SlideShare uma empresa Scribd logo
1 de 44
49 / KASAS SURESİ
GİRİŞ:
Adını 25. ayette geçen “ ‫القصص‬Kasas” sözcüğünden alan sure, Mekke’de 49.
sırada inmiştir. Ancak, bazı kaynaklarda 85. ayetin hicret yolculuğu sırasında, 52–
55. ayetlerin de Medine’de indiği ileri sürülmüştür.1
Üslûp ve içerik olarak 47. ve 48. sırada inmiş olan Şuara ve Neml surelerine
çok benzeyen Kasas suresinde, genel olarak:
- Peygamberimize karşı tavır alanlara, şüphelerinin yersizliği ile
mazeretlerinin anlamsızlığı gözler önüne serilmek suretiyle itiraz edilmiş,
- Allah’ın inananlara yardım edeceği, inanmayanları ise yardımsız bırakacağı
mesajı verilmiş,
- Allah’tan başka her şeyin faniliği vurgulanmıştır.
Surenin Musa peygamberin doğumu ve gençliğine ait bilgilerin verildiği
ayetlerinde ise Şuara suresinin 18–21. ayetleri tefsir edilmiştir.
1
(Mükatil; Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
1
RAHMAN, RAHİM ALLAH ADINA
MEAL:
1
Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40.
2
Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
3
Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli
haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz.
4
Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları
grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların
oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle
oluşturarak güçsüzleştiriyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o,
bozgunculardan idi.
5
Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim,
onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6
Ve onları yeryüzünde
sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan
çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
7
Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için
korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana
döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız.”
8
Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak
üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri
hata edenler idi.
9
Ve Firavun'un karısı: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu
öldürmeyin, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve
onlar, işin farkında olmuyorlar.
10
Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan
olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.–
11
Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da
hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi.
12
Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine
Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na
öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi.
13
Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği
sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek
çoğu bilmezler.–
14
Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik.
Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız.
15
Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra
orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye
çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan
yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen
ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir
düşmandır” dedi.
16
Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!”
dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet
edicinin ta kendisidir.
2
17
Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık
hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi.
18
Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı.
Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan
yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi.
19
Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey
Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen
sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak
istemiyorsun” dedi.
20
Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ!
İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal
çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.”
21
Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim!
Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!”
dedi.
22
Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, “Rabbimin bana yolun
doğrusunu göstereceğini umarım” dedi.
23
Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan
insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar
güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: “Hâliniz
nedir?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da
çok yaşlı bir ihtiyardır.”
24
Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi
de “Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım” dedi.
25
Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi
ki: “Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni
çağırıyor.” Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası;
“Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan
kurtuldun” dedi.
26
Onun iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle
tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır” dedi.
27
Kızların babası dedi ki: “Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık
şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık
o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden
bulacaksın.”
28
Mûsâ, “Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu
gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve
söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]” dedi.
29
Artık Mûsâ süreyi doldurup ailesiyle/yakınlarıyla yola çıkınca, dağ
tarafından bir ateş hissetti. Ailesine, “Benim size bir haber getirmem için siz
bekleyin; ben bir ateş hissettim. Yahut ısınırsınız diye o ateşten bir parça
getiririm” dedi.
30-32
Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ
tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin
Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki
görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan
kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın.
Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın.
Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına
3
karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir
toplum olmuşlardır.”
33,34
Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm,
şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da
benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O
nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder.
Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
35
Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç,
iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle
size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.”
***
36
Mûsâ onlara apaçık alâmetlerimiz/göstergelerimiz ile gelince, “Bu,
sadece uydurulmuş bir etkili bilgilerdir. Ve biz önceki babalarımızdan bunu
işitmemiştik” dediler.
37
Mûsâ da dedi ki: “Benim Rabbim, kendi katından kimin doğru yol
kılavuzu ile geldiğini ve yurdun sonunun kim için daha iyi olacağını daha iyi
bilendir. Şüphesiz ki şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar,
kurtuluşa eremezler.”
38
Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim.
Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de
Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki
o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.
39
Firavun, kendisi ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük
tasladılar ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerine inandılar.
40
Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik.
Şimdi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların sonunun nasıl
olduğuna bir bak!
41
Ve onları, ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyâmet günü onlar yardım
görmeyecekler de.
42
Ve bu dünyada arkalarına dışlanma, Allah'ın rahmetinden yoksun olma
taktık. Onlar, kıyâmet gününde de kötülenmiş/uzaklaştırılmış
kimselerdendirler.
43
Ve andolsun ki Biz, ilk nesilleri değişime/yıkıma uğrattıktan sonra
Mûsâ'ya, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, kılavuz ve rahmet
olarak Kitab'ı/Tevrât'ı verdik.
44
Ve Mûsâ'ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde değildin.
Hazır bulunanlardan, görenlerden de değildin.
45
Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen
onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da
değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz.
46,47
Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un yanında da değildin. Tersine
senden önce kendilerine uyarıcı/peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman
için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde
hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine
uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye
Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak
gönderdik.
48
İşte onlara tarafımızdan o hak gelince de, “Mûsâ’ya verilen şeyler;
alâmetler; göstergeler gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Daha evvel
4
Mûsâ’ya verileni örtbas edip reddetmemişler miydi? “Birbirine sırt veren;
destekleyen iki sihir; etkili bilgi” dediler. Ve “Şüphesiz biz hepsini kabul
etmeyeceğiz” dediler.
49
De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Allah katından bana ve
Mûsâ'ya inen kitaplardan daha çok doğruya kılavuz olan bir kitap getirin de
ben de ona uyayım!”
50
Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca
heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi
hevesine uyandan daha sapık [şaşkın, aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah şirk
koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma yol göstermez.
51
Ve andolsun Biz, Söz'ü [vahyi/Kur’ân'ı] öğüt alırlar diye birbiri ardınca
yolladık.
52
Sözden [vahiyden/Kur’ân'dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz
kimseler; onlar, Söz'e [vahye/Kur’ân'a] de inanırlar.
53
Ve onlara o Söz [vahy/Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz, ona
inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce
müslüman olanlardık” dediler.
54
İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve onlar
kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda
harcamada bulunurlar/ başta yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını temin
ederler.
55
Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim
işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm
olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.
56
Kesinlikle sen sevdiğini kılavuzlanan doğru yola iletemezsin; ama Allah
dilediğine doğru yolu gösterir ve O, kılavuzlanan doğru yolu kabullenecek
olanları daha iyi bilir.
57
Ve onlar; “Biz seninle beraber doğru yol kılavuzuna uyarsak,
yurdumuzdan atılırız” dediler. Biz onları, Kendi katımızdan bir rızık olarak,
her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir
yere/Mekke'ye yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
58
Ve Biz, geçimleriyle şımarmış nice kenti değişime/yıkıma uğratmışızdır.
İşte, onların yerleri! Kendilerinden sonra pek az oturulmuş olan meskenleri. Ve
Biz, vârislerin ta kendisiyiz.
59
Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi ana kente
göndermedikçe, memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değildir. Zaten Biz,
halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olmayan
memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değiliz.
60
Ve size verilen şeyler, basit dünya hayatının kazanımı ve onun süsüdür.
Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akıl etmeyecek
misiniz?
61
Şu hâlde, Bizim kendisine güzel bir söz verişle söz verip de ona kavuşan
kimse, basit dünya hayatının kazanımını kazandırdığımız ve sonra kıyâmet
gününde huzurumuza getirilenlerden/huzurumuzda ‘hazırol’da tutulanlardan
olan kimse gibi midir?
62
Ve o gün Allah onlara seslenir de der ki: “Yanlış olarak inanmış
olduğunuz Benim ortaklar hani nerede?”
5
63
Haklarında Söz gerçekleşen kimseler; “Rabbimiz! İşte bunlar bizim
azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak, işte bunları da öylece biz azdırdık.
Biz, Sana karşı uzak olduk. Onlar sadece bizlere tapmıyorlardı” derler.
64
Ve “Ortaklarınızı çağırın!” denir, onlar da çağırırlar. Sonra da onlar
kendilerine cevap vermezler ve azabı görürler. –Ne olurdu onlar, kılavuzlanan
doğru yolu kabullenmiş olsalardı!–
65
Ve o gün Allah, onlara seslenir de; “Gönderilen elçilere ne cevap
verdiniz?” der.
66
İşte, o gün onlara bütün önemli haberler kapkaranlık olmuştur; artık
onlar birbirlerine de soramazlar.
67
Fakat tevbe etmiş, iman etmiş ve düzeltici işler yapmış kimseye gelince;
o, kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir.
68
Ve senin Rabbin, dilediği şeyi oluşturur ve onlar için hayırlı olan şeyleri
seçer, onlar için ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından
arınıktır ve yüceler yücesidir.
69
Ve senin Rabbin, onların, sinelerinde gizledikleri şeyleri ve açığa
vurdukları şeyleri bilir.
70
Ve O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. İlkinde ve
sonuncuda tüm övgüler O'nundur, hüküm yalnızca O'nundur. Ve ancak O'na
döndürüleceksiniz.
71
De ki: “Hiç düşündünüz mü, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyâmet
gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka size ışık getirecek ilâh
kimdir? Hâlâ kulak vermeyecek misiniz?”
72
De ki: “Hiç düşündünüz mü, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyâmet
gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka, istirahat edeceğiniz
geceyi size getirecek ilâh kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?”
73
Ve Allah'ın rahmetindendir ki O, geceyi ve gündüzü; gecede dinlenesiniz
ve gündüzün, O'nun karşılıksız, fazladan verdiklerinden arayasınız ve
kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye yaptı.
74
Ve o gün Allah, onlara seslenip der ki: “Yanlış olarak inandığınız Benim
ortaklar hani, nerede?”
75
Ve Biz her önderli toplumdan bir şâhit çekip çıkardık da, “Haydi, kesin
delilinizi getirin!” dedik. Artık bildiler ki, hakikat Allah'a aittir ve
uydurageldikleri şeyler kendilerinden ayrılıp kaybolmuştur.
76,77
Şüphesiz Karun, Mûsâ'nın toplumundan idi de, onlara karşı azgınlık
etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, şüphesiz onun anahtarları güçlü
kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir zaman toplumu ona demişti ki:
“Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah'ın sana verdiğinde
âhiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği
gibi, sen de ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme. Şüphesiz ki
Allah, bozguncuları sevmez.”
78
Karun, “Bu servet, bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” dedi.
Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan
daha çok taraftarı, birikimi olan kimseleri kesinlikle değişime/yıkıma
uğratmıştı. –Ve bu günahkârlar, diğerlerinin günahlarından sorumlu tutulmaz.–
79
Derken Karun, süs, görkem içinde toplumunun karşısına çıktı. Dünya
hayatını isteyen kimseler, “Keşke Karun'a verilen gibi bizim de olsaydı!
Şüphesiz ki o Karun, çok büyük bir nasip sahibidir” dediler.
6
80
Ve kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler ise, “Yazıklar olsun size!
İman eden ve sâlihi işleyen kimseler için Allah'ın vereceği ödül daha hayırlıdır.
Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” dediler.
81
Sonunda Biz onu ve evini yere geçirdik. Artık Allah'ın astlarından
kendisine yardım edecek bir taraftar da olmadı ve o, kendini savunup
kurtarabilecek kimselerden de değildi.
82
Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah
kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şâyet Allah bize
armağan vermiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki
kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler kendilerini
kurtaramıyorlar” diyerek sabahladılar.
83
İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu
arzulamayan kimseler için hazırlarız. Ve âkıbet, Allah'ın koruması altına
girmiş kişiler içindir.
84
Kim bir iyilik getirirse, ona ondan daha hayırlısı/ ona ondan dolayı bir
hayır vardır. Ve kim bir kötülük getirirse; işte o kötülükleri işleyenler, ancak
yaptıkları şeyler ile karşılıklandırılırlar.
85
Şüphesiz ki Kur’ân'ı sana farz kılan Allah, elbette seni dönülecek yere
döndürecektir. De ki: “Benim Rabbim, kimin doğru yol kılavuzu ile geldiğini ve
kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir.”
86
Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O,
ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/ yardımcı olma.
87
Ve ortak koşanlar sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın
âyetlerinden alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et. Ve asla ortak koşanlardan
olma!
88
Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. O'ndan başka hiçbir
ilâh yoktur. O'nun Zatından başka her şey yok olacaktır. Yasa-ilke, yalnızca
O'nundur. Siz de ancak O'na döndürüleceksiniz. İsra1
Kulunu, bir gece,
âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden gösterelim diye, Mescid-i
Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Zat, her
türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta
kendisidir.
TAHLİL:
1
Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40.
Surenin bu ilk ayeti Şuara suresinin ilk ayeti ile aynı olduğundan, açıklama için
Şuara suresinin “huruf-u mukattaa” ile ilgili kısmına bakılmasını öneriyoruz.
2
Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
Birinci ayet gibi, bu ayet de Şuara suresinin ikinci ayetiyle aynıdır. Bazı
bilginler, bu ayette geçen “apaçık / açıklayıcı kitap” ile Tevrat’ın kastedildiğini ileri
sürmüşlerdir. Biz, “apaçık/ açıklayıcı kitap”ın Kur’an olduğu inancındayız. Çünkü
buradaki “ ‫تلك‬tilke [bunlar]” işaret zamiri ile işaret edilenler [bundan sonra gelen
7
ayetler], Musa peygamberin hayat hikâyesine ait ayetlerdir ve bunların Musa
peygambere verilen kitapta bulunması söz konusu değildir.
Ayrıca Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmuştur:
1
Elif/1, Lâm/30, Râ/200. İşte bunlar, o yasalar içeren kitabın âyetleridir.
2
İnsanları uyar ve inananlara Rableri nezdinde kesinlikle “kademe sıdk [hoş gelişler, mutlu
yaşamlar]” olduğunu müjdele diye kendilerinden, olgun bir adama vahyedişimiz onlara tuhaf mı
geldi? Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, “Hiç şüphesiz bu elçi/ bu
kitap, kesinlikle apaçık büyüleyici sözler söyleyen bir bilgindir/göz boyayan etkili bilgilerdir”
dediler.
(Yunus/ 1, 2)
Açıkça anlaşıldığı üzere, Yunus/1, 2. ayetlerde işaret edilen “Hakîm Kitap”,
Kur’an’dır ve insanları uyarmak, inananlara müjde vermek için kendisine vahyedilen
kişi de Allah elçisi Muhammed’dir. Dolayısıyla, konumuz olan 2. ayette “ ‫تلك‬ tilke”
işaret zamiriyle kastedilenler de Kur’an ayetleri olmalıdır.
3
Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli
haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz.
Ayetteki “iman edecek bir kavim” ifadesiyle, bu kıssanın ancak inanacak bir
kavme yararı olacağı vurgulanmıştır. Dolayısıyla kıssanın inanmayan, inatla arkasını
dönen kimselere fayda vermemesi doğaldır.
Ayette, teb’îz [kısmilik] anlamı içeren “ ‫مممن‬min” edatı getirilerek Musa
peygamber ve Firavun’a ait kıssalardan birkaçının anlatılacağı ifade edilmiştir.
Nitekim suredeki kıssa Musa peygamber ve Firavun’a ait kıssaların tamamı değil,
bir bölümüdür. Söz konusu kıssaların tamamına ulaşmak için Kur’an’daki birçok
bölümün bir araya getirilmesi gerekir. Bu kıssalar şu surelerdedir: Bakara/47–59,
A'raf/103–141, Yunus/75–92, Hud/96–100, İsra/101–104, Meryem/51–53, Ta Ha/1–
99, Müninun/45–49, Şuara/10–68, Neml/7–14, Ankebut/39–40, Mümin/23–44,
Zühruf/46–56, Duhan/17–37, Zariyat/38–40, Naziat/15–26].
Ayette “okuyoruz [takip ettiriyoruz]” şeklinde çevirdiğimiz sözcüğün aslı “
‫تلةوة‬ tilavet” sözcüğüdür. “Tilavet” sözcüğü her ne kadar “okumak” olarak meşhur
olmuşsa da, Türkçedeki “okumak” fiili “tilavet” sözcüğünün ifade ettiği anlamı tam
olarak karşılamamaktadır.
“Tilavet” sözcüğü, Şems suresinin 2. ayetindeki “Ve takip ettiği zaman Ay’a kasem olsun ki”
ifadesinde görüldüğü gibi, “takip etmek, arkasına düşmek, yakın takip” demektir.2
Dolayısıyla konumuz olan ayetteki “tilavet” sözcüğü ile Allah’ın kendi elçisine
vahyini, emirlerini, yasaklarını, kıssalarını dikkatle ve yakından takip ettirmesi
kastedilmiştir.
4
Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları
grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların
oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle
oluşturarak güçsüzleştiriyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o,
bozgunculardan idi.
2
Lisanü’l Arab, c:1, s:623-625, “tlv” mad.
8
Bu ayetle Musa peygamber ve Firavun kıssasına başlanılmış ve Firavun’un
genel politikası ilk kez burada açıklanmıştır. Bildirildiğine göre kendisini yüceler
yücesi gören Firavun, emri altındaki halkı gruplara ayırmış ve bunlardan
israiloğullarını, eğitimsiz, öğretimsiz, mesleksiz bırakmak suretiyle güçsüzleştirmek
istemiştir.
Not:
Firavunun uyguladığı güçsüzleştirme programını ifade eden ayetlerde geçen
“katl” ve “zebh” sözcükleri mecâzidir. Bu konuda A’raf suresinin 141. Ayetinin
tahlilinde ayrıntılı açıklama yapılmıştır.
Firavun’un bu politikası, daha sonra karşımıza gelecek başka ayetlerde de
açıklanmıştır:
49
Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan;
eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kadınlarınızı sağ bırakan
Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.–
(Bakara/49)
6,7
Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi
işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir
kitle oluşturarak güçsüzleştirien ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte
bunda Rabbinizden size çok büyük yıpranarak bir sınav vermek vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti:
“Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını öderseniz, elbette size artırırım ve eğer
iyilikbilmezlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.”
(İbrahim/6, 7)
Ayette geçen “Şüphesiz ki Firavun yeryüzünde yüceldi” ifadesindeki “yüceldi”
sözcüğü “tekebbür etti, zorba oldu, büyüklük tasladı ve azdı” anlamlarına gelir.
Bununla Firavun’un kuvveti, kudreti kastedilmiştir. İfadede yer alan “yeryüzünde”
