetçilik ve milli kimlik savunucuları artmakta ve
dünya yeni bir faşizm dönemine doğru gitmektedir.
Anahtar Sözcükler: Millet, Milliyetçilik, Ulus, Küreselleşme
Giriş
Milliyetçilik en çok tartışılan konulardan biridir. Milliyetçiliğin ne olduğu konusunda ya da
ne olması gerektiği konusunda bir görüş birliği yoktur. Fransız ihtilalinden önce var olup
olmadığı, neye göre milliyetçilik ve bunu belirleyen olguların ne olduğu tartışılmıştır. Mc
Luhan’ın dünyayı “Küresel Köy” e benzetmesinden sonra milliyetçilik tartışmaları; kimlik
tartışmalarından, küresel milliyetçilik tartışmalarına dönmüştür. Noam Chomsky, 500 yıl önce
batılıların Amerika’yı keşfetmelerini ve yabancı bir kültür tarafından Amerika’nın işgal
edilmesini küreselleşmenin başlangıcı olarak görür. Bu makalede Chomsky’e hiç değinmesem
de en azından bu kısımda adını anmak için bu bilgiyi veriyorum. Milli Kimliği ve
Milliyetçiliği küreselleşme bağlamında açıklamaya çalışıyorum.
1- Millet’in Doğuşu
Tarihi bir toprağı/ülkeyi, ortak mitleri ve tarihi belleği, kitlevi bir kamu kültürünü, ortak
bir ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan bir insan topluluğunun adı olarak
millet;çok boyutlu bir kavram, somut örneklerin çeşitli düzeylerde benzerlik arzettiği bir
standart ya da mihenk taşı oluşturan ideal bir tiptir.
Eski Mısır’ı ele alarak başlarsak; Nil Nehrinin sağladığı ticari birliğe rağmen ekonomik
açıdan Mısır, köylerde büyük ölçüde geçimlik tarıma dayanan bir ekonomiyle, bölgelere ve
vilayetlere ayrılmıştı. Yasal açıdan da her ne kadar bütün Mısırlılar Firavun’un
düzenlemelerine tâbi olsalar da bırakın eski Yunan’da görülen vatandaşlık fikrini, hak ve
görevlerin paylaşıldığına dair en ufak bir emare bile yoktu. Aslında, farklı sınıf ve tabakalar
2. için farklı yasalar vardı, rahipler tamamen kendilerinden menkul bir kategori
oluşturmaktaydılar. Eğitim de sınıflara ayrılmıştı; Mısır soylularının çocukları, tapınak yazı
okullarının verdiklerinden tamamen ayrı bir eğitim almaktaydı. Eski Mısır’ı, bir milletten
ziyade etnik bir devlet olarak görmek belki daha yararlı olabilir. Fransız ve İngiliz
devletlerinden farklı olarak Mısır devleti, aristokratik ve rahip temellerinden kopmayı kesin
bir şekilde başaramadı. İster ülkenin her yerinde tek bir meslek sistemiyle olsun isterse
krallığın bütün fertleri için ortak hak ve görevler tanımlamak suretiyle olsun halkı bir araya
getirmek için hemen hiçbir girişimde bulunmadı. Bu etnik devlet modern öncesi muadili
olarak kaldı, bu kalıbı kırmak için bir devrim gerekecekti. (Smith; 1994: 78-80)
Smith soruyor; …erken dönem Sümer kent-devletlerine ya da İsveç kanton milletlerine ne
diyeceğiz? Kitleler siyasi faaliyet ya da temsilden hariç tutuldular diye, eski Mısır ve
Asurluları millet sıfatından mahrum mu edeceğiz? Bu tam da Batılı bir millet kavramını
tamamen farklı bölgelere ve çağlara dayatmak anlamına gelmez mi? Eğer milliyetçilik sadece
kültürel ve siyasi olarak hariçtekilere direniş anlamına geliyorsa o zaman Kamose (Teb Prensi
A.L.) ve ardılları milliyetçi idiler ve milliyetçilik her çağ ve eklimde görülebilecek bir şeydir.
