3. 3
Birinci Bölüm
Posta kutumuzdaki mektubu aldığımızda annem sevinçten
çılgına dönmüştü. Tüm problemlerimizin çözülüp sonsuza
dek yok olduğuna karar vermişti bile. Planındaki tek kusur
bendim. Söz dinlemeyen bir evlat olduğumu düşünmüyordum
ama bu konuda sınırı aşmıştım.
Kraliyet ailesinden olmak istemiyordum. Birinci sınıf olmak da
istemiyordum. Hatta kılımı kıpırdatmak bile istemiyordum.
Odamda, tıka basa dolu evimizin gürültüsünden uzaklaşabil-diğim
tek yerde saklanarak, annemi ikna edebilecek bir neden
bulmaya çalıştım. Elimde sadece samimi düşüncelerim vardı...
Gerçi birini bile dinleyeceğini sanmıyordum.
Onu daha fazla görmezden gelemezdim. Akşam yemeği yak-laşıyordu
ve evin en büyük çocuğu olarak, yemek yapmak benim
sorumluluğumdaydı. Yataktan zar zor kalkıp, tımarhanemize doğ-ru
yürüdüm.
Annem ters ters baktı ama tek kelime etmedi.
Tavuk, soslu makarna ve elma dilimlerinden oluşan yemeği-mizi
hazırlayıp, beş kişilik masamızı kurarken mutfak ve yemek
odası arasında sessizce, dans eder gibi gidip geldik. İşten başımı
kaldırıp ona baksaydım, onun istediklerini istemediğim için beni
suçlayan hiddetli bakışlarıyla karşılaşırdım. Bunu çok sık yapar-dı.
İşveren bir ailenin gereksiz yere kaba saba davranması sonucu
çalışmak istemediğimde yaptığı gibi. Ya da altıncı sınıflardan bi-rinin
yardımını karşılayacak maddi gücümüz olmadığında ben-beni
sec_12_sayfa.indd 3 17.01.2013 17:
4. 4 den muazzam bir temizlik yapmamı istediğinde olduğu gibi.
Bazen bu işe yarardı. Bazen yaramazdı. Ve işte bu konuda beni
ikna edemezdi.
İnatçılık yaptığımda buna katlanamazdı. Fakat ben bu özel-liğimi
ondan almıştım, yani şaşırmaması gerekirdi. Gerçi bu
sadece benimle ilgili bir konu değildi. Annem son zamanlarda
çok gergindi. Yaz bitiyordu, yakında soğukla yüzleşecektik. Ve
endişeyle de.
Annem, çaydanlığı masanın ortasına, sinirlenerek tak diye
koydu. Limonlu çay fikri ağzımı sulandırdı. Fakat beklemek zo-rundaydım;
şimdi içersem, yemek yerken su içmek zorunda ka-lırdım.
Kendini daha fazla tutamayarak, “Formu doldursan ölür mü-sün?”
dedi. “Seçim, senin için de hepimiz için de muhteşem bir
fırsat olabilir.”
Yüksek sesle iç çektim, o formu doldurmak benim için ölmek-ten
de beterdi.
Asilerin -Illéa’dan, geniş ve görece genç ülkemizden nefret
eden yeraltı kolonilerinin- saraya sık sık vahşi saldırılar düzen-lediklerini
herkes biliyordu. Onları daha önce Carolina’daki ey-lemlerinde
görmüştük. Devlet makamlarından biri yakılıp yıkıl-mış
ve bir avuç ikinci sınıfın arabaları tahrip edilmişti. Bir kere-sinde,
hapishaneden görkemli bir kaçış gerçekleştirip, her nasılsa
hamile kalmış genç bir kızla, yedinci sınıfa mensup dokuz çocuk
babası bir adamı saldıklarını öğrenince doğru yolda olduklarını
düşünmüştüm.
Fakat potansiyel tehlikenin ötesinde, Seçim’i düşünmenin bile
kalbimi kıracağını hissediyordum. Beni, şu anda olduğum yerde
kalmak zorunda bırakan tüm o sebepleri düşündüğümde gülüm-semeden
edemiyordum.