tümleci ise bütün yeryüzünü değil, sadece Firavun’un idare ettiği beldeyi belirtir.
Yukarıdaki metinden anlaşıldığına göre; Yusuf peygamberin ölümünden sonra
Mısır’ın başına geçen yönetici, kendi kavmini [Kıptîleri] İsrailoğullarına karşı
baskın hâle getirmek için her vasıtaya başvurmuştur. Yönetim tarafından izlenen bu
ırkçı politika sebebiyle İsrailoğulları sadece en ağır işlere koşulmak suretiyle küçük
düşürülüp aşağılanmakla kalmamışlar, yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesi
gibi insanlık dışı bir uygulamaya da maruz bırakılmışlardır.
Firavun’un bu politikayı hangi gerekçe ile izlediği, yukarıdaki alıntının 10.
cümlesinden açıkça belli olmasına rağmen, bu konuda Talmud ve diğer İsrailiyat
kalıntılarına itibar edilerek aşağıdakilere benzer birçok hikâye düzülmüştür:
Bir kâhin, Firavun’a, "İsrailoğulları arasında, falanca gecede doğacak bir çocuk sebebiyle,
senin mülkün ve devletin yok olup gidecektir" demiş, o belirtilen gecede de oniki erkek çocuk
doğmuş, Firavun ise onları öldürtmüştür.
Müfessirlerin ekserisine göre, bu işkence, İsrailoğulları arasında uzun seneler devam etmiştir.
Vehb şöyle demektedir: "Kıptîler, Musa [a.s]'yı bulabilmek için, İsrailoğullarından doksanbin kişiyi
öldürdü."
Süddî'ye göre Firavun, rüyasında, Beyt-i Makdis yönünden bir ateşin geldiğini; Mısır diyarını
da içine aldığını, derken İsrailoğullarını değil de Kıptileri yakıp kül ettiğini görmüş. Böylece de,
rüyasını tabircilere sormuş, onlar da, İsrailoğullarının geldiği ve onların içinden Mısır'ın helâkine
sebep olacak olan bir adamın açacağını söylemişler. Bunun üzerine Firavun da İsrailoğullanının
erkeklerinin öldürülmesini emretmiştir.3
3
(Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)
9
FİRAVUN'UN İFSADI
Ayette Firavun’a yönelik olarak geçen “Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi”
ifadesiyle Firavun’un erkek çocuklarının mağdur, perişan edilmesi talimatını
vermekle yaptığı işin sadece kargaşa çıkarmaktan ibaret bir bozgunculuk
mesabesinde olduğuna işaret edilmektedir. Yoksa bu uygulamasıyla Firavun’un
Allah’ın takdirine engel olması mümkün değildir.
5
Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim,
onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6
Ve onları yeryüzünde
sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan
çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
Bu ayetlerde, yapılan zulmün ortadan kaldırılmasına yönelik Sünnetüllah,
olaya özgü bir üslûpla ifade edilmiştir. Bilindiği gibi, Rabbimiz, rahmeti üzerine
borç yazmış ve bunun gereği olarak da insanlığın fesattan kurtulup adil ortamlarda
yaşaması için elçi göndermiş, kitap indirmiş, zalimlere hiç müsamaha
göstermemiştir. Nitekim tarihe bakıldığında küfür dönemlerine rastlamak
mümkündür ama yıkılmadan devam etmiş bir zulüm dönemi görmek mümkün
değildir.
6. ayette geçen “çekinmekte oldukları şeyleri” ifadesi, “istemedikleri, başlarına
gelmesinden korktukları” anlamına gelmektedir. Bu, onların iktidarlarının son
bulması, devletlerinin yıkılması demektir. İlâhî plân bununla da kalmayacak, ayrıca
İsrailoğullarının Firavun’un sahip olduğu nimetlere konmaları, çeşitli lütuflara
kavuşmaları ve toplumlara önder olmaları şeklinde tezahür edecektir.
HAMAN
Bu isim, bu surenin 6. ve 38. ayetleri ile Mümin suresinin 36. ayetinde olmak
üzere Kur’an’da toplam üç kez geçmektedir. Bu ayetlerden anlaşıldığına göre
Haman, Firavun’a çok yakın olan birisidir. Ancak bizim görüşümüz, “Haman”
isminin o kişinin özel ismi olmayıp unvanı olduğu yolundadır. Büyük bir ihtimalle
“Haman” ismi eski Mısır dininde tanrı Amon’a nispet edilen yüksek sınıftan
rahiplere verilen “Ha-Amen” unvanının Arapçalaşmış şeklidir. Bu durumda, o çağda
Mısır’da hâkim olan Amon kültünü temsil eden en yüksek dereceli rahibin,
yönetimde Firavun’dan sonra gelen ikinci adam olması da gayet doğaldır. Ayrıca
Haman’dan “kule yapıcısı” olarak söz edilmesi, büyük Mısır piramitlerinin dinsel
amacına ve başrahibin piramitlerin baş mimarı olarak üstlendiği fonksiyona işaret
ediyor olabilir.
Fakat bazıları, Kur’an’da geçen “Haman” ile Kitab-ı Mukaddes’teki “Haman”ı
birbirine karıştırmışlar ve bu karıştırmaya bağlı olarak da konumuz olan ayetle ilgili
eleştiride bulunmuşlardır. Onlara göre Haman; Musa peygamberden bin sene sonra
yaşamış Pers Kralı I. Artakserkses’in nedimidir (Kitab-ı Mukaddes; Ester). Ancak
bu iddia, dünyada Artakserkses’in nedimi olan Haman’dan başka “Haman” isimli
10
bir şahsın yaşamadığı anlamına gelmektedir ki, dünyadan tek bir Haman’ın
geçtiğinin kabul edilmesi demek olan bu iddiaya itibar edilmemesi gerekir.
7
Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için
korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana
döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız.”
Yukarıda, 3. ayette konu edilen tilavet [okuma, yakından izletme ve anlatım], o
günlerin genel durumu hakkında bilgi veren 4–6. ayetlerden sonra bu ayetten
itibaren Yüce Allah’ın Musa’nın anasına vahyetmesiyle başlamış olmaktadır.
Buradaki “vahiy”, “ilham etme, içe doğurma, kalbe doğurma” anlamındadır. Vahyin
şekilleri ve anlamları ile ilgili olarak Necm suresine bakılabilir.
İsrailoğullarının erkek çocuk doğuran diğer kadınları gibi, Musa’nın (as)
annesinin de öldürülmeye mahkûm bir erkek çocuk dünyaya getirmesi üzerine, Yüce
İrade tarafından ona ilk olarak çocuğun emzirilmesi vahyedilmiştir. Çocuğun suya
bırakılması ile ilgili ilham ise çocuğun tehlikede olduğunu sezmesi koşuluna bağlı
olarak verilmiştir.
Musa peygamberin annesine yapılan vahiy, Ta Ha suresinde şöyle yer almıştır:
38
Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39
Mûsâ'yı sandık içine koy da bol
suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan
birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında
yetiştirilmen için,
(Ta Ha/38, 39)
Musa peygamberin doğumu Kitab-ı Mukaddes’te ise şöyle anlatılmaktadır:
1- Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi.
2- Kadın gebe kaldı ve bir oğlan doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay
gizledi.
3- Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine
çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı.
4- Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzaktan gözlüyordu.
5- O sırada Firavun'un kızı yıkanmak için ırmağa indi. Hizmetçileri ırmak kıyısında
yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, Firavun'un kızı onu getirmesi için hizmetçisini
gönderdi.
6- Sepeti açınca ağlayan çocuğu gördü. Ona acıyarak, "Bu bir İbrani çocuğu" dedi.
7- Çocuğun ablası Firavun'un kızına, "Gidip bir İbrani sütnine çağırayım mı?" diye sordu,
"Senin için bebeği emzirsin."
8- Firavun'un kızı, "Olur" diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı.
9- Firavun'un kızı kadına, "Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm" dedi. Kadın
bebeği alıp emzirdi.
10- Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavun'un kızı çocuğu evlat edindi. "Onu sudan
çıkardım" diyerek adını Musa koydu.4
8
Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak
üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri
hata edenler idi.
4
Çıkış Bab; 2/ 1-10:
11
Ayetten anlaşıldığına göre Musa peygamberin annesi bir tehlike sezmiş ve
kendisine vahyedildiği gibi bebeğini suya bırakmıştır. Bu noktadan sonra Yüce İrade
işe müdahale etmiş, bebeğin Firavun ailesi tarafından “buluntu” olarak alınmasını
sağlamıştır. Bu eylem ayette “ ‫إلتقاط‬iltikat” sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu sözcük
“bir şeyi almak, bir şeyi aramaksızın, istemeksizin bulmak, kılları yolmak” demektir.
Rabbimiz, bebeğin bulunmasını sağlama nedenini “kendileri için bir düşman
ve üzüntü olmak üzere” diye açıklamıştır. Demek ki bebek ve annesi için bir nimet
olan bu hadise, Firavun ve Haman için bir ceza durumundadır. Çünkü onlar, kendi
yönetimlerine son verecek olan kişinin bulunan çocuk olduğunun farkında
değillerdir. Onlar, üzerinde bulundukları küfür ve zulümden dolayı suçludurlar ve
Allah da onları ileride helâklerine sebep olacak kimseyi [en büyük düşmanlarını]
kendi ellerinde büyütmelerini sağlamak suretiyle cezalandırmıştır.
‫لقطة‬LUKATA
Ayetten anlaşıldığına göre, Firavun bebeğe “‫لقطة‬ lukata” kurallarına göre sahip
çıkmıştır. “‫لقططة‬ Lukata” kuralı Kur’an’da geçmemekle beraber bütün dinlerde ve
evrensel hukukta var olan “malı koruma” prensibine dayanması sebebiyle
Kur’an’dan onay alır.
“‫لقطة‬ Lukata”, bir hukuk terimi olarak “mülkiyetini veya üzerindeki hakkını
terk etme niyeti olmaksızın sahibinin iradesi dışında kaybolmuş ve başkası
tarafından bulunup sahibine verilmek üzere alınmış; bulanın sahibini bilmediği,
üzerinde sahibinden başkasının tasarruf hakkı olmayan mal” şeklinde
tanımlanmıştır. Hukuk alanında “‫لقطة‬ lukata”, tanık göstermekten duyuru yapmaya,
sahibine teslim şartlarından bulanın sahibi çıkmayan buluntudan yararlanma
koşullarına, kısımlarından vergisine kadar ayrıntılı olarak incelenmiştir.
9
Ve Firavun'un karısı: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu
öldürmeyin, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve
onlar, işin farkında olmuyorlar.
Firavun’un karısının bu ayette geçen “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu
öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz” şeklindeki sözleri
gerçekleşmiş ve Musa bebeğin ileriki yıllarda ona büyük faydası olmuştur. Sonradan
iman eden bu saygıdeğer kadın, Rabbimiz tarafından tüm insanlığa örnek
gösterilmiştir:
11
Allah, inanan kimselere de Firavun'un karısını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana
nezdinde cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun'dan ve onun işinden kurtar. Ve beni şu şirk koşarak
yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” demişti.
(Tahrim/11)
9. ayetin sonundaki “Ve onlar, şuurlarını kullanmıyorlar [işin farkında
olmuyorlar]” ifadesi bir parantez içi cümle olup Rabbimize aittir. Bu ifadeden
“onlar kendi helâklerinin Musa sebebiyle ve onun elinden olacağının farkında
değiller” veya “izlendiklerini bilmiyorlar” anlamlarını çıkarmak mümkündür. Ancak
bu sözlerin Firavun’un karısına ait olduğu kabul edilerek “İsrailoğulları ve Mısır
halkı bizim onu bulduğumuzun farkında değiller” şeklinde de anlaşılabilir.
12
Firavun’un karısının “onu öldürmeyin” demesi, Firavun’un ve hizmetçilerin
bebeğin varlığından rahatsızlık duyduklarını düşündürmektedir. Ama Ta Ha
suresinin “Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim
gözetimim altında yetiştirilmen için” anlamındaki 39. ayetinde bildirildiği gibi,
Rabbimiz Firavun’un karısının kalbine bir sevgi bahşetmiş ve onun bebeği
sahiplenmesini sağlamıştır.
10
Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan
olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.–
11
Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da
hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi.
12
Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine
Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na
öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi.
13
Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği
sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek
çoğu bilmezler.–
Bu ayet grubunda ilâhî plânın nasıl işlediği açık ve net olarak gösterilmektedir.
Hatırlanacak olursa, kıssanın bu bölümündeki olaylar, Ta Ha suresinin 40. ayetinin
içinde iki cümle ile özetlenmişti:
Hani kız kardeşin yürüyordu da; ‘Sizi onun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi!’ diyordu.
Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can
öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni fitnelendirdikçe fitnelendirdik. Sonra da
yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir karar üzerine geldin, ey Musa!
(Ta Ha/40)
Ayetlerden anlaşıldığına göre, bebeğin kız kardeşi onu saraya kadar izlemiş ve
ne olup bittiğini öğrenmek için orada kalmıştır. Bebeğin hiçbir sütanneyi kabul
etmemesi üzerine kraliçeye “Size, onun bakımını sizin namınıza üstlenecek ve ona
nasihatte bulunacak [eğitecek] bir aile göstereyim mi?” demiştir. Dikkat edilirse,
kız kardeş buradaki ifadesinde “uygun bir sütanne” değil de, bebeğe sevgi ve özenle
bakacak ve onu eğiterek yetiştirecek bir aile tavsiye edebileceğini belirtmiştir.
Çocukların doğumlarından itibaren iyi bakılıp yetiştirilmeleri için kendilerine dadılık
da yapabilecek sütannelere verilmesi, varlıklı aileler arasında eskiden beri uygulana
gelen bir gelenektir. Bu gelenek Araplarda da vardır ve nitekim peygamberimiz de
sütannesi Halime tarafından büyütülmüştür.
Kız kardeşin tavsiyesi üzerine bebeğin ailesine verilmesi, bebeğin annesi
bakımından büyük bir bahtiyarlıktır. Çünkü kadın hem öz çocuğunu emzirecek,
büyütecek, eğitecek, hem de bu iş için Firavun’dan ücret alacaktır.
Görüldüğü gibi, Allah tarafından yürürlüğe konulan bu esrarlı plânın bir güzel
noktası da, Musa’nın (as) Firavun tarafından sarayda bir prens olarak değil, kendi
ailesi içinde İsrailoğullarının inancı ve kültürüne göre yetişecek olmasıdır. Nitekim
Musa (as) bu plân gereği Firavun sınıfının, halkının bir üyesi olmamış, tam bir
İsrailoğlu olmuştur.
Kitab-ı Mukaddes’te ve Talmud’ta çocuğa “Moses [Musa]” isminin
Firavun’un sarayında verildiği yazmaktadır. İbranice olmayıp Kıptîce olan bu
13
sözcük “Onu sudan çıkardım” anlamına gelmektedir. Zira Kıptî lisanında “mo”;
“su” demektir ve “oshe” de ibarenin diğer kısmına karşılıktır.5
13. ayetin sonundaki “Velâkin onların pek çoğu bilmezler” ifadesi, “Allah’ın
takdirinin ne olduğunu bilmezler” şeklinde anlaşılmalıdır. Çünkü insanlar bir olayın
kendileri için iyi veya kötü olacağını, bu konudaki takdiri baştan bilemezler.
Dolayısıyla, sonu kendileri için kötü olacak bir olaydan hoşnut olabilir, kendileri
için hayır getirecek nahoş görünümlü bir gelişmeden de hoşlanmayabilirler:
11
Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok acelecidir.
(İsra/11)
216
Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi.
Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü,
zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(Bakara/216)
19
Ey iman etmiş kişiler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız/ mallarından istifade etmek amacıyla
onların sizden ayrılmasını engellemeniz size helal olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz
için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınız. Ve onlarla
örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen yollarla ilişkide bulununuz. Ve eğer kendilerinden
hoşlanmadınızsa, siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah, sizin hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır
oluşturacak olabilir.
( Nisa/19)
14
Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik.
Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız.
Bir kimseye “huküm ve ilim verilmesi”, ona peygamberlik verilmesi demektir.
Buna göre ayet, Musa peygambere elçilik verildiğini ve hayatının bu döneminde
yiğitlik çağına girip oturaklaştığını bildirmektedir. Ayette geçen “yiğitlik çağı”,
yukarıda mealini verdiğimiz Ta Ha suresinin 40. ayetinden de anlaşılacağı gibi,
Musa peygamberin çeşitli badirelerden geçirildikten sonraki çağıdır. Bu durum,
Şuara suresinin 18–22. ayetlerinde Musa peygamberin kendi ağzından
nakledilmiştir:
18
Firavun: “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde
kalmadın mı? 19
Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de...” dedi.
20-22
Mûsâ: “Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden
kaçtım. Sonra Rabbim bana yasalar-ilkeler bahşetti ve beni elçilerden biri yaptı. O başıma kaktığın
nimet de İsrâîloğulları'nı kendine köle edinmiş olmandır” dedi.
(Şuara/18-22)
Sünnetüllah’taki “çeşitli badirelerden geçirip olgunlaştırdıktan sonra hüküm ve
ilim verme” uygulaması, Yusuf peygamberin hayatında da aynen görülmektedir. O
da çeşitli badirelerden geçirilip olgunlaştırıldıktan sonra kendisine ilim ve hikmet
verilmiştir. İlim ve hikmet verilmesi, Kur’an bağlamında elçi yapılmakla aynı
anlama gelmektedir.
Konumuz olan ayette geçen “olgunlaşma” ile hem bedenî kuvvetlerin kemale
ermesinin, hem de zihinsel kuvvetin mükemmelleşmesinin kastedildiği açıktır.
Ancak; içsel ve çevresel faktörlere göre kişiden kişiye değişen olgunluk çağının
5
(Kitab-ı Mukaddes dipnotları)
14
hangi yaşa tekabül ettiği belirtilmemiştir. Rabbimiz bu hususu başka bir ayette
belirtmiş ve olgunluk çağına ulaşmayı “kırk seneye gelme” olarak ifade etmiştir:
15
Ve Biz insana, ana ve babasına iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi yükümlülük olarak ulaştırdık.
Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı/ doğurdu. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır.
Sonunda insan, olgunluk çağına ulaştığı ve kırk seneye geldiğinde: “Rabbim! Bana ve anama-
babama ihsan ettiğin nimetlerine karşılık ödememi ve Senin hoşnut olacağın sâlihi işlememi sağla.
Benim için soyumun içinde düzeltmeler yap/ sâlih kimseler ver. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve
ben şüphesiz müslümanlardanım” dedi.
(Ahkaf/15)
Gerçekten de, yapılan araştırmalar insanın bedensel ve zihinsel gelişiminin 40.
yaşa kadar sürdüğünü göstermektedir. 40. yaştan sonra bedensel faaliyetlerde
gerileme başlarken aklî melekelerde ise artışlar devam etmektedir. Bu durum,
olgunluk yaşının 40. yaş olarak kabul görmesine yol açmıştır. Rabbimizin vahiy için
40. yaşı seçmesi bu inceliklerden dolayıdır. Nitekim peygamberimiz de, tarihî
belgelere ve tevatüren gelen bilgilere göre 40 yaşlarında iken elçi olarak
görevlendirilmiştir.
15
Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra
orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye
çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan
yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen
ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir
düşmandır” dedi.
16
Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!”
dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet
edicinin ta kendisidir.
17
Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık
hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi.
18
Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı.
Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan
yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi.
19
Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey
Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen
sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak
istemiyorsun” dedi.
20
Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ!
İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal
çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.”
21
Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim!
Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!”
dedi.
Musa peygamberin hayatından bir başka kesit içeren bu ayet grubunda iki
nokta dikkat çekmektedir.
Birinci nokta: Yukarıdaki paragrafın 15–17, 21. ayetlerinde ve sonra gelen 22,
24. ayetlerde bildirildiğine göre, Musa delikanlılık çağında da Allah’ı tanımakta,
O’na yalvarmakta, şeytanın zararlarını bilmekte, tövbe etmekte ve zalime yardım
etmemektedir. Bu davranışlar onun Kıpti inanışlarından farklı bir inanca sahip
15
olduğunu göstermektedir. Ki, onun bu inancını İsrailoğulları [ailesi] arasında
büyüyerek edindiği, Kur’an’ın kıssa ile ilgili diğer ayetlerinden de anlaşılmaktadır.
İkinci nokta: Musa bir cinayet işlemiş olmasına rağmen Allah onu affetmiştir.
Diğer bir ifadeyle Allah, Musa’nın üzerindeki kul hakkını da bağışlamıştır.
Bu ayet grubunda nakledilen olaylar Kitab-ı Mukaddes’te şöyle yer alır:
11- Musa büyüdükten sonra bir gün soydaşlarının yanına gitti. Yaptıkları ağır işleri
seyrederken bir Mısırlının bir İbrani'yi dövdüğünü gördü.
12- Çevresine göz gezdirdi; kimse olmadığını anlayınca, Mısırlıyı öldürüp kuma gizledi.
13- Ertesi gün gittiğinde, iki İbrani'nin kavga ettiğini gördü. Haksız olana, "Niçin kardeşini
dövüyorsun?" diye sordu.
14- Adam, "Kim seni başımıza kâhya atadı?" diye yanıtladı, "Mısırlıyı öldürdüğün gibi beni de
mi öldürmek istiyorsun?" O zaman Musa korkarak, "Bu iş ortaya çıkmış!" diye düşündü.6
Görüldüğü gibi, Kitab-ı Mukaddes’teki anlatım Kur’an’ın anlatımından
farklıdır. Bu da demektir ki, Kur’an, Kitab-ı Mukaddes’teki tahrifatı düzeltmiştir.
Kur’an’daki anlatıma göre, olayda Mısırlı Kıpti değil, İsrailoğullarından olan adam
suçludur. Görünüşe bakılırsa, Musa olayda duygusal davranmış ve hangi tarafın
haklı olduğunu anlamaya çalışmadan İsrailoğullarından olan adamın yardımına
koşmuştur. Ama işin aslını öğrenince sadece adamı öldürdüğü için değil, aynı
zamanda peşin hükümle hareket ettiği için ciddî bir suç işlemiş olduğunu fark
etmiştir.
MUSA’NIN ŞEHİR HALKININ HABERİ OLMADAN ŞEHRE GİRMESİ
15. ayetteki “Ve Musa, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi”
ifadesi, Musa’nın yolların ıssız olduğu bir saatte, muhtemelen herkesin evlerinde
bulunduğu bir vakitte ve şehir dışındaki bir yerden şehre geldiğini göstermektedir.
Anlaşılan o ki, Musa, hayatının o döneminde, genel yerleşim bölgesinden uzak, şehir
dışında bir yerde bulunan kraliyet sarayında yaşamaktadır ve şehre de ya sabahın
erken saatlerinde, ya bir yaz mevsiminin öğle saatlerinde, ya da bir kış mevsiminin
gece saatlerinde gelmiştir.
22
Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, “Rabbimin bana yolun
doğrusunu göstereceğini umarım” dedi.
Musa peygamberin Mısır’dan kaçarak Medyen’e yöneldiğini bildiren bu
ayetten itibaren onun hayatından başka bir kesit anlatılmaya başlanmıştır.
Musa peygamberin başka yere değil de Medyen’e yönelmesi, bize göre, hem
Medyen halkının İbrahim peygamberin soyundan geliyor olması, yani Medyenliler
ile İsrailoğullarının akraba oluşu, hem de Medyen bölgesinin Firavun’un
kontrolünde olmaması gibi nedenlerden dolayıdır. Medyen ile ilgili bilgiler A’râf
suresinin tahlilinde verilmiştir.
Ayette görüldüğü gibi, Musa peygamber, yola çıkar çıkmaz Allah’ın kendisine
yolun doğrusunu göstereceğine inanarak dua etmiştir. Bu duada geçen “yolun
6
Çıkış; 11. Bab: 11–14:
16
