SlideShare uma empresa Scribd logo
1 de 15
78 HAKKAH [GERÇEKLEŞECEK OLAN] SURESİ
GİRİŞ
Hakkah suresi Mekke’de 78. sırada inmiş olup adını ilk ayetindeki “ ‫ة‬e‫ق‬ّ‫ة‬‫الحا‬el
Hakkah” ifadesinden almıştır.
İnkârcıların tehdit edildiği ayetler içeren surede, geçmişteki Âd, Semûd, Lût,
Firavun ve Nûh kavimleri ile yeryüzünde fesat çıkaran, peygamberlerini yalanlayan
diğer azgın, sapkın kavimlerin kötü sonları hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmalar
eşliğinde, “Kitabı Sağ Eline Verilenler”in ödüllendirilişi ile “Kitabı Sol Eline
Verilenler”in cezalandırılışına ilişkin uhrevî sahneler nakledilerek inkârcılar
uyarılmakta, müminler ise teselli edilip desteklenmektedir. Ayrıca surede elçilik
görevi, Elçi’nin ne yapıp ne yapmayacağı ile ilgili ince uyarılar yapılırken
Kur’an’ın korunmuşluğuna da vurgu yapılmaktadır.
1
MEAL
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1
Gerçekleşecek olan!
“2
Gerçekleşecek olan” nedir?
“3
Gerçekleşecek olan” nedir, sana ne bildirdi?
13-17
Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp
bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o
olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler,
semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini,
yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların
yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar.
18
O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir gizli şeyiniz gizli kalmayacak.
19-24
İşte kitabı sağından verilen kişiye gelince; işte o, “Alın, okuyun
kitabımı. Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle
biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir
yaşamdadır. –Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!–
25-29
Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım
bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş
bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden
yok olup gitti” der.
–30-37
Onu yakalayın sonra da bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın onu.
Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde cehenneme sokun! Şüphesiz o, çok
büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu
sebeple bugün burada onun için hiçbir samimi dost yoktur. Sadece hata edenlerin
yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.–
4
Semûd ve Âd, felaket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni yalanladılar.
5
Sonra, Semûd'a gelince; onlar korkunç bir sesle değişime/yıkıma
uğratıldılar.
6
Âd'a gelince; onlar gürültülü ve azgın bir fırtına ile değişime/yıkıma
uğratılıverdiler.
7
Allah, o fırtınayı üzerlerine yedi gece ve sekiz gün; geceli gündüzlü
peşpeşe musallat etmişti. Öyle ki, o toplumu, fırtınanın içinde, içi boş hurma
kütükleri gibi yere serilmiş hâlde görürsün.
8
Bak şimdi görebilir misin onlara ait herhangi bir kalıntı?
9
Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler.
10
Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de Rableri, onları pek
şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi.
11,12
Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin
diye sular kabarınca sizi gemide Biz taşıdık.
38-43
Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki şüphesiz
Kur’ân, şerefli bir Elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. –Siz ne az
inanıyorsunuz!– Bir kâhin sözü de değildir. –Siz ne az
düşünüyorsunuz/öğütleniyorsunuz!– Kur’ân, âlemlerin Rabbinden indirilmedir.
44-47
Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya
sürseydi, kesinlikle O'ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O'ndan can damarını
kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O'na siper de olamazdınız.
2
48
Ve şüphesiz Kur’ân, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir
öğüttür.
49
Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz.
50
Ve şüphesiz Kur’ân, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenler için bir hasrettir.
51
Ve şüphesiz Kur’ân, kesin bilginin gerçeğidir.
52
O hâlde, çok büyük Rabbinin ismini temize çıkar!
TAHLİL:
1
Gerçekleşecek olan!
“2
Gerçekleşecek olan” nedir?
“3
Gerçekleşecek olan” nedir, sana ne bildirdi?
Kur’an, evrenin şimdiki düzeninin yok edilerek yerine yeni bir düzenin
kurulacağı ve tüm insanların yaptıklarından sorguya çekileceği Kıyamet Günü’nü
birçok farklı kavramla ifade etmiştir. Bu kavramlardan ikisi de “Gerçekleşecek
olan” anlamındaki “el-Hâkka” ile “Felaket Kapısını Şiddetli Çalan, Şok Eden”
anlamındaki “el-Kariah” kavramlarıdır.
Surenin girişi üslup bakımından Kariah suresinin girişine benzemektedir.
Cümle veya cümle öğesi olmayan ilk ayet birden bomba patlar gibi patlamaktadır:
“Gerçekleşecek olan!” Ani bir irkilme hissi veren bu ifadeyle dikkatler bir sonraki
ifadeye çevrilmekte, orada da açıklama yapılmayıp zihinlerin verilecek mesaja iyice
konsantre olması sağlanmaktadır: “Nedir ‘Gerçekleşecek olan?” “Gerçekleşecek
olan nedir, sana ne bildirdi?”
Surenin bu üç ayetinde zımnen şöyle denilmektedir: “Ne kadar bilgiye sahip
olursanız olun, ne kadar tahmin yürütürseniz yürütün, kıyamet olgusunu tümüyle
idrak etmeniz mümkün olmaz. O kadar dehşetli bir hadisedir ki, insan havsalası tam
olarak onu kavrayamaz; ancak onun parçalarını kavrayabilir.”
Konu akışı dikkate alındığında, surede sözü edilen “ ‫ة‬e‫قق‬‫ق‬‫اق‬ّ‫ة‬‫الح‬ el-Hakkah
[gerçekleşecek olan]” ifadesi ile “azgınların başına gelen felaketler” ve “kıyamet”in
kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu olguların “‫ة‬e‫ق‬‫ق‬‫اق‬ّ‫ة‬‫الح‬ el-Hakkah” diye adlandırılması,
gerçekleşeceklerinde hiçbir kuşkunun olmamasından dolayıdır. O gün herkes hak
ettiğini elde edecek, inananlar cenneti, inanmayanlar da cehennemi alacaktır. Evet,
kıyamet kesinlikle vuku bulacak, Allah kötüleri cezalandıracak, kimse de buna
engel olamayacaktır.
Vakıa 1-7
olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka,
alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da
toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman …
(Vakıa/1- 7)
1
Kâriah!
2
Nedir o kâriah?
3
Kâriah'ın ne olduğunu sana ne bildirdi?
4
O gün, insanlar, darmadağın kelebekler gibi olurlar. 5
Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.
3
(Kâria/1-3)
1-8
Tûr'un kaldırılışı, yayılmış ince deri üzerine satırlaştırılmış Allah'ın indirdiği tüm kitaplar,
Allah'ın ma‘mur evi; Ka‘be'yi, Fil ashâbı'na yıktırmayışı,
Âd ve Semûd toplumlarının değişime/ yıkıma uğratılışları,
Nûh toplumunun suya boğdurulması, Firavun ve yakınlarının suda boğulması, Sebe halkının
sel felaketiyle cezalandırılması,
Semûd ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup her yanının
çölleşmesi ile cezalandırılması kanıttır ki şüphesiz Rabbinin azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona
engel olacak yoktur.
(Tur/1-8)
19,20
Artık o zorlu bir haykırıştan ibarettir. Bir de bakmışsın ki, onlar karşıda duruverirler. Ve
“Eyvah bizlere! İşte bu, Din Günü'dür!” derler.
–“21
İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz Ayırma Günü'dür!”–
(Saffat/19-21)
2, 3. ayetlerdeki muhatap tekil olarak Resulullah gözükse de, onun şahsında
tüm zamanların insanlarıdır.
13-17
Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp
bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o
olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler,
semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini,
yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların
yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar.
Bu ayet grubunda kıyametin kopuş sahneleri yer almaktadır. O gün Sûr'a bir
kez üflenir; yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine çarpılarak darmadağın
edilir; gök yarılır. Melekler semanın çevresindedirler. O gün Rabbimizin Arş’ını
bunların fevkinde, “Bedel olanlar” [yok edilenlerin yerine getirilen daha üstün
varlıklar] taşır.
Ayetteki “Melekler onun [semanın] çevresindedirler” ifadesinden evrendeki
tüm güçlerin ve yeryüzündeki vahyin artık yeryüzünden ayrıldığını anlıyoruz.
Bu, kıyametin kopması için Sur’a ilk üflemedir. Ölmedik hiçbir kimse
kalmayacaktır:
30
Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, gökler ve
yer bitişik bir hâlde idi de Bizim o ikisini ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan
oluşturduğumuzu görmediler mi? Buna rağmen hâlâ inanmıyorlar mı?
(Enbiya/30)
Zilzal 1-3
yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Bu
yeryüzüne ne oluyor!” dediği zaman …
(Zilzal/1-3)
25
Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler [ışın, radyasyon ve meteorlar] ardı arkasına
indirilir.
(Furkan/25)
33
Ey cin ve ins toplulukları! Eğer göklerin ve yerin kenarlarından aşıp geçmeye güç
yetirebilirseniz, hemen aşın, ancak üstün bir güç olmadan aşamazsınız.
(Rahman/33)
Ayette yer alan “ ‫ة‬e‫قق‬‫ق‬‫ثماني‬semaniyete” sözcüğü genellikle “sekiz” sayısı
anlamında; aynı sözcüğün “ ‫ن‬s‫م‬ُ‫ن‬s ‫ث‬ُ‫ن‬ssümün” kalıbı ise “sekizde bir” anlamında kullanılır.
4
“ ‫ثمانييية‬semaniyete” sözcüğünün hep “sekiz” sayısı ekseninde kullanıldığı göz
önünde tutulduğunda, doğal olarak bu ayettekinin de aynı anlamda kullanıldığı
kabul edilmektedir. Ancak bu ayetteki “semaniyete” sözcüğüne de “sekiz” anlamını
vermek ayetin anlaşılmasında zorluklar oluşturmaktadır. Bu nedenle sözcüğün
başka bir anlamının olup olmadığına bakmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz. Şöyle
ki:
Sözcüğün kökü olan “ ‫ن‬s‫م‬َ‫ن‬s ‫ث‬َ‫ن‬ssemen”, “kendisiyle her hangi bir şey hak edilen şey”
demektir.1
Türkçede bu anlam “bedel, fiyat; malın kıymeti” sözcükleriyle ifade
edilmektedir. Sözcük Kur’an’da da bu anlamda kullanılmıştır:
41
Sizinle beraber olan Tevrât'ı doğrulayıcı olarak indirdiğim Kur’ân'a iman edin, O'nun hak
kitap olduğunu bilerek reddedenlerin ilki siz olmayın. Benim âyetlerimi çok az bir bedelle satmayın.
Ve sadece Benim korumam altına giriniz.
(Bakara/ 41)
20
Ve o'nu düşük bir fiyata; birkaç gümüş paraya sattılar. Onlar, Yûsuf'un satılmasında azla
yetinenlerden idiler.
(Yusuf/ 20)
187
Ve hani Allah, kendilerine Kitap verilen kimselerden sağlam sözünü almıştı: “Kitabı
kesinlikle insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz.” Onlar ise bunu sırtlarının
ötesine attılar ve onu az bir bedel karşılığı sattılar. İşte, satın aldıkları şeyler ne kötüdür!
(Al-i Imran/ 187)
Aynı kökten gelen “ ‫ثمانى‬Semaniye” ise “biten, bitki” demektir. Bunu Ebu
Ubeyde, Esmaî’den nakletmiştir.2
Buradan anlaşıldığına göre, “semen” sözcüğünün “bedel, kıymet, paha”
anlamı, “biten; tohumun yerine ortaya çıkan bitki” anlamından gelmektedir. Yani
satılan bir malın yerine bedel olarak yeni bir şey elde edilmektedir.
Bütün bu anlamlar düşünüldüğünde; konumuz olan ayetteki “ ‫ثمانية‬semaniyet”
sözcüğü ile “şimdiki evren ortadan kaldırıldıktan sonra onun yerine ikame edilecek
yeni varlıklar” anlamına ulaşılmaktadır.
O gün, Allah’ın her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle
değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51)
Biz, göğü, kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi
-katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu iade edeceğiz [yeniden var edeceğiz]. Şüphesiz Biz
yapanlarız.
(Enbiya/ 104)
Sözcüğün sonundaki “ ‫ة‬t” eki ise ya seci’ [armoni] nedeniyle gelmiştir. Bunun
Şems, Nur ve Ahzab surelerinde örnekleri vardır:
1
(Lisanü’l-Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l-Arus; c. 18, s. 97-99 “ ‫ن‬s‫ثم‬smn” mad.)
2
(Lisanü’l Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l Arus; c. 18, s. 97-99 “ ‫ن‬s‫ثم‬smn” mad.)
5
Ya da bu surenin 19. ayetinden itibaren yer alan “‫كتيييابيه‬ kitabiyeh,
‫ييابيه‬‫ي‬‫حس‬hısabiyeh, ‫يياليه‬‫ي‬‫م‬maliyeh” sözcüklerinin sonundaki “ ‫ه‬h” harfleri gibi
noktasızdır. Noktasız harfleri noktalayanlar3
sehven veya kasten “‫ه‬ h”yi
noktalayarak “‫ة‬ t” haline getirmişlerdir. Bu harflerin/zamirlerin anlamı söz konusu
değildir. Bu demektir ki yüce Rabbimiz, yanlışa gitmememiz için bu özelliği
gözümüzün önüne serivermiş. Ama biz dikkat etmemekteyiz.
“‫ثمانية‬ Semaniyetün”, sözcüğünün nekre oluşu ve seci’ için olan “ ‫ة‬te” nin
özelliklerinden olan “mübaleğa (abartma, çoğaltma)” anlamı4
dikkate alınırsa, “
‫ثمانييية‬semaniyeten” ifadesini “Bitenler (eski varlıkların yerine oluşturulan yeni
varlıkların tümü)” anlamı elde edilir. Tıpkı “Allame”, “Ebuhanife” sözcüklerinde
olduğu gibi. “ ‫المة‬ّ‫ةم‬ ‫ع‬Allame” ve “ ‫حنيفة‬ ‫ابو‬Ebuhanife” sözcüklerinin sonlarındaki “
‫ة‬t” harfi dişillik alameti olmayıp övgüyü mübaleğa alametidir. Kur’an’da yüzlerce
yerde örnekleri mevcuttur.
“Arşı taşıyanlar” ile ilgili olarak Mü’min suresinde gerekli detay verilmişti.
Bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi bilgileri taşıyanlar”dır. Hatırlanacağı üzere,
dünyada iken Arş’ı taşıyanların, Arş’ın sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle
“Allah” bilgisini, “tevhid”i bir yerden bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten
peygamberler olduğunu belirtmiştik. Kıyamet sonrası Arş’ı taşıyacak olan, yani