Annem, “Bu son birkaç sene baban için çok zorlu geçti,” derken
tısladı. “Birazcık merhametin varsa, babanı düşünmelisin.”
sec_12_sayfa.indd 4 17.01.2013 17:
5. 5
Babam. Evet. Gerçekten babama yardım etmek istedim. Ve May
ile Gerad’a. Ve sanırım, anneme bile. Bu şekilde konuştuğu zaman,
ortada gülümsenecek bir şey kalmıyordu. İşler uzunca bir süredir
zoraki ilerliyordu. Acaba babam da bunu normale dönmemiz için
bir yol olarak mı görüyordu ve herhangi bir meblağ işleri daha iyi
hale getirebilir miydi diye merak ettim.
Bu şekilde hayatta kalamayacağımızdan korkuyoruz diye-mem.
Yoksul değildik. Fakat sanırım yoksulluktan o kadar uzak-ta
da değildik.
Sınıfımız, hiyerarşinin en dibinden sadece üç seviye yukarıda
yer alıyordu. Bizler sanatçıydık. Sanatçılar ve klasik müzisyenler
dipten sadece üç adım yukarıdaydılar. Tam manasıyla. Paramız
kısıtlıydı ve gelirimiz genellikle mevsime göre değişirdi.
Tüm büyük tatillerin kış aylarına toplandığını, zamanın yıp-rattığı
bir tarih kitabında okuduğumu hatırlıyordum. Cadılar
Bayramı denilen bir şeyin ardından Şükran Günü geliyormuş,
daha sonra da Noel ve Yeni Yıl. Hepsi art arda.
Noel hâlâ aynıydı. Bir peygamberin doğum gününü değiştire-cek
değilsiniz, tabii. Fakat Illéa, Çin ile büyük barış antlaşması-nı
yaptığından beri Yeni Yıl, ayın durumuna göre Ocak’ta ya da
Şubat’ta oluyordu. Dünyanın yaşadığımız kısmındaki tüm birey-sel
şükran ve bağımsızlık kutlamaları artık sadece Minnet Bay-ramı’ndaydı.
Yazın olurdu. Bu, Illéa’nın kuruluşunu, hâlâ burada
oluşumuzu kutlama vaktiydi.
Cadılar Bayramı nedir bilmiyordum. Asla gün ışığına çıkmadı.
Yani, en azından yılda üç kere ailecek iş sahibi oluyorduk.
Babamla May resim yaparlardı ve işverenler bunları, hediyelik
olarak satın alırdı. Annem ve ben partilerde gösteriler yapardık
-ben şarkı söylerken o piyano çalardı- yapabilecek gücümüz varsa
tek bir işi bile geri çevirmezdik. Çocukken, insanların önünde
performans sergilemek beni korkuturdu. Fakat artık kendimi
arka plan müziği ile örtüştürmeye çalışıyordum. İşverenlerimi-beni
sec_12_sayfa.indd 5 17.01.2013 17:
6. 6 zin gözünde biz buyduk işte: duyulması gerekenler, görülmesi
gerekenler değil.
Gerad henüz kendi yeteneğini keşfedemedi. Sadece yedi ya-şında.
Hâlâ vakti var.
Yakında yaprakların rengi değişecek ve küçük dünyamız dü-zensiz
bir hale girecekti. Beş ay ama sadece dört işçi. Noel vaktine
kadar iş bulabileceğimizin garantisi yoktu.
Bunu bu şekilde düşündüğümde, Seçim sanki tutunabilece-ğim
bir dal gibi gelmişti. O aptal mektup, beni karanlıktan çıkar-tabilirdi
ve ben de ailemi peşim sıra sürükleyebilirdim.
Anneme baktım. Beşinci sınıf için, tuhaf kaçacak kadar kilolu
görünüyordu. Obur biri değildi, zaten fazlaca tüketebileceğimiz
yiyeceğimiz de yoktu. Belki de beş çocuktan sonra vücut böyle
gözüküyordur. Saçı kızıldı, benimkisi gibi ama onunkisi muhte-şem
beyaz tellerle doluydu. İki sene içinde aniden, birçok yerde
belirmişlerdi. Hâlâ çok genç olmasına rağmen, gözlerinin kenar-ları
kırışmıştı ve mutfakta görebildiğim kadarıyla, sanki görün-mez
bir yük omuzlarına binmiş gibi kambur duruyordu.