doğrusu” ifadesinden hem Medyen’e giden yolun, hem de zulümden, şirkten,
küfürden uzak olan iman ve İslâm yolunun anlaşılması mümkündür.
Kitab-ı Mukaddes’te de Kur’an’ın verdiği bilgilere uygun olarak Musa
peygamberin Mısır’dan ayrıldıktan sonra doğruca Medyen’e gittiği, Talmud’ta ise
önce Habeşistan’a gittiği, orada krallığa kadar yükseldiği ve daha sonra 67 yaşında
Medyen’e gittiği yazmaktadır.
23
Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan
insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar
güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: “Hâliniz
nedir?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da
çok yaşlı bir ihtiyardır.”
24
Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi
de “Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım” dedi.
25
Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi
ki: “Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni
çağırıyor.” Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası;
“Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan
kurtuldun” dedi.
26
Onun iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle
tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır” dedi.
27
Kızların babası dedi ki: “Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık
şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer onabirkaç artık o
kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden
bulacaksın.”
28
Mûsâ, “Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu
gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve
söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]” dedi.
Bu ayet grubunda, Musa peygamberin Mısır’dan çıktıktan sonra Medyen’e ne
kadar zamanda vardığına ve yolda neler olduğuna dair herhangi bir bilgi verilmeden,
doğrudan Medyen’de yaşadıklarına değinilmektedir.
Musa peygamber ile kadınlar arasında geçen konuşmadan anlaşılmaktadır ki;
babalarının çok yaşlı olması ve ailelerinde başka bir erkeğin bulunmaması gibi
nedenlerle hayvanları sulama işini kadınlar üstlenmek zorunda kalmışlardır. Suyun
başında hayvanlarını sulayan diğer çobanlarla başa çıkamadıkları için de onların
kendi hayvanlarını sulayıp suyun başından ayrılmalarını beklemek zorundadırlar.
Müslümanlar arasında yaygınlaşmış rivayetlerde bu kadınların babaları Şuayb
peygamber olarak geçmektedir. Hatırlanacağı üzere, A’râf suresinin 85-92 ve Şuara
suresinin 176, 177. ayetlerinde de Medyen halkına elçi olarak Şuayb peygamberin
gönderildiği bilgisi yer almaktadır. Ancak bu, kadınların olgun ve yüksek karakterli
bir zat olduğu şüphesiz olan babalarının Şuayb peygamber olduğu anlamına gelmez.
Çünkü konu olan ayetlerde kadınların babasının Medyen’de elçilik yaptığına dair bir
işaret bulunmadığı gibi, bu kişinin Şuayb peygamber olduğuna dair de açık veya ima
yollu bir ifade mevcut değildir. Bu sebeple biz, kadınların isimlerini bile “Ley Ya”
ve “Saferiyye” olarak verme cüreti gösteren ciddiyetten uzak nakillere itibar etmiyor
ve bu konuda Rabbimizin verdiği bilgilerle yetiniyoruz.
Kitab-ı Mukaddes’te ise kadınların babası olan kişi hakkında, bir yerde Revail
[veya Reuel], başka bir yerde de Jethro denilmiş ve bu kişi Medyen’in kâhini olarak
gösterilmiştir.
17
16- Midyanlı bir kâhinin yedi kızı su çekmeye geldi. Babalarının sürüsünü suvarmak için
yalakları dolduruyorlardı.
17- Ama bazı çobanlar gelip onları kovmak istedi. Ne var ki, Musa kızların yardımına koştu,
hayvanlarını suvardı.
18- Sonra kızlar babaları Reuel'in yanına döndüler. Reuel, "Nasıl oldu da bugün böyle tez
geldiniz?" diye sordu.7
1- Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına
sürdü ve Tanrı'nın dağına, Horev'e vardı.8
5- Yitro Musa'nın karısı ve oğullarıyla birlikte Tanrı Dağı'na, Musa'nın konakladığı çöle geldi.9
25-27. ayetlerde anlatılan olaylar, aynı zamanda insanlığa birkaç açıdan ders
verici bir nitelik de içermektedir.
Birinci ders: Musa’ya kızını teklif eden zat, “sekiz sene” veya “on sene”
hizmet demeyip “sekiz veya on hac dönemi” hizmet istemektedir. Ki burada
Musa’nın ilahiyat eğitimi için sekiz veya on kerre hacca gönderileceği ima
edilmektedir. Musa hacca (İlahiyat eğitimi almak için Mekke’ye) her sene giderse
sekiz yıl eder; gitmediği, gidemediği yıllar olursa bu süre uzar. Burada önplana
çıkan süre, sekiz ya da on haccın yapılmasıdır, mutlak sekiz ya da on sene hizmet
değildir.
Bir diğer dersi merhum Seyyid Kutub şöyle açıklamıştır:
“Yirmi yedinci ayetten öğreniyoruz ki, kızların babası gayet açık ve sade bir dille hangisi
olduğunu belirtmeden kızlarından birini Musa'ya öneriyor. Belki de adam; daha önce de belirttiğimiz
gibi delikanlı ile arasında karşılıklı güven ortamı oluşan kızının hangisi olduğunu sezmişti. Adam
kızını nikahlamasını istiyor ve bundan utanmıyor. Bir aile kurmayı, bir yuva oluşturmayı öneriyor,
bunda da utanılacak bir şey yoktur. Sıkılmaya, çekingen davranmaya, dolaylı sözlerle ima etmeye
gerek yoktur. Normal fıtrattan sapan, yapay, boş ve anlamsız geleneklere kul-köle olan toplumlarda
görülen zorlamalara, törelere gerek yoktur. Bu tür toplumlarda yaygın bu anlamsız gelenekler babayı
ya da kızın velisini, kızını veya kız kardeşini ya da bir yakınını ahlâkını ve dinini beğendiği, evlilik
hayatını sağlıklı bir şekilde yürüteceği yeterlilikte olduğunu düşündüğü birine önermesine engel
oluştururlar. Bu toplumlarda erkeğin ya da velisinin yahut vekilinin ilk adımı atması bir
zorunluluktur. Aksi takdirde teklifin kız tarafından gelmesi yakışık almaz. Bu tür sapık toplumların
çifte standartlarından biri de şudur: Bu toplumlarda genç erkekler ve kızlar serbestçe buluşur,
birbirleriyle konuşur, kaynaşırlar. Nişan ve evlilik niyeti söz konusu olmadan birbirlerinin
vücutlarının gizli yönlerini görürler. Ama nişanlanma önerilince ya da evlilikten söz edilince birden
herkesi yapmacık bir utanma alır, araya aşılması güç engeller konur. Açıklığa, sadeliğe ve kolaylığa
engel olurlar.
Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- döneminde babalar kızlarını erkeklere
önerirlerdi. Hatta bizzat peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- gidip kendileriyle evlenmesini,
olmasa uygun gördüğü biriyle evlendirmesini isterlerdi. Bütün bunlar açık bir dille, tertemiz
7
Çıkış, 2: 16-18:
8
Çıkış, 3: 1:
9
Çıkış, 18: 5:
18
duygularla, güzel bir edeple ifade edilirdi. Hiç kimsenin onuru incinmez, kesinlikle utanç duymazdı.
Nitekim Hz. Ömer -Allah ondan razı olsun- kızı Hafsa'yı Hz. Ebu Bekir'e önermiş ama Hz. Ebu Bekir
ses çıkarmamıştı. Sonra Hz. Osman'a teklif etmiş, o da mazeret belirtmişti. Peygamber efendimiz
-salât ve selâm üzerine olsun- bunları duyunca "belki de Yüce Allah her ikisinden daha iyi birisini
ona nasip eder" diyerek Hz. Ömer'in gönlünü hoş etmişti. Daha sonra peygamberimiz Hz. Hafsa ile
evlenmişti. Yine bir gün bir kadın peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- kendisiyle
evlenmesini istemişti. Fakat peygamberimiz mazeret bildirerek kendisiyle evlenemeyeceğini
belirtmişti. Bunun üzerine kadın istediği bir kişiyle evlendirmek üzere velayetini -evlendirme
yetkisini- ona bırakmıştı. Peygamberimiz de onu Kur'an'dan iki sure ezbere bilmekten başka mal
varlığı bulunmayan bir adamla evlendirmişti. Adam kadına bu iki sureyi öğretmiş, bu da kadının
mehri yerine geçmişti.
İşte İslâm toplumu, aile binasını, organik yapısını, bu derece sade ve aydınlık bir ortamda
gerçekleştiriyordu. Herhangi bir zorlamaya, lafı evirip çevirmeye, yapmacık ve eğri büğrü tavırlara
yer vermeden...
Musa'nın yanındaki yaşlı adam da böyle yapmıştı. Musa'ya bu öneride bulunmuş ve kendisine
zorluk çıkarmayacağına, ağır işlere koşturup yormayacağına söz vermişti. Allah'ın izniyle
davranışları ve sözüne bağlılığı açısından Musa'nın kendisini iyi bir insan olarak bulmasını dilemişti.
Bu da Yüce Allah'a karşı kendisinden söz ederken insanın takınacağı güzel bir edep tavrıdır. Bu yaşlı
adam da kendisini temize çıkarmıyor, kesinlikle iyi bir insan olduğunu söylemiyor. Sadece öyle biri
olmayı ümit ediyor, bu işi de Yüce Allah'ın iradesine bırakıyor.
Musa öneriyi kabul ediyor, sözleşmeyi uyguluyor; aynı açıklık ve dikkatlilikle. Ve Allah'ı şahit
tutuyor.10
29
Artık Mûsâ süreyi doldurup ailesiyle/yakınlarıyla yola çıkınca, dağ
tarafından bir ateş hissetti. Ailesine, “Benim size bir haber getirmem için siz
bekleyin; ben bir ateş hissettim. Yahut ısınırsınız diye o ateşten bir parça
getiririm” dedi.
30-32
Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ
tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin
Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki
görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan
kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın.
Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın.
Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına
karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir
toplum olmuşlardır.”
33,34
Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm,
şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da
benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O
nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder.
Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
35
Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç,
iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle
size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.”
Yukarıdaki Âyetlerde görüldüğü gibi, Mûsâ peygamberin kendi ailesi ve
yakınları ile birlikte Medyen'den ayrılması hayatındaki yeni bir dönemin
başlangıcını oluşturmuştur. Bu Âyet grubu, bundan önce inen Sûrelerde daha
detaylı olarak aktarılmış olan olayların kısa bir hatırlatması mahiyetindedir. Bu
Âyetlerden anlaşıldığına göre, Medyen'den yola çıkan ve aralarında Mûsâ
peygamberin kardeşi Hârûn'un da bulunduğu kafile, (Kitab-ı Mukaddes'e göre
10
(Seyyid Kutub; Fi Zılali’l-Kur’an)
19
kafilede Mûsâ peygamberin kayınpederi de vardır;) Mısır'a doğru gitmektedir.
Çünkü Mûsâ peygamberin ilk vahiy aldığı yer olan Tûr Dağı, Medyen'den Mısır'a
giden yol üzerindedir.
Mûsâ peygamberin hayatının bu döneminde başından geçen olaylar, Kitab-ı
Mukaddes'te bu Âyet grubundakinden farklı bir sırada yer almaktadır:
Mûsâ kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına
döneyim Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı ?" dedi, Yitro, " Esenlikle git" diye karşılık verdi.11
Mûsâ'nın kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro, Tanrı'nın Mûsâ ve halkı İsrâîl için yaptığı her
şeyi, RAB'bin İsrâilliler'i Mısır'dan nasıl çıkardığını duydu. Mûsâ'nın kendisine göndermiş olduğu
karısı Sippora'yı ve iki oğlunu yanına aldı. Mûsâ, "Garibim bu yabancı diyarda" diyerek
oğullarından birine Gerşom adını vermişti. Sonra, "Babamın Tanrısı bana yardım etti, beni
Firavun'un kılıcından esirgedi" diyerek öbürüne de Eliezer adını koymuştu. Yitro Mûsâ'nın karısı
ve oğullarıyla birlikte Tanrı Dağı'na, Mûsâ'nın konakladığı çöle geldi. Mûsâ'ya şu haberi
gönderdi: "Ben, kayınbaban Yitro, karın ve iki oğlunla birlikte sana geliyoruz ."Mûsâ
kayınbabasını karşılamaya çıktı, önünde eğilip onu öptü. Birbirinin hatırını sorup çadıra girdiler.
Mûsâ İsrâilliler uğruna RABB'in Firavun'la Mısırlılara bütün yaptıklarını, yolda çektikleri
sıkıntıları, RABB'in kendilerini nasıl kurtardığını kayınbabasına bir bir anlattı.12
Mûsâ kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına
sürdü ve Tanrı'nın dağına, Horev'e vardı.13
Mûsâ kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına
döneyim" dedi, "Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?" Yitro, "Esenlikle git" diye karşılık verdi.14
Ayrıca Kitab-ı Mukaddes ve Talmud'a göre, Mûsâ peygamberin evinde
yetiştiği Firavun, o Medyen'de iken ölmüş ve yerine başkası geçmiştir.
29. Âyette, Medyen'den ayrılışın belirlenen sürenin tamamlanmasını takiben
olduğu bildirilmiş ancak bu sürenin Mûsâ peygamber ile kayınpederi arasında
konuşulmuş sürelerden hangisi olduğu [sekiz sene mi, on sene mi olduğu]
bildirilmemiştir. Bu konuda rivâyet mekanizması yine boş durmamış ve süre
kimine göre 10 sene, kimine göre 10+10 sene olmuş, kimine göre de
peygamberimiz bunu Cebrâîl'e sormuş, Cebrâîl de on yılı tamamladığını haber
vermiştir. (!)
Bu âyetlerde, Mûsâ'ya verilen ve Furkan sûresi'nde konu edilen iki âyet farklı
ifadelerle açıklanmaktadır. Burada mecâzî ifadeler söz konusu iken, Furkân
sûresi'nde hakikat anlamlarıyla ifade edilmiştir:
35
Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte yardımcı, destekçi
verdik.
36
Sonra da, “Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!” dedik. Sonunda da onları
parçalayıp yok ettik.
11
Çıkış; 4/18
12
Çıkış; 18: 1-8
13
Çıkış, 3: 1
14
Çıkış, 4: 18
20
(Furkân/35-36)
Burada da, –Neml/10'da olduğu gibi– Mûsâ'nın görevden kaçmaya çalıştığı ve
uyarıldığı görülmektedir.
35. Âyette Allah'ın Mûsâ peygambere Seni kardeşinle destekleyeceğiz demesi,
Mûsâ peygamberin talebi üzerinedir. Mûsâ peygamberin talebi ve bu talebin Allah
tarafından kabul edilmesi, kusurunun giderilmesi başka Âyetlerde de geçmektedir:
25
Mûsâ: “Rabbim! 33
Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34
ve Seni çok çok anmamız
için 25
göğsümü aç, 26
işimi bana kolaylaştır. 27
Dilimden de düğümü çöz 28
ki sözümü iyi anlasınlar. 29
Ve
ehlimden; 30
kardeşim Hârûn'u 29
benim için bir vezir kıl, 31
o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32
İşimde o'nu
bana ortak et. 35
Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 20
dedi.
36
Allah: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” dedi.
(Tâ-Hâ/ 25–36)
52
Biz o'na en uğurlu Tûr'un yan tarafından seslendik ve o'nu özel bir konuşmada bulunmak
üzere yaklaştırdık. 53
Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik.
(Meryem/ 53)
35. Âyetin sonunda yer alan Siz ikiniz ve size tabi olanlar üstün olanlarsınız
ifadesinde haber verilen galibiyet ile ya o şartlar altında Mûsâ peygambere verilen
hüccet ve delillerin sağlayacağı bir galibiyet ya da başka bir zamanda
gerçekleşecek bir devlet galibiyeti kastedilmiştir. Bizim görüşümüze göre birinci
şık Âyetin lâfzına daha yakındır.
Yüce Allah, Mûsâ peygambere verdiği destek ve güvenceyi bütün elçilerine
vermiş, onları daima korumuş ve muzaffer kılmıştır. Şüphesiz ki, elçilerin izinde
yürüyenleri de koruyacaktır:
69
Ey iman etmiş kişiler! Sizler Mûsâ'ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. İşte, Allah Mûsâ'yı,
eziyet edenlerin söylediklerinden temize çıkardı. Ve o, Allah katında mevki sahibi/değerli biri idi.
(Ahzâb/ 69)
67
Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun
verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır.
Şüphesiz Allah, kâfirler; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna
kılavuzluk etmez.
(Mâide/ 67)
21
Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye
gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır.
(Mücadile/ 21)
Ve Mü'min/ 51, Sâffât/ 171–173.
Bu âyetlerde, Mûsâ'nın kusuru ve kusurunun nasıl giderildiği açıklanmaktadır.
21
36
Mûsâ onlara apaçık alâmetlerimiz/göstergelerimiz ile gelince, “Bu,
sadece uydurulmuş bir etkili bilgilerdir. Ve biz önceki babalarımızdan bunu
işitmemiştik” dediler.
37
Mûsâ da dedi ki: “Benim Rabbim, kendi katından kimin doğru yol
kılavuzu ile geldiğini ve yurdun sonunun kim için daha iyi olacağını daha iyi
bilendir. Şüphesiz ki şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar,
kurtuluşa eremezler.”
38
Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim.
Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de
Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki
o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.
39
Firavun, kendisi ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük
tasladılar ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerine inandılar.
40
Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik.
Şimdi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların sonunun nasıl
olduğuna bir bak!
Bu Âyet grubunda, Mûsâ peygamberin Mısır'a vardıktan sonra yaşadığı olaylar
çok kısa olarak hatırlatılmakta ve kendilerine gösterilen açık mu’cizelere rağmen
eski inançları üzerinde ısrar ederek büyüklük taslayan Firavun ve askerlerinin
denizde boğularak yok edildikleri bildirilmektedir.
36. Âyette sözü edilen, Mûsâ peygamberin Firavun ve yandaşlarına getirdiği
"apaçık Âyetler", tevhîd mesajını iletirken ortaya koyduğu öğretilerdir ki, bu
ayrıntılar Kur'an'da diğer Âyetlerde zikredilmiştir:
18,19
Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım da O'na saygıyla,
sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!”
(Nâziât/ 18–19)
46
Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47
Hemen ona
gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara
azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır.
48
Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’
deyiniz.” 46
dedi
(Tâ-Hâ/ 46–48)
Firavun, 38. Âyette kendisi için kullandığı ilâh sözcüğünü "yer ve göklerin
yaratıcısı" anlamında kullanmamıştır. Çünkü böyle bir şey ancak bir deli
tarafından ortaya atılabilir. Ayrıca Firavun'un o Âyetteki sözleri, onun kendisinden
başka ilâhların da var olduğunu kabul ettiği anlamına gelen sözlerdir. Nitekim
Mısırlılar birçok tanrıya ibadet etmekteydiler ve bizzat Firavun, Güneş Tanrısı'nın
hulûl ettiği şahıs hâline getirilmişti. Zaten Kur'ân da Firavun'un birçok tanrısı
olduğuna tanıklık etmektedir:
22
127
Firavun toplumundan ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/ seni ilâh edinmeyi terk
etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ'yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?”
dediler. Firavun dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve biz onlar
üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz.”
(A'râf/ 127)
Dolayısıyla Firavun, kendisi için kullandığı "ilâh" sözcüğüyle kendisinin zarurî
yaratıcı ve hakikî ulûhiyet sahibi olduğunu değil, tartışmasız yüce iktidar sahibi
olduğunu kastetmiştir.
Kırkıncı ayette konu edilen “fırlatıp atma”, baraj selinin önündeki
sürüklenmeyi açıklamakta, –ki bu ifade Zâriyat/40'da da geçmektedir– bunun da
suyun çok hızlı bırakılması ile olduğu açıklanmaktadır (Duhân/23-24).
FİRAVUN'UN İNANCI: Kur'ân'daki; (Zuhruf: 51–53), Mü’min: 28–35,
âyetler dikkatlice okunduğunda, Firavun'un Allah'ı ve melekleri inkâr etmediği
anlaşılmaktadır. Fakat bazıları Firavun'un mübalâğalı iddiasına bakarak onun
Allah'ı inkâr ettiği veya kendisini Allah yerine koyduğu anlamını çıkarmışlardır.
Oysa Firavun'un Allah'ı göklerin hâkimi olarak kabul ettiği, özellikle Zuhruf
Sûresi'nin 53. Âyetinden belli olmaktadır. Firavun'un reddettiği husus, Allah'ın
elçiler göndererek emirler bildirmesi ve kendisinin yeryüzündeki hükümranlığına
müdahale etmesidir. Çünkü Firavun kendisini teoride bütün insanlığın siyasî
anlamda rabbi [hâkimi] olarak görüyor ve hükümranlığını kendisinin Güneş
Tanrısının insan şeklindeki sûreti olduğu iddiasına dayandırıyordu. Nitekim bu
konuya "Mısır Dîni" başlığı altında yer vermiş olan Ana Britannica Ansiklopedisi,
Eski Mısır'da firavuna tapınmanın, onun Tanrı'nın oğlu kabul edilmesi sebebiyle
olduğunu ve firavunun ülkesini, Mısır tanrıları adına yönettiğini yazmaktadır.15
Sonuç olarak, bazıları tarafından ileri sürülmüş olan Firavun'un kendisini
gerçek ilâh ve Rabb yerine koyduğu tezi, hem Kur'ân'a hem de bilimsel
araştırmalara uymamaktadır.
36–37. Âyetlerde nakledilen Mûsâ peygamber ile Firavun arasındaki konuşma
Şu'arâ Sûresinde şöyle geçmektedir:
24
Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin
Rabbidir.”
25
Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.
26
Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.
27
Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir”
dedi.
28
Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların
Rabbidir” dedi.
(Şu'arâ/ 24–28)
Firavun ve yandaşları da Mûsâ peygambere tekrar tekrar şu cevapları
vermişlerdir:
15
Ana Britannica; c: 22, s: 373. Bkz.)
23
78
Onlar: “Sen atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin ve yeryüzünde saltanat
ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız” dediler.
(Yûnus/ 78)
57,58
Firavun: “Ey Mûsâ! Sen etkili bilginle bizi topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin bize?
O hâlde biz de senin etkili bilgin gibi bir etkili bilgi ile sana geleceğiz. Şimdi bizimle senin aranda bir
buluşma zamanı/yeri belirle ki; bizim ve senin karşı çıkmayacağımız düz ve geniş bir yer olsun” dedi.
(Tâ-Hâ/ 57–58)
26
Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Mûsâ'yı, o da Rabbini çağırsın. Şüphesiz ben o'nun, sizin
dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” dedi. ,
(Mü'min/ 26)
Firavun'un Haman'la yaptığı 38. Âyetteki konuşma, başka Âyetlerde de
geçmektedir:
36,37
Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da
Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım”
dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun
düzeni, yalnızca kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir.
(Mü'min/ 36–37)
Firavun, Haman ve bu ikisinin emir erleri durumunda olanların üzerine,
âhiretteki rezillikten önce bu dünyada da rezillik kılınmıştır. Yani onlar için iki
dünyada da rezillik söz konusudur:
13
Ve kuvvetçe, seni çıkaran kentten daha şiddetli nice kentler; onları değişime/yıkıma uğrattık.
Öyle ki kendileri için yardımcı diye bir şey olmadı.
(Muhammed/ 13)
96,97
Andolsun ki Biz Mûsâ'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine
elçi yaptık. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri aklı çalıştıran/doğruya
ulaştıran değildir.
98
Firavun kıyâmet günü, toplumunun önüne düşer. –Artık Firavun, toplumunu ateşe
götürmüştür. O varılan yer de ne kötü bir yerdir!–
99
Ve bu dünyada ve kıyâmet gününde dışlanarak izlendiler. –Verilen bu vergi ne kötü
vergidir!–
(Hûd/ 96–99)
Firavun'un Haman'a kule yaptırıp gökte ilâh araması, İslâm karşıtlığında
ölçüyü kaçıran zihniyetin çağımızda sergilediği bazı densizce yaklaşımlara
benzemektedir. Bu zihniyetin çağdaş temsilcilerinden biri olan Marksist kozmonot
Yuri Gagarin de uzaya gidip geldikten sonra benzer alaycı bir ifadeyle gökte –