Allah ile ilgi bilgileri yansıtacak olanlar ise yok edilen varlıkların yerine yaratılmış
olan ve daha fevkalade varlıklardır. Ayetteki “onların fevkinde” ifadesiyle yeni
oluşumun eskisinden daha güzel, daha üst seviyede olacağı ifade edilmektedir.
106
Biz, bir âyetten/alâmetten/göstergeden her neyi kaldırır veya söylettirmezsek, ondan daha
iyisini yahut benzerini getiririz. Sen, Allah'ın şüphesiz her şeye en iyi güç yetiren olduğunu bilmedin
mi?
(Bakara/106)
Klasik anlayışta “ ‫ثمانية‬semaniyete” sözcüğü “sekiz” anlamında alınmış ve bu
sayının ma’dûdu [sayılan varlık] belirtilmediği için de genellikle “sekiz melek”,
“sekiz şahıs” gibi anlamlar takdir edilmiştir. Ya da “sekiz” sayısı ile ne
kastedildiğinin insan anlayışının ötesinde olduğu açıklamasıyla yetinilmiştir. Biz ise
Allah’ın izniyle “semen” kökünden hareket ederek yukarıdaki anlama ulaşmış
bulunuyoruz.
Bu konuya ait klasik eserlerde yer alıp da herkesin taklit ettiği bir görüşü
naklediyoruz:
“O günde üstlerinde bulunan sekiz [melek] Rabbinin Arş'ını yüklenir” buyruğu hakkında İbn
Abbas şöyle demiştir: Bunlar sayılarını Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği sekiz saf melektir.
İbn Zeyd dedi ki: bunlar sekiz melektirler. el-Hasen de: “Onların kaç tane olduklarını en iyi bilen
Allah'tır. Sekiz mi yoksa sekiz bin mi?”
Peygamber (sav)'den şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Bugün Arş'ı taşıyanlar dörttür.
Kıyamet günü olacağında Yüce Allah onları dört melekle daha destekleyecektir. Böylelikle sekiz
melek olacaklardır.” Bunu es-Sa'lebî zikretmiştir. e]-Maverdî de bunu Ebu Hureyre'den rivayet
etmektedir. Ebu Hureyre dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Bugün onu [Arşı] dört melek ta-
şımaktadır. Kıyamet gününde ise bunlar sekiz olacaktır
el-Abbas b. Abdi'l-Melik dedi ki: Bunlar dağ keçisi suretinde sekiz melektirler. Bunu
Peygamber (sav)'den rivayet etmektedir. Hadiste de şöyle denilmektedir: “Bu meleklerden her
3
Hicrî 65 tarihinde Abdulmelik b. Mervan (v.86/705) zamanında Ebu Esved ed-Düelî (v.68/688) halifenin
emriyle Kur’ân-ı Kerime ilk olarak noktalama işaretlerini koymuştur.
4
(Lisanü’l Arab, c. 9, s. 9, “ ‫ه‬h” mad.)
6
birinin dört tane yüzü vardır. Biri adanı yüzü, biri aslan yüzü, biri öküz yüzü, biri de kartal yüzüdür.
Bu yüzlerin her biri o tür için Allah'tan rızık diler.5
Bu ayet “müteşabihat”tandır. Tam olarak manasını bilmemiz zordur. Arş'ın nasıl olduğu,
kıyamet günü sekiz meleğin onu nasıl taşıyacağını bilemiyoruz. Her ne olursa olsun Allah'ın arş
üzerine oturacağı ve diğer sekiz meleğin de onu taşıyacağı düşünülemez. Ayette, Allah'ın arş üzerine
oturmuş olacağına dair böyle bir ifade yoktur. Allah Teâlâ cisim, mekân ve yönden münezzeh
olduğu için Kur'an-ı Kerim böyle düşünmemize manidir. Çünkü taşımak eylemi için bir cismin
ortada olması lazımdır. Bu konuları fazla kurcalamanın, bir mana bulmaya çalışmanın insanı dalâlete
düşürme tehlikesi vardır. Fakat şunu da bilmeliyiz ki, Kur'an'da, Allah'ın hükümranlığı ve benzeri
konuları anlatmak için bizim dünyada kullandığımız terminoloji kullanılmaktadır. Yalnız, bu
kelimelere harfi harfine bir anlam vermekten kaçınmalıyız.6
Kur’an’da kıyametin kopuşunun tasvir edildiği birçok ayet vardır. Bunların
çoğu geçmiş surelerde (Zümer/68, Tur/9- 12, İbrahim/48-51, Neml/88, Kehf/47, 48,
Mümin/85, Ta Ha/105- 107, Vakıa/5, Meariç/9, Müzzemmil/14, Mürselat/10,
Nebe’/20, Tekvir/3, Kariah/5) yer almıştı.
18
O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir gizli şeyiniz gizli kalmayacak.
19-24
İşte kitabı sağından verilen kişiye gelince; işte o, “Alın, okuyun
kitabımı. Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle
biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir
yaşamdadır. –Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!–
18-37. ayetlerde, kıyametin kopmasından sonraki bazı mahşer sahneleri yer
almaktadır. O gün kimsenin gizlisi, “gizli” kalmayacaktır. Hepsi yayılıp ortaya
dökülecektir:
48
Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi
Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca
inanıyordunuz.”
(Kehf/48)
16
O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz.
–‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’–
(Mümin/16)
8,9
Şüphe yok ki o Yaratıcı, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün, onun geri döndürülmesine
güç yetirendir. 10
Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı.
(Tarık/9, 10)
19-24. ayetlerde ise müminlerin mahşerdeki durumu yer almaktadır.
“Kitabı sağdan verilen”ler mümin kişilerdir. Daha evvel de açıkladığımız gibi,
“sağ”, uğur, mutluluk, sağlamlık ve kurtuluşu ifade eder. “Amel defterini sağ el ile
almak” ifadesi, dünyadayken kişi için tutulan davranış kayıtlarının temiz olduğunu,
böyle kayıtları olanların korkutulmayacaklarını, suçlanmayacaklarını sembolize
etmektedir.
Mümin bir insanın ahiretteki durumu daha evvel bir birçok ayette detaylı
5
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
6
(Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
7
olarak verilmişti. Bunlardan sadece bir pasajı hatırlatmakla yetiniyoruz:
5-22
Şüphesiz, “iyi adamlar”, kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir
pınardan ki ondan, verdikleri sözleri yerine getiren, kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi,
ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık
suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için/sevmesine rağmen
yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah'ın kulları içerler.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak,
sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar;
orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine
sarkacak ve alçaltıldıkça alçaltılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak,
-kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir-. Ve orada onlar, karışımı zencefil olan bir tastan
sulanırlar, orada Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır;
onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir mülk ve
yönetim göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle
süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır.
Çalışmalarınız da karşılık ödenecek niteliktedir.
(Însan/5-22)
25-29
Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım
bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş
bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden
yok olup gitti” der.
–30-37
Onu yakalayın sonra da bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın onu.
Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde cehenneme sokun! Şüphesiz o, çok
büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu
sebeple bugün burada onun için hiçbir samimi dost yoktur. Sadece hata edenlerin
yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.–
Müminlerden sonra bu ayetlerde de inançsızların ahiretteki durumları tasvir
edilmiştir. Ürpertici sahnelerin yer aldığı pasajda, inkârcı örnek bir kişi ele alınarak
onu bu elim vaziyete sokan günahının, Allah’ı hesaba katmaması ve buna bağlı
olarak sosyal ve ekonomik yönden ahlaki sorumluluklarını yerine getirmemesi
olduğuna işaret edilmektedir.
Yoksulu doyurmayı teşvik etmeme, kendisi yoksullara yemek yedirmediği gibi
başkalarının da onlara yemek vermesinden hoşlanmama tavrıdır. Bilindiği üzere,
Allah’ın önemle üzerinde durduğu, insanlara din adına verdiği ilk emirlerden biri
yetimlerin kerimleştirilmesi, yoksulların işe kavuşturulup karınlarını kendi el
emekleriyle doyurmalarının sağlanmasıdır.
1
Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah'ın sosyal düzeni
belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2,3
İşte odur, yetimi itip
kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.
4-7
Artık, salâtlarında ilgisiz, duyarsız, gösteriş olsun diye salât eden [mâlî yönden ve zihinsel
açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışır gözüken] ve basit bir şeylerin bile bir ihtiyaçlıya
ulaşmasını engelleyen kişilerin vay haline!
(Maun/1-7)
17-20
Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Doğrusu siz, yetimi, üstün-saygın bir şekilde
yetiştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi özendirmiyorsunuz. Oysa mirası
yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına!
(Fecr/17- 20)
8
47
Onlara: “Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden harcamada bulunun” denildiği zaman da
kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş o kişiler, şu iman etmiş kişiler için:
“Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz, ancak apaçık bir sapıklık
içindesiniz” dediler.
(Yasin/47)
12
Ve o sarp yokuşun ne olduğunu sana ne bildirdi?
13
Köleyi özgürleştirmektir 14,15
veya salgın bir kıtlık gününde yakında bulunan bir yetime 16
veya
topraklara düşmüş; sürünen yoksula, işsize yemek yedirmektir. 17
Sonra da iman edip de sabrı
tavsiyeleşenlerden ve merhameti tavsiyeleşenlerden olmaktır.
(Beled/12-17)
Amel defterleri suç kayıtları ile dolu kişilerin akıbetleri, pişmanlıkları ve
rüsvalıkları ile ilgili birçok canlı, tiksindirici sahne nakledilmiştir:
48-51
O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka
yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(İbrahim/48-51)
71
O gün Biz, bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse,
işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/çekirdeğin iplikçiği kadar bir haksızlığa
uğratılmayacaklar.
(İsra/71)
6,7
Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.
(Gâşiye/6)
“Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde oraya [cehenneme] sokun!”
ayetindeki “yetmiş arşın” ifadesi hem çokluktan hem de suçlunun mutlak bir kontrol
altında bulundurulacağından kinayedir. Yetmiş rakamının çokluktan kinaye olduğu
şu ayette de görülmektedir:
80
Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de
yine Allah, onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Rasûlü'nü kabul etmemeleri
nedeniyledir. Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna kılavuzluk etmez.
(Tevbe/ 80)
İnşikak suresinde de benzer bir ifade olarak “Defteri arkasından verilen”
kimselerden bahsedilmektedir:
10-14
Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü çağıracak ve alevli ateşe
girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi. Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi.
(İnşikak/10, 14)
“Defterin arkadan verilmesi” ifadesi, amel defterinin iç açıcı kayıtlar
içermediğini bilen bir kişinin utancından dolayı defterini gizlemeye çalışacağına
işaret etse gerektir.
Daha evvel “Sağ” ve “sol” [Ashâbu'l-Meymene ve Ashâbu'l-Meş’eme]
kavramları ile ilgili olarak Beled suresinin tahlilinde geniş açıklama yapıldığından,
detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
9
4
Semûd ve Âd, felaket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni yalanladılar.
5
Sonra, Semûd'a gelince; onlar korkunç bir sesle değişime/yıkıma
uğratıldılar.
6
Âd'a gelince; onlar gürültülü ve azgın bir fırtına ile değişime/yıkıma
uğratılıverdiler.
7
Allah, o fırtınayı üzerlerine yedi gece ve sekiz gün; geceli gündüzlü
peşpeşe musallat etmişti. Öyle ki, o toplumu, fırtınanın içinde, içi boş hurma
kütükleri gibi yere serilmiş hâlde görürsün.
8
Bak şimdi görebilir misin onlara ait herhangi bir kalıntı?
Bu ayetlerde, kaçınılmaz gerçekle yüzleşenlerden Semûd ve Âd’a değinilmiş
ve her iki kavim de yalanlayıcıların örneği olarak gösterilmiştir. Bu kavimlerin her
ikisi de ahireti kabul etmeyen, kendilerine gelen uyarıcı elçileri yalanlayan birer
toplum idi. Arabistan bölgesinde yaşamış olan bu iki toplumdan o günün Arapları
da haberdardı. Onların yaşadıkları yerler haklarında yeterince bilgiye sahiptiler. Bu
nedenle, bu kavimlerin başlarına gelen korkunç akıbet ibret olsun diye o günkü
Araplara da hatırlatılmaktadır.
Bu sureye kadar Âd ve Semûd kavimleri ile azgınlık yapan diğer toplumlar
hakkında ibret alınacak birçok bilgi verilmişti. Bu nedenle burada birkaç ayeti
hatırlatmakla yetiniyoruz:
65
Andolsun ki Âd'a da kardeşleri Hûd'u elçi gönderdik. O, “Ey toplumum! Allah'a kulluk edin,
sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ Allah'ın koruması altına girmez misiniz?” dedi.
(A’raf/65)
31
Şüphesiz Biz onların üzerine korkunç tek bir ses gönderdik; ağılcının topladığı çalı-çırpı gibi
oluverdiler.
(Kamer/31)
11,12
Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca
sizi gemide Biz taşıdık.
(Hâkka/11)
16
Bu yüzden Biz de onlara bu en basit dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o uğursuz
günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Âhiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara
yardım da edilmez.
(Fussılet/16)
51
İşte bak! Onların tuzaklarının âkıbeti nice oldu, şüphesiz Biz onları ve toplumlarını toptan
yerle bir ettik. 52
İşte, onların, şirk koşmak sûretiyle işledikleri yanlışlar yüzünden çatıları çöküp
ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir toplum için bir alâmet/gösterge vardır.
(Neml/51,52)
24,25
Sonunda onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut hâlinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu,
bize yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta
kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hâle
geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle
cezalandırırız.
(Ahkaf/24,25)
10
9
Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler.
10
Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de Rableri, onları pek
şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi.
Bu ayetlerde de yine “geçekleşmesi kesin olan” olay ile yüzleşen Firavun, Nuh
kavmi ve ülkeleri altüst olan diğer kavimler [Lut kavmi] hatırlatılmaktadır.
Azgınlaşmalarından ve peygamberlerini yalanlamalarından dolayı bu toplumların
hepsi de Allah'ın çok çeşitli belalarına uğramışlardır. Rabbimiz bu kavimlerin
akıbetini hatırlatarak peygamberimizin muhatabı olan o günkü müşriklere ibret ve
öğüt almaları; aksi halde onların da bu kavimler gibi bela ve felaketlerle helak
edilecekleri mesajını vermektedir.
Bilindiği üzere, Firavun, Nuh ve Lut kavimleri ile ilgili detaylar geçmiş
surelerde yer almıştı.
9. ayetteki “ondan öncekiler” ifadesiyle Nuh Tufanı hadisesine ve Nuh’un (as)
gemisine işaret edilmektedir:
75
Ve andolsun ki Nûh, Bize seslenip dua etmişti. –İşte Biz ne güzel cevap verenleriz!– 76
Biz de
o'nu ve ailesini, yakınlarını, inananlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık. 77
Ve o'nun neslini baki
kalanların ta kendisi yaptık.
(Saffat/77)
Şüphesiz bu toplumların dünyada cezalandırılmaları ile iş bitmemiştir. Onlar
ahirette de cezalandırılacaklardır:
25
Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular, sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için
Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar.
(Nuh/25)
Aynı ayetteki “ve altı üstüne getirilenler” ifadesiyle de Lut kavmi
kastedilmektedir. Zira bu nitelik onlara aittir:
82,83
Sonunda emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş
çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, şirk koşarak yanlış, kendi
zararlarına iş yapanlardan uzak değildir.
(Hud/82, 83)
74
Böylece Biz, onların üstünü altı yaptık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
(Hıcr/74)
11,12
Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin
diye sular kabarınca sizi gemide Biz taşıdık.
Bu ayetlerde de yine Nuh’a (as) ve kavmine işaret edilmiştir. İsim verilmeden,
Nuh’un (as) ve ona inananların kurtuldukları; inkârcıların ise o kaçınılmaz olayı
yaşadıkları hatırlatılmıştır. Bu hatırlatma ile Kureyşli inkârcılara “Dikkatli olun da
Nuh kavminin başına gelenler sizin de başınıza gelmesin” mesajı verilmektedir.
Ayrıca Araplar ile Nuh arasında bir bağ olduğuna dikkat çekilerek zımnen “Biz
Nuh’u kurtarmasaydık bu gün sizler olmazdınız” denilmektedir.
9
Onlardan önce Nûh'un toplumu da yalanlamıştı. Öyle ki kulumuzu yalanladılar ve “O, gizli
güçlerce desteklenen/deli birisidir” dediler. Ve o alıkonulmuştu; her türlü faaliyetine engel
olunmuştu.
10
Bunun üzerine Nûh Rabbine yalvardı: “Ben gerçekten yenik düşürüldüm, bana yardım et!”
11
Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açıverdik.
11
12
Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık; derken sular ayarlanmış bir iş üzerine birbirine kavuştu.
13,14
Nûh'u da, iyilikbilmezlik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz
altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filika/ küçük gemi üzerinde taşıdık.
15
Ve andolsun Biz, bunu bir âyet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?
16
Peki, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?
(Kamer/9- 16)
Ayetteki “belleyici kulaklar bellesin” ifadesi ile aklı olanın hayvanlar gibi
olmaması gerektiği mesajı verilmektedir.
179
Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip
ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır,
onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar
duyarsızların ta kendileridir.
(A’raf/179)
37
Şüphesiz ki bunda aklı, anlayışı, vicdanı olan veya kendisi tanık olarak kulak veren kimse
için elbette öğüt vardır.
(Kaf/37)
38-43
Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki şüphesiz
Kur’ân, şerefli bir Elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. –Siz ne az
inanıyorsunuz!– Bir kâhin sözü de değildir. –Siz ne az
düşünüyorsunuz/öğütleniyorsunuz!– Kur’ân, âlemlerin Rabbinden indirilmedir.
“Gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki” ifadesiyle başlayan
pasajda, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğuna, o güne kadar
ortaya çıkan mucizeler ve ondan sonra çıkacak olanlar kanıt gösterilmektedir. O
günün şartlarında Kur’an’ın bir “Beyan” mucizesi [Edebi mucize] olduğu daha
evvel birçok kez dile getirilmişti. O günden bugüne Kur’an’ın içeriğinde binlerce
mucize daha keşfedilmiş bulunmaktadır.
Kur’an’ın gelecekte de sayısız mucizelerinin ortaya çıkacağı hususunu ise
Fussılet suresinin tahlilinde detaylı olarak ele almıştık.
Pasajın kasemle başlaması, Kur’an’ın Allah’ın indirmesi olup Muhammed (as)
ile ilgisinin olmadığını kanıtlamaya yöneliktir. Burada Kur’an “elçi sözü” olarak
nitelenmiştir. “Elçi sözü”, “katışıksız ve elçiye ait olmayan, elçiyi gönderen
otoritenin ifadesidir. Elçi buna ekleme, çıkarma yapamaz, kendisine öğretilenleri
gizleyemez. Bu konu Tekvir suresinde de geçmiş idi:
15-21
Kur’ân'ı dinlememek için saklananların, kaçanların durumunu, gerçeği örtbas etmenin-
cehaletin gidişini, aydınlığın- reşitliğin gelişini kanıt gösteririm ki kuşkusuz bu, güçlü, Arş'ın/en
büyük tahtın sahibi'nin yanında çok değer verilen, itaat edilen, güvenilen değerli bir elçi sözüdür.
22
Arkadaşınız delirmiş/ gizli güçler tarafından desteklenen biri değildir. 23
Andolsun O, O'nu açık
ufukta gördü. 24
O kimsenin görmediği, duymadığı, sezmediği, kendisine verilen vahiyler hakkında
cimri de değildir. 25
Bu, kendi düşünce yetisinin ürünü olan söz de değildir.
(Tekvîr/15-21)
Ayetlerdeki “Siz ne az inanıyorsunuz!”, “Siz ne az düşünüyorsunuz/
öğütleniyorsunuz!” ifadeleriyle müşriklerin Kur’an’ın içerdiği bunca mucizeyi
görmelerine, onun bir şair sözü, kahin sözü olmadığını bilmelerine rağmen
inançsızlıkta direndikleri beyan edilmektedir.
12
44-47
Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya
sürseydi, kesinlikle O'ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O'ndan can damarını
kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O'na siper de olamazdınız.
Bu ayetlerde tüm insanlığa açık bir beyanat vardır: “Eğer Muhammed
Kur’an’a dahletmeye; ekleme, çıkarma, değiştirme, saklama yapmaya kalksa, Allah
adına laf uydursa, feci şekilde cezalandırılır.
Bu tehdit, Resulullah’a olduğu kadar tüm zamanların insanlarına da yöneliktir.
Hiçbir kimse Allah adına laf üretmemelidir. Din adına verilecek hükümler mutlaka
Kur’an’dan olmalıdır.
15
Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir
Kur’ân getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim
için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem,
kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.”
(Yunus/15)
73
Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize dayandırarak
söyleyesin diye sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı. İşte o takdirde seni halil/ iz bırakan bir
önder edinirlerdi.
74
Ve eğer Biz, seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin.
75
O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine
hiçbir yardımcı da bulamazdın.
(İsra/73-75)
15,10
İşte bunun için sen, davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların boş iğreti
arzularına uyma ve de ki: “Ben, Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben, aranızda adaleti
gerçekleştirme görevi ile emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim
yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir
delile yer yoktur. Allah, bizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de yalnız O'nadır. Ve hakkında ihtilâfa
düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah'tır. Ben,
yalnız O'na işin sonucunu havale ettim ve ben, yalnız O'na yöneliyorum.”
(Şura/15, 10)
18
Sonra da seni Allah'ın Kendine özgü işlerinden apaçık bir yol haritası/ toplu yaşam ilkeleri
sahibi yaptık. Artık sen, ona uy, bilmeyen kimselerin boş-iğreti arzularına uyma.
(Casiye/18)
5-8
Artık, yakında hak dinden çıkarak kendini ateşe atmış olan hanginizmiş göreceksin, onlar da
görecekler. Şüphesiz Rabbindir, yolundan sapanı en iyi bilen. Yine O'dur kılavuzlanarak doğru yola
ermiş olanları en iyi bilen. O hâlde âhiret gününü yalanlayan o kişilere itaat etme!
(Kalem/5-8)
İnsanların Allah adına neler uydurduklarından değişik ayetlerde bahsedilmiştir:
176
İşte bu, şüphesiz Allah'ın Kitab'ı hak ile indirmesi sebebi iledir. Ve şüphesiz Kitap hakkında
anlaşmazlığa düşen şu kimseler kesinlikle çok uzak bir parçalanma içindedirler.
(Bakara/176)
151
De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım:
‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı,
ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı,
fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizi, - Sizi ve onları
Biz rızklandırıyoruz.-
kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı,
13
haksız yere, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi, -İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye
O’nun size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-
(En’am/151)
116
Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah'a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu
haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.
(Nahl/116)
48
Ve şüphesiz Kur’ân, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir
öğüttür.
49
Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz.
50
Ve şüphesiz Kur’ân, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenler için bir hasrettir.
51
Ve şüphesiz Kur’ân, kesin bilginin gerçeğidir.
Bu ayetlerde, yukarıdaki kasemin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci
cevapları yer almaktadır. Buna göre, paragrafın takdiri şöyledir:
“Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki, şüphesiz o [Kur'ân],
şerefli bir elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. Bir kâhin sözü de değildir. O
[Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Ve şüphesiz o [Kur’an], takva sahipleri
için bir öğüttür. Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz. Ve
şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir. Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin
gerçeğidir.”
Böylece Kur’an’ın takva sahipleri için bir öğüt olduğu kanıtlarla gösterilmiş
olmaktadır.
50. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir” ifadesiyle,
kâfirlerin eninde sonunda “Kur'an’ı niye yalanladık?” diye pişman olacakları
gerçeği açıklanmaktadır. Hıcr suresinde de bu anlamda bir pasaj bulunmaktadır:
2
Zaman zaman kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke
Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar.
12
Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız.
3
Bırak onları yesinler, yararlansınlar ve boş umut onları oyalasın. Ama onlar yakında
bileceklerdir.
(Hicr/2,3 )
Şüpheci akılsızlar her ne kadar Kur’an’a ve haber verdiklerine inanmaz
görünseler de, kafalarının içinde daima bir “acaba?” taşımaktadırlar. Yani, görünüşte
inanmaz bir tavır sergileseler de, içlerinden “Ya doğruysa, ya varsa?” diye şüpheye
düşmekte ve huzursuz olmaktadırlar.
Pasaj, o günün zorlu kâfirlerinin gün gelip pişman olacaklarını bildirmektedir.
Bu pişmanlıkları ölüm anındaki ve ahiretteki pişmanlıkları değil, dünyadaki
pişmanlıklarıdır. Çünkü her ne kadar inanmamış olsalar bile, Allah’ın afak ve
enfüsteki ayetlere dikkat çekerek bu mucizeleri Kur’an ile âdeta tüm gözlere
sokması karşısında zaman zaman “Keşke ben de müslüman olsaymışım!" diye
temennide bulunmaktadırlar.
Gerçekten de Kur’an’ın etkin mesajının ciğerlerine işlemesi sonucu sürekli
tedirgin olan Mekkeli müşriklerin birçoğu, hicretten önce veya sonra pişman
olmuşlardır.
51. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir” ifadesiyle
Kur’an’da saçma sapan şeylerin, hakka, adalete aykırı şeylerin bulunmadığı; onda
14
şüpheli, çelişkili bir şey olmadığı, içinde ne varsa hepsinin de kesin bilgi ile
sağlamasının yapılabileceği vurgusu yapılmıştır.
52
O hâlde, çok büyük Rabbinin ismini temize çıkar!
Tüm bu açıklamalardan sonra Rabbimiz, elçisine görevini sürdürmesi mesajını
vererek “O halde, çok büyük Rabbinin ismini tesbih et [temize çıkar]!” demektedir.
Allah’ı doğru tanıma ve doğru tanıtma demek olan “Tesbih” ile ilgili olarak
geçmiş surelerin tahlilinde birçok kez açıklama yaptığımızdan, detayın oradan
okunmasını öneriyoruz.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
15