Birçok sorumluluğu olduğunu biliyordum. Neden özellikle
beynimi yıkamak için bu kadar çabaladığını da biliyordum. Faz-ladan
çaba göstererek savaşmıştık ama sonbahar sessizce yakla-şırken,
eli boş kalmış daha da asabi bir hale bürünmüştü. Küçük,
salak bir formu doldurmayarak, mantıksızca davrandığımı dü-şündüğünü
biliyordum artık.
Fakat bu dünyada sevdiğim bazı şeyler -önemli şeyler- vardı.
Ve o kâğıt parçası tüm arzularımla arama giren, kalın bir duvar
gibi gözüküyordu. Belki istediklerim aptalcaydı. Belki bunlara
sahip olamayacaktım. Ama yine de benimdiler. Ailem benim için
ne kadar değerli olursa olsun, rüyalarımdan vazgeçebileceğimi
düşünmüyordum. Ayrıca, zaten aileme birçok şey vermiştim.
Kenna evlendiği ve Kota gittiği için ailenin en büyük çocuğu
artık bendim ve katkıda bulunabilmek için elimden gelenin en
sec_12_sayfa.indd 6 17.01.2013 17:
7. 7
iyisini yapıyordum. Şarkı söylemenin yanı sıra, birçok çalgı aleti-ni
de gereğince çalabilmek için neredeyse tüm günümü alan pro-va
yapıyordum, arta kalan zamanda da evde öğrenim görebilmem
için program yapmıştık.
Fakat bu mektup yüzünden, çalışmalarımın hiçbiri önemli değil-di
artık. Annem şimdiden kraliçe olduğumun hayalini kuruyordu.
Eğer kafam çalışsaydı, babam, May ve Gerad gelmeden o aptal
ilanı saklardım. Fakat annemin cebine soktuğunu bilmiyordum;
yemeğin ortasında birden ortaya çıkarıvermişti.
“Singer ailesinin dikkatine,” diye şarkı söyler gibi şakıdı.
Elinden kapmaya çalıştım ama benim için fazlasıyla hızlıydı.
Er geç öğreneceklerdi nasıl olsa ama böyle davranırsa, hepsi onun
tarafını tutacaktı.
“Anne lütfen!” Yalvardım.
“Duymak istiyorum!” May haykırdı. Hiç sürpriz olmadı. Kü-çük
kız kardeşim aynı bana benzerdi, sadece üç senelik bir ge-cikmesi
vardı. Fakat görünüşümüz her ne kadar tıpatıp olsa da
kişiliklerimiz aynı değildi. Benim aksime o, cana yakın ve umut
doluydu. Son günlerde de tam bir oğlan delisiydi. Tüm bu olay
ona inanılmaz derecede romantik geliyordu.
Kızardığımı hissediyordum. Babam dikkatle dinliyordu ve
May resmen sevinçten zıplıyordu. Gerad, tatlı küçük şey, yeme-ğini
yemeğe devam etti. Annem boğazını temizledi ve devam etti.
“Güncel nüfus sayımı belirtiyor ki on altı ila yirmi yaşları ara-sında
bekâr bir kız şu an itibarıyla evinizde konaklıyor. Sizleri,
büyük Illéa milletini onurlandırabileceğiniz bir fırsattan haber-dar
etmek istiyoruz.”
May tekrar haykırdı ve bileğimi yakaladı. “Bu sensin!”
“Biliyorum, seni küçük maymun. Kolumu kırmadan kes
şunu.” Fakat bu sefer de elimi tuttu ve birkaç kez daha zıpladı.