hâşâ– Allah'ı görmediğini söylemiştir. Allah'ı bir kuleden görmek isteyen eski
zaman aptalı ile Allah'ı uzayda arayıp bulamadığını söyleyen bugünkü türdeşleri
arasında dikkat çekici bir benzerlik söz konusudur.
Kur'ân, Firavun'un gerçekten böyle bir kule inşa ettirip de onun üzerinden
Allah'ı görmeye çalışıp çalışmadığı konusunda herhangi bir açıklama
getirmemiştir.
24
41
Ve onları, ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyâmet günü onlar yardım
görmeyecekler de.
42
Ve bu dünyada arkalarına dışlanma, Allah'ın rahmetinden yoksun olma
taktık. Onlar, kıyâmet gününde de kötülenmiş/uzaklaştırılmış
kimselerdendirler.
Bu ayetlerde, kendilerine gelen onca mucizeye rağmen büyüklük taslayarak
iman etmemiş, böylece hayatlarını zayi etmiş olanların dünya ve ahiretteki
durumlarına değinilmektedir.
Rabbimiz, zulüm işleyen, hakikati inkâr eden, inkârda sonuna kadar direten ve
hakka karşı batılı savunmak için her türlü vasıtayı kullanan bu kişileri “ateşe
çağıran önderler” kıldığını bildirmektedir. Onlar bu durumlarıyla kendilerinden
sonra gelecek kuşaklara da öncü ve örnek olacaklardır. İnsanlara yanlış yolları
gösterip cehennemi kazanacak olan böyleleri, kendi suçları yetmezmiş gibi bir de
arkalarına taktıkları, örnek oldukları kişilerin veballerini de taşıyacaklardır. Gerek
ateşe çağıran bu önderler, gerekse onların takipçileri hep birlikte aynı felâkete doğru
koşacaklardır:
71
O gün Biz, bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse,
işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/çekirdeğin iplikçiği kadar bir haksızlığa
uğratılmayacaklar.
(İsra/71)
Rabbimizin 42. ayetteki “Ve bu dünyada arkalarına lânet taktık” ifadesinden
anlaşıldığına göre, arkadan gelen nesiller, kendilerini ateşe çağıran bu önderlere
sürekli olarak lânet edeceklerdir. Buradan, Rabbimizin, elçilerine tâbi olan inanmış
kullarının diliyle, insanları ateşe çağıran o tür önderlere lâneti [dışlanmışlığı] meşru
kıldığı anlaşılmaktadır.
43
Ve andolsun ki Biz, ilk nesilleri değişime/yıkıma uğrattıktan sonra
Mûsâ'ya, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, kılavuz ve rahmet
olarak Kitab'ı/Tevrât'ı verdik.
44
Ve Mûsâ'ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde değildin.
Hazır bulunanlardan, görenlerden de değildin.
45
Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen
onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da
değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz.
Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlara rahmeti gereği elçi, uyarıcı göndermenin
gereklerini anlatmak suretiyle insanların nakledilen kıssaları öğrenmelerini ve
peygamberlerin talimatından dönen önceki kuşakların helâk oluşlarından ibret
almalarını istemektedir. Ayrıca bu kıssaların Allah tarafından vahyedilen ve elçisinin
bilmediği, tanık olmadığı olaylar olduğunu vurgulamaktadır.
44. ayetteki “batı yönü” ifadesi ile Hicaz'ın batısına düşen Sina [Tur] Dağı
kastedilmiştir. Çünkü Musa peygambere ilk vahiy bu dağda gelmiştir. Yine aynı
ayette geçen “şahitler” de Musa peygamber ile birlikte olan ve ona verilecek ilkeleri
takip edeceklerine dair sözleşmede bulunmak üzere davet edilen İsrailoğullarıdır.
45. ayetteki “Sen onlara ayetlerimizi okuyarak Medyen halkı arasında
bulunanlardan da değildin” ifadesinin takdirini şu şekilde yapmak mümkündür:
“Musa Medyen’e ulaşıp hayatının uzunca bir bölümünü orada geçirdiğinde ve sonra
25
oradan Mısır’a gitmek üzere ayrıldığında sen yoktun. Ayetlerimizi Medyen
sakinlerine okuyan da sen değildin. Sen Mekke halkına tebliğde bulunmaktasın. Sen,
anlatılan bu binlerce sene evvel meydana gelmiş olayların görgü şahidi de değilsin.
Bütün bu bilgi sana, kesinlikle başka bir yolla değil, tarafımızdan vahyedilerek
verilmektedir.”
45. ayetteki “Fakat Biz (elçi) gönderenleriz” ifadesinin anlamı,
“Peygamberlerimizin ilki sen değilsin; Nuh’u, Hud’u, Salih’i, İbrahim’i, Musa’yı ve
Şuayb’i nasıl kendi halklarına gönderdiysek, seni de kendi halkına elçi olarak
gönderdik” demektir.
46,47
Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un yanında da değildin. Tersine
senden önce kendilerine uyarıcı/peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman
için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde
hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine
uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye
Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak
gönderdik.
Bu ayetlerde Rabbimiz, elçi göndermesindeki birbirine bağlı iki amacı
açıklamaktadır. Bunlar, uyarmak ve mazerete fırsat vermemektir. Daha evvel birçok
ayette bildirildiği gibi, Rabbimiz, elçi göndermediği, kitap indirmediği [yasa
koymadığı] toplumları cezalandırmamış, cezayı hak etmiş olanlara da “Uyarılsaydık
doğru yoklu bulabilirdik” bahanesini ileri sürmesinler diye elçi göndermiş, kitap
indirmiştir.
155-157
Ve Kur’ân, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi;
biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz
onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O
nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah'ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden
açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz
çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz
çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız.
(En’âm/155-157)
163-165
Şüphesiz Biz, Nûh'a ve O'ndan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da
vahyettik. İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a, torunlarına, Îsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Hârûn'a ve
Süleymân'a, daha önce kendilerini sana anlattığımız elçilere, kendilerini sana anlatmadığımız elçilere,
elçilerden sonra insanların Allah'a karşı bir delilleri olmasın diye, müjdeciler ve uyarıcılar olarak
vahyetmiştik. Dâvûd'a da Zebur'u verdik. Ve Allah, Mûsâ'ya söz söyledikçe söyledi/ onu yaraladıkça
yaraladı, çok sıkıntı çektirdi. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(Nisa/163-165)
19
Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir sırada, “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi”
demeyiniz diye, size tebyîn yapan/ açıkça ortaya koyan Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve
uyarıcı size geldi. Allah, her şeye en çok gücü yetendir.
(Maide/19)
26
15
Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu
bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının
yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık.
16
Ve Biz, bir ülkeyi değişime/yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi
önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar, bunun
aksine, orada hak yoldan çıkarlar. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden
darmadağın ederiz.
(İsra/16)
133,134
Ve inkâr edenler: “Elçiliğini iddia eden bu kişi, Rabbinden bize bir alâmet/gösterge
getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları
bundan önce bir azap ile değişime/yıkıma uğratsaydık, kesinlikle “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber
gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin âyetlerine uysaydık!” diyeceklerdi.
(Ta Ha/133, 134)
ARAPLARA DAHA ÖNCE PEYGAMBER GELDİ Mİ?
Rabbimiz, 46. ayetteki “Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber]
gelmeyen bir kavmi uyarman için …” ifadesiyle peygamberimizin kavmine daha
önce uyarıcı göndermediğini beyan etmiş olmaktadır. Aynı konu Ya Sin suresinin
girişinde de yer almıştı. Dolayısıyla, peygamberimizin uyarılmamış bir kavme
mensup olan anasının, babasının, dedesinin ve daha önceki atalarının
cezalandırılmaları söz konusu değildir.
Kur’an’da ibret alınması için anlatılan kıssalar çok eski zamanlarda geçtiği için
peygamberimizin bu kıssalardaki olaylara tanık olması mümkün değildi. Rabbimizin
bildirdiğine göre bu olayları başkalarından da dinlememişti. Zaten tebliğde
bulunduğu halkın içinden biri olarak geçmiş hayatı hep göz önündeydi, hayatına ait
bilinmeyen bir dönem söz konusu değildi. Peki, o hâlde peygamberimiz bunları nasıl
biliyordu, nereden öğrenmişti? İşte, Kur’an’da anlatılan bütün bu kıssalar bir taraftan
insanların kendilerine hisse çıkarmalarını sağlarken, diğer taraftan da
peygamberimizin elçiliğinin en belirgin kanıtlarını teşkil etmekteydi; hâlâ da öyledir.
44
İşte bu, algılama imkânının olmadığı, geçmişin önemli haberlerinden sana
vahyettiklerimizdir. Ve Meryem'e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında
değildin. Onlar tartışırlarken de sen yanlarında değildin.
(Âl-i Imran/44)
102
İşte bu, sana vahyettiğimiz görmediğinin, duymadığının, bilmediğinin haberlerindendir.
Yoksa onlar yapacaklarına karar verip kötü plân yaparlarken sen onların yanında değildin.
103
Sen şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman ediciler değildir.
(Yusuf/102, 103)
49
İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin
haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz
âkıbet, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişilerindir.
(Hud/49)
48
İşte onlara tarafımızdan o hak gelince de, “Mûsâ’ya verilen şeyler;
alâmetler; göstergeler gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Daha evvel
Mûsâ’ya verileni örtbas edip reddetmemişler miydi? “Birbirine sırt veren;
destekleyen iki sihir; etkili bilgi” dediler. Ve “Şüphesiz biz hepsini kabul
etmeyeceğiz” dediler.
27
49
De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Allah katından bana ve
Mûsâ'ya inen kitaplardan daha çok doğruya kılavuz olan bir kitap getirin de
ben de ona uyayım!”
50
Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca
heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi
hevesine uyandan daha sapık [şaşkın, aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah şirk
koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma yol göstermez.
Peygamberimizle Mekkeli müşrikler arasında geçen konuşmaların nakledildiği
bu ayetlerde; daha önce Musa peygambere verilenleri inkâr ettikleri hâlde ona
verilen asa mucizesi, parlayan el mucizesi, taş levhalar üzerinde yazılı emirler
mucizesi gibi fiziksel mucizelerin peygamberimize verilmemiş olmasını bahane
olarak ileri sürdükleri görülmektedir. Müşriklerin bu itirazları Sebe’ suresinde de
dile getirilmiştir:
31
Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler, “Biz kesin olarak,
bu Kur’ân'a inanmayız, ondan öncekine de...” dediler. Sen şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi
zararlarına iş yapan o kimseleri Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri
çevirdiğini bir görsen! Zaafa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler
olmasaydınız, kesinlikle bizler mü’min kimseler olurduk” diyecekler.
(Sebe’/31)
Müşriklerin bu bahanelerine karşı, Rabbimiz 49. ayette elçisine onların
beklemediği tarzda bir emir vermiştir: “Eğer doğrular iseniz, hemen Allah katından
bu ikisinden [bana ve Musa'ya inen kitaplardan] daha çok doğruya kılavuz olan bir
kitap getirin de ben de ona uyayım!”
Rabbimiz, bu büyük mucizeyi görüp de inanmayanları ve hevasına uyarak inat
edenleri akılsızlık ettikleri için kınamakta ve 50. ayetteki “Allah’tan bir yol
gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık/ şaşkın [aşağı] kim
olabilir?” ifadesiyle bu kimselerin gidişatlarının bozuk olduğunu bildirmektedir.
Akıllı insanın inanış ve yaşayışının bilgiye dayalı olması gerektiğini gösteren bu
ifade, aynı zamanda taklitçiliğin yanlışlığına dair delillerin de en büyüklerindendir.
84
De ki: “Biz, Allah'a, bize indirilen Kur’ân'a, İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a ve
torunlara indirilene, Mûsâ'ya, Îsâ'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç
biri arasında ayırım yapmayız. Ve biz, yalnız O'nun için İslâmlaşanlarız.”
85
Ve kim İslâm'dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir.
Ve İslâm'dan başka din arayan kimse, âhirette zarar edenlerden olacaktır.
86
İmanlarından ve şüphesiz elçinin hak olduğuna tanık olduktan ve kendilerine açık deliller
geldikten sonra, küfreden; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden bir topluma Allah nasıl
kılavuzluk eder? Ve Allah, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna kılavuzluk
etmez.
87,88
İşte onların cezaları, Allah'ın, doğal güçlerin/haberci âyetlerin, insanların hepsinin dışlayıp
gözden çıkarması, sürekli içinde kalmak üzere şüphesiz onların üzerlerindedir. Kendilerinden bu
azap hafifletilmez ve kendilerine süre tanınmaz.
(Âl-i Imran/84-88)
51
Ve andolsun Biz, Söz'ü [vahyi/Kur’ân'ı] öğüt alırlar diye birbiri ardınca
yolladık.
28
52
Sözden [vahiyden/Kur’ân'dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz
kimseler; onlar, Söz'e [vahye/Kur’ân'a] de inanırlar.
53
Ve onlara o Söz [vahy/Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz, ona
inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce
müslüman olanlardık” dediler.
Bu ayet gurubunda Rabbimiz; insanları akıllarını başlarına almaya yönelten
ayetlerini sürekli, ardı ardına indirdiğini vurgulamakta ve daha evvel indirilmiş
kitaplara inanarak Allah’ı tanımış kişilerin bu ayetleri [Kur’an’ı] duyar duymaz
sahiplendiklerini, hemen kabul edip inandıklarını, hatta böyle bir beklenti içinde
bulunduklarını açıkça ifade ettiklerini bildirmektedir.
Bu ayetlerle Mekkelilerin utandırılması da amaçlanmış, sanki onlara “Siz
kendi şehrinizden çıkarılıp gönderilmiş bir lütfu tepiyorsunuz. Oysa uzak
beldelerden insanlar onu işittiklerinde kadrini bilmek ve kendisinden istifade etmek
üzere buraya geliyorlar” denilmiştir.
Esbab-ı nüzul kayıtlarına göre bu ayetler tarihî bir olay üzerine inmiştir.
Şöyle ki:
Habeşistan hicretinden sonra Rasûl'un mesajı ve zuhuruyla ilgili haberler bu ülkeye de
yayılınca 20 kişilik bir Hıristiyan heyeti işin aslını anlamak için Mekke'ye geldi ve Rasûlullah'la
Mescid-i Haram'da karşılaştılar. Kureyş'den bir kalabalık da olup biteni izlemek üzere orada
toplandılar. Heyet üyeleri Rasûlullah'a bir takım sorular sordu, Hz. Rasûl de cevapladı. Sonra onları
İslâm'a davet etti ve önlerinde Kur'an'dan ayetler okudu. Kur'an'ı dinlerken gözyaşlarını tutamayan
heyet üyeleri okunanın Allah Kelâmı olduğunu tasdik edip Rasûlullah'a iman ettiler. Toplantı sona
erip de halk dağılınca Ebu Cehil ve avanesi Hıristiyan grubun yolunu keserek onları şiddetle
payladı: "Şimdiye kadar buraya sizden daha şapşal bir topluluk gelmedi. Ey aptallar güruhu, siz
buraya kavminiz tarafından bu adam hakkında bilgi toplamak için geldiniz. Fakat henüz onunla yeni
karşılaşmışken, itikadınızdan vazgeçtiniz." Bu keremli topluluk şu cevabı verdi: "Selâm olsun size,
sizinle tartışmak gibi bir niyetimiz yok. Siz kendi itikidınızdan mes'ulsunuz, biz kendi itikadımızdan.
Şu var ki, bile bile kendimizi hayırdan mahrum etmeye de yanaşmayız.16
Mukatil ise bu ayetin kırk kişililik bir Hıristiyan grubu hakkında indiğini, bunlardan bir
kısmının Cafer b. Ebi Talip ile birlikte Habeşistan’dan, sekiz tanesinin de Şam’dan gelmiş
olduklarını ve bu sekiz kişinin isimlerinin Bahira, Ebrehe, Eşref, Bureyd, Temam, Eymen, İdris ve
Nafi olduğunu bildirmiştir.17
53. ayetin sonunda Allah nezdindeki dinin sadece İslâm olduğuna işaret
edilmiştir. Yaratılışın başından beri gönderilen her elçi hep bu hayat tarzını getirmiş,
her elçi daima “Müslim” olmuş, takipçilerine de “Müslümanlar” denmiştir. Bu
gerçek şu ayetlerde görülmektedir:
Âl-i Imran/19, 67, 85, Yunus/71, 72, 84, 90-92, Bakara/128, 131-133, Zariat/36, Yusuf/101,
Maide/44, 111 ve Neml/44.
Bilindiği üzere “ ‫م‬İ‫إسل‬İslâm”, ‫سلم‬‫س‬‫مس‬Müslim”, “ ‫سلمان‬‫س‬‫مس‬Müslüman” sözcükleri
Arapçadır. Kur’an, ilk kez Arap kavmine ve o kavmin Arap bir mensubuna indiği
için bu mesajlar Arapça sözcüklerle ifade edilmiştir. Aslında doğal olarak diğer
peygamberler kendi halklarının dili ile konuştuklarından o kavimler “İslâm” ve
Müslüman” kelimelerinin kendi dillerindeki karşılığını kullanmışlardır.
16
(İbn Hişam, c:2, s:32; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c:3, s:82)
17
(Mukatil; ilgili ayet hakkındaki açıklamasından)
29
Rabbimizin Ehlikitap bilginlerinin Kur’an’a inanacaklarını haber veren 52.
ayetteki ifadesi başka ayetlerde de dile getirilmiştir:
199
Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah'a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene –
Allah'a samimiyetle saygı duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar, Allah'ın âyetlerini az bir
değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk
görendir.
(Âl-i Imran/199)
107,108
De ki: “Siz Kur’ân'a ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine bilgi
verilenler; Kur’ân onlara okunduğunda onlar, boyun eğip teslimiyet göstererek çeneleri üstü
kapanırlar. Ve “Rabbimiz her türlü kusurdan arınıktır. Rabbimizin vaadi kesinlikle gerçekleşecektir”
derler.”
109
Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve Kur’ân, onların saygılarını, alçak
gönüllüğünü artırır.
(İsra/107-109)
82
Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak, o
Yahudileri ve o ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi
bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz biz, Nasraniyiz/Hristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun.
Bu, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından
dolayıdır.
83,84
Ve onlar, Elçi'ye indirilen Kur’ânı dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden
dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar: “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte
yaz!” ve “Biz, Rabb'imizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, Allah'a ve haktan
bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler.
(Maide/82- 84)
10
De ki: “Hiç düşündünüz mü? Eğer Kur’ân, Allah tarafından ise ve siz de onu bilerek
reddetmişseniz, bununla birlikte İsrâîloğulları'ndan bir şâhit de onun bir benzeri üzerine tanık olup
da inanmışsa, siz de büyüklük tasladıysanız … Şüphesiz ki, Allah şirk koşarak yanlış, kendi
zararlarına iş yapanlar topluluğuna kılavuzluk etmez.”
(Ahkaf/10)
110
Ve Biz, onların kalplerini ve gözlerini ilkin iman etmedikleri durumdaki gibi ters çeviririz.
Ve Biz de onları taşkınlıkları içerisinde kör ve şaşkın olarak bırakırız.
(Enam/114)
Yukarıdaki ayetlerden, Mekke’de yaşayan veya çeşitli zamanlarda Mekke’ye
gelip giden Ehl-i Kitabın, Kur’an’ı tasdik ettikleri anlaşılmaktadır. Ama bu durum,
onların kendi dinlerini bırakıp Müslüman oldukları anlamına gelmez. Nitekim 53.
ayetteki “Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık” ifadesi de bunu
göstermektedir.
54
İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve
onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden
Allah yolunda harcamada bulunurlar/ başta yakınları olmak üzere
başkalarının nafakalarını temin ederler.
55
Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim
işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm
olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.
30
Bu ayetlerde Kur’an’ı hemen kabul etmiş olan Ehlikitap övülmektedir. Bunlar
her zaman Allah’ı tanımış, yeni bir kitap ve elçi beklentisi içinde olan, yeni kitaba da
inandıktan sonra inancından taviz vermeyen ve hayatlarını Kur’an’daki ilkelere göre
düzenleyen kimselerdir. Bunların ilklerinden olanların isimleri 51-53. ayetlerin
tahlilinde verilmişti. Ayetlerin ifadesinden anlaşıldığına göre, bu kimseler taşradan
gelip giden Ehlikitap değil, Mekke’de yaşayan, baskı ve korku altında tutulan
Ehlikitap’tır. Zira inanç turizmine zarar verir kaygısıyla Mekke zorbalarının taşradan
gelip gidenlere baskı yapması söz konusu değildir.
54. ayette bu kimselerin çifte ödül alacakları bildirilmektedir. Bizim
düşüncemize göre bu ödüllerin birincisi İsa peygambere, ikincisi de peygamberimize
iman etmelerinden ötürüdür. Çünkü onlar Mesih'in şahsiyeti karşısında büyülenip
zihinlerini donduranlar gibi olmadıklarını ve yalnızca İslâm'ı izlediklerini yeni bir
peygamberin gelişiyle karşılaştıkları zorlu imtihanda göstermişler, hiç tereddüt
etmeden yeni peygamberin liderliğindeki İslâm yoluna girmişlerdir. Kavmî ve ırkî
önyargıları reddederek hakk itikat üzerinde sebat gösteren bu kimseler, gelen yeni
peygamberin daha önce Mesih'in tebliğ ettiği İslâm'ı tekrar getirdiğini görerek
Hıristiyanlığa takılıp kalmışların yolundan vazgeçmişler ve böylece Mesih'e değil,
yalnızca Allah'a taptıklarını davranışlarıyla ispatlamışlardır.
Rabbimiz, bu kimselerin peygamberimize yakın olduklarını Maide suresinde
de belirtmiş ve onların bu ayetlerde sözünü ettiği özelliklerini başka ayetlerde de dile
getirmiştir:
82
Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak, o
Yahudileri ve o ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi
bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz biz, Nasraniyiz/Hristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun.
Bu, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından
dolayıdır.
83,84
Ve onlar, Elçi'ye indirilen Kur’ânı dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden
dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar: “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte
yaz!” ve “Biz, Rabb'imizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, Allah'a ve haktan
bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler.
(Maide/82, 83)
114
Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı [mâlî yönden ve zihinsel
açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı oluştur-ayakta tut], çünkü iyilikler kötülükleri giderir.
Bu, ibret alanlara bir öğüttür.
(Hud/114)
72
Ve Rahmân'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın
bir şekilde geçerler.
(Furkan/72)
Ve Furkan/63, Ra’d/21-24, Fussılet/34-36.
56
Kesinlikle sen sevdiğini kılavuzlanan doğru yola iletemezsin; ama Allah
dilediğine doğru yolu gösterir ve O, kılavuzlanan doğru yolu kabullenecek
olanları daha iyi bilir.
Peygamberimize, sevdiği bile olsa kimseyi zorla doğru yola sokamayacağını
bildiren bu ayet, aynı zamanda onu teselli de etmektedir. Çünkü Allah, tercih
yeteneğine sahip olan insanları özgür bırakmıştır ve yine ayette bildirildiği gibi
hidayet Allah’a aittir.
31
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi
49.kasas suresi

Mais conteúdo relacionado

Mais procurados

Kadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerimKadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerim
Selma Demir Uyanik
 
Turkish Quran
Turkish QuranTurkish Quran
Turkish Quran
zakir2012
 
Islamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan MasumiIslamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan Masumi
guestd1cbe2
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Salım Selvi
 
Sikke i tasdik_i_gaybi
Sikke i tasdik_i_gaybiSikke i tasdik_i_gaybi
Sikke i tasdik_i_gaybi
Muhammed Emin
 

Mais procurados (20)

38. sad
38. sad38. sad
38. sad
 
Tarihce i hayat
Tarihce i hayatTarihce i hayat
Tarihce i hayat
 
Cahiliye toplumunu terketmek. turkish (türkçe)
Cahiliye toplumunu terketmek. turkish (türkçe)Cahiliye toplumunu terketmek. turkish (türkçe)
Cahiliye toplumunu terketmek. turkish (türkçe)
 
42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
 
Ehli Sünnet vel-Cemaat Akidesi
Ehli Sünnet vel-Cemaat AkidesiEhli Sünnet vel-Cemaat Akidesi
Ehli Sünnet vel-Cemaat Akidesi
 
34. kaf
34.  kaf34.  kaf
34. kaf
 
02barla
02barla02barla
02barla
 
Kadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerimKadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerim
 
Turkish Quran
Turkish QuranTurkish Quran
Turkish Quran
 
52. hud suresi
52. hud suresi52. hud suresi
52. hud suresi
 
86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi
 
44.meryem suresi
44.meryem suresi44.meryem suresi
44.meryem suresi
 
Islamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan MasumiIslamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan Masumi
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
 
Sikke i tasdik_i_gaybi
Sikke i tasdik_i_gaybiSikke i tasdik_i_gaybi
Sikke i tasdik_i_gaybi
 
Mehdi (a.s.) Teblig metni
Mehdi (a.s.) Teblig metniMehdi (a.s.) Teblig metni
Mehdi (a.s.) Teblig metni
 
76. tur suresi
76. tur suresi76. tur suresi
76. tur suresi
 
25. kadr suresi
25. kadr suresi25. kadr suresi
25. kadr suresi
 
Sünnetin Önemi
Sünnetin ÖnemiSünnetin Önemi
Sünnetin Önemi
 
Mehdi ve altınçağ. turkish (türkçe)
Mehdi ve altınçağ. turkish (türkçe)Mehdi ve altınçağ. turkish (türkçe)
Mehdi ve altınçağ. turkish (türkçe)
 

Semelhante a 49.kasas suresi

Semelhante a 49.kasas suresi (20)

Peygamberler
PeygamberlerPeygamberler
Peygamberler
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
67. zariyat suresi
67. zariyat suresi67. zariyat suresi
67. zariyat suresi
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
 
39. araf
39. araf39. araf
39. araf
 
41.yasin suresi
41.yasin suresi41.yasin suresi
41.yasin suresi
 
50. isra suresi
50. isra suresi50. isra suresi
50. isra suresi
 
53. yusuf suresi
53. yusuf suresi53. yusuf suresi
53. yusuf suresi
 
48.neml suresi
48.neml suresi48.neml suresi
48.neml suresi
 
56. saffatsuresi
56. saffatsuresi56. saffatsuresi
56. saffatsuresi
 
60. gafir suresi
60. gafir suresi60. gafir suresi
60. gafir suresi
 
Peygamberler
PeygamberlerPeygamberler
Peygamberler
 
Hi̇creti̇n geli̇ni̇ HACER
Hi̇creti̇n geli̇ni̇ HACERHi̇creti̇n geli̇ni̇ HACER
Hi̇creti̇n geli̇ni̇ HACER
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 
Miraç
MiraçMiraç
Miraç
 
69. kehf suresi
69. kehf suresi69. kehf suresi
69. kehf suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdf
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdfKur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdf
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdf
 

Mais de TEBYİN-ÜL-KUR’AN

Mais de TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 

49.kasas suresi

  • 1. 49 / KASAS SURESİ GİRİŞ: Adını 25. ayette geçen “ ‫القصص‬Kasas” sözcüğünden alan sure, Mekke’de 49. sırada inmiştir. Ancak, bazı kaynaklarda 85. ayetin hicret yolculuğu sırasında, 52– 55. ayetlerin de Medine’de indiği ileri sürülmüştür.1 Üslûp ve içerik olarak 47. ve 48. sırada inmiş olan Şuara ve Neml surelerine çok benzeyen Kasas suresinde, genel olarak: - Peygamberimize karşı tavır alanlara, şüphelerinin yersizliği ile mazeretlerinin anlamsızlığı gözler önüne serilmek suretiyle itiraz edilmiş, - Allah’ın inananlara yardım edeceği, inanmayanları ise yardımsız bırakacağı mesajı verilmiş, - Allah’tan başka her şeyin faniliği vurgulanmıştır. Surenin Musa peygamberin doğumu ve gençliğine ait bilgilerin verildiği ayetlerinde ise Şuara suresinin 18–21. ayetleri tefsir edilmiştir. 1 (Mükatil; Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) 1
  • 2. RAHMAN, RAHİM ALLAH ADINA MEAL: 1 Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40. 2 Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir. 3 Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz. 4 Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi. 5 Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6 Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim. 7 Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız.” 8 Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi. 9 Ve Firavun'un karısı: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu öldürmeyin, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar. 10 Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.– 11 Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi. 12 Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi. 13 Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek çoğu bilmezler.– 14 Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız. 15 Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi. 16 Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!” dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir. 2
  • 3. 17 Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi. 18 Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi. 19 Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi. 20 Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.” 21 Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” dedi. 22 Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, “Rabbimin bana yolun doğrusunu göstereceğini umarım” dedi. 23 Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: “Hâliniz nedir?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlı bir ihtiyardır.” 24 Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi de “Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım” dedi. 25 Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi ki: “Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni çağırıyor.” Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası; “Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan kurtuldun” dedi. 26 Onun iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır” dedi. 27 Kızların babası dedi ki: “Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın.” 28 Mûsâ, “Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]” dedi. 29 Artık Mûsâ süreyi doldurup ailesiyle/yakınlarıyla yola çıkınca, dağ tarafından bir ateş hissetti. Ailesine, “Benim size bir haber getirmem için siz bekleyin; ben bir ateş hissettim. Yahut ısınırsınız diye o ateşten bir parça getiririm” dedi. 30-32 Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına 3
  • 4. karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır.” 33,34 Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” 35 Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.” *** 36 Mûsâ onlara apaçık alâmetlerimiz/göstergelerimiz ile gelince, “Bu, sadece uydurulmuş bir etkili bilgilerdir. Ve biz önceki babalarımızdan bunu işitmemiştik” dediler. 37 Mûsâ da dedi ki: “Benim Rabbim, kendi katından kimin doğru yol kılavuzu ile geldiğini ve yurdun sonunun kim için daha iyi olacağını daha iyi bilendir. Şüphesiz ki şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, kurtuluşa eremezler.” 38 Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. 39 Firavun, kendisi ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerine inandılar. 40 Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. Şimdi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların sonunun nasıl olduğuna bir bak! 41 Ve onları, ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyâmet günü onlar yardım görmeyecekler de. 42 Ve bu dünyada arkalarına dışlanma, Allah'ın rahmetinden yoksun olma taktık. Onlar, kıyâmet gününde de kötülenmiş/uzaklaştırılmış kimselerdendirler. 43 Ve andolsun ki Biz, ilk nesilleri değişime/yıkıma uğrattıktan sonra Mûsâ'ya, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, kılavuz ve rahmet olarak Kitab'ı/Tevrât'ı verdik. 44 Ve Mûsâ'ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde değildin. Hazır bulunanlardan, görenlerden de değildin. 45 Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz. 46,47 Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un yanında da değildin. Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik. 48 İşte onlara tarafımızdan o hak gelince de, “Mûsâ’ya verilen şeyler; alâmetler; göstergeler gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Daha evvel 4
  • 5. Mûsâ’ya verileni örtbas edip reddetmemişler miydi? “Birbirine sırt veren; destekleyen iki sihir; etkili bilgi” dediler. Ve “Şüphesiz biz hepsini kabul etmeyeceğiz” dediler. 49 De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Allah katından bana ve Mûsâ'ya inen kitaplardan daha çok doğruya kılavuz olan bir kitap getirin de ben de ona uyayım!” 50 Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık [şaşkın, aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma yol göstermez. 51 Ve andolsun Biz, Söz'ü [vahyi/Kur’ân'ı] öğüt alırlar diye birbiri ardınca yolladık. 52 Sözden [vahiyden/Kur’ân'dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler; onlar, Söz'e [vahye/Kur’ân'a] de inanırlar. 53 Ve onlara o Söz [vahy/Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz, ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce müslüman olanlardık” dediler. 54 İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcamada bulunurlar/ başta yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını temin ederler. 55 Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler. 56 Kesinlikle sen sevdiğini kılavuzlanan doğru yola iletemezsin; ama Allah dilediğine doğru yolu gösterir ve O, kılavuzlanan doğru yolu kabullenecek olanları daha iyi bilir. 57 Ve onlar; “Biz seninle beraber doğru yol kılavuzuna uyarsak, yurdumuzdan atılırız” dediler. Biz onları, Kendi katımızdan bir rızık olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere/Mekke'ye yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler. 58 Ve Biz, geçimleriyle şımarmış nice kenti değişime/yıkıma uğratmışızdır. İşte, onların yerleri! Kendilerinden sonra pek az oturulmuş olan meskenleri. Ve Biz, vârislerin ta kendisiyiz. 59 Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi ana kente göndermedikçe, memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değildir. Zaten Biz, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olmayan memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değiliz. 60 Ve size verilen şeyler, basit dünya hayatının kazanımı ve onun süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akıl etmeyecek misiniz? 61 Şu hâlde, Bizim kendisine güzel bir söz verişle söz verip de ona kavuşan kimse, basit dünya hayatının kazanımını kazandırdığımız ve sonra kıyâmet gününde huzurumuza getirilenlerden/huzurumuzda ‘hazırol’da tutulanlardan olan kimse gibi midir? 62 Ve o gün Allah onlara seslenir de der ki: “Yanlış olarak inanmış olduğunuz Benim ortaklar hani nerede?” 5
  • 6. 63 Haklarında Söz gerçekleşen kimseler; “Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak, işte bunları da öylece biz azdırdık. Biz, Sana karşı uzak olduk. Onlar sadece bizlere tapmıyorlardı” derler. 64 Ve “Ortaklarınızı çağırın!” denir, onlar da çağırırlar. Sonra da onlar kendilerine cevap vermezler ve azabı görürler. –Ne olurdu onlar, kılavuzlanan doğru yolu kabullenmiş olsalardı!– 65 Ve o gün Allah, onlara seslenir de; “Gönderilen elçilere ne cevap verdiniz?” der. 66 İşte, o gün onlara bütün önemli haberler kapkaranlık olmuştur; artık onlar birbirlerine de soramazlar. 67 Fakat tevbe etmiş, iman etmiş ve düzeltici işler yapmış kimseye gelince; o, kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir. 68 Ve senin Rabbin, dilediği şeyi oluşturur ve onlar için hayırlı olan şeyleri seçer, onlar için ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından arınıktır ve yüceler yücesidir. 69 Ve senin Rabbin, onların, sinelerinde gizledikleri şeyleri ve açığa vurdukları şeyleri bilir. 70 Ve O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. İlkinde ve sonuncuda tüm övgüler O'nundur, hüküm yalnızca O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz. 71 De ki: “Hiç düşündünüz mü, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyâmet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka size ışık getirecek ilâh kimdir? Hâlâ kulak vermeyecek misiniz?” 72 De ki: “Hiç düşündünüz mü, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyâmet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek ilâh kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?” 73 Ve Allah'ın rahmetindendir ki O, geceyi ve gündüzü; gecede dinlenesiniz ve gündüzün, O'nun karşılıksız, fazladan verdiklerinden arayasınız ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye yaptı. 74 Ve o gün Allah, onlara seslenip der ki: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklar hani, nerede?” 75 Ve Biz her önderli toplumdan bir şâhit çekip çıkardık da, “Haydi, kesin delilinizi getirin!” dedik. Artık bildiler ki, hakikat Allah'a aittir ve uydurageldikleri şeyler kendilerinden ayrılıp kaybolmuştur. 76,77 Şüphesiz Karun, Mûsâ'nın toplumundan idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, şüphesiz onun anahtarları güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir zaman toplumu ona demişti ki: “Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah'ın sana verdiğinde âhiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” 78 Karun, “Bu servet, bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı, birikimi olan kimseleri kesinlikle değişime/yıkıma uğratmıştı. –Ve bu günahkârlar, diğerlerinin günahlarından sorumlu tutulmaz.– 79 Derken Karun, süs, görkem içinde toplumunun karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyen kimseler, “Keşke Karun'a verilen gibi bizim de olsaydı! Şüphesiz ki o Karun, çok büyük bir nasip sahibidir” dediler. 6
  • 7. 80 Ve kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler ise, “Yazıklar olsun size! İman eden ve sâlihi işleyen kimseler için Allah'ın vereceği ödül daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” dediler. 81 Sonunda Biz onu ve evini yere geçirdik. Artık Allah'ın astlarından kendisine yardım edecek bir taraftar da olmadı ve o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. 82 Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şâyet Allah bize armağan vermiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler kendilerini kurtaramıyorlar” diyerek sabahladılar. 83 İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimseler için hazırlarız. Ve âkıbet, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler içindir. 84 Kim bir iyilik getirirse, ona ondan daha hayırlısı/ ona ondan dolayı bir hayır vardır. Ve kim bir kötülük getirirse; işte o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları şeyler ile karşılıklandırılırlar. 85 Şüphesiz ki Kur’ân'ı sana farz kılan Allah, elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Benim Rabbim, kimin doğru yol kılavuzu ile geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir.” 86 Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/ yardımcı olma. 87 Ve ortak koşanlar sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın âyetlerinden alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et. Ve asla ortak koşanlardan olma! 88 Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun Zatından başka her şey yok olacaktır. Yasa-ilke, yalnızca O'nundur. Siz de ancak O'na döndürüleceksiniz. İsra1 Kulunu, bir gece, âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Zat, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir. TAHLİL: 1 Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40. Surenin bu ilk ayeti Şuara suresinin ilk ayeti ile aynı olduğundan, açıklama için Şuara suresinin “huruf-u mukattaa” ile ilgili kısmına bakılmasını öneriyoruz. 2 Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir. Birinci ayet gibi, bu ayet de Şuara suresinin ikinci ayetiyle aynıdır. Bazı bilginler, bu ayette geçen “apaçık / açıklayıcı kitap” ile Tevrat’ın kastedildiğini ileri sürmüşlerdir. Biz, “apaçık/ açıklayıcı kitap”ın Kur’an olduğu inancındayız. Çünkü buradaki “ ‫تلك‬tilke [bunlar]” işaret zamiri ile işaret edilenler [bundan sonra gelen 7
  • 8. ayetler], Musa peygamberin hayat hikâyesine ait ayetlerdir ve bunların Musa peygambere verilen kitapta bulunması söz konusu değildir. Ayrıca Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmuştur: 1 Elif/1, Lâm/30, Râ/200. İşte bunlar, o yasalar içeren kitabın âyetleridir. 2 İnsanları uyar ve inananlara Rableri nezdinde kesinlikle “kademe sıdk [hoş gelişler, mutlu yaşamlar]” olduğunu müjdele diye kendilerinden, olgun bir adama vahyedişimiz onlara tuhaf mı geldi? Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, “Hiç şüphesiz bu elçi/ bu kitap, kesinlikle apaçık büyüleyici sözler söyleyen bir bilgindir/göz boyayan etkili bilgilerdir” dediler. (Yunus/ 1, 2) Açıkça anlaşıldığı üzere, Yunus/1, 2. ayetlerde işaret edilen “Hakîm Kitap”, Kur’an’dır ve insanları uyarmak, inananlara müjde vermek için kendisine vahyedilen kişi de Allah elçisi Muhammed’dir. Dolayısıyla, konumuz olan 2. ayette “ ‫تلك‬ tilke” işaret zamiriyle kastedilenler de Kur’an ayetleri olmalıdır. 3 Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz. Ayetteki “iman edecek bir kavim” ifadesiyle, bu kıssanın ancak inanacak bir kavme yararı olacağı vurgulanmıştır. Dolayısıyla kıssanın inanmayan, inatla arkasını dönen kimselere fayda vermemesi doğaldır. Ayette, teb’îz [kısmilik] anlamı içeren “ ‫مممن‬min” edatı getirilerek Musa peygamber ve Firavun’a ait kıssalardan birkaçının anlatılacağı ifade edilmiştir. Nitekim suredeki kıssa Musa peygamber ve Firavun’a ait kıssaların tamamı değil, bir bölümüdür. Söz konusu kıssaların tamamına ulaşmak için Kur’an’daki birçok bölümün bir araya getirilmesi gerekir. Bu kıssalar şu surelerdedir: Bakara/47–59, A'raf/103–141, Yunus/75–92, Hud/96–100, İsra/101–104, Meryem/51–53, Ta Ha/1– 99, Müninun/45–49, Şuara/10–68, Neml/7–14, Ankebut/39–40, Mümin/23–44, Zühruf/46–56, Duhan/17–37, Zariyat/38–40, Naziat/15–26]. Ayette “okuyoruz [takip ettiriyoruz]” şeklinde çevirdiğimiz sözcüğün aslı “ ‫تلةوة‬ tilavet” sözcüğüdür. “Tilavet” sözcüğü her ne kadar “okumak” olarak meşhur olmuşsa da, Türkçedeki “okumak” fiili “tilavet” sözcüğünün ifade ettiği anlamı tam olarak karşılamamaktadır. “Tilavet” sözcüğü, Şems suresinin 2. ayetindeki “Ve takip ettiği zaman Ay’a kasem olsun ki” ifadesinde görüldüğü gibi, “takip etmek, arkasına düşmek, yakın takip” demektir.2 Dolayısıyla konumuz olan ayetteki “tilavet” sözcüğü ile Allah’ın kendi elçisine vahyini, emirlerini, yasaklarını, kıssalarını dikkatle ve yakından takip ettirmesi kastedilmiştir. 4 Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi. 2 Lisanü’l Arab, c:1, s:623-625, “tlv” mad. 8
  • 9. Bu ayetle Musa peygamber ve Firavun kıssasına başlanılmış ve Firavun’un genel politikası ilk kez burada açıklanmıştır. Bildirildiğine göre kendisini yüceler yücesi gören Firavun, emri altındaki halkı gruplara ayırmış ve bunlardan israiloğullarını, eğitimsiz, öğretimsiz, mesleksiz bırakmak suretiyle güçsüzleştirmek istemiştir. Not: Firavunun uyguladığı güçsüzleştirme programını ifade eden ayetlerde geçen “katl” ve “zebh” sözcükleri mecâzidir. Bu konuda A’raf suresinin 141. Ayetinin tahlilinde ayrıntılı açıklama yapılmıştır. Firavun’un bu politikası, daha sonra karşımıza gelecek başka ayetlerde de açıklanmıştır: 49 Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.– (Bakara/49) 6,7 Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbinizden size çok büyük yıpranarak bir sınav vermek vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: “Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını öderseniz, elbette size artırırım ve eğer iyilikbilmezlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” (İbrahim/6, 7) Ayette geçen “Şüphesiz ki Firavun yeryüzünde yüceldi” ifadesindeki “yüceldi” sözcüğü “tekebbür etti, zorba oldu, büyüklük tasladı ve azdı” anlamlarına gelir. Bununla Firavun’un kuvveti, kudreti kastedilmiştir. İfadede yer alan “yeryüzünde” tümleci ise bütün yeryüzünü değil, sadece Firavun’un idare ettiği beldeyi belirtir. Yukarıdaki metinden anlaşıldığına göre; Yusuf peygamberin ölümünden sonra Mısır’ın başına geçen yönetici, kendi kavmini [Kıptîleri] İsrailoğullarına karşı baskın hâle getirmek için her vasıtaya başvurmuştur. Yönetim tarafından izlenen bu ırkçı politika sebebiyle İsrailoğulları sadece en ağır işlere koşulmak suretiyle küçük düşürülüp aşağılanmakla kalmamışlar, yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesi gibi insanlık dışı bir uygulamaya da maruz bırakılmışlardır. Firavun’un bu politikayı hangi gerekçe ile izlediği, yukarıdaki alıntının 10. cümlesinden açıkça belli olmasına rağmen, bu konuda Talmud ve diğer İsrailiyat kalıntılarına itibar edilerek aşağıdakilere benzer birçok hikâye düzülmüştür: Bir kâhin, Firavun’a, "İsrailoğulları arasında, falanca gecede doğacak bir çocuk sebebiyle, senin mülkün ve devletin yok olup gidecektir" demiş, o belirtilen gecede de oniki erkek çocuk doğmuş, Firavun ise onları öldürtmüştür. Müfessirlerin ekserisine göre, bu işkence, İsrailoğulları arasında uzun seneler devam etmiştir. Vehb şöyle demektedir: "Kıptîler, Musa [a.s]'yı bulabilmek için, İsrailoğullarından doksanbin kişiyi öldürdü." Süddî'ye göre Firavun, rüyasında, Beyt-i Makdis yönünden bir ateşin geldiğini; Mısır diyarını da içine aldığını, derken İsrailoğullarını değil de Kıptileri yakıp kül ettiğini görmüş. Böylece de, rüyasını tabircilere sormuş, onlar da, İsrailoğullarının geldiği ve onların içinden Mısır'ın helâkine sebep olacak olan bir adamın açacağını söylemişler. Bunun üzerine Firavun da İsrailoğullanının erkeklerinin öldürülmesini emretmiştir.3 3 (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb) 9
  • 10. FİRAVUN'UN İFSADI Ayette Firavun’a yönelik olarak geçen “Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi” ifadesiyle Firavun’un erkek çocuklarının mağdur, perişan edilmesi talimatını vermekle yaptığı işin sadece kargaşa çıkarmaktan ibaret bir bozgunculuk mesabesinde olduğuna işaret edilmektedir. Yoksa bu uygulamasıyla Firavun’un Allah’ın takdirine engel olması mümkün değildir. 5 Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6 Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim. Bu ayetlerde, yapılan zulmün ortadan kaldırılmasına yönelik Sünnetüllah, olaya özgü bir üslûpla ifade edilmiştir. Bilindiği gibi, Rabbimiz, rahmeti üzerine borç yazmış ve bunun gereği olarak da insanlığın fesattan kurtulup adil ortamlarda yaşaması için elçi göndermiş, kitap indirmiş, zalimlere hiç müsamaha göstermemiştir. Nitekim tarihe bakıldığında küfür dönemlerine rastlamak mümkündür ama yıkılmadan devam etmiş bir zulüm dönemi görmek mümkün değildir. 6. ayette geçen “çekinmekte oldukları şeyleri” ifadesi, “istemedikleri, başlarına gelmesinden korktukları” anlamına gelmektedir. Bu, onların iktidarlarının son bulması, devletlerinin yıkılması demektir. İlâhî plân bununla da kalmayacak, ayrıca İsrailoğullarının Firavun’un sahip olduğu nimetlere konmaları, çeşitli lütuflara kavuşmaları ve toplumlara önder olmaları şeklinde tezahür edecektir. HAMAN Bu isim, bu surenin 6. ve 38. ayetleri ile Mümin suresinin 36. ayetinde olmak üzere Kur’an’da toplam üç kez geçmektedir. Bu ayetlerden anlaşıldığına göre Haman, Firavun’a çok yakın olan birisidir. Ancak bizim görüşümüz, “Haman” isminin o kişinin özel ismi olmayıp unvanı olduğu yolundadır. Büyük bir ihtimalle “Haman” ismi eski Mısır dininde tanrı Amon’a nispet edilen yüksek sınıftan rahiplere verilen “Ha-Amen” unvanının Arapçalaşmış şeklidir. Bu durumda, o çağda Mısır’da hâkim olan Amon kültünü temsil eden en yüksek dereceli rahibin, yönetimde Firavun’dan sonra gelen ikinci adam olması da gayet doğaldır. Ayrıca Haman’dan “kule yapıcısı” olarak söz edilmesi, büyük Mısır piramitlerinin dinsel amacına ve başrahibin piramitlerin baş mimarı olarak üstlendiği fonksiyona işaret ediyor olabilir. Fakat bazıları, Kur’an’da geçen “Haman” ile Kitab-ı Mukaddes’teki “Haman”ı birbirine karıştırmışlar ve bu karıştırmaya bağlı olarak da konumuz olan ayetle ilgili eleştiride bulunmuşlardır. Onlara göre Haman; Musa peygamberden bin sene sonra yaşamış Pers Kralı I. Artakserkses’in nedimidir (Kitab-ı Mukaddes; Ester). Ancak bu iddia, dünyada Artakserkses’in nedimi olan Haman’dan başka “Haman” isimli 10
  • 11. bir şahsın yaşamadığı anlamına gelmektedir ki, dünyadan tek bir Haman’ın geçtiğinin kabul edilmesi demek olan bu iddiaya itibar edilmemesi gerekir. 7 Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız.” Yukarıda, 3. ayette konu edilen tilavet [okuma, yakından izletme ve anlatım], o günlerin genel durumu hakkında bilgi veren 4–6. ayetlerden sonra bu ayetten itibaren Yüce Allah’ın Musa’nın anasına vahyetmesiyle başlamış olmaktadır. Buradaki “vahiy”, “ilham etme, içe doğurma, kalbe doğurma” anlamındadır. Vahyin şekilleri ve anlamları ile ilgili olarak Necm suresine bakılabilir. İsrailoğullarının erkek çocuk doğuran diğer kadınları gibi, Musa’nın (as) annesinin de öldürülmeye mahkûm bir erkek çocuk dünyaya getirmesi üzerine, Yüce İrade tarafından ona ilk olarak çocuğun emzirilmesi vahyedilmiştir. Çocuğun suya bırakılması ile ilgili ilham ise çocuğun tehlikede olduğunu sezmesi koşuluna bağlı olarak verilmiştir. Musa peygamberin annesine yapılan vahiy, Ta Ha suresinde şöyle yer almıştır: 38 Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39 Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, (Ta Ha/38, 39) Musa peygamberin doğumu Kitab-ı Mukaddes’te ise şöyle anlatılmaktadır: 1- Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi. 2- Kadın gebe kaldı ve bir oğlan doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay gizledi. 3- Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı. 4- Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzaktan gözlüyordu. 5- O sırada Firavun'un kızı yıkanmak için ırmağa indi. Hizmetçileri ırmak kıyısında yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, Firavun'un kızı onu getirmesi için hizmetçisini gönderdi. 6- Sepeti açınca ağlayan çocuğu gördü. Ona acıyarak, "Bu bir İbrani çocuğu" dedi. 7- Çocuğun ablası Firavun'un kızına, "Gidip bir İbrani sütnine çağırayım mı?" diye sordu, "Senin için bebeği emzirsin." 8- Firavun'un kızı, "Olur" diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı. 9- Firavun'un kızı kadına, "Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm" dedi. Kadın bebeği alıp emzirdi. 10- Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavun'un kızı çocuğu evlat edindi. "Onu sudan çıkardım" diyerek adını Musa koydu.4 8 Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi. 4 Çıkış Bab; 2/ 1-10: 11
  • 12. Ayetten anlaşıldığına göre Musa peygamberin annesi bir tehlike sezmiş ve kendisine vahyedildiği gibi bebeğini suya bırakmıştır. Bu noktadan sonra Yüce İrade işe müdahale etmiş, bebeğin Firavun ailesi tarafından “buluntu” olarak alınmasını sağlamıştır. Bu eylem ayette “ ‫إلتقاط‬iltikat” sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu sözcük “bir şeyi almak, bir şeyi aramaksızın, istemeksizin bulmak, kılları yolmak” demektir. Rabbimiz, bebeğin bulunmasını sağlama nedenini “kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere” diye açıklamıştır. Demek ki bebek ve annesi için bir nimet olan bu hadise, Firavun ve Haman için bir ceza durumundadır. Çünkü onlar, kendi yönetimlerine son verecek olan kişinin bulunan çocuk olduğunun farkında değillerdir. Onlar, üzerinde bulundukları küfür ve zulümden dolayı suçludurlar ve Allah da onları ileride helâklerine sebep olacak kimseyi [en büyük düşmanlarını] kendi ellerinde büyütmelerini sağlamak suretiyle cezalandırmıştır. ‫لقطة‬LUKATA Ayetten anlaşıldığına göre, Firavun bebeğe “‫لقطة‬ lukata” kurallarına göre sahip çıkmıştır. “‫لقططة‬ Lukata” kuralı Kur’an’da geçmemekle beraber bütün dinlerde ve evrensel hukukta var olan “malı koruma” prensibine dayanması sebebiyle Kur’an’dan onay alır. “‫لقطة‬ Lukata”, bir hukuk terimi olarak “mülkiyetini veya üzerindeki hakkını terk etme niyeti olmaksızın sahibinin iradesi dışında kaybolmuş ve başkası tarafından bulunup sahibine verilmek üzere alınmış; bulanın sahibini bilmediği, üzerinde sahibinden başkasının tasarruf hakkı olmayan mal” şeklinde tanımlanmıştır. Hukuk alanında “‫لقطة‬ lukata”, tanık göstermekten duyuru yapmaya, sahibine teslim şartlarından bulanın sahibi çıkmayan buluntudan yararlanma koşullarına, kısımlarından vergisine kadar ayrıntılı olarak incelenmiştir. 9 Ve Firavun'un karısı: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu öldürmeyin, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar. Firavun’un karısının bu ayette geçen “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz” şeklindeki sözleri gerçekleşmiş ve Musa bebeğin ileriki yıllarda ona büyük faydası olmuştur. Sonradan iman eden bu saygıdeğer kadın, Rabbimiz tarafından tüm insanlığa örnek gösterilmiştir: 11 Allah, inanan kimselere de Firavun'un karısını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana nezdinde cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun'dan ve onun işinden kurtar. Ve beni şu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” demişti. (Tahrim/11) 9. ayetin sonundaki “Ve onlar, şuurlarını kullanmıyorlar [işin farkında olmuyorlar]” ifadesi bir parantez içi cümle olup Rabbimize aittir. Bu ifadeden “onlar kendi helâklerinin Musa sebebiyle ve onun elinden olacağının farkında değiller” veya “izlendiklerini bilmiyorlar” anlamlarını çıkarmak mümkündür. Ancak bu sözlerin Firavun’un karısına ait olduğu kabul edilerek “İsrailoğulları ve Mısır halkı bizim onu bulduğumuzun farkında değiller” şeklinde de anlaşılabilir. 12
  • 13. Firavun’un karısının “onu öldürmeyin” demesi, Firavun’un ve hizmetçilerin bebeğin varlığından rahatsızlık duyduklarını düşündürmektedir. Ama Ta Ha suresinin “Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için” anlamındaki 39. ayetinde bildirildiği gibi, Rabbimiz Firavun’un karısının kalbine bir sevgi bahşetmiş ve onun bebeği sahiplenmesini sağlamıştır. 10 Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.– 11 Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi. 12 Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi. 13 Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek çoğu bilmezler.– Bu ayet grubunda ilâhî plânın nasıl işlediği açık ve net olarak gösterilmektedir. Hatırlanacak olursa, kıssanın bu bölümündeki olaylar, Ta Ha suresinin 40. ayetinin içinde iki cümle ile özetlenmişti: Hani kız kardeşin yürüyordu da; ‘Sizi onun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi!’ diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni fitnelendirdikçe fitnelendirdik. Sonra da yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir karar üzerine geldin, ey Musa! (Ta Ha/40) Ayetlerden anlaşıldığına göre, bebeğin kız kardeşi onu saraya kadar izlemiş ve ne olup bittiğini öğrenmek için orada kalmıştır. Bebeğin hiçbir sütanneyi kabul etmemesi üzerine kraliçeye “Size, onun bakımını sizin namınıza üstlenecek ve ona nasihatte bulunacak [eğitecek] bir aile göstereyim mi?” demiştir. Dikkat edilirse, kız kardeş buradaki ifadesinde “uygun bir sütanne” değil de, bebeğe sevgi ve özenle bakacak ve onu eğiterek yetiştirecek bir aile tavsiye edebileceğini belirtmiştir. Çocukların doğumlarından itibaren iyi bakılıp yetiştirilmeleri için kendilerine dadılık da yapabilecek sütannelere verilmesi, varlıklı aileler arasında eskiden beri uygulana gelen bir gelenektir. Bu gelenek Araplarda da vardır ve nitekim peygamberimiz de sütannesi Halime tarafından büyütülmüştür. Kız kardeşin tavsiyesi üzerine bebeğin ailesine verilmesi, bebeğin annesi bakımından büyük bir bahtiyarlıktır. Çünkü kadın hem öz çocuğunu emzirecek, büyütecek, eğitecek, hem de bu iş için Firavun’dan ücret alacaktır. Görüldüğü gibi, Allah tarafından yürürlüğe konulan bu esrarlı plânın bir güzel noktası da, Musa’nın (as) Firavun tarafından sarayda bir prens olarak değil, kendi ailesi içinde İsrailoğullarının inancı ve kültürüne göre yetişecek olmasıdır. Nitekim Musa (as) bu plân gereği Firavun sınıfının, halkının bir üyesi olmamış, tam bir İsrailoğlu olmuştur. Kitab-ı Mukaddes’te ve Talmud’ta çocuğa “Moses [Musa]” isminin Firavun’un sarayında verildiği yazmaktadır. İbranice olmayıp Kıptîce olan bu 13
  • 14. sözcük “Onu sudan çıkardım” anlamına gelmektedir. Zira Kıptî lisanında “mo”; “su” demektir ve “oshe” de ibarenin diğer kısmına karşılıktır.5 13. ayetin sonundaki “Velâkin onların pek çoğu bilmezler” ifadesi, “Allah’ın takdirinin ne olduğunu bilmezler” şeklinde anlaşılmalıdır. Çünkü insanlar bir olayın kendileri için iyi veya kötü olacağını, bu konudaki takdiri baştan bilemezler. Dolayısıyla, sonu kendileri için kötü olacak bir olaydan hoşnut olabilir, kendileri için hayır getirecek nahoş görünümlü bir gelişmeden de hoşlanmayabilirler: 11 Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok acelecidir. (İsra/11) 216 Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara/216) 19 Ey iman etmiş kişiler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız/ mallarından istifade etmek amacıyla onların sizden ayrılmasını engellemeniz size helal olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınız. Ve onlarla örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen yollarla ilişkide bulununuz. Ve eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah, sizin hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır oluşturacak olabilir. ( Nisa/19) 14 Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız. Bir kimseye “huküm ve ilim verilmesi”, ona peygamberlik verilmesi demektir. Buna göre ayet, Musa peygambere elçilik verildiğini ve hayatının bu döneminde yiğitlik çağına girip oturaklaştığını bildirmektedir. Ayette geçen “yiğitlik çağı”, yukarıda mealini verdiğimiz Ta Ha suresinin 40. ayetinden de anlaşılacağı gibi, Musa peygamberin çeşitli badirelerden geçirildikten sonraki çağıdır. Bu durum, Şuara suresinin 18–22. ayetlerinde Musa peygamberin kendi ağzından nakledilmiştir: 18 Firavun: “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? 19 Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de...” dedi. 20-22 Mûsâ: “Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana yasalar-ilkeler bahşetti ve beni elçilerden biri yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrâîloğulları'nı kendine köle edinmiş olmandır” dedi. (Şuara/18-22) Sünnetüllah’taki “çeşitli badirelerden geçirip olgunlaştırdıktan sonra hüküm ve ilim verme” uygulaması, Yusuf peygamberin hayatında da aynen görülmektedir. O da çeşitli badirelerden geçirilip olgunlaştırıldıktan sonra kendisine ilim ve hikmet verilmiştir. İlim ve hikmet verilmesi, Kur’an bağlamında elçi yapılmakla aynı anlama gelmektedir. Konumuz olan ayette geçen “olgunlaşma” ile hem bedenî kuvvetlerin kemale ermesinin, hem de zihinsel kuvvetin mükemmelleşmesinin kastedildiği açıktır. Ancak; içsel ve çevresel faktörlere göre kişiden kişiye değişen olgunluk çağının 5 (Kitab-ı Mukaddes dipnotları) 14
  • 15. hangi yaşa tekabül ettiği belirtilmemiştir. Rabbimiz bu hususu başka bir ayette belirtmiş ve olgunluk çağına ulaşmayı “kırk seneye gelme” olarak ifade etmiştir: 15 Ve Biz insana, ana ve babasına iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi yükümlülük olarak ulaştırdık. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı/ doğurdu. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Sonunda insan, olgunluk çağına ulaştığı ve kırk seneye geldiğinde: “Rabbim! Bana ve anama- babama ihsan ettiğin nimetlerine karşılık ödememi ve Senin hoşnut olacağın sâlihi işlememi sağla. Benim için soyumun içinde düzeltmeler yap/ sâlih kimseler ver. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz müslümanlardanım” dedi. (Ahkaf/15) Gerçekten de, yapılan araştırmalar insanın bedensel ve zihinsel gelişiminin 40. yaşa kadar sürdüğünü göstermektedir. 40. yaştan sonra bedensel faaliyetlerde gerileme başlarken aklî melekelerde ise artışlar devam etmektedir. Bu durum, olgunluk yaşının 40. yaş olarak kabul görmesine yol açmıştır. Rabbimizin vahiy için 40. yaşı seçmesi bu inceliklerden dolayıdır. Nitekim peygamberimiz de, tarihî belgelere ve tevatüren gelen bilgilere göre 40 yaşlarında iken elçi olarak görevlendirilmiştir. 15 Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi. 16 Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!” dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir. 17 Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi. 18 Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi. 19 Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi. 20 Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.” 21 Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” dedi. Musa peygamberin hayatından bir başka kesit içeren bu ayet grubunda iki nokta dikkat çekmektedir. Birinci nokta: Yukarıdaki paragrafın 15–17, 21. ayetlerinde ve sonra gelen 22, 24. ayetlerde bildirildiğine göre, Musa delikanlılık çağında da Allah’ı tanımakta, O’na yalvarmakta, şeytanın zararlarını bilmekte, tövbe etmekte ve zalime yardım etmemektedir. Bu davranışlar onun Kıpti inanışlarından farklı bir inanca sahip 15
  • 16. olduğunu göstermektedir. Ki, onun bu inancını İsrailoğulları [ailesi] arasında büyüyerek edindiği, Kur’an’ın kıssa ile ilgili diğer ayetlerinden de anlaşılmaktadır. İkinci nokta: Musa bir cinayet işlemiş olmasına rağmen Allah onu affetmiştir. Diğer bir ifadeyle Allah, Musa’nın üzerindeki kul hakkını da bağışlamıştır. Bu ayet grubunda nakledilen olaylar Kitab-ı Mukaddes’te şöyle yer alır: 11- Musa büyüdükten sonra bir gün soydaşlarının yanına gitti. Yaptıkları ağır işleri seyrederken bir Mısırlının bir İbrani'yi dövdüğünü gördü. 12- Çevresine göz gezdirdi; kimse olmadığını anlayınca, Mısırlıyı öldürüp kuma gizledi. 13- Ertesi gün gittiğinde, iki İbrani'nin kavga ettiğini gördü. Haksız olana, "Niçin kardeşini dövüyorsun?" diye sordu. 14- Adam, "Kim seni başımıza kâhya atadı?" diye yanıtladı, "Mısırlıyı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun?" O zaman Musa korkarak, "Bu iş ortaya çıkmış!" diye düşündü.6 Görüldüğü gibi, Kitab-ı Mukaddes’teki anlatım Kur’an’ın anlatımından farklıdır. Bu da demektir ki, Kur’an, Kitab-ı Mukaddes’teki tahrifatı düzeltmiştir. Kur’an’daki anlatıma göre, olayda Mısırlı Kıpti değil, İsrailoğullarından olan adam suçludur. Görünüşe bakılırsa, Musa olayda duygusal davranmış ve hangi tarafın haklı olduğunu anlamaya çalışmadan İsrailoğullarından olan adamın yardımına koşmuştur. Ama işin aslını öğrenince sadece adamı öldürdüğü için değil, aynı zamanda peşin hükümle hareket ettiği için ciddî bir suç işlemiş olduğunu fark etmiştir. MUSA’NIN ŞEHİR HALKININ HABERİ OLMADAN ŞEHRE GİRMESİ 15. ayetteki “Ve Musa, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi” ifadesi, Musa’nın yolların ıssız olduğu bir saatte, muhtemelen herkesin evlerinde bulunduğu bir vakitte ve şehir dışındaki bir yerden şehre geldiğini göstermektedir. Anlaşılan o ki, Musa, hayatının o döneminde, genel yerleşim bölgesinden uzak, şehir dışında bir yerde bulunan kraliyet sarayında yaşamaktadır ve şehre de ya sabahın erken saatlerinde, ya bir yaz mevsiminin öğle saatlerinde, ya da bir kış mevsiminin gece saatlerinde gelmiştir. 22 Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, “Rabbimin bana yolun doğrusunu göstereceğini umarım” dedi. Musa peygamberin Mısır’dan kaçarak Medyen’e yöneldiğini bildiren bu ayetten itibaren onun hayatından başka bir kesit anlatılmaya başlanmıştır. Musa peygamberin başka yere değil de Medyen’e yönelmesi, bize göre, hem Medyen halkının İbrahim peygamberin soyundan geliyor olması, yani Medyenliler ile İsrailoğullarının akraba oluşu, hem de Medyen bölgesinin Firavun’un kontrolünde olmaması gibi nedenlerden dolayıdır. Medyen ile ilgili bilgiler A’râf suresinin tahlilinde verilmiştir. Ayette görüldüğü gibi, Musa peygamber, yola çıkar çıkmaz Allah’ın kendisine yolun doğrusunu göstereceğine inanarak dua etmiştir. Bu duada geçen “yolun 6 Çıkış; 11. Bab: 11–14: 16
  • 17. doğrusu” ifadesinden hem Medyen’e giden yolun, hem de zulümden, şirkten, küfürden uzak olan iman ve İslâm yolunun anlaşılması mümkündür. Kitab-ı Mukaddes’te de Kur’an’ın verdiği bilgilere uygun olarak Musa peygamberin Mısır’dan ayrıldıktan sonra doğruca Medyen’e gittiği, Talmud’ta ise önce Habeşistan’a gittiği, orada krallığa kadar yükseldiği ve daha sonra 67 yaşında Medyen’e gittiği yazmaktadır. 23 Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: “Hâliniz nedir?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlı bir ihtiyardır.” 24 Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi de “Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım” dedi. 25 Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi ki: “Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni çağırıyor.” Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası; “Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan kurtuldun” dedi. 26 Onun iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır” dedi. 27 Kızların babası dedi ki: “Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer onabirkaç artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın.” 28 Mûsâ, “Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]” dedi. Bu ayet grubunda, Musa peygamberin Mısır’dan çıktıktan sonra Medyen’e ne kadar zamanda vardığına ve yolda neler olduğuna dair herhangi bir bilgi verilmeden, doğrudan Medyen’de yaşadıklarına değinilmektedir. Musa peygamber ile kadınlar arasında geçen konuşmadan anlaşılmaktadır ki; babalarının çok yaşlı olması ve ailelerinde başka bir erkeğin bulunmaması gibi nedenlerle hayvanları sulama işini kadınlar üstlenmek zorunda kalmışlardır. Suyun başında hayvanlarını sulayan diğer çobanlarla başa çıkamadıkları için de onların kendi hayvanlarını sulayıp suyun başından ayrılmalarını beklemek zorundadırlar. Müslümanlar arasında yaygınlaşmış rivayetlerde bu kadınların babaları Şuayb peygamber olarak geçmektedir. Hatırlanacağı üzere, A’râf suresinin 85-92 ve Şuara suresinin 176, 177. ayetlerinde de Medyen halkına elçi olarak Şuayb peygamberin gönderildiği bilgisi yer almaktadır. Ancak bu, kadınların olgun ve yüksek karakterli bir zat olduğu şüphesiz olan babalarının Şuayb peygamber olduğu anlamına gelmez. Çünkü konu olan ayetlerde kadınların babasının Medyen’de elçilik yaptığına dair bir işaret bulunmadığı gibi, bu kişinin Şuayb peygamber olduğuna dair de açık veya ima yollu bir ifade mevcut değildir. Bu sebeple biz, kadınların isimlerini bile “Ley Ya” ve “Saferiyye” olarak verme cüreti gösteren ciddiyetten uzak nakillere itibar etmiyor ve bu konuda Rabbimizin verdiği bilgilerle yetiniyoruz. Kitab-ı Mukaddes’te ise kadınların babası olan kişi hakkında, bir yerde Revail [veya Reuel], başka bir yerde de Jethro denilmiş ve bu kişi Medyen’in kâhini olarak gösterilmiştir. 17
  • 18. 16- Midyanlı bir kâhinin yedi kızı su çekmeye geldi. Babalarının sürüsünü suvarmak için yalakları dolduruyorlardı. 17- Ama bazı çobanlar gelip onları kovmak istedi. Ne var ki, Musa kızların yardımına koştu, hayvanlarını suvardı. 18- Sonra kızlar babaları Reuel'in yanına döndüler. Reuel, "Nasıl oldu da bugün böyle tez geldiniz?" diye sordu.7 1- Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı'nın dağına, Horev'e vardı.8 5- Yitro Musa'nın karısı ve oğullarıyla birlikte Tanrı Dağı'na, Musa'nın konakladığı çöle geldi.9 25-27. ayetlerde anlatılan olaylar, aynı zamanda insanlığa birkaç açıdan ders verici bir nitelik de içermektedir. Birinci ders: Musa’ya kızını teklif eden zat, “sekiz sene” veya “on sene” hizmet demeyip “sekiz veya on hac dönemi” hizmet istemektedir. Ki burada Musa’nın ilahiyat eğitimi için sekiz veya on kerre hacca gönderileceği ima edilmektedir. Musa hacca (İlahiyat eğitimi almak için Mekke’ye) her sene giderse sekiz yıl eder; gitmediği, gidemediği yıllar olursa bu süre uzar. Burada önplana çıkan süre, sekiz ya da on haccın yapılmasıdır, mutlak sekiz ya da on sene hizmet değildir. Bir diğer dersi merhum Seyyid Kutub şöyle açıklamıştır: “Yirmi yedinci ayetten öğreniyoruz ki, kızların babası gayet açık ve sade bir dille hangisi olduğunu belirtmeden kızlarından birini Musa'ya öneriyor. Belki de adam; daha önce de belirttiğimiz gibi delikanlı ile arasında karşılıklı güven ortamı oluşan kızının hangisi olduğunu sezmişti. Adam kızını nikahlamasını istiyor ve bundan utanmıyor. Bir aile kurmayı, bir yuva oluşturmayı öneriyor, bunda da utanılacak bir şey yoktur. Sıkılmaya, çekingen davranmaya, dolaylı sözlerle ima etmeye gerek yoktur. Normal fıtrattan sapan, yapay, boş ve anlamsız geleneklere kul-köle olan toplumlarda görülen zorlamalara, törelere gerek yoktur. Bu tür toplumlarda yaygın bu anlamsız gelenekler babayı ya da kızın velisini, kızını veya kız kardeşini ya da bir yakınını ahlâkını ve dinini beğendiği, evlilik hayatını sağlıklı bir şekilde yürüteceği yeterlilikte olduğunu düşündüğü birine önermesine engel oluştururlar. Bu toplumlarda erkeğin ya da velisinin yahut vekilinin ilk adımı atması bir zorunluluktur. Aksi takdirde teklifin kız tarafından gelmesi yakışık almaz. Bu tür sapık toplumların çifte standartlarından biri de şudur: Bu toplumlarda genç erkekler ve kızlar serbestçe buluşur, birbirleriyle konuşur, kaynaşırlar. Nişan ve evlilik niyeti söz konusu olmadan birbirlerinin vücutlarının gizli yönlerini görürler. Ama nişanlanma önerilince ya da evlilikten söz edilince birden herkesi yapmacık bir utanma alır, araya aşılması güç engeller konur. Açıklığa, sadeliğe ve kolaylığa engel olurlar. Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- döneminde babalar kızlarını erkeklere önerirlerdi. Hatta bizzat peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- gidip kendileriyle evlenmesini, olmasa uygun gördüğü biriyle evlendirmesini isterlerdi. Bütün bunlar açık bir dille, tertemiz 7 Çıkış, 2: 16-18: 8 Çıkış, 3: 1: 9 Çıkış, 18: 5: 18
  • 19. duygularla, güzel bir edeple ifade edilirdi. Hiç kimsenin onuru incinmez, kesinlikle utanç duymazdı. Nitekim Hz. Ömer -Allah ondan razı olsun- kızı Hafsa'yı Hz. Ebu Bekir'e önermiş ama Hz. Ebu Bekir ses çıkarmamıştı. Sonra Hz. Osman'a teklif etmiş, o da mazeret belirtmişti. Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bunları duyunca "belki de Yüce Allah her ikisinden daha iyi birisini ona nasip eder" diyerek Hz. Ömer'in gönlünü hoş etmişti. Daha sonra peygamberimiz Hz. Hafsa ile evlenmişti. Yine bir gün bir kadın peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- kendisiyle evlenmesini istemişti. Fakat peygamberimiz mazeret bildirerek kendisiyle evlenemeyeceğini belirtmişti. Bunun üzerine kadın istediği bir kişiyle evlendirmek üzere velayetini -evlendirme yetkisini- ona bırakmıştı. Peygamberimiz de onu Kur'an'dan iki sure ezbere bilmekten başka mal varlığı bulunmayan bir adamla evlendirmişti. Adam kadına bu iki sureyi öğretmiş, bu da kadının mehri yerine geçmişti. İşte İslâm toplumu, aile binasını, organik yapısını, bu derece sade ve aydınlık bir ortamda gerçekleştiriyordu. Herhangi bir zorlamaya, lafı evirip çevirmeye, yapmacık ve eğri büğrü tavırlara yer vermeden... Musa'nın yanındaki yaşlı adam da böyle yapmıştı. Musa'ya bu öneride bulunmuş ve kendisine zorluk çıkarmayacağına, ağır işlere koşturup yormayacağına söz vermişti. Allah'ın izniyle davranışları ve sözüne bağlılığı açısından Musa'nın kendisini iyi bir insan olarak bulmasını dilemişti. Bu da Yüce Allah'a karşı kendisinden söz ederken insanın takınacağı güzel bir edep tavrıdır. Bu yaşlı adam da kendisini temize çıkarmıyor, kesinlikle iyi bir insan olduğunu söylemiyor. Sadece öyle biri olmayı ümit ediyor, bu işi de Yüce Allah'ın iradesine bırakıyor. Musa öneriyi kabul ediyor, sözleşmeyi uyguluyor; aynı açıklık ve dikkatlilikle. Ve Allah'ı şahit tutuyor.10 29 Artık Mûsâ süreyi doldurup ailesiyle/yakınlarıyla yola çıkınca, dağ tarafından bir ateş hissetti. Ailesine, “Benim size bir haber getirmem için siz bekleyin; ben bir ateş hissettim. Yahut ısınırsınız diye o ateşten bir parça getiririm” dedi. 30-32 Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır.” 33,34 Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” 35 Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.” Yukarıdaki Âyetlerde görüldüğü gibi, Mûsâ peygamberin kendi ailesi ve yakınları ile birlikte Medyen'den ayrılması hayatındaki yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Bu Âyet grubu, bundan önce inen Sûrelerde daha detaylı olarak aktarılmış olan olayların kısa bir hatırlatması mahiyetindedir. Bu Âyetlerden anlaşıldığına göre, Medyen'den yola çıkan ve aralarında Mûsâ peygamberin kardeşi Hârûn'un da bulunduğu kafile, (Kitab-ı Mukaddes'e göre 10 (Seyyid Kutub; Fi Zılali’l-Kur’an) 19
  • 20. kafilede Mûsâ peygamberin kayınpederi de vardır;) Mısır'a doğru gitmektedir. Çünkü Mûsâ peygamberin ilk vahiy aldığı yer olan Tûr Dağı, Medyen'den Mısır'a giden yol üzerindedir. Mûsâ peygamberin hayatının bu döneminde başından geçen olaylar, Kitab-ı Mukaddes'te bu Âyet grubundakinden farklı bir sırada yer almaktadır: Mûsâ kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına döneyim Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı ?" dedi, Yitro, " Esenlikle git" diye karşılık verdi.11 Mûsâ'nın kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro, Tanrı'nın Mûsâ ve halkı İsrâîl için yaptığı her şeyi, RAB'bin İsrâilliler'i Mısır'dan nasıl çıkardığını duydu. Mûsâ'nın kendisine göndermiş olduğu karısı Sippora'yı ve iki oğlunu yanına aldı. Mûsâ, "Garibim bu yabancı diyarda" diyerek oğullarından birine Gerşom adını vermişti. Sonra, "Babamın Tanrısı bana yardım etti, beni Firavun'un kılıcından esirgedi" diyerek öbürüne de Eliezer adını koymuştu. Yitro Mûsâ'nın karısı ve oğullarıyla birlikte Tanrı Dağı'na, Mûsâ'nın konakladığı çöle geldi. Mûsâ'ya şu haberi gönderdi: "Ben, kayınbaban Yitro, karın ve iki oğlunla birlikte sana geliyoruz ."Mûsâ kayınbabasını karşılamaya çıktı, önünde eğilip onu öptü. Birbirinin hatırını sorup çadıra girdiler. Mûsâ İsrâilliler uğruna RABB'in Firavun'la Mısırlılara bütün yaptıklarını, yolda çektikleri sıkıntıları, RABB'in kendilerini nasıl kurtardığını kayınbabasına bir bir anlattı.12 Mûsâ kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı'nın dağına, Horev'e vardı.13 Mûsâ kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına döneyim" dedi, "Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?" Yitro, "Esenlikle git" diye karşılık verdi.14 Ayrıca Kitab-ı Mukaddes ve Talmud'a göre, Mûsâ peygamberin evinde yetiştiği Firavun, o Medyen'de iken ölmüş ve yerine başkası geçmiştir. 29. Âyette, Medyen'den ayrılışın belirlenen sürenin tamamlanmasını takiben olduğu bildirilmiş ancak bu sürenin Mûsâ peygamber ile kayınpederi arasında konuşulmuş sürelerden hangisi olduğu [sekiz sene mi, on sene mi olduğu] bildirilmemiştir. Bu konuda rivâyet mekanizması yine boş durmamış ve süre kimine göre 10 sene, kimine göre 10+10 sene olmuş, kimine göre de peygamberimiz bunu Cebrâîl'e sormuş, Cebrâîl de on yılı tamamladığını haber vermiştir. (!) Bu âyetlerde, Mûsâ'ya verilen ve Furkan sûresi'nde konu edilen iki âyet farklı ifadelerle açıklanmaktadır. Burada mecâzî ifadeler söz konusu iken, Furkân sûresi'nde hakikat anlamlarıyla ifade edilmiştir: 35 Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik. 36 Sonra da, “Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!” dedik. Sonunda da onları parçalayıp yok ettik. 11 Çıkış; 4/18 12 Çıkış; 18: 1-8 13 Çıkış, 3: 1 14 Çıkış, 4: 18 20
  • 21. (Furkân/35-36) Burada da, –Neml/10'da olduğu gibi– Mûsâ'nın görevden kaçmaya çalıştığı ve uyarıldığı görülmektedir. 35. Âyette Allah'ın Mûsâ peygambere Seni kardeşinle destekleyeceğiz demesi, Mûsâ peygamberin talebi üzerinedir. Mûsâ peygamberin talebi ve bu talebin Allah tarafından kabul edilmesi, kusurunun giderilmesi başka Âyetlerde de geçmektedir: 25 Mûsâ: “Rabbim! 33 Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34 ve Seni çok çok anmamız için 25 göğsümü aç, 26 işimi bana kolaylaştır. 27 Dilimden de düğümü çöz 28 ki sözümü iyi anlasınlar. 29 Ve ehlimden; 30 kardeşim Hârûn'u 29 benim için bir vezir kıl, 31 o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32 İşimde o'nu bana ortak et. 35 Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 20 dedi. 36 Allah: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” dedi. (Tâ-Hâ/ 25–36) 52 Biz o'na en uğurlu Tûr'un yan tarafından seslendik ve o'nu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık. 53 Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik. (Meryem/ 53) 35. Âyetin sonunda yer alan Siz ikiniz ve size tabi olanlar üstün olanlarsınız ifadesinde haber verilen galibiyet ile ya o şartlar altında Mûsâ peygambere verilen hüccet ve delillerin sağlayacağı bir galibiyet ya da başka bir zamanda gerçekleşecek bir devlet galibiyeti kastedilmiştir. Bizim görüşümüze göre birinci şık Âyetin lâfzına daha yakındır. Yüce Allah, Mûsâ peygambere verdiği destek ve güvenceyi bütün elçilerine vermiş, onları daima korumuş ve muzaffer kılmıştır. Şüphesiz ki, elçilerin izinde yürüyenleri de koruyacaktır: 69 Ey iman etmiş kişiler! Sizler Mûsâ'ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. İşte, Allah Mûsâ'yı, eziyet edenlerin söylediklerinden temize çıkardı. Ve o, Allah katında mevki sahibi/değerli biri idi. (Ahzâb/ 69) 67 Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna kılavuzluk etmez. (Mâide/ 67) 21 Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır. (Mücadile/ 21) Ve Mü'min/ 51, Sâffât/ 171–173. Bu âyetlerde, Mûsâ'nın kusuru ve kusurunun nasıl giderildiği açıklanmaktadır. 21
  • 22. 36 Mûsâ onlara apaçık alâmetlerimiz/göstergelerimiz ile gelince, “Bu, sadece uydurulmuş bir etkili bilgilerdir. Ve biz önceki babalarımızdan bunu işitmemiştik” dediler. 37 Mûsâ da dedi ki: “Benim Rabbim, kendi katından kimin doğru yol kılavuzu ile geldiğini ve yurdun sonunun kim için daha iyi olacağını daha iyi bilendir. Şüphesiz ki şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, kurtuluşa eremezler.” 38 Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. 39 Firavun, kendisi ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerine inandılar. 40 Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. Şimdi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların sonunun nasıl olduğuna bir bak! Bu Âyet grubunda, Mûsâ peygamberin Mısır'a vardıktan sonra yaşadığı olaylar çok kısa olarak hatırlatılmakta ve kendilerine gösterilen açık mu’cizelere rağmen eski inançları üzerinde ısrar ederek büyüklük taslayan Firavun ve askerlerinin denizde boğularak yok edildikleri bildirilmektedir. 36. Âyette sözü edilen, Mûsâ peygamberin Firavun ve yandaşlarına getirdiği "apaçık Âyetler", tevhîd mesajını iletirken ortaya koyduğu öğretilerdir ki, bu ayrıntılar Kur'an'da diğer Âyetlerde zikredilmiştir: 18,19 Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım da O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!” (Nâziât/ 18–19) 46 Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47 Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. 48 Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’ deyiniz.” 46 dedi (Tâ-Hâ/ 46–48) Firavun, 38. Âyette kendisi için kullandığı ilâh sözcüğünü "yer ve göklerin yaratıcısı" anlamında kullanmamıştır. Çünkü böyle bir şey ancak bir deli tarafından ortaya atılabilir. Ayrıca Firavun'un o Âyetteki sözleri, onun kendisinden başka ilâhların da var olduğunu kabul ettiği anlamına gelen sözlerdir. Nitekim Mısırlılar birçok tanrıya ibadet etmekteydiler ve bizzat Firavun, Güneş Tanrısı'nın hulûl ettiği şahıs hâline getirilmişti. Zaten Kur'ân da Firavun'un birçok tanrısı olduğuna tanıklık etmektedir: 22
  • 23. 127 Firavun toplumundan ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/ seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ'yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?” dediler. Firavun dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz.” (A'râf/ 127) Dolayısıyla Firavun, kendisi için kullandığı "ilâh" sözcüğüyle kendisinin zarurî yaratıcı ve hakikî ulûhiyet sahibi olduğunu değil, tartışmasız yüce iktidar sahibi olduğunu kastetmiştir. Kırkıncı ayette konu edilen “fırlatıp atma”, baraj selinin önündeki sürüklenmeyi açıklamakta, –ki bu ifade Zâriyat/40'da da geçmektedir– bunun da suyun çok hızlı bırakılması ile olduğu açıklanmaktadır (Duhân/23-24). FİRAVUN'UN İNANCI: Kur'ân'daki; (Zuhruf: 51–53), Mü’min: 28–35, âyetler dikkatlice okunduğunda, Firavun'un Allah'ı ve melekleri inkâr etmediği anlaşılmaktadır. Fakat bazıları Firavun'un mübalâğalı iddiasına bakarak onun Allah'ı inkâr ettiği veya kendisini Allah yerine koyduğu anlamını çıkarmışlardır. Oysa Firavun'un Allah'ı göklerin hâkimi olarak kabul ettiği, özellikle Zuhruf Sûresi'nin 53. Âyetinden belli olmaktadır. Firavun'un reddettiği husus, Allah'ın elçiler göndererek emirler bildirmesi ve kendisinin yeryüzündeki hükümranlığına müdahale etmesidir. Çünkü Firavun kendisini teoride bütün insanlığın siyasî anlamda rabbi [hâkimi] olarak görüyor ve hükümranlığını kendisinin Güneş Tanrısının insan şeklindeki sûreti olduğu iddiasına dayandırıyordu. Nitekim bu konuya "Mısır Dîni" başlığı altında yer vermiş olan Ana Britannica Ansiklopedisi, Eski Mısır'da firavuna tapınmanın, onun Tanrı'nın oğlu kabul edilmesi sebebiyle olduğunu ve firavunun ülkesini, Mısır tanrıları adına yönettiğini yazmaktadır.15 Sonuç olarak, bazıları tarafından ileri sürülmüş olan Firavun'un kendisini gerçek ilâh ve Rabb yerine koyduğu tezi, hem Kur'ân'a hem de bilimsel araştırmalara uymamaktadır. 36–37. Âyetlerde nakledilen Mûsâ peygamber ile Firavun arasındaki konuşma Şu'arâ Sûresinde şöyle geçmektedir: 24 Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.” 25 Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi. 26 Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi. 27 Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir” dedi. 28 Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi. (Şu'arâ/ 24–28) Firavun ve yandaşları da Mûsâ peygambere tekrar tekrar şu cevapları vermişlerdir: 15 Ana Britannica; c: 22, s: 373. Bkz.) 23
  • 24. 78 Onlar: “Sen atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin ve yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız” dediler. (Yûnus/ 78) 57,58 Firavun: “Ey Mûsâ! Sen etkili bilginle bizi topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin bize? O hâlde biz de senin etkili bilgin gibi bir etkili bilgi ile sana geleceğiz. Şimdi bizimle senin aranda bir buluşma zamanı/yeri belirle ki; bizim ve senin karşı çıkmayacağımız düz ve geniş bir yer olsun” dedi. (Tâ-Hâ/ 57–58) 26 Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Mûsâ'yı, o da Rabbini çağırsın. Şüphesiz ben o'nun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” dedi. , (Mü'min/ 26) Firavun'un Haman'la yaptığı 38. Âyetteki konuşma, başka Âyetlerde de geçmektedir: 36,37 Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir. (Mü'min/ 36–37) Firavun, Haman ve bu ikisinin emir erleri durumunda olanların üzerine, âhiretteki rezillikten önce bu dünyada da rezillik kılınmıştır. Yani onlar için iki dünyada da rezillik söz konusudur: 13 Ve kuvvetçe, seni çıkaran kentten daha şiddetli nice kentler; onları değişime/yıkıma uğrattık. Öyle ki kendileri için yardımcı diye bir şey olmadı. (Muhammed/ 13) 96,97 Andolsun ki Biz Mûsâ'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine elçi yaptık. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri aklı çalıştıran/doğruya ulaştıran değildir. 98 Firavun kıyâmet günü, toplumunun önüne düşer. –Artık Firavun, toplumunu ateşe götürmüştür. O varılan yer de ne kötü bir yerdir!– 99 Ve bu dünyada ve kıyâmet gününde dışlanarak izlendiler. –Verilen bu vergi ne kötü vergidir!– (Hûd/ 96–99) Firavun'un Haman'a kule yaptırıp gökte ilâh araması, İslâm karşıtlığında ölçüyü kaçıran zihniyetin çağımızda sergilediği bazı densizce yaklaşımlara benzemektedir. Bu zihniyetin çağdaş temsilcilerinden biri olan Marksist kozmonot Yuri Gagarin de uzaya gidip geldikten sonra benzer alaycı bir ifadeyle gökte – hâşâ– Allah'ı görmediğini söylemiştir. Allah'ı bir kuleden görmek isteyen eski zaman aptalı ile Allah'ı uzayda arayıp bulamadığını söyleyen bugünkü türdeşleri arasında dikkat çekici bir benzerlik söz konusudur. Kur'ân, Firavun'un gerçekten böyle bir kule inşa ettirip de onun üzerinden Allah'ı görmeye çalışıp çalışmadığı konusunda herhangi bir açıklama getirmemiştir. 24
  • 25. 41 Ve onları, ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyâmet günü onlar yardım görmeyecekler de. 42 Ve bu dünyada arkalarına dışlanma, Allah'ın rahmetinden yoksun olma taktık. Onlar, kıyâmet gününde de kötülenmiş/uzaklaştırılmış kimselerdendirler. Bu ayetlerde, kendilerine gelen onca mucizeye rağmen büyüklük taslayarak iman etmemiş, böylece hayatlarını zayi etmiş olanların dünya ve ahiretteki durumlarına değinilmektedir. Rabbimiz, zulüm işleyen, hakikati inkâr eden, inkârda sonuna kadar direten ve hakka karşı batılı savunmak için her türlü vasıtayı kullanan bu kişileri “ateşe çağıran önderler” kıldığını bildirmektedir. Onlar bu durumlarıyla kendilerinden sonra gelecek kuşaklara da öncü ve örnek olacaklardır. İnsanlara yanlış yolları gösterip cehennemi kazanacak olan böyleleri, kendi suçları yetmezmiş gibi bir de arkalarına taktıkları, örnek oldukları kişilerin veballerini de taşıyacaklardır. Gerek ateşe çağıran bu önderler, gerekse onların takipçileri hep birlikte aynı felâkete doğru koşacaklardır: 71 O gün Biz, bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/çekirdeğin iplikçiği kadar bir haksızlığa uğratılmayacaklar. (İsra/71) Rabbimizin 42. ayetteki “Ve bu dünyada arkalarına lânet taktık” ifadesinden anlaşıldığına göre, arkadan gelen nesiller, kendilerini ateşe çağıran bu önderlere sürekli olarak lânet edeceklerdir. Buradan, Rabbimizin, elçilerine tâbi olan inanmış kullarının diliyle, insanları ateşe çağıran o tür önderlere lâneti [dışlanmışlığı] meşru kıldığı anlaşılmaktadır. 43 Ve andolsun ki Biz, ilk nesilleri değişime/yıkıma uğrattıktan sonra Mûsâ'ya, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, kılavuz ve rahmet olarak Kitab'ı/Tevrât'ı verdik. 44 Ve Mûsâ'ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde değildin. Hazır bulunanlardan, görenlerden de değildin. 45 Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz. Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlara rahmeti gereği elçi, uyarıcı göndermenin gereklerini anlatmak suretiyle insanların nakledilen kıssaları öğrenmelerini ve peygamberlerin talimatından dönen önceki kuşakların helâk oluşlarından ibret almalarını istemektedir. Ayrıca bu kıssaların Allah tarafından vahyedilen ve elçisinin bilmediği, tanık olmadığı olaylar olduğunu vurgulamaktadır. 44. ayetteki “batı yönü” ifadesi ile Hicaz'ın batısına düşen Sina [Tur] Dağı kastedilmiştir. Çünkü Musa peygambere ilk vahiy bu dağda gelmiştir. Yine aynı ayette geçen “şahitler” de Musa peygamber ile birlikte olan ve ona verilecek ilkeleri takip edeceklerine dair sözleşmede bulunmak üzere davet edilen İsrailoğullarıdır. 45. ayetteki “Sen onlara ayetlerimizi okuyarak Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin” ifadesinin takdirini şu şekilde yapmak mümkündür: “Musa Medyen’e ulaşıp hayatının uzunca bir bölümünü orada geçirdiğinde ve sonra 25
  • 26. oradan Mısır’a gitmek üzere ayrıldığında sen yoktun. Ayetlerimizi Medyen sakinlerine okuyan da sen değildin. Sen Mekke halkına tebliğde bulunmaktasın. Sen, anlatılan bu binlerce sene evvel meydana gelmiş olayların görgü şahidi de değilsin. Bütün bu bilgi sana, kesinlikle başka bir yolla değil, tarafımızdan vahyedilerek verilmektedir.” 45. ayetteki “Fakat Biz (elçi) gönderenleriz” ifadesinin anlamı, “Peygamberlerimizin ilki sen değilsin; Nuh’u, Hud’u, Salih’i, İbrahim’i, Musa’yı ve Şuayb’i nasıl kendi halklarına gönderdiysek, seni de kendi halkına elçi olarak gönderdik” demektir. 46,47 Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un yanında da değildin. Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik. Bu ayetlerde Rabbimiz, elçi göndermesindeki birbirine bağlı iki amacı açıklamaktadır. Bunlar, uyarmak ve mazerete fırsat vermemektir. Daha evvel birçok ayette bildirildiği gibi, Rabbimiz, elçi göndermediği, kitap indirmediği [yasa koymadığı] toplumları cezalandırmamış, cezayı hak etmiş olanlara da “Uyarılsaydık doğru yoklu bulabilirdik” bahanesini ileri sürmesinler diye elçi göndermiş, kitap indirmiştir. 155-157 Ve Kur’ân, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi; biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah'ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. (En’âm/155-157) 163-165 Şüphesiz Biz, Nûh'a ve O'ndan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a, torunlarına, Îsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Hârûn'a ve Süleymân'a, daha önce kendilerini sana anlattığımız elçilere, kendilerini sana anlatmadığımız elçilere, elçilerden sonra insanların Allah'a karşı bir delilleri olmasın diye, müjdeciler ve uyarıcılar olarak vahyetmiştik. Dâvûd'a da Zebur'u verdik. Ve Allah, Mûsâ'ya söz söyledikçe söyledi/ onu yaraladıkça yaraladı, çok sıkıntı çektirdi. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Nisa/163-165) 19 Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir sırada, “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan/ açıkça ortaya koyan Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her şeye en çok gücü yetendir. (Maide/19) 26
  • 27. 15 Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. 16 Ve Biz, bir ülkeyi değişime/yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar, bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz. (İsra/16) 133,134 Ve inkâr edenler: “Elçiliğini iddia eden bu kişi, Rabbinden bize bir alâmet/gösterge getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile değişime/yıkıma uğratsaydık, kesinlikle “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin âyetlerine uysaydık!” diyeceklerdi. (Ta Ha/133, 134) ARAPLARA DAHA ÖNCE PEYGAMBER GELDİ Mİ? Rabbimiz, 46. ayetteki “Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber] gelmeyen bir kavmi uyarman için …” ifadesiyle peygamberimizin kavmine daha önce uyarıcı göndermediğini beyan etmiş olmaktadır. Aynı konu Ya Sin suresinin girişinde de yer almıştı. Dolayısıyla, peygamberimizin uyarılmamış bir kavme mensup olan anasının, babasının, dedesinin ve daha önceki atalarının cezalandırılmaları söz konusu değildir. Kur’an’da ibret alınması için anlatılan kıssalar çok eski zamanlarda geçtiği için peygamberimizin bu kıssalardaki olaylara tanık olması mümkün değildi. Rabbimizin bildirdiğine göre bu olayları başkalarından da dinlememişti. Zaten tebliğde bulunduğu halkın içinden biri olarak geçmiş hayatı hep göz önündeydi, hayatına ait bilinmeyen bir dönem söz konusu değildi. Peki, o hâlde peygamberimiz bunları nasıl biliyordu, nereden öğrenmişti? İşte, Kur’an’da anlatılan bütün bu kıssalar bir taraftan insanların kendilerine hisse çıkarmalarını sağlarken, diğer taraftan da peygamberimizin elçiliğinin en belirgin kanıtlarını teşkil etmekteydi; hâlâ da öyledir. 44 İşte bu, algılama imkânının olmadığı, geçmişin önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem'e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar tartışırlarken de sen yanlarında değildin. (Âl-i Imran/44) 102 İşte bu, sana vahyettiğimiz görmediğinin, duymadığının, bilmediğinin haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip kötü plân yaparlarken sen onların yanında değildin. 103 Sen şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman ediciler değildir. (Yusuf/102, 103) 49 İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz âkıbet, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişilerindir. (Hud/49) 48 İşte onlara tarafımızdan o hak gelince de, “Mûsâ’ya verilen şeyler; alâmetler; göstergeler gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Daha evvel Mûsâ’ya verileni örtbas edip reddetmemişler miydi? “Birbirine sırt veren; destekleyen iki sihir; etkili bilgi” dediler. Ve “Şüphesiz biz hepsini kabul etmeyeceğiz” dediler. 27
  • 28. 49 De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Allah katından bana ve Mûsâ'ya inen kitaplardan daha çok doğruya kılavuz olan bir kitap getirin de ben de ona uyayım!” 50 Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık [şaşkın, aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma yol göstermez. Peygamberimizle Mekkeli müşrikler arasında geçen konuşmaların nakledildiği bu ayetlerde; daha önce Musa peygambere verilenleri inkâr ettikleri hâlde ona verilen asa mucizesi, parlayan el mucizesi, taş levhalar üzerinde yazılı emirler mucizesi gibi fiziksel mucizelerin peygamberimize verilmemiş olmasını bahane olarak ileri sürdükleri görülmektedir. Müşriklerin bu itirazları Sebe’ suresinde de dile getirilmiştir: 31 Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler, “Biz kesin olarak, bu Kur’ân'a inanmayız, ondan öncekine de...” dediler. Sen şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseleri Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini bir görsen! Zaafa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler mü’min kimseler olurduk” diyecekler. (Sebe’/31) Müşriklerin bu bahanelerine karşı, Rabbimiz 49. ayette elçisine onların beklemediği tarzda bir emir vermiştir: “Eğer doğrular iseniz, hemen Allah katından bu ikisinden [bana ve Musa'ya inen kitaplardan] daha çok doğruya kılavuz olan bir kitap getirin de ben de ona uyayım!” Rabbimiz, bu büyük mucizeyi görüp de inanmayanları ve hevasına uyarak inat edenleri akılsızlık ettikleri için kınamakta ve 50. ayetteki “Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık/ şaşkın [aşağı] kim olabilir?” ifadesiyle bu kimselerin gidişatlarının bozuk olduğunu bildirmektedir. Akıllı insanın inanış ve yaşayışının bilgiye dayalı olması gerektiğini gösteren bu ifade, aynı zamanda taklitçiliğin yanlışlığına dair delillerin de en büyüklerindendir. 84 De ki: “Biz, Allah'a, bize indirilen Kur’ân'a, İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a ve torunlara indirilene, Mûsâ'ya, Îsâ'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayız. Ve biz, yalnız O'nun için İslâmlaşanlarız.” 85 Ve kim İslâm'dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir. Ve İslâm'dan başka din arayan kimse, âhirette zarar edenlerden olacaktır. 86 İmanlarından ve şüphesiz elçinin hak olduğuna tanık olduktan ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, küfreden; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden bir topluma Allah nasıl kılavuzluk eder? Ve Allah, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna kılavuzluk etmez. 87,88 İşte onların cezaları, Allah'ın, doğal güçlerin/haberci âyetlerin, insanların hepsinin dışlayıp gözden çıkarması, sürekli içinde kalmak üzere şüphesiz onların üzerlerindedir. Kendilerinden bu azap hafifletilmez ve kendilerine süre tanınmaz. (Âl-i Imran/84-88) 51 Ve andolsun Biz, Söz'ü [vahyi/Kur’ân'ı] öğüt alırlar diye birbiri ardınca yolladık. 28
  • 29. 52 Sözden [vahiyden/Kur’ân'dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler; onlar, Söz'e [vahye/Kur’ân'a] de inanırlar. 53 Ve onlara o Söz [vahy/Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz, ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce müslüman olanlardık” dediler. Bu ayet gurubunda Rabbimiz; insanları akıllarını başlarına almaya yönelten ayetlerini sürekli, ardı ardına indirdiğini vurgulamakta ve daha evvel indirilmiş kitaplara inanarak Allah’ı tanımış kişilerin bu ayetleri [Kur’an’ı] duyar duymaz sahiplendiklerini, hemen kabul edip inandıklarını, hatta böyle bir beklenti içinde bulunduklarını açıkça ifade ettiklerini bildirmektedir. Bu ayetlerle Mekkelilerin utandırılması da amaçlanmış, sanki onlara “Siz kendi şehrinizden çıkarılıp gönderilmiş bir lütfu tepiyorsunuz. Oysa uzak beldelerden insanlar onu işittiklerinde kadrini bilmek ve kendisinden istifade etmek üzere buraya geliyorlar” denilmiştir. Esbab-ı nüzul kayıtlarına göre bu ayetler tarihî bir olay üzerine inmiştir. Şöyle ki: Habeşistan hicretinden sonra Rasûl'un mesajı ve zuhuruyla ilgili haberler bu ülkeye de yayılınca 20 kişilik bir Hıristiyan heyeti işin aslını anlamak için Mekke'ye geldi ve Rasûlullah'la Mescid-i Haram'da karşılaştılar. Kureyş'den bir kalabalık da olup biteni izlemek üzere orada toplandılar. Heyet üyeleri Rasûlullah'a bir takım sorular sordu, Hz. Rasûl de cevapladı. Sonra onları İslâm'a davet etti ve önlerinde Kur'an'dan ayetler okudu. Kur'an'ı dinlerken gözyaşlarını tutamayan heyet üyeleri okunanın Allah Kelâmı olduğunu tasdik edip Rasûlullah'a iman ettiler. Toplantı sona erip de halk dağılınca Ebu Cehil ve avanesi Hıristiyan grubun yolunu keserek onları şiddetle payladı: "Şimdiye kadar buraya sizden daha şapşal bir topluluk gelmedi. Ey aptallar güruhu, siz buraya kavminiz tarafından bu adam hakkında bilgi toplamak için geldiniz. Fakat henüz onunla yeni karşılaşmışken, itikadınızdan vazgeçtiniz." Bu keremli topluluk şu cevabı verdi: "Selâm olsun size, sizinle tartışmak gibi bir niyetimiz yok. Siz kendi itikidınızdan mes'ulsunuz, biz kendi itikadımızdan. Şu var ki, bile bile kendimizi hayırdan mahrum etmeye de yanaşmayız.16 Mukatil ise bu ayetin kırk kişililik bir Hıristiyan grubu hakkında indiğini, bunlardan bir kısmının Cafer b. Ebi Talip ile birlikte Habeşistan’dan, sekiz tanesinin de Şam’dan gelmiş olduklarını ve bu sekiz kişinin isimlerinin Bahira, Ebrehe, Eşref, Bureyd, Temam, Eymen, İdris ve Nafi olduğunu bildirmiştir.17 53. ayetin sonunda Allah nezdindeki dinin sadece İslâm olduğuna işaret edilmiştir. Yaratılışın başından beri gönderilen her elçi hep bu hayat tarzını getirmiş, her elçi daima “Müslim” olmuş, takipçilerine de “Müslümanlar” denmiştir. Bu gerçek şu ayetlerde görülmektedir: Âl-i Imran/19, 67, 85, Yunus/71, 72, 84, 90-92, Bakara/128, 131-133, Zariat/36, Yusuf/101, Maide/44, 111 ve Neml/44. Bilindiği üzere “ ‫م‬İ‫إسل‬İslâm”, ‫سلم‬‫س‬‫مس‬Müslim”, “ ‫سلمان‬‫س‬‫مس‬Müslüman” sözcükleri Arapçadır. Kur’an, ilk kez Arap kavmine ve o kavmin Arap bir mensubuna indiği için bu mesajlar Arapça sözcüklerle ifade edilmiştir. Aslında doğal olarak diğer peygamberler kendi halklarının dili ile konuştuklarından o kavimler “İslâm” ve Müslüman” kelimelerinin kendi dillerindeki karşılığını kullanmışlardır. 16 (İbn Hişam, c:2, s:32; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c:3, s:82) 17 (Mukatil; ilgili ayet hakkındaki açıklamasından) 29
  • 30. Rabbimizin Ehlikitap bilginlerinin Kur’an’a inanacaklarını haber veren 52. ayetteki ifadesi başka ayetlerde de dile getirilmiştir: 199 Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah'a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene – Allah'a samimiyetle saygı duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar, Allah'ın âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Âl-i Imran/199) 107,108 De ki: “Siz Kur’ân'a ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine bilgi verilenler; Kur’ân onlara okunduğunda onlar, boyun eğip teslimiyet göstererek çeneleri üstü kapanırlar. Ve “Rabbimiz her türlü kusurdan arınıktır. Rabbimizin vaadi kesinlikle gerçekleşecektir” derler.” 109 Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve Kur’ân, onların saygılarını, alçak gönüllüğünü artırır. (İsra/107-109) 82 Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak, o Yahudileri ve o ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz biz, Nasraniyiz/Hristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun. Bu, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından dolayıdır. 83,84 Ve onlar, Elçi'ye indirilen Kur’ânı dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar: “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabb'imizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, Allah'a ve haktan bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler. (Maide/82- 84) 10 De ki: “Hiç düşündünüz mü? Eğer Kur’ân, Allah tarafından ise ve siz de onu bilerek reddetmişseniz, bununla birlikte İsrâîloğulları'ndan bir şâhit de onun bir benzeri üzerine tanık olup da inanmışsa, siz de büyüklük tasladıysanız … Şüphesiz ki, Allah şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar topluluğuna kılavuzluk etmez.” (Ahkaf/10) 110 Ve Biz, onların kalplerini ve gözlerini ilkin iman etmedikleri durumdaki gibi ters çeviririz. Ve Biz de onları taşkınlıkları içerisinde kör ve şaşkın olarak bırakırız. (Enam/114) Yukarıdaki ayetlerden, Mekke’de yaşayan veya çeşitli zamanlarda Mekke’ye gelip giden Ehl-i Kitabın, Kur’an’ı tasdik ettikleri anlaşılmaktadır. Ama bu durum, onların kendi dinlerini bırakıp Müslüman oldukları anlamına gelmez. Nitekim 53. ayetteki “Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık” ifadesi de bunu göstermektedir. 54 İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcamada bulunurlar/ başta yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını temin ederler. 55 Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler. 30
  • 31. Bu ayetlerde Kur’an’ı hemen kabul etmiş olan Ehlikitap övülmektedir. Bunlar her zaman Allah’ı tanımış, yeni bir kitap ve elçi beklentisi içinde olan, yeni kitaba da inandıktan sonra inancından taviz vermeyen ve hayatlarını Kur’an’daki ilkelere göre düzenleyen kimselerdir. Bunların ilklerinden olanların isimleri 51-53. ayetlerin tahlilinde verilmişti. Ayetlerin ifadesinden anlaşıldığına göre, bu kimseler taşradan gelip giden Ehlikitap değil, Mekke’de yaşayan, baskı ve korku altında tutulan Ehlikitap’tır. Zira inanç turizmine zarar verir kaygısıyla Mekke zorbalarının taşradan gelip gidenlere baskı yapması söz konusu değildir. 54. ayette bu kimselerin çifte ödül alacakları bildirilmektedir. Bizim düşüncemize göre bu ödüllerin birincisi İsa peygambere, ikincisi de peygamberimize iman etmelerinden ötürüdür. Çünkü onlar Mesih'in şahsiyeti karşısında büyülenip zihinlerini donduranlar gibi olmadıklarını ve yalnızca İslâm'ı izlediklerini yeni bir peygamberin gelişiyle karşılaştıkları zorlu imtihanda göstermişler, hiç tereddüt etmeden yeni peygamberin liderliğindeki İslâm yoluna girmişlerdir. Kavmî ve ırkî önyargıları reddederek hakk itikat üzerinde sebat gösteren bu kimseler, gelen yeni peygamberin daha önce Mesih'in tebliğ ettiği İslâm'ı tekrar getirdiğini görerek Hıristiyanlığa takılıp kalmışların yolundan vazgeçmişler ve böylece Mesih'e değil, yalnızca Allah'a taptıklarını davranışlarıyla ispatlamışlardır. Rabbimiz, bu kimselerin peygamberimize yakın olduklarını Maide suresinde de belirtmiş ve onların bu ayetlerde sözünü ettiği özelliklerini başka ayetlerde de dile getirmiştir: 82 Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak, o Yahudileri ve o ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz biz, Nasraniyiz/Hristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun. Bu, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından dolayıdır. 83,84 Ve onlar, Elçi'ye indirilen Kur’ânı dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar: “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabb'imizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, Allah'a ve haktan bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler. (Maide/82, 83) 114 Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı oluştur-ayakta tut], çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür. (Hud/114) 72 Ve Rahmân'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler. (Furkan/72) Ve Furkan/63, Ra’d/21-24, Fussılet/34-36. 56 Kesinlikle sen sevdiğini kılavuzlanan doğru yola iletemezsin; ama Allah dilediğine doğru yolu gösterir ve O, kılavuzlanan doğru yolu kabullenecek olanları daha iyi bilir. Peygamberimize, sevdiği bile olsa kimseyi zorla doğru yola sokamayacağını bildiren bu ayet, aynı zamanda onu teselli de etmektedir. Çünkü Allah, tercih yeteneğine sahip olan insanları özgür bırakmıştır ve yine ayette bildirildiği gibi hidayet Allah’a aittir. 31