Mais conteúdo relacionado

Mais procurados (20)

38. sad
38. sad38. sad
38. sad
 
Gafletten Uyanış
Gafletten UyanışGafletten Uyanış
Gafletten Uyanış
 
Kullugun Cekirdekleri
Kullugun CekirdekleriKullugun Cekirdekleri
Kullugun Cekirdekleri
 
Cadi avi tanitim
Cadi avi tanitimCadi avi tanitim
Cadi avi tanitim
 
42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
 
Isarat ul icaz
Isarat ul icazIsarat ul icaz
Isarat ul icaz
 
İmam gazali ahiret aleminin sırları
İmam gazali   ahiret aleminin sırlarıİmam gazali   ahiret aleminin sırları
İmam gazali ahiret aleminin sırları
 
79. meariç suresi
79. meariç suresi79. meariç suresi
79. meariç suresi
 
23. necm suresi
23. necm suresi23. necm suresi
23. necm suresi
 
7. tekvir suresi
7. tekvir suresi7. tekvir suresi
7. tekvir suresi
 
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
 
Kiyamet Alemetleri
Kiyamet AlemetleriKiyamet Alemetleri
Kiyamet Alemetleri
 
Esma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuvEsma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuv
 
Mahşer Hayatı
Mahşer HayatıMahşer Hayatı
Mahşer Hayatı
 
12 EylüL
12 EylüL12 EylüL
12 EylüL
 
Esma i hüsna -76 el-munzir
Esma i hüsna -76  el-munzirEsma i hüsna -76  el-munzir
Esma i hüsna -76 el-munzir
 