“Sevgili prensimiz, Maxon Schreave,” annem devam etti, “bu
ay rüştüne kavuşuyor. Hayatının bu yeni evresine adımını atar-beni
sec_12_sayfa.indd 7 17.01.2013 17:
8. 8 ken, bir yoldaşı olsun istiyor, gerçek bir Illéa Kızı’yla evlenmek is-tiyor.
Eğer münasip kızınız, kız kardeşiniz ya da görevliniz Prens
Maxon’a gelin olmak ve Illéa’nın tapacağı prensese dönüşmek
istiyorsa, lütfen ilişikte gönderdiğimiz formu doldurun ve bölge
hizmet binanıza bırakın. Prensle tanışmak üzere her bölgeden bir
kişi rastgele seçilecektir.
Katılımcılar, kaldıkları süre boyunca Angeles’daki güzel Illéa
Saray’ında ağırlanacaklar. Her katılımcının ailesi, kraliyet ailesine
karşı görevlerinden ötürü cömertçe mükâfatlandırılacaktır.” Etki ya-ratabilmek
için son kelimelerin üzerine basa basa söylemişti.
Devam ederken gözlerimi devirdim. Oğullarına böyle yapıyor-lardı
işte. Kraliyet ailesinde doğan prensesler, diğer ülkelerle olan
ilişkileri kuvvetlendirmek adına evlilik adı altında satılıyorlardı.
Neden yapıldığını anlıyordum, müttefike ihtiyacımız vardı. Fa-kat
hoşuma gitmiyordu. Böyle bir şeye tanık olmamıştım ve asla
olmamayı umuyordum. Kraliyet ailesinden üç kuşaktır prenses
çıkmamıştı. Prensler, öte yandan, zaman zaman düşen morali
yüksek tutmak için halktan biriyle evleniyorlardı. Seçim’in bizle-ri
birbirimize yakınlaştırmak ve Illéa’nın bile neredeyse hiçlikten
doğduğunu göstermek için gerçekleştiğini sanıyordum.
Bu burnu havada, küçük pısırığın, içlerinde en gösterişli ve en
sığ olan kızı sırf televizyonda yanında gözüksün diye tüm ülkenin
önünde seçtiği yarışmaya katılmanın... düşüncesi bile çığlık atmam
için yeterliydi. Bundan daha küçük düşürücü ne olabilirdi ki?
Ayrıca, iki ve üçüncü sınıfın arasında yaşamak istemeyecek
kadar evlerine girip çıktım, birinci sınıf olmayı saymıyorum bile.
Aç olduğumuz zamanlar hariç, beş olmaktan memnundum. An-nem
kast sisteminde tırmalanabilen bir kadındı, ben değildim.
“Ve tabii ki America’yı sevecek! O kadar güzel ki.” Annem
kendinden geçti.
“Lütfen, anne. Güzel falan değilim ben, olsam olsam sadece
ortalama biri olabilirim.”
sec_12_sayfa.indd 8 17.01.2013 17:
9. 9
May, “Hiç de değil!” dedi. “Çünkü ben birebir sana benziyo-rum
ve ben güzelim!” Gülümsemesi o kadar kocamandı ki ken-dimi
tutamayıp bir kahkaha attım. Bu doğruydu da. Çünkü May
gerçekten güzeldi.
Sadece suratı, çekici gülümseyişi ya da ışıldayan gözleri değil-di
onu güzel yapan; May enerji yayıyordu, sürekli yanında olmak
istemenizi sağlayan bir azmi vardı. May mıknatıs gibiydi ve ben,
açıkçası, onun gibi değildim.
“Gerad, ne düşünüyorsun? Sence ben güzel miyim?” diye sor-dum.
Tüm gözler ailemizin en genç üyesinde kilitlendi.
“Hayır! Kızlar iğrenç!”
“Gerad, lütfen.” Annem, sabrı taşmış gibi iç çekti ama gerçek-ten
kızgın değildi. Ona kızmak zordu. “America, çok tatlı bir kız
olduğunu bilmelisin.”
“Madem o kadar tatlıyım, neden hiç kimse gelip, beni dışarı
çıkarmak istemiyor?”