Ama şayet milliyetçilikte, her biri kendine özgür bir karakter taşıyan milletlerden müteşekkil
bir dünyayı varsayan ideoloji ve hareketleri, yegane siyasi iktidar kaynağı ve dünya düzeninin
temeli olarak millete duyulan asli bir sadakati düşünüyorsak, o zaman bırakın eski Mısır’da,
Eski Çağ ve Orta Çağ dünyasında da ilhamın, bu fikirlerden alan herhangi bir hareket bulmak,
epeyce güç olacaktır. (Livanelioğlu; 1998: 43-44)
Smith’e göre; Milli kimlikle kastettiğimiz şey, zayıf da olsa belli anlamda bir siyasi
topluluğu gerektirir. Gerçekten de, milletin oluşumunda devletin hayati bir fonksiyonu vardır.
Ancak, Smith, bunu Batıya özgü bir durum gibi gösteriyor. “Batı Avrupa’da milletlerin
biçimlenmesi büyük bölümüyle planlanmamış bir gelişimdi. Batı dışında ise, genellikle
milliyetçi amaç ve hareketlerin sonucuydular. Batı milletleri neredeyse tesadüfen vardı;
dünyanın öteki yerlerinde ise milletler tasarlanarak yaratıldılar. Tarihi ülke, yasal-siyasi
topluluk, topluluk fertlerinin yasal-siyasi eşitliği ve ortak sivil kültür ile ideoloji; bütün bunlar
milletin standart, Batı modelinin oluşturucularıdır.” O’na göre, Batılı milletler, belirli bir
ülke/toprak üzerinde siyasi birlik oluşturarak ortaya çıkmışlardır. Buna “sivil ve teritoryal
millet”1 adını veriyor. Doğulu milletleri ise, etnik temele dayandırıp, bunların entelektüeller
ve bürokrat sınıflar tarafından bilinçli çabalarla sivil/teritoryal siyasi milletlere
dönüştürüldüğünü belirterek; “etnik millet”-ler olarak adlandırıyor. Ve devam ediyor;
“milletlerin iyi tanımlanmış ülkelere/topraklara sahip olması gerekir. Ama herhangi bir toprak
parçası değil, tarihi bir toprak, yurt, halkın beşiği olmalıdır. Türklerde olduğu gibi, o toprak,
soyun köklerini taşımasa dahi bu böyledir.” (Livanelioğlu; 1998: 43-44)
2- Milliyetçilik Üzerine
Milliyetçilik ifadesi şu anlamlara gelecek şekilde birkaç biçimde kullanılmaktadır;
1. Bütün olarak millet ve milli-devletlerin bütün bir kurulma ve kendini idame ettirme
süreci,
2. Bir millete ait olma bilinci ve milletin güvenliği ve refahıyla ilgili özlem ve hissiyata
sahip olmak
1
Teritoryal Millet: Ulusu veya milleti sınırları kesinleşmiş bir coğrafyadaki siyasal bir birimle yani devletle ve
yasa ile ilişkilendirerek önümüze sunulan görüştür. Buna göre ulus bir yasalar ve yasal kurumlar topluluğudur.
Prensip olarak, “ırka, renge, yaşa, cinsiyete ya da dine” dayalı bir milliyetçilik yoktur.
2
3. 3. “Millet” ve rolüne ilişkin bir dil ve sembolizm
4. Milletler ve milli irade hakkında bir kültürel doktrin ile milli emellerin ve milli
iradenin gerçekleşmesine dair reçeteleri de içeren bir ideoloji
5. Milletin amaçlarına ulaşacak ve milli iradeyi gerçekleştirecek bir toplumsal ve siyasi
hareket.
İlk kullanım biçimini düşüncelerimizden dışlayabiliriz. Bu, diğerlerinden çok daha geniştir
ve önceden ele alınmıştır. İkinci kullanımdaki anlam, milli bilinç ya da hissiyat, diğerlerinden
ayrıdedilmelidir. Milliyetçi hareketi bir yana bırakalım, milli ideoloji veya doktrin türünden
bir şeye sahip olmadan yüksek düzeyde bir milli bilinç sergileyen bir nüfus bulmak gayet
mümkündür. Her ne kadar Cromwell ve Milton veya Burke ile Blake’in döneminde olduğu
gibi milliyetçi ideolojiler zaman zaman boy göstermiş olsalar da İngiltere buna iyi bir
örnektir. (Smith, 2002: 121)
Milliyetçi ideolojinin düşünsel manada ilk izlerini, aydınlanmanın halka yakın bir yorumu
olarak ifade edilebilecek “Neo-Klasik” akımda görmek mümkündür. Fransız ihtilalinin
hazırlayıcısı olduğu söylenebilecek olan Neo-Klasizm de, aydınlanma düşüncesinin iyi tabiat
ve iyi insan yaklaşımlarıyla yine bu düşüncenin bir ürünü olan doğal haklar öğretisinin halkın
anlayabileceği bir şekilde yeniden yorumlanmaya çalışıldığı görülmektedir. XVIII. yüzyıl
ortalarında Fransa’da ortaya çıkan bu düşünce akımında; “yurt” kavramının ön plana
çıkarılışı, yurtta yaşayan topluluğun üyeleri arasında “politik eşitlik” düşüncesi, egemenliğin
kaynağı olarak “halk” ın işaret edilmesi, ülkesel bütünlüğe verilen önem ve bu bütünlüğü
sağlayacak güçlü ve etkin bir devlet fikri ana temalar olarak göze çarpmaktadır. Neo-Klasik
eserlerde karşılaşılan figürlerin başında ise; Eski Yunan’da yurtlarına bağlılıkları ve yurtlarını
kutsallaştırmaları ile tanınan Ispartalılar gelmekte, gerçek mutluluk politik eşitlikle
özdeşleştirilmekte, yurdu kuşatarak politik eşitliği gerçekleştirecek güçlü bir devlet fikri
sıklıkla işlenmektedir. Neo-klasiklere göre, devletin temel görevi, insanların gönlünde yurdu
ve eşitliği yüceleştirip, bu kavramlara ve kendisine güçlü bir aidiyet bağı geliştirebilmektir.
Her ne kadar milliyetçi ideolojinin nüvelerini içerse de Neo-Klasizmin, evrenselci temelde bir
düşünce ekolü olduğu belirtilmelidir. Oysaki milliyetçilik evrensellikle bağların tam olarak
kopartılmasıyla hız kazanabilecek bir ideolojidir ve bunu gerçekleştiren düşünce akımı da on
dokuzuncu yüzyılla birlikte gelişen “Romantizm” olmuştur. (Şahin; 2007: 4). Romantizm,
kendini, mutlu bir toplumda insanlığın ahlaki yükselişinin şarkısını hep beraber söyleme
ütopyalarını gösterir. (Çekmeci; 1991: 83)
Birey kapsamında dillendirilen Romantizmin, zamanla gelişen kolektif yorumu milliyetçi
ideolojiye hız kazandıran öğeleri de içermektedir. Romantizmin kolektif yorumlanışı, duygu
yoğun içeriğiyle Neo-Klasizmdeki ana unsurları “çekirdek etni” lerin temel değerleri ile
yoğurmaya başlamış, sözgelimi Neo-Klasizmdeki halk “ulusa”, yurt “vatana dönüşmüştür. Bu
noktada, kolektif romantizmin bireysel mutluluğu ulusla özdeşleşmeye bağladığını da
belirtmekte fayda vardır. (Şahin; 2007: 5)
Milliyetçi düşünceye hız kazandıran bir başka gelişmenin de, Avrupa’da halk egemenliği
düşüncesinin giderek güçlenmesinin olduğu söylenebilir. XVIII. yüzyıldan itibaren
popülerleşen; soyluların egemenliğine karşı çıkan yaklaşımlar milliyetçi akım ve düşünce için
de de kendine yer bulmuş, liberalizm ve milliyetçiliğin bu buluşması milliyetçi ideolojinin
temel kriterlerinden olan milli egemenlik ilkesine kaynaklık etmiştir. Bu noktada, Avrupa’da,
on dokuzuncu yüzyılda yoğunlaşan ve ilk milliyetçi hareketler olarak görülen; krallık ya da
imparatorluklara karşı bağımsızlık amaçlı baş kaldırışlarda; en az milli his ve gurur kadar
demokratik talep ve ideallerin de etkili olduğu belirtilmelidir. Ayrıca, milliyetçiliğin, başta
3
4. ulus olmak üzere, demokrasinin siyasi birimlerini temin etmiş olan tarihsel güç oluşu da son
derece önemlidir. Bu bakımlardan, liberal düşüncenin kaynaklık ettiği, egemenliğin milletle
buluşması sürecinde milliyetçiliğin etkinlik kazanması önemli bir dönüm noktası olarak
değerlendirilebilir. (Şahin; 2007: 5)
3-Küreselleşme ve Milliyetçilik
Giderek dünyanın etkileşiminin fazla olduğu, toplumlar arası ilişkilerin arttığı, teknolojik
ulaşım araçlarının artmasıyla beraber zamanın sıkıştırıldığı ve sınırların daraldığı bir dönemde
özerklik ve ayrılama hedefli etnik Protestanlar, milli irredantizm 2 savaşları, emek piyasaları
ile sosyal hizmetler bünyesinde patlak veren ırksal çatışmalar azalacağı beklenirken, her
kıtada çoğalmaya başladı. Smith, küreselleşme ve aşkınlık çağında kendimizi siyasal
kimlikler ve etnik parçalanma üzerinde yükselen bir büyük girdabın içinde bulduk diyor.
Hindistan’da, Kafkaslarda, Balkanlar’da, Afrika Boynuzu’nda Afrika’nın güneyinde kanlı
çatışmalar patlak verdi. Hatta kanada, büyük Britanya, Belçika, İspanya, Fransa, İtalya ve
Almanya gibi ekonomik anlamda gelişen, istikrarlı, refah seviyesi yüksek ülkelerde bile etnik
halk hareketli ırkçılık ve milliyetçiliğin sarsıntıları yaşandı. Alman faşizmi, Japon neo-faşizmi
gibi faşizan çatışmalar bunun yine örneklerini oluşturuyor. Küreselleşen dünyada bunca ırkçı
çatışmaların neden ortaya çıktığı anlaşılmaya çalışılıyor. Burada şu sorular aklımıza geliyor
diyor Smith: “Acaba modernliğin yükseldiği bir dönemde ,yani bir kimlik politikası üreten
küreselleşmenin bir sonucumu; yoksa daha öncesinden gelen ve şanlı atalarından arta kalan
bir kalıntı mı?” (Smith, 2002:16-17).
Bu paradoksa karşı üç ana görüş ortaya atılmıştır: “Bunlardan birincisi, çağdaş milletler ve
milliyetçiliğin atalarının yolunda giden, tarihten arta kalan, bir görüş olduğunu, şanlı
atalarının takipçileri olduğunu ve zamanla bunun etkisinin azalacağı ve yok olacağını
savunana görüştür. Uluslar arası iş bölümü, büyük bölgesel piyasalar, güçlü askeri bloklar,
elektronik iletişim alanında meydana gelen gelişmeler, kitlesel halk eğitimi, cinsel devrim
etkilerinin artacağı ve milliyetçiliğin gelenekselliğinden dolayı bunlara dayanamayacağı ve
yok olacağını, silinip süpürüleceği görüşü oluşmuştur. İkinci bir görüş olarak milliyetçiliğin
modernliğin bir sonucu olduğu görüşü var. Fransız ve sanayi devrimleri etkisiyle beraber
başlatılan modernleşme hayatımızda belirsiz değişmelere neden olmuştur. Eski yaşam
biçimimizden, geleneksel yaşam biçiminden farklı olarak yeni bir yaşam biçimi ve koşulları
yaratmıştır. Endüstriyel kapitalizm, bürokratik devlet, topyekun savaşlar, kitlesel sosyal
mobilizasyon, bilim ve akılcılık, bilgisayar ortamında enformatik çalışmalar, elektronik
iletişim geleneksel aile düzeninde bir çok değişime neden olmuştur. Cinsel devrimler gibi
hayatın bir çok alanını etkileyen gelişmeler olmuş ve kişisel yaşamda farklılıklara neden
olmuştur. Toplumsal hayatta, yaşam koşul ve standartlarında bir çözülme meydana gelmiştir.
Batı çıkışlı olan bu modernliğin hayatta birçok değişime neden olması sebebiyle modernliğe
karşı çıkan, milliyetçilik ortaya çıkmıştır. Bu görüşe göre modernliğin etkisiyle oluşan
değişimin sonucu milliyetçilik, özellikle muhafazakarlıkla birleşerek kendileri dışında olan bir
şeyi kabullenememişler ve ulusun önemli olduğu bir anlayış sergileyerek aşırı bir
dalgalanmayla milliyetçiliğin etkisini artırmışlardır. Üçüncü bir görüş olarak öne sürülen
düşünce millet ve milliyetçilik anlayışının daimi olacağıdır. Bu görüşe göre geçici olan
modernlik ve post modernliğin kendisidir” (Smith, 2002:17-19)
2
Bir ülkenin kendisinden saydığı din veya etnik köken bakımından kendisinden saydığı bir topluluk üzerinde
hakimiyet iddia etmesi
4
5. Modern sonrası nitelenen milletlerin tümünün, Fransız devrimi sonrası ortaya çıktığı iddia
edilmektedir. Fakat eski sürekli milletlerin izleri okuryazar bir orta sınıf yaratmış yayın
kapitalizminden uzunca bir süre önce 14. ve 15. yüzyıllarda sürülebilir. Liah Gren feld,
İngiltere’de erken 16.yüzyılda millet ile halkı bir bütün olarak eşitleyen milliyetçiliğin ilk
örneğinin varlığından bahseder . Bununla birlikte Adrian Hasting için ilk milletler (İngiltere,
İrlanda, İskoçya, Fransa ve İspanya) Ortaçağda bölgesel dillerin oluşumuyla ortaya çıkmaya
başladı. Hastings, milleti Hıristiyanlığa özgü birşey olarak görür ya da tam olarak judeochristian (Musevi-Hıristiyan kültürünü yansıtan)yaratımı şeklinde değerlendirir. Avrupa da
milletlerin oluşmasını sağlayan güdü, sadece Hıristiyanlığın bölgeselliklere verdiği izin ile
değil aynı zamanda güçlü eski Musevi milletinin güçlü kitabi prototipinin, Hıristiyanlığa
kitabı mukaddes ve dua kitabı vasıtasıyla haftalık servis ve yıllık festivalleri temin etmesi ve
taşıması ile sağlandı. (Şimşek; 2009: 89)
Wallerstein ise ulus devlet ve milliyetçilik kavramlarını “dünya sistemi” şeklinde
adlandırdığı tarihsel kapitalist çerçeve içerisindeki hiyerarşikleşme bağlamında ele almakta,
ulus, milliyetçilik, etnisite, ırk ve halk gibi kavramları tartışarak bu kavramları sistem
içerisindeki iktisadi yapıyla ilişkilendirmektedir. Buna göre, ırk kavramı dünya
ekonomisindeki eksenel işbölümüyle, yani merkez-çevre zıtlığıyla, “ulus” kavramı bu tarihsel
sistemin siyasal üstyapısıyla, yani devletlerarası sistemi biçimlendiren ve ondan türeyen
egemen devletlerle etnik grup” kategorisi ise, sermaye birikiminde ücretsiz emeğin büyük
payının korunmasını sağlayan hane yapılarının yaratılmasıyla ilgilidir. Kapitalist dünya
ekonomisi, esas olarak Avrupa’daki başlangıç noktasından yayıldıkça “ırksal” kategoriler bazı
etiketler altında belirginleşmeye başlamışlardır. Bu kategorilerin sayısı ve hatta herhangi bir
sınıflandırma olgusu toplumsal bir durumdur. Kutuplaşma arttıkça kategori sayısı
azalmaktadır ve nihayetinde, 20. yüzyılda beyaz-beyaz olmayan biçiminde gerçekleşmiştir.
Irk ve dolayısıyla ırkçılık, eksenel işbölümüyle ilişkili olan coğrafi yoğunlaşmaların dışa
vurumu, itici gücü ve sonucudur. Ancak, ırk tek toplumsal kimlik kategorisi değildir. Örneğin
ulus, dünya sisteminin siyasi yapılanmasından doğmaktadır. Bugün, Birleşmiş Milletlerin üyesi
olan devletlerin hepsi modern dünya sisteminin yaratıları olup, bu devletlerin çoğu bundan iki yüz
yıl önce isim ve idari birim olarak yokturlar. (Wallerstein; 2000:100-102)
Irk, sömürge dünyasının, siyasal hakları, mesleki dağılımı ve geliri açıklayan birincil
kategorisi olmuş, milliyetçi hareketlerin yükselişi ve ulusal bağımsızlığın gelişimi daha çok
kategori yaratarak kimliğin belli bir toprak parçasıyla özdeşleşmesi olan milliyetçilik gittikçe
yayılmış ve önem kazanmıştır. Bu, esas itibarıyla elde bulunan insan malzemesinin en iyi
şekilde kullanılması amacına hizmet eden bir durumdur. (Wallerstein;2000: 236)
Küreselleşmeyle milliyetçiliğin çok eski devirlerden beri var olan biçiminin; yani his ve
tutum manasındaki milliyetçiliğin de giderek güçlendiği görülmektedir. Küreselleşmenin
adaletsiz seyri,sürecin bir hegemonya doğurmuş oluşu, güney ülkelerinin denetlenen (edilgen)
ülke konumundan çıkış yollarının kapatılmasına gösterdikleri ve giderek artan tepki, başta göç
hareketlerinin yoğunlaşmasının toplumsal yapıda oluşturduğu tahribat gibi faktörler
milliyetçiliği bir sığınma alanı haline getirmekte, küreselleşmeyi evrenselci eğilimler kadar
milliyetçiliği de besleyen bir konjonktür görünümüne sokmaktadır. (Şahin; 2007: 7)
5
6. Sonuç
Göstergeler milliyetçiliğin gerek ideolojik ve gerekse his ve tutumlar anlamında varlığını
güçlü bir şekilde devam ettirdiğini işaret etmektedir. Kolektif kültürel kimlik, kolektif irade
ve milli sınırlar doktrini gibi milliyetçi esasların klasikleşmiş biçimleri küreselleşme
şartlarında kaybolmayıp değişmekte, milli egemenlik ve kimlik gibi temel unsurlar ekseninde
bu prensipler yeniden biçimlenirken, ekonomi politikaları tıpkı bu güne kadar olduğu gibi
milli çıkarlar ekseninde tesis edilip uygulanmaktadır. Gelişen yeni teknolojilerden ve
zenginliklerden sadece zengin milletler yararlanabilmektedir. Fakir milletler için teknoloji
sadece ne kadar geliştiklerini izlemek için vardır bu yüzdendir ki küresel sermaye bir gün
tüketimi artıracak ve elindeki sermayeyi kullanacak bir alan ve alım gücüne sahip olan bir
millet bulamayacaktır ve sonucunda milliyetçilik ve faşizm artacak, savaş kaçınılmaz bir son
olacaktır.
Yusuf Erhan Ertem
6
7. Kaynakça
Kitaplar
Wallerstein, I. (2000) Irk, Ulus, Sınıf, “Belirsiz Kimlikler”, içinde, Çev. Nazlı Ökten, Der.
Etienne Balibar, Immanuel Wallerstein, Istanbul: Metis Yayınları.
Smith D. Anthony, (1994) Milli Kimlik, Çev: Bahadır Sina Şener, İstanbul, İletişim
Yayınları
Makale ve İnternet Kaynakları
Ömer Asım Livanelioğlu,(1998,Mart) Ankara Barosu Dergisi, Say. 43-44
Çekmeci Süalp, (1991, Ağustos), Romantizm Ölmeyecek ,Sayı 28, Say 83
Şahin Köksal, Akademik Bakış, Bir ideoloji olarak “Milliyetçilik” Sayı: 12
http://www.akademikbakis.org/12/makale/ksahin.pdf
Şimşek Ufuk, (2009) Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Milliyetçilikler ve Milletin Oluşumu Üzerine Bir İnceleme,
http://www.academia.edu/1466970/Milliyetcilikler_ve_Milletin_Olusumu_Uzerine_Bir_Incel
eme
7