Ebu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatiha
Ebu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatihaEbu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatiha
Ebu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatiha
 
37. kamer
37.  kamer37.  kamer
37. kamer
 
81. naziat suresi
81. naziat suresi81. naziat suresi
81. naziat suresi
 
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
 

Destaque

Destaque (20)

Slide 12
Slide 12Slide 12
Slide 12
 
Slide 3
Slide 3Slide 3
Slide 3
 
Slide 7
Slide 7Slide 7
Slide 7
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
Curs estiu 2011 prosumer
Curs estiu 2011 prosumerCurs estiu 2011 prosumer
Curs estiu 2011 prosumer
 
Retengamos nuestra identidad a pesar de los tiempos
Retengamos nuestra identidad a pesar de los tiemposRetengamos nuestra identidad a pesar de los tiempos
Retengamos nuestra identidad a pesar de los tiempos
 
Presentacion 4-4
Presentacion 4-4Presentacion 4-4
Presentacion 4-4
 
Transportes Curiosos
Transportes CuriososTransportes Curiosos
Transportes Curiosos
 
Unidad didactica Luz Nicasio
Unidad didactica  Luz NicasioUnidad didactica  Luz Nicasio
Unidad didactica Luz Nicasio
 
Esteatosis cirrosis
Esteatosis cirrosisEsteatosis cirrosis
Esteatosis cirrosis
 
Activities sin nombres
Activities sin nombresActivities sin nombres
Activities sin nombres
 
102試辦國中會考各科計分與閱卷結果
102試辦國中會考各科計分與閱卷結果102試辦國中會考各科計分與閱卷結果
102試辦國中會考各科計分與閱卷結果
 
Slide 3
Slide 3Slide 3
Slide 3
 
Process for risk management
Process for risk management Process for risk management
Process for risk management
 
Crm y erp
Crm y erpCrm y erp
Crm y erp
 
Mis2
Mis2Mis2
Mis2
 
RIA Neuroscience Study Points to Possible Use of Medical Marijuana for Depres...
RIA Neuroscience Study Points to Possible Use of Medical Marijuana for Depres...RIA Neuroscience Study Points to Possible Use of Medical Marijuana for Depres...
RIA Neuroscience Study Points to Possible Use of Medical Marijuana for Depres...
 
Seniorwebhaarlemles2
Seniorwebhaarlemles2Seniorwebhaarlemles2
Seniorwebhaarlemles2
 
1021學科進度表及段考考程表
1021學科進度表及段考考程表1021學科進度表及段考考程表
1021學科進度表及段考考程表
 
12 0925 3
12 0925 312 0925 3
12 0925 3
 

Semelhante a 78. hakka suresi (20)

Lemalar
LemalarLemalar
Lemalar
 
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdf
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdfKur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdf
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdf
 
80. nebe suresi
80. nebe suresi80. nebe suresi
80. nebe suresi
 
83. inşikak suresi
83. inşikak suresi83. inşikak suresi
83. inşikak suresi
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
Mucizeleri 2
Mucizeleri 2Mucizeleri 2
Mucizeleri 2
 
10. fecr suresi
10. fecr suresi10. fecr suresi
10. fecr suresi
 
31. kiyamet suresi
31. kiyamet suresi31. kiyamet suresi
31. kiyamet suresi
 
4. müddessir suresi
4. müddessir suresi4. müddessir suresi
4. müddessir suresi
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
46.vakıa suresi
46.vakıa suresi46.vakıa suresi
46.vakıa suresi
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
 
9. leyl suresi
9. leyl suresi9. leyl suresi
9. leyl suresi
 
65. casiye suresi
65. casiye suresi65. casiye suresi
65. casiye suresi
 
74. müminun suresi
74. müminun suresi74. müminun suresi
74. müminun suresi
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
Allah'in heryerde olusu
Allah'in heryerde olusuAllah'in heryerde olusu
Allah'in heryerde olusu
 