“Ah, geliyorlar ama ben onları kışkışlıyorum. Benim kızlarım
beşlerle evlenmek için fazlasıyla güzeller. Kenna bir dörde sahip
oldu ve eminim sen daha iyisini yapabilirsin.” Annem çayından
bir yudum aldı.
“Adı James. Ona numarayla seslenmeyi bırak. Ve ne zaman-dan
beri oğlanlar kapıya geliyor?” Sesimin gittikçe yükseldiğini
duymuştum.
Babam, “Bir süredir,” dedi ve ilk defa konuşmaya katılmış
oldu. Sesinde üzgün bir tını vardı ve kararlı gözlerle bardağına
bakıyordu. Onu bu kadar üzenin ne olduğunu anlamaya çalışı-yordum.
Oğlanların kapıya gelmesi mi? Annemle yine tartışıyor
olmamız mı? Yarışmaya katılmayacak olmam mı? Katılırsam ne
kadar dayanabileceğim mi?
Gözlerini bir anlığına görebildim ve aniden anladım. Benden
bunu talep etmek istemiyordu. Gitmemi istemiyordu. Fakat fay-beni
sec_12_sayfa.indd 9 17.01.2013 17:
10. 10 dalarını, tek bir gün için bile olsa, inkâr edemiyordu.
Annem “America mantıklı ol,” dedi. “Kızlarını buna ikna et-meye
çalışan ülkedeki tek ebeveynler bizlerizdir kesin. Bu fırsatı
düşün! Bir gün kraliçe olabilirsin!”
“Anne. Kraliçe olmak istesem dahi, ki kesinlikle istemiyorum,
bölgede bu yarışmaya katılacak binlerce kız var. Binlerce. Ve di-yelim
ki bir şekilde kurada çekildim, yine de orada otuz beş kız
daha olacak, hiç şüphe yok ki baştan çıkartma konusunda benim
hayat boyu sergileyebileceğimden çok daha iyilerdir.”
Gerad’ın kulakları dikildi. “Baştan çıkartma ne demek?”
Hep bir ağızdan “Hiçbir şey,” dedik.
“Yani, benim bir şekilde kazanabileceğimi düşünmek saçma-lık.”
Sözümü bitirdim.
Annem sandalyesini çekip, ayağa kalkarak masanın üzerin-den
bana doğru eğildi. “Biri kazanacak America. Senin de diğer-leri
kadar şansın var.” Peçetesini fırlatıp gitti. “Gerad, yemeğini
bitirdikten sonra banyo yapacaksın.”
Gerad homurdandı.
May sessizce yemeğini yedi. Gerad ikinci bir tabak istedi ama
yoktu. Kalktıklarında, babam çayını yudumlarken ben de masayı
temizlemeye başladım. Saçında yine boya kalmıştı, beni gülüm-seten
biraz sarı boya. Gömleğindeki kırıntıları silkeleyerek ayağa
kalktı.
“Üzgünüm baba.” Tabakları toplarken mırıldandım.
“Komik olma kedicik. Sinirlenmedim.” Kolayca gülümseyip,
bana sarıldı.
“Ben sadece...”
“Bana açıklaman gerekmez tatlım. Biliyorum.” Alnımdan öptü.
“İşe dönüyorum.”
Bununla birlikte, mutfağa gidip temizliğe başladım. Neredeyse
hiç dokunmadığım tabağımı bir peçeteyle kaplayıp buzdolabına
koydum. Benden başka kimse kırıntıdan fazlasını bırakmamıştı.
sec_12_sayfa.indd 10 17.01.2013 17:
11. 11
İç çekip, yatmak için odamın yolunu tuttum. Tüm bu olay
beni çileden çıkartıyordu.
Neden annem bu kadar üzerime geliyordu ki? Mutlu değil
miydi? Babamı sevmiyor muydu? Neden bu onun için yeterli de-ğildi?
Topaklanmış döşeğime uzandım, Seçim’i düşünmeye çalışı-yordum.
Sanırım avantajlı yönleri de vardı. Bir süre için karnımı
iyice doyurmak fena olmazdı. Fakat yarışmayı umursamak için
bir sebep yoktu ortada. Prens Maxon’a âşık olacak değildim. Illéa
Başkent Raporu’ndan anladığım kadarıyla, heriften hoşlanma-mıştım
bile.