84.rum suresi
84.rum suresi84.rum suresi
84.rum suresi
 

Mais de TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 

78. hakka suresi

  • 1. 78 HAKKAH [GERÇEKLEŞECEK OLAN] SURESİ GİRİŞ Hakkah suresi Mekke’de 78. sırada inmiş olup adını ilk ayetindeki “ ‫ة‬e‫ق‬ّ‫ة‬‫الحا‬el Hakkah” ifadesinden almıştır. İnkârcıların tehdit edildiği ayetler içeren surede, geçmişteki Âd, Semûd, Lût, Firavun ve Nûh kavimleri ile yeryüzünde fesat çıkaran, peygamberlerini yalanlayan diğer azgın, sapkın kavimlerin kötü sonları hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmalar eşliğinde, “Kitabı Sağ Eline Verilenler”in ödüllendirilişi ile “Kitabı Sol Eline Verilenler”in cezalandırılışına ilişkin uhrevî sahneler nakledilerek inkârcılar uyarılmakta, müminler ise teselli edilip desteklenmektedir. Ayrıca surede elçilik görevi, Elçi’nin ne yapıp ne yapmayacağı ile ilgili ince uyarılar yapılırken Kur’an’ın korunmuşluğuna da vurgu yapılmaktadır. 1
  • 2. MEAL RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1 Gerçekleşecek olan! “2 Gerçekleşecek olan” nedir? “3 Gerçekleşecek olan” nedir, sana ne bildirdi? 13-17 Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar. 18 O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir gizli şeyiniz gizli kalmayacak. 19-24 İşte kitabı sağından verilen kişiye gelince; işte o, “Alın, okuyun kitabımı. Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir yaşamdadır. –Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!– 25-29 Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti” der. –30-37 Onu yakalayın sonra da bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın onu. Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde cehenneme sokun! Şüphesiz o, çok büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu sebeple bugün burada onun için hiçbir samimi dost yoktur. Sadece hata edenlerin yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.– 4 Semûd ve Âd, felaket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni yalanladılar. 5 Sonra, Semûd'a gelince; onlar korkunç bir sesle değişime/yıkıma uğratıldılar. 6 Âd'a gelince; onlar gürültülü ve azgın bir fırtına ile değişime/yıkıma uğratılıverdiler. 7 Allah, o fırtınayı üzerlerine yedi gece ve sekiz gün; geceli gündüzlü peşpeşe musallat etmişti. Öyle ki, o toplumu, fırtınanın içinde, içi boş hurma kütükleri gibi yere serilmiş hâlde görürsün. 8 Bak şimdi görebilir misin onlara ait herhangi bir kalıntı? 9 Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler. 10 Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de Rableri, onları pek şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi. 11,12 Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi gemide Biz taşıdık. 38-43 Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki şüphesiz Kur’ân, şerefli bir Elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. –Siz ne az inanıyorsunuz!– Bir kâhin sözü de değildir. –Siz ne az düşünüyorsunuz/öğütleniyorsunuz!– Kur’ân, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. 44-47 Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O'ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O'ndan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O'na siper de olamazdınız. 2
  • 3. 48 Ve şüphesiz Kur’ân, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir öğüttür. 49 Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz. 50 Ve şüphesiz Kur’ân, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için bir hasrettir. 51 Ve şüphesiz Kur’ân, kesin bilginin gerçeğidir. 52 O hâlde, çok büyük Rabbinin ismini temize çıkar! TAHLİL: 1 Gerçekleşecek olan! “2 Gerçekleşecek olan” nedir? “3 Gerçekleşecek olan” nedir, sana ne bildirdi? Kur’an, evrenin şimdiki düzeninin yok edilerek yerine yeni bir düzenin kurulacağı ve tüm insanların yaptıklarından sorguya çekileceği Kıyamet Günü’nü birçok farklı kavramla ifade etmiştir. Bu kavramlardan ikisi de “Gerçekleşecek olan” anlamındaki “el-Hâkka” ile “Felaket Kapısını Şiddetli Çalan, Şok Eden” anlamındaki “el-Kariah” kavramlarıdır. Surenin girişi üslup bakımından Kariah suresinin girişine benzemektedir. Cümle veya cümle öğesi olmayan ilk ayet birden bomba patlar gibi patlamaktadır: “Gerçekleşecek olan!” Ani bir irkilme hissi veren bu ifadeyle dikkatler bir sonraki ifadeye çevrilmekte, orada da açıklama yapılmayıp zihinlerin verilecek mesaja iyice konsantre olması sağlanmaktadır: “Nedir ‘Gerçekleşecek olan?” “Gerçekleşecek olan nedir, sana ne bildirdi?” Surenin bu üç ayetinde zımnen şöyle denilmektedir: “Ne kadar bilgiye sahip olursanız olun, ne kadar tahmin yürütürseniz yürütün, kıyamet olgusunu tümüyle idrak etmeniz mümkün olmaz. O kadar dehşetli bir hadisedir ki, insan havsalası tam olarak onu kavrayamaz; ancak onun parçalarını kavrayabilir.” Konu akışı dikkate alındığında, surede sözü edilen “ ‫ة‬e‫قق‬‫ق‬‫اق‬ّ‫ة‬‫الح‬ el-Hakkah [gerçekleşecek olan]” ifadesi ile “azgınların başına gelen felaketler” ve “kıyamet”in kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu olguların “‫ة‬e‫ق‬‫ق‬‫اق‬ّ‫ة‬‫الح‬ el-Hakkah” diye adlandırılması, gerçekleşeceklerinde hiçbir kuşkunun olmamasından dolayıdır. O gün herkes hak ettiğini elde edecek, inananlar cenneti, inanmayanlar da cehennemi alacaktır. Evet, kıyamet kesinlikle vuku bulacak, Allah kötüleri cezalandıracak, kimse de buna engel olamayacaktır. Vakıa 1-7 olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman … (Vakıa/1- 7) 1 Kâriah! 2 Nedir o kâriah? 3 Kâriah'ın ne olduğunu sana ne bildirdi? 4 O gün, insanlar, darmadağın kelebekler gibi olurlar. 5 Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. 3
  • 4. (Kâria/1-3) 1-8 Tûr'un kaldırılışı, yayılmış ince deri üzerine satırlaştırılmış Allah'ın indirdiği tüm kitaplar, Allah'ın ma‘mur evi; Ka‘be'yi, Fil ashâbı'na yıktırmayışı, Âd ve Semûd toplumlarının değişime/ yıkıma uğratılışları, Nûh toplumunun suya boğdurulması, Firavun ve yakınlarının suda boğulması, Sebe halkının sel felaketiyle cezalandırılması, Semûd ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması kanıttır ki şüphesiz Rabbinin azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak yoktur. (Tur/1-8) 19,20 Artık o zorlu bir haykırıştan ibarettir. Bir de bakmışsın ki, onlar karşıda duruverirler. Ve “Eyvah bizlere! İşte bu, Din Günü'dür!” derler. –“21 İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz Ayırma Günü'dür!”– (Saffat/19-21) 2, 3. ayetlerdeki muhatap tekil olarak Resulullah gözükse de, onun şahsında tüm zamanların insanlarıdır. 13-17 Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar. Bu ayet grubunda kıyametin kopuş sahneleri yer almaktadır. O gün Sûr'a bir kez üflenir; yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine çarpılarak darmadağın edilir; gök yarılır. Melekler semanın çevresindedirler. O gün Rabbimizin Arş’ını bunların fevkinde, “Bedel olanlar” [yok edilenlerin yerine getirilen daha üstün varlıklar] taşır. Ayetteki “Melekler onun [semanın] çevresindedirler” ifadesinden evrendeki tüm güçlerin ve yeryüzündeki vahyin artık yeryüzünden ayrıldığını anlıyoruz. Bu, kıyametin kopması için Sur’a ilk üflemedir. Ölmedik hiçbir kimse kalmayacaktır: 30 Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, gökler ve yer bitişik bir hâlde idi de Bizim o ikisini ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan oluşturduğumuzu görmediler mi? Buna rağmen hâlâ inanmıyorlar mı? (Enbiya/30) Zilzal 1-3 yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Bu yeryüzüne ne oluyor!” dediği zaman … (Zilzal/1-3) 25 Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler [ışın, radyasyon ve meteorlar] ardı arkasına indirilir. (Furkan/25) 33 Ey cin ve ins toplulukları! Eğer göklerin ve yerin kenarlarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın, ancak üstün bir güç olmadan aşamazsınız. (Rahman/33) Ayette yer alan “ ‫ة‬e‫قق‬‫ق‬‫ثماني‬semaniyete” sözcüğü genellikle “sekiz” sayısı anlamında; aynı sözcüğün “ ‫ن‬s‫م‬ُ‫ن‬s ‫ث‬ُ‫ن‬ssümün” kalıbı ise “sekizde bir” anlamında kullanılır. 4
  • 5. “ ‫ثمانييية‬semaniyete” sözcüğünün hep “sekiz” sayısı ekseninde kullanıldığı göz önünde tutulduğunda, doğal olarak bu ayettekinin de aynı anlamda kullanıldığı kabul edilmektedir. Ancak bu ayetteki “semaniyete” sözcüğüne de “sekiz” anlamını vermek ayetin anlaşılmasında zorluklar oluşturmaktadır. Bu nedenle sözcüğün başka bir anlamının olup olmadığına bakmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz. Şöyle ki: Sözcüğün kökü olan “ ‫ن‬s‫م‬َ‫ن‬s ‫ث‬َ‫ن‬ssemen”, “kendisiyle her hangi bir şey hak edilen şey” demektir.1 Türkçede bu anlam “bedel, fiyat; malın kıymeti” sözcükleriyle ifade edilmektedir. Sözcük Kur’an’da da bu anlamda kullanılmıştır: 41 Sizinle beraber olan Tevrât'ı doğrulayıcı olarak indirdiğim Kur’ân'a iman edin, O'nun hak kitap olduğunu bilerek reddedenlerin ilki siz olmayın. Benim âyetlerimi çok az bir bedelle satmayın. Ve sadece Benim korumam altına giriniz. (Bakara/ 41) 20 Ve o'nu düşük bir fiyata; birkaç gümüş paraya sattılar. Onlar, Yûsuf'un satılmasında azla yetinenlerden idiler. (Yusuf/ 20) 187 Ve hani Allah, kendilerine Kitap verilen kimselerden sağlam sözünü almıştı: “Kitabı kesinlikle insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz.” Onlar ise bunu sırtlarının ötesine attılar ve onu az bir bedel karşılığı sattılar. İşte, satın aldıkları şeyler ne kötüdür! (Al-i Imran/ 187) Aynı kökten gelen “ ‫ثمانى‬Semaniye” ise “biten, bitki” demektir. Bunu Ebu Ubeyde, Esmaî’den nakletmiştir.2 Buradan anlaşıldığına göre, “semen” sözcüğünün “bedel, kıymet, paha” anlamı, “biten; tohumun yerine ortaya çıkan bitki” anlamından gelmektedir. Yani satılan bir malın yerine bedel olarak yeni bir şey elde edilmektedir. Bütün bu anlamlar düşünüldüğünde; konumuz olan ayetteki “ ‫ثمانية‬semaniyet” sözcüğü ile “şimdiki evren ortadan kaldırıldıktan sonra onun yerine ikame edilecek yeni varlıklar” anlamına ulaşılmaktadır. O gün, Allah’ın her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51) Biz, göğü, kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu iade edeceğiz [yeniden var edeceğiz]. Şüphesiz Biz yapanlarız. (Enbiya/ 104) Sözcüğün sonundaki “ ‫ة‬t” eki ise ya seci’ [armoni] nedeniyle gelmiştir. Bunun Şems, Nur ve Ahzab surelerinde örnekleri vardır: 1 (Lisanü’l-Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l-Arus; c. 18, s. 97-99 “ ‫ن‬s‫ثم‬smn” mad.) 2 (Lisanü’l Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l Arus; c. 18, s. 97-99 “ ‫ن‬s‫ثم‬smn” mad.) 5
  • 6. Ya da bu surenin 19. ayetinden itibaren yer alan “‫كتيييابيه‬ kitabiyeh, ‫ييابيه‬‫ي‬‫حس‬hısabiyeh, ‫يياليه‬‫ي‬‫م‬maliyeh” sözcüklerinin sonundaki “ ‫ه‬h” harfleri gibi noktasızdır. Noktasız harfleri noktalayanlar3 sehven veya kasten “‫ه‬ h”yi noktalayarak “‫ة‬ t” haline getirmişlerdir. Bu harflerin/zamirlerin anlamı söz konusu değildir. Bu demektir ki yüce Rabbimiz, yanlışa gitmememiz için bu özelliği gözümüzün önüne serivermiş. Ama biz dikkat etmemekteyiz. “‫ثمانية‬ Semaniyetün”, sözcüğünün nekre oluşu ve seci’ için olan “ ‫ة‬te” nin özelliklerinden olan “mübaleğa (abartma, çoğaltma)” anlamı4 dikkate alınırsa, “ ‫ثمانييية‬semaniyeten” ifadesini “Bitenler (eski varlıkların yerine oluşturulan yeni varlıkların tümü)” anlamı elde edilir. Tıpkı “Allame”, “Ebuhanife” sözcüklerinde olduğu gibi. “ ‫المة‬ّ‫ةم‬ ‫ع‬Allame” ve “ ‫حنيفة‬ ‫ابو‬Ebuhanife” sözcüklerinin sonlarındaki “ ‫ة‬t” harfi dişillik alameti olmayıp övgüyü mübaleğa alametidir. Kur’an’da yüzlerce yerde örnekleri mevcuttur. “Arşı taşıyanlar” ile ilgili olarak Mü’min suresinde gerekli detay verilmişti. Bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi bilgileri taşıyanlar”dır. Hatırlanacağı üzere, dünyada iken Arş’ı taşıyanların, Arş’ın sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle “Allah” bilgisini, “tevhid”i bir yerden bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberler olduğunu belirtmiştik. Kıyamet sonrası Arş’ı taşıyacak olan, yani Allah ile ilgi bilgileri yansıtacak olanlar ise yok edilen varlıkların yerine yaratılmış olan ve daha fevkalade varlıklardır. Ayetteki “onların fevkinde” ifadesiyle yeni oluşumun eskisinden daha güzel, daha üst seviyede olacağı ifade edilmektedir. 106 Biz, bir âyetten/alâmetten/göstergeden her neyi kaldırır veya söylettirmezsek, ondan daha iyisini yahut benzerini getiririz. Sen, Allah'ın şüphesiz her şeye en iyi güç yetiren olduğunu bilmedin mi? (Bakara/106) Klasik anlayışta “ ‫ثمانية‬semaniyete” sözcüğü “sekiz” anlamında alınmış ve bu sayının ma’dûdu [sayılan varlık] belirtilmediği için de genellikle “sekiz melek”, “sekiz şahıs” gibi anlamlar takdir edilmiştir. Ya da “sekiz” sayısı ile ne kastedildiğinin insan anlayışının ötesinde olduğu açıklamasıyla yetinilmiştir. Biz ise Allah’ın izniyle “semen” kökünden hareket ederek yukarıdaki anlama ulaşmış bulunuyoruz. Bu konuya ait klasik eserlerde yer alıp da herkesin taklit ettiği bir görüşü naklediyoruz: “O günde üstlerinde bulunan sekiz [melek] Rabbinin Arş'ını yüklenir” buyruğu hakkında İbn Abbas şöyle demiştir: Bunlar sayılarını Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği sekiz saf melektir. İbn Zeyd dedi ki: bunlar sekiz melektirler. el-Hasen de: “Onların kaç tane olduklarını en iyi bilen Allah'tır. Sekiz mi yoksa sekiz bin mi?” Peygamber (sav)'den şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Bugün Arş'ı taşıyanlar dörttür. Kıyamet günü olacağında Yüce Allah onları dört melekle daha destekleyecektir. Böylelikle sekiz melek olacaklardır.” Bunu es-Sa'lebî zikretmiştir. e]-Maverdî de bunu Ebu Hureyre'den rivayet etmektedir. Ebu Hureyre dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Bugün onu [Arşı] dört melek ta- şımaktadır. Kıyamet gününde ise bunlar sekiz olacaktır el-Abbas b. Abdi'l-Melik dedi ki: Bunlar dağ keçisi suretinde sekiz melektirler. Bunu Peygamber (sav)'den rivayet etmektedir. Hadiste de şöyle denilmektedir: “Bu meleklerden her 3 Hicrî 65 tarihinde Abdulmelik b. Mervan (v.86/705) zamanında Ebu Esved ed-Düelî (v.68/688) halifenin emriyle Kur’ân-ı Kerime ilk olarak noktalama işaretlerini koymuştur. 4 (Lisanü’l Arab, c. 9, s. 9, “ ‫ه‬h” mad.) 6
  • 7. birinin dört tane yüzü vardır. Biri adanı yüzü, biri aslan yüzü, biri öküz yüzü, biri de kartal yüzüdür. Bu yüzlerin her biri o tür için Allah'tan rızık diler.5 Bu ayet “müteşabihat”tandır. Tam olarak manasını bilmemiz zordur. Arş'ın nasıl olduğu, kıyamet günü sekiz meleğin onu nasıl taşıyacağını bilemiyoruz. Her ne olursa olsun Allah'ın arş üzerine oturacağı ve diğer sekiz meleğin de onu taşıyacağı düşünülemez. Ayette, Allah'ın arş üzerine oturmuş olacağına dair böyle bir ifade yoktur. Allah Teâlâ cisim, mekân ve yönden münezzeh olduğu için Kur'an-ı Kerim böyle düşünmemize manidir. Çünkü taşımak eylemi için bir cismin ortada olması lazımdır. Bu konuları fazla kurcalamanın, bir mana bulmaya çalışmanın insanı dalâlete düşürme tehlikesi vardır. Fakat şunu da bilmeliyiz ki, Kur'an'da, Allah'ın hükümranlığı ve benzeri konuları anlatmak için bizim dünyada kullandığımız terminoloji kullanılmaktadır. Yalnız, bu kelimelere harfi harfine bir anlam vermekten kaçınmalıyız.6 Kur’an’da kıyametin kopuşunun tasvir edildiği birçok ayet vardır. Bunların çoğu geçmiş surelerde (Zümer/68, Tur/9- 12, İbrahim/48-51, Neml/88, Kehf/47, 48, Mümin/85, Ta Ha/105- 107, Vakıa/5, Meariç/9, Müzzemmil/14, Mürselat/10, Nebe’/20, Tekvir/3, Kariah/5) yer almıştı. 18 O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir gizli şeyiniz gizli kalmayacak. 19-24 İşte kitabı sağından verilen kişiye gelince; işte o, “Alın, okuyun kitabımı. Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir yaşamdadır. –Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!– 18-37. ayetlerde, kıyametin kopmasından sonraki bazı mahşer sahneleri yer almaktadır. O gün kimsenin gizlisi, “gizli” kalmayacaktır. Hepsi yayılıp ortaya dökülecektir: 48 Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.” (Kehf/48) 16 O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’– (Mümin/16) 8,9 Şüphe yok ki o Yaratıcı, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün, onun geri döndürülmesine güç yetirendir. 10 Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı. (Tarık/9, 10) 19-24. ayetlerde ise müminlerin mahşerdeki durumu yer almaktadır. “Kitabı sağdan verilen”ler mümin kişilerdir. Daha evvel de açıkladığımız gibi, “sağ”, uğur, mutluluk, sağlamlık ve kurtuluşu ifade eder. “Amel defterini sağ el ile almak” ifadesi, dünyadayken kişi için tutulan davranış kayıtlarının temiz olduğunu, böyle kayıtları olanların korkutulmayacaklarını, suçlanmayacaklarını sembolize etmektedir. Mümin bir insanın ahiretteki durumu daha evvel bir birçok ayette detaylı 5 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 6 (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an) 7
  • 8. olarak verilmişti. Bunlardan sadece bir pasajı hatırlatmakla yetiniyoruz: 5-22 Şüphesiz, “iyi adamlar”, kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki ondan, verdikleri sözleri yerine getiren, kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için/sevmesine rağmen yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah'ın kulları içerler. Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve alçaltıldıkça alçaltılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, -kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir-. Ve orada onlar, karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, orada Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir mülk ve yönetim göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da karşılık ödenecek niteliktedir. (Însan/5-22) 25-29 Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti” der. –30-37 Onu yakalayın sonra da bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın onu. Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde cehenneme sokun! Şüphesiz o, çok büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu sebeple bugün burada onun için hiçbir samimi dost yoktur. Sadece hata edenlerin yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.– Müminlerden sonra bu ayetlerde de inançsızların ahiretteki durumları tasvir edilmiştir. Ürpertici sahnelerin yer aldığı pasajda, inkârcı örnek bir kişi ele alınarak onu bu elim vaziyete sokan günahının, Allah’ı hesaba katmaması ve buna bağlı olarak sosyal ve ekonomik yönden ahlaki sorumluluklarını yerine getirmemesi olduğuna işaret edilmektedir. Yoksulu doyurmayı teşvik etmeme, kendisi yoksullara yemek yedirmediği gibi başkalarının da onlara yemek vermesinden hoşlanmama tavrıdır. Bilindiği üzere, Allah’ın önemle üzerinde durduğu, insanlara din adına verdiği ilk emirlerden biri yetimlerin kerimleştirilmesi, yoksulların işe kavuşturulup karınlarını kendi el emekleriyle doyurmalarının sağlanmasıdır. 1 Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah'ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2,3 İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. 4-7 Artık, salâtlarında ilgisiz, duyarsız, gösteriş olsun diye salât eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışır gözüken] ve basit bir şeylerin bile bir ihtiyaçlıya ulaşmasını engelleyen kişilerin vay haline! (Maun/1-7) 17-20 Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Doğrusu siz, yetimi, üstün-saygın bir şekilde yetiştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi özendirmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına! (Fecr/17- 20) 8
  • 9. 47 Onlara: “Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden harcamada bulunun” denildiği zaman da kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş o kişiler, şu iman etmiş kişiler için: “Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz, ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” dediler. (Yasin/47) 12 Ve o sarp yokuşun ne olduğunu sana ne bildirdi? 13 Köleyi özgürleştirmektir 14,15 veya salgın bir kıtlık gününde yakında bulunan bir yetime 16 veya topraklara düşmüş; sürünen yoksula, işsize yemek yedirmektir. 17 Sonra da iman edip de sabrı tavsiyeleşenlerden ve merhameti tavsiyeleşenlerden olmaktır. (Beled/12-17) Amel defterleri suç kayıtları ile dolu kişilerin akıbetleri, pişmanlıkları ve rüsvalıkları ile ilgili birçok canlı, tiksindirici sahne nakledilmiştir: 48-51 O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48-51) 71 O gün Biz, bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/çekirdeğin iplikçiği kadar bir haksızlığa uğratılmayacaklar. (İsra/71) 6,7 Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur. (Gâşiye/6) “Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde oraya [cehenneme] sokun!” ayetindeki “yetmiş arşın” ifadesi hem çokluktan hem de suçlunun mutlak bir kontrol altında bulundurulacağından kinayedir. Yetmiş rakamının çokluktan kinaye olduğu şu ayette de görülmektedir: 80 Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de yine Allah, onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Rasûlü'nü kabul etmemeleri nedeniyledir. Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna kılavuzluk etmez. (Tevbe/ 80) İnşikak suresinde de benzer bir ifade olarak “Defteri arkasından verilen” kimselerden bahsedilmektedir: 10-14 Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü çağıracak ve alevli ateşe girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi. Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi. (İnşikak/10, 14) “Defterin arkadan verilmesi” ifadesi, amel defterinin iç açıcı kayıtlar içermediğini bilen bir kişinin utancından dolayı defterini gizlemeye çalışacağına işaret etse gerektir. Daha evvel “Sağ” ve “sol” [Ashâbu'l-Meymene ve Ashâbu'l-Meş’eme] kavramları ile ilgili olarak Beled suresinin tahlilinde geniş açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 9
  • 10. 4 Semûd ve Âd, felaket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni yalanladılar. 5 Sonra, Semûd'a gelince; onlar korkunç bir sesle değişime/yıkıma uğratıldılar. 6 Âd'a gelince; onlar gürültülü ve azgın bir fırtına ile değişime/yıkıma uğratılıverdiler. 7 Allah, o fırtınayı üzerlerine yedi gece ve sekiz gün; geceli gündüzlü peşpeşe musallat etmişti. Öyle ki, o toplumu, fırtınanın içinde, içi boş hurma kütükleri gibi yere serilmiş hâlde görürsün. 8 Bak şimdi görebilir misin onlara ait herhangi bir kalıntı? Bu ayetlerde, kaçınılmaz gerçekle yüzleşenlerden Semûd ve Âd’a değinilmiş ve her iki kavim de yalanlayıcıların örneği olarak gösterilmiştir. Bu kavimlerin her ikisi de ahireti kabul etmeyen, kendilerine gelen uyarıcı elçileri yalanlayan birer toplum idi. Arabistan bölgesinde yaşamış olan bu iki toplumdan o günün Arapları da haberdardı. Onların yaşadıkları yerler haklarında yeterince bilgiye sahiptiler. Bu nedenle, bu kavimlerin başlarına gelen korkunç akıbet ibret olsun diye o günkü Araplara da hatırlatılmaktadır. Bu sureye kadar Âd ve Semûd kavimleri ile azgınlık yapan diğer toplumlar hakkında ibret alınacak birçok bilgi verilmişti. Bu nedenle burada birkaç ayeti hatırlatmakla yetiniyoruz: 65 Andolsun ki Âd'a da kardeşleri Hûd'u elçi gönderdik. O, “Ey toplumum! Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ Allah'ın koruması altına girmez misiniz?” dedi. (A’raf/65) 31 Şüphesiz Biz onların üzerine korkunç tek bir ses gönderdik; ağılcının topladığı çalı-çırpı gibi oluverdiler. (Kamer/31) 11,12 Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi gemide Biz taşıdık. (Hâkka/11) 16 Bu yüzden Biz de onlara bu en basit dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Âhiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez. (Fussılet/16) 51 İşte bak! Onların tuzaklarının âkıbeti nice oldu, şüphesiz Biz onları ve toplumlarını toptan yerle bir ettik. 52 İşte, onların, şirk koşmak sûretiyle işledikleri yanlışlar yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir toplum için bir alâmet/gösterge vardır. (Neml/51,52) 24,25 Sonunda onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut hâlinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hâle geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız. (Ahkaf/24,25) 10
  • 11. 9 Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler. 10 Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de Rableri, onları pek şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi. Bu ayetlerde de yine “geçekleşmesi kesin olan” olay ile yüzleşen Firavun, Nuh kavmi ve ülkeleri altüst olan diğer kavimler [Lut kavmi] hatırlatılmaktadır. Azgınlaşmalarından ve peygamberlerini yalanlamalarından dolayı bu toplumların hepsi de Allah'ın çok çeşitli belalarına uğramışlardır. Rabbimiz bu kavimlerin akıbetini hatırlatarak peygamberimizin muhatabı olan o günkü müşriklere ibret ve öğüt almaları; aksi halde onların da bu kavimler gibi bela ve felaketlerle helak edilecekleri mesajını vermektedir. Bilindiği üzere, Firavun, Nuh ve Lut kavimleri ile ilgili detaylar geçmiş surelerde yer almıştı. 9. ayetteki “ondan öncekiler” ifadesiyle Nuh Tufanı hadisesine ve Nuh’un (as) gemisine işaret edilmektedir: 75 Ve andolsun ki Nûh, Bize seslenip dua etmişti. –İşte Biz ne güzel cevap verenleriz!– 76 Biz de o'nu ve ailesini, yakınlarını, inananlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık. 77 Ve o'nun neslini baki kalanların ta kendisi yaptık. (Saffat/77) Şüphesiz bu toplumların dünyada cezalandırılmaları ile iş bitmemiştir. Onlar ahirette de cezalandırılacaklardır: 25 Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular, sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar. (Nuh/25) Aynı ayetteki “ve altı üstüne getirilenler” ifadesiyle de Lut kavmi kastedilmektedir. Zira bu nitelik onlara aittir: 82,83 Sonunda emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlardan uzak değildir. (Hud/82, 83) 74 Böylece Biz, onların üstünü altı yaptık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. (Hıcr/74) 11,12 Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi gemide Biz taşıdık. Bu ayetlerde de yine Nuh’a (as) ve kavmine işaret edilmiştir. İsim verilmeden, Nuh’un (as) ve ona inananların kurtuldukları; inkârcıların ise o kaçınılmaz olayı yaşadıkları hatırlatılmıştır. Bu hatırlatma ile Kureyşli inkârcılara “Dikkatli olun da Nuh kavminin başına gelenler sizin de başınıza gelmesin” mesajı verilmektedir. Ayrıca Araplar ile Nuh arasında bir bağ olduğuna dikkat çekilerek zımnen “Biz Nuh’u kurtarmasaydık bu gün sizler olmazdınız” denilmektedir. 9 Onlardan önce Nûh'un toplumu da yalanlamıştı. Öyle ki kulumuzu yalanladılar ve “O, gizli güçlerce desteklenen/deli birisidir” dediler. Ve o alıkonulmuştu; her türlü faaliyetine engel olunmuştu. 10 Bunun üzerine Nûh Rabbine yalvardı: “Ben gerçekten yenik düşürüldüm, bana yardım et!” 11 Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açıverdik. 11
  • 12. 12 Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık; derken sular ayarlanmış bir iş üzerine birbirine kavuştu. 13,14 Nûh'u da, iyilikbilmezlik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filika/ küçük gemi üzerinde taşıdık. 15 Ve andolsun Biz, bunu bir âyet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? 16 Peki, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış? (Kamer/9- 16) Ayetteki “belleyici kulaklar bellesin” ifadesi ile aklı olanın hayvanlar gibi olmaması gerektiği mesajı verilmektedir. 179 Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridir. (A’raf/179) 37 Şüphesiz ki bunda aklı, anlayışı, vicdanı olan veya kendisi tanık olarak kulak veren kimse için elbette öğüt vardır. (Kaf/37) 38-43 Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki şüphesiz Kur’ân, şerefli bir Elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. –Siz ne az inanıyorsunuz!– Bir kâhin sözü de değildir. –Siz ne az düşünüyorsunuz/öğütleniyorsunuz!– Kur’ân, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. “Gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki” ifadesiyle başlayan pasajda, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğuna, o güne kadar ortaya çıkan mucizeler ve ondan sonra çıkacak olanlar kanıt gösterilmektedir. O günün şartlarında Kur’an’ın bir “Beyan” mucizesi [Edebi mucize] olduğu daha evvel birçok kez dile getirilmişti. O günden bugüne Kur’an’ın içeriğinde binlerce mucize daha keşfedilmiş bulunmaktadır. Kur’an’ın gelecekte de sayısız mucizelerinin ortaya çıkacağı hususunu ise Fussılet suresinin tahlilinde detaylı olarak ele almıştık. Pasajın kasemle başlaması, Kur’an’ın Allah’ın indirmesi olup Muhammed (as) ile ilgisinin olmadığını kanıtlamaya yöneliktir. Burada Kur’an “elçi sözü” olarak nitelenmiştir. “Elçi sözü”, “katışıksız ve elçiye ait olmayan, elçiyi gönderen otoritenin ifadesidir. Elçi buna ekleme, çıkarma yapamaz, kendisine öğretilenleri gizleyemez. Bu konu Tekvir suresinde de geçmiş idi: 15-21 Kur’ân'ı dinlememek için saklananların, kaçanların durumunu, gerçeği örtbas etmenin- cehaletin gidişini, aydınlığın- reşitliğin gelişini kanıt gösteririm ki kuşkusuz bu, güçlü, Arş'ın/en büyük tahtın sahibi'nin yanında çok değer verilen, itaat edilen, güvenilen değerli bir elçi sözüdür. 22 Arkadaşınız delirmiş/ gizli güçler tarafından desteklenen biri değildir. 23 Andolsun O, O'nu açık ufukta gördü. 24 O kimsenin görmediği, duymadığı, sezmediği, kendisine verilen vahiyler hakkında cimri de değildir. 25 Bu, kendi düşünce yetisinin ürünü olan söz de değildir. (Tekvîr/15-21) Ayetlerdeki “Siz ne az inanıyorsunuz!”, “Siz ne az düşünüyorsunuz/ öğütleniyorsunuz!” ifadeleriyle müşriklerin Kur’an’ın içerdiği bunca mucizeyi görmelerine, onun bir şair sözü, kahin sözü olmadığını bilmelerine rağmen inançsızlıkta direndikleri beyan edilmektedir. 12
  • 13. 44-47 Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O'ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O'ndan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O'na siper de olamazdınız. Bu ayetlerde tüm insanlığa açık bir beyanat vardır: “Eğer Muhammed Kur’an’a dahletmeye; ekleme, çıkarma, değiştirme, saklama yapmaya kalksa, Allah adına laf uydursa, feci şekilde cezalandırılır. Bu tehdit, Resulullah’a olduğu kadar tüm zamanların insanlarına da yöneliktir. Hiçbir kimse Allah adına laf üretmemelidir. Din adına verilecek hükümler mutlaka Kur’an’dan olmalıdır. 15 Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus/15) 73 Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize dayandırarak söyleyesin diye sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı. İşte o takdirde seni halil/ iz bırakan bir önder edinirlerdi. 74 Ve eğer Biz, seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin. 75 O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın. (İsra/73-75) 15,10 İşte bunun için sen, davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların boş iğreti arzularına uyma ve de ki: “Ben, Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben, aranızda adaleti gerçekleştirme görevi ile emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah, bizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de yalnız O'nadır. Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah'tır. Ben, yalnız O'na işin sonucunu havale ettim ve ben, yalnız O'na yöneliyorum.” (Şura/15, 10) 18 Sonra da seni Allah'ın Kendine özgü işlerinden apaçık bir yol haritası/ toplu yaşam ilkeleri sahibi yaptık. Artık sen, ona uy, bilmeyen kimselerin boş-iğreti arzularına uyma. (Casiye/18) 5-8 Artık, yakında hak dinden çıkarak kendini ateşe atmış olan hanginizmiş göreceksin, onlar da görecekler. Şüphesiz Rabbindir, yolundan sapanı en iyi bilen. Yine O'dur kılavuzlanarak doğru yola ermiş olanları en iyi bilen. O hâlde âhiret gününü yalanlayan o kişilere itaat etme! (Kalem/5-8) İnsanların Allah adına neler uydurduklarından değişik ayetlerde bahsedilmiştir: 176 İşte bu, şüphesiz Allah'ın Kitab'ı hak ile indirmesi sebebi iledir. Ve şüphesiz Kitap hakkında anlaşmazlığa düşen şu kimseler kesinlikle çok uzak bir parçalanma içindedirler. (Bakara/176) 151 De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım: ‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı, ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı, fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizi, - Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz.- kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı, 13
  • 14. haksız yere, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi, -İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.- (En’am/151) 116 Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah'a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar. (Nahl/116) 48 Ve şüphesiz Kur’ân, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir öğüttür. 49 Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz. 50 Ve şüphesiz Kur’ân, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için bir hasrettir. 51 Ve şüphesiz Kur’ân, kesin bilginin gerçeğidir. Bu ayetlerde, yukarıdaki kasemin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci cevapları yer almaktadır. Buna göre, paragrafın takdiri şöyledir: “Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki, şüphesiz o [Kur'ân], şerefli bir elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. Bir kâhin sözü de değildir. O [Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Ve şüphesiz o [Kur’an], takva sahipleri için bir öğüttür. Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz. Ve şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir. Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir.” Böylece Kur’an’ın takva sahipleri için bir öğüt olduğu kanıtlarla gösterilmiş olmaktadır. 50. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir” ifadesiyle, kâfirlerin eninde sonunda “Kur'an’ı niye yalanladık?” diye pişman olacakları gerçeği açıklanmaktadır. Hıcr suresinde de bu anlamda bir pasaj bulunmaktadır: 2 Zaman zaman kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar. 12 Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız. 3 Bırak onları yesinler, yararlansınlar ve boş umut onları oyalasın. Ama onlar yakında bileceklerdir. (Hicr/2,3 ) Şüpheci akılsızlar her ne kadar Kur’an’a ve haber verdiklerine inanmaz görünseler de, kafalarının içinde daima bir “acaba?” taşımaktadırlar. Yani, görünüşte inanmaz bir tavır sergileseler de, içlerinden “Ya doğruysa, ya varsa?” diye şüpheye düşmekte ve huzursuz olmaktadırlar. Pasaj, o günün zorlu kâfirlerinin gün gelip pişman olacaklarını bildirmektedir. Bu pişmanlıkları ölüm anındaki ve ahiretteki pişmanlıkları değil, dünyadaki pişmanlıklarıdır. Çünkü her ne kadar inanmamış olsalar bile, Allah’ın afak ve enfüsteki ayetlere dikkat çekerek bu mucizeleri Kur’an ile âdeta tüm gözlere sokması karşısında zaman zaman “Keşke ben de müslüman olsaymışım!" diye temennide bulunmaktadırlar. Gerçekten de Kur’an’ın etkin mesajının ciğerlerine işlemesi sonucu sürekli tedirgin olan Mekkeli müşriklerin birçoğu, hicretten önce veya sonra pişman olmuşlardır. 51. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir” ifadesiyle Kur’an’da saçma sapan şeylerin, hakka, adalete aykırı şeylerin bulunmadığı; onda 14
  • 15. şüpheli, çelişkili bir şey olmadığı, içinde ne varsa hepsinin de kesin bilgi ile sağlamasının yapılabileceği vurgusu yapılmıştır. 52 O hâlde, çok büyük Rabbinin ismini temize çıkar! Tüm bu açıklamalardan sonra Rabbimiz, elçisine görevini sürdürmesi mesajını vererek “O halde, çok büyük Rabbinin ismini tesbih et [temize çıkar]!” demektedir. Allah’ı doğru tanıma ve doğru tanıtma demek olan “Tesbih” ile ilgili olarak geçmiş surelerin tahlilinde birçok kez açıklama yaptığımızdan, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. Allah doğrusunu en iyi bilendir. 15