Gece yarısına kadar, vakit sanki sonsuzmuş gibi geçmek bil-medi.
Kapımdaki aynanın karşısına dikilip saçımın bu sabahki
kadar iyi gözüktüğünden emin oldum; sonra suratımda renk
olsun diye biraz dudak parlatıcısı sürdüm. Annem, gösterileri-mizde
ve insan içine çıktığımız zamanlarda kullanmamız için
makyaj malzemelerimizi saklamak konusunda çok kuralcıydı
ama ben, bu gece olduğu gibi, bazı gecelerde biraz kullanırdım.
Elimden geldiğince sessizce mutfağa süzüldüm. Yemekten ar-tırdıklarımı
kaptım, çantamı bayatlamaya başlayan biraz ekmek
ve bir elmayla doldurdum. Saat geç olduğu için, odama yavaşça
geri gitmek çok zordu. Fakat bunları daha önce yapsaydım da
sabırsızlanırdım.
Penceremi açtım ve küçük arka bahçemize baktım. Dışarıda
ay görünmüyordu, yani hareket etmeden önce gözlerimin karan-lığa
alışmasını beklemem gerekiyordu. Bahçenin ilerisinde, ağaç
evinin gölgesi gecenin içinde belli belirsiz gözüküyordu. Çocuk-ken
Kota, gemiye benzesin diye dallarına çarşaf gererdi. O kap-tan
olurdu ve ben de onun tayfası. Görevlerim, genellikle zemini
paspaslamak ile annemin tavalarına doldurduğum toprak ve çu-buklardan
oluşan bir yemek yapmaktan ibaret olurdu. Kota, bir
kaşık dolusu toprak alırdı ve omzunun üstünden atarak “yerdi.”
sec_12_sayfa.indd 11 17.01.2013 17:
12. Bu benim tekrar paspas yapmam gerektiği anlamına gelirdi ama
umursamazdım. Sadece Kota ile gemide olmaktan mutluydum.
Etrafıma bakındım. Tüm komşu evler karanlıktı. Kimse beni
izlemiyordu. Pencereden dikkatlice çıktım. Hatalı çıkışlar yaptı-ğım
zamanlarda karnımda morluklar oluşurdu ama artık kolay-dı;
bu, senelerce üzerinde çalışıp geliştirdiğim bir yetenekti. Ve
yiyecekleri rezil etmek de istemiyordum.
Çimenlerin üzerinden, en sevimli pijamalarımla aceleyle geç-tim.
Günümü üzerimdekilerle bitirebilirdim ama pijamalarım
kendimi daha iyi hissettiriyordu. Ne giydiğimin önemli olduğu-nu
düşünmüyordum ama minik kahverengi şortumun ve dar be-yaz
gömleğimin içinde kendimi güzel hissediyordum.
Artık, tek elle ağaca çakılı çıtaları tutmakta zorlanmıyordum.
Bu yeteneği de geliştirmiştim. Her adım rahatlık sağlıyordu. Ara-da
pek fazla mesafe yoktu ama buradayken, evimin gürültüsü
sanki kilometrelerce uzakta kalmış gibi hissediyordum. Burada
kimsenin prensesi olmak zorunda değildim.
Kurtuluşum sayılan küçük kutuya tırmanırken yalnız olma-dığımı
biliyordum. Birisi gecenin içinde, en uzak köşede sakla-nıyordu.
Nefes alışım hızlandı, elimden bir şey gelmiyordu. Yi-yeceklerimi
zemine koydum ve gözlerimi kısarak baktım. Kişi
hareket etti, pek işe yaramayan bir mum yaktı. Çok aydınlık
sağlamıyordu -evden kimse göremezdi- ama yeterliydi. Sonunda
davetsiz misafir konuştu, sinsi bir gülücük suratına yayıldı.
“Hey, güzellik.”
— Ön okumanın sonu —
sec_12_sayfa.indd 12 17.01.2013 17: