3. 3
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Dilinden , kültüründen ötürü ötekileştirilen kürt halkının
yanında da olduk her zaman. Bayram sabahı gözlerimizi
Roboskî’de açtık. Gözü yaşlı annelerimizin acısına ortak
olmak istedik.
Haklarını aradığı için işten atılan kim varsa her zaman
onların yanında olmaya çalıştık. ‘’İnsana emeğindan
başkası yoktur.’’ (Necm 39) ayetini zihin dünyamızdan
hiç çıkarmadık. Patronların abdestli olup olmadıklarına
bakmadık. İşçilerine zulmeden patron sınıfının karşısın-
da durduk hep. İşçilerin de abdestli olup olmadıklarına
bakmadık. Emekleri çalınan bütün işçilerin yanında ol-
maya çalıştık.
Sadece Ermeni olduğu için katledilen Hrant’a kardeşimiz
demekten de gocunmadık.
‘AKP rantın Müslümanlar HRANTín yanında’ pan-
kartlarıyla yürüdük.Biliyoruz ki doğunun halkları inanç
ayırımı yapmaz. Hepimizin Bir olan ÖZden geldiğimizi
bilir ve “haksız yere bir insanı öldürenlerin” karşısında
durur.
Geziye katıldık. Halkın ortak yaşam alanlarını bir avuç
zengine peşkeş çekenlerin karşısında durduk daha ilk
günden. “MÜLK ALLAH’INDIR SERMAYE DEFOL”
dedik. Kimseye karışmadan ve kimseye benzemeden
inançlarımız doğrultusunda “vasat bir ümmet” bilinciyle
Gezi’de halklarla kucaklaştık.
Kandillerimizin ,namazlarımızın, sofralarımızın nasıl da
kapitalizmin beyninde patladığını ve devrimci bir isyan
taşıdığını gördük hep birlikte…
YERYÜZÜ SOFRALARI
Yeryüzü sofraları kadim bir gelenektir. Yeryüzü eşitliği,
kardeşliği, ortak paylaşımı, bereketi, farklılıklar içinde
dostça yaşamayı simgeler.
İlk topluluklardan itibaren insanlar yeryüzünü imar etme
yoluna gitmişler, çeşitli yapılar ortaya koymuşlardır. Bu
yapıları ortaya koyarken, yeryüzünün mülkünü elinde
bulunduranlar, başka insanları kendi menfaatleri uğ-
runa çalıştırmışlar ve onların emekleri üzerine sahiplik
oluşturmuşlardır. Kur’an’da yeryüzünü çıkarları için gasp
eden egemenlerin nasıl helak olduklarına dair birçok
anlatım vardır:
“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece ken-
dilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıkları-
nı görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden
daha üstün idiler, toprağı alt-üst etmişler (ekmişler,
madenler, sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendi-
lerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi.
Elçileri de, onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki
Allah onlara zulmetmiyordu, ancak onlar kendi ne-
fislerine zulmediyorlardı.” (Rum Suresi, 9)
Kur’an’da helak edilen kavimler anlatıldığında, bu yöne-
timlerin helak edilişleri çoğu zaman Allah’a iman edip-
etmeme meselesinden kaynaklandığı düşünülür. Oysa
yukarıdaki ayette ve daha birçok ayette belirtilmek is-
tenen şey, yeryüzünde gücü elinde bulunduranların is-
tedikleri gibi yeryüzünü imar etmeleri ve kendilerinden
güçsüz olanları sömürmeleridir. Bundan dolayı birçok
kavim helak edilmiş, yani devrimsel mücadele ile ters
yüz edilmiştir.
Devrimci mücadele olduğunun göstergeleri de
Kur’an’daki anlatımlarda açığa çıkmaktadır. Bunun için
demir örneği verilebilir:
William McNeil “Dünya Tarihi” adlı yapıtında I.O. 1200
yıllarından itibaren demirin etkilerinden bahsederken
şöyle der: “Demir araçlar ve demir silahlar, zenginle
yoksul arasındaki farkın belirginliğini azaltarak savaşı ve
toplumu demokratikleştirdi. ( sayfa 104)
Çünkü demirden önce tunç metalurjisi bilgisi vardı ve
tunç o dönemlerde az bulunduğundan sadece egemen-
lerin bilgisi dahilindeydi. Bundan ötürü istedikleri gibi
savaş arabaları yaparak geniş kesimler üzerinde kolay-
lıkla otorite kurup, sömürebiliyorlardı. Demirin keşfi ile
birlikte, toprağa bağımlı köylüler de demirden istifade
ederek savaşabilecek araçları oluşturmaya ve böylece
eşitlikçi toplumun yolunu açmaya başlamışlardır. Kur’an
demir hakkında şöyle der:
“Muhakkak Biz, elçilerimizi, açık delillerle gönder-
dik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için, be-
raberlerinde kitap ve ölçüyü indirdik. Biz, demiri de
indirdik ki, onda şiddetli güç ve insanlar için menfa-
atler vardır. Bu, Allah’ın, dinine ve elçilerine gaybi
olarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Muhak-
kak Allah, Kavi’dir (kuvvetlidir), Aziz’dir (üstün-şe-
reflidir).” (Hadid 25)
McNeil’in bahsettiği eşitlikçi toplumla Kur’an’ın demir
ile adalet arasında kurduğu ilişki paralellik arz etmekte-
dir. Kur’an, Hz. Davut peygambere demir ilmini öğretti-
ğinden dem vurur. Hz. Davut’la birlikte Hz. Süleyman da
ezilenlerin iktidarını temsil eden peygamberler olarak
tarihteki yerlerini almışlardır.
Ezilenlerin devrimci mücadelesi bütün peygamberlerde
karşılığını bulmuştur. Yeryüzü sofralarının belki de en
önemli taşıyıcısı Hz. İbrahim’dir. Kur’an’da hanif olarak
belirtilen Hz. İbrahim, Babil imparatorluğu döneminde,
Babil kulesine karşı Kabe’yi oğlu İsmail’le inşa etmiştir.
Babil kulesi dönemin krallığının güç, servet ve kültürünü
temsil ediyordu. Halkın emekleri, halktan izole edilmiş
bir kule içerisinde heba ediliyordu.
Bunun üzerine Hz. İbrahim, Kabe’yi yatay bir şekilde inşa
etti. Kabe’de yatay mimarisi ile tevazuu, dört tarafının da
açık olması sebebiyle sınıfsız ve sınırsız bir dünya tasav-
vurunu-şeffaflığı, çevresinde tavaf edilmesiyle hiyerarşi-
yi değil, eşit toplum yapısını temsil ediyordu.
4. 4
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
Bir yanda egemenleri temsil eden Babil kulesi, diğer yan-
da ezilenlerin medeniyet tasavvurunu yansıtan Kabe…
Yeryüzü Sofrası Çoğulcudur
Hz.İbrahim Kabe’nin bu ezilenlerden yana temsiliyetini
hem mücadelesinde hem de bireysel hayatında taşımıştır.
Hz.İbrahim, halk dilinde de sofra kültürü ile anılır. Babil
kulesinin haramzade sofrasına karşı, yeryüzüne serdiği ve
herkesin davet edildiği Halil İbrahim sofrası halkların eşit-
liğini temsil etmektedir. Anlatılarda çokça geçen, Allah’a
inanmayanların da sofrada yerini aldıkları bilinir. Sofra bu
yönüyle de çoğulcudur.
Bir barış yurdu temsiliyeti olan yeryüzü sofrası ramazanla
birlikte Taksim’de de kuruldu. Kapitalist sistemi resmeden
AVM’lere, 5 yıldızlı otellere tepki olarak yeryüzü sofrala-
rı İstiklal Caddesi’ne taşınmış oldu. Babil kulesinden bu
yana egemenlerin anlayışında bir değişiklik yok. Oysa ki
“O, (arzı yarattıktan sonra) üzerine (kuleler gibi) sar-
sılmaz dağlar yerleştirdi, ona (sayısız) nimetler ba-
ğışladı ve oradaki geçim araçlarını onları arayanlar
arasında eşit şekilde paylaştırdı; (ve bütün bunları)
dört evrede (yarattı).” (Fussület 10)
Allah, mülkün sahibi olarak, yeryüzünün nasıl konumlan-
ması gerektiğini de gösteriyor. “İhtiyacı oranında–Eşitçe”
Bir Müslüman’ın yapması gereken şey, yeryüzünü Allah’ın
muradına uygun bir düzen içerisinde işlemesi için mü-
cadele etmektir. Bu yeryüzünün işgali bazen kendini
Müslüman olarak tanımlayan kapitalist egemenler eliyle
de olabilir. Bize düşen zulüm ve sömürü kimden gelirse
gelsin karşı koymaktır. Bu karşı koyuşta farklı inanıştan,
görüşten insanlarla birliktelik aynı haksızlığa karşı farklı
yerlerden taşıdığımız bakış açılarının buluşmasıdır.
Bu buluşma; egemenlerin kamplaştırıcı siyasetlerinden
ötürü bir araya gelemeyen insanların birbirlerini tanıma-
larına vesile olmuş ve yeni bir toplum modelinin oluşma-
sına da öncülük etmiştir. 3 haftalık Gezi Parkı sürecinde
yaşananlar zaten yeryüzü sofrasının bir diğer halidir. Pa-
ranın geçmediği, kimsenin statüsünün para etmediği bir
ortam Kur’an’ın cennet tasavvuruna da çok yakındır. Ra-
mazanın ilk günü de bu kardeşlik ortamını yad etmek ve
bir kez daha bütünleşmek için Antikapitalist Müslümanlar
olarak yeryüzü sofraları fikrini ortaya attık. Bu fikir çok
kısa sürede halkların nazarında karşılık buldu ve yeryüzü
sofrası kolektif bir çabanın ürünü olarak upuzun bir sofra
haline geldi.
Bu sofra oruç tutanı-tutmayanı, inananı-inanmayanı, kadı-
nı-erkeği, başörtülüsü- açığı, bütün dillerden, mezhepler-
den halkları içinde barındırarak, dayanışma, paylaşım ve
eşitlik için binlerce insanın bir araya gelebileceğini ege-
menlere göstermiştir. Bunu egemenler fark etmiş olacak-
lar ki, İstiklal’ın bitiminde TOMA’yı sofranın önüne çekerek,
Gezi Parkı’na kadar uzanacak olan bir yeryüzü sofrasının
da önüne geçmeye çalışmışlardır.
İktidarların din anlayışı ile ezilenlerin din anlayışı farklı-
dır. Bir yandan sponsorlarla kurulan belediye çadırı, diğer
yandan halkın kendi rızkını paylaştığı yeryüzü sofrası ve
diğer taraftan lüks otel iftarları… Böylelikle Türkiye’deki
inanç gruplarına ve bütün halklara ezen-ezilen çelişkisinin
fotoğrafını bir kez de kadim değerlerimiz çekmiş oluyor.
Din, bilim, sanat, demokrasi, insan hakları… değer olarak
gördüğümüz her ne varsa; gücü ve serveti elinde bulun-
duranların tekelinde sömürü, çıkar ve zulme, mülkün ve
otoritenin Allah’a ait olduğunu -yani Fussilet 10. ayete
göre düşünen ve hareket eden- ezilenlerin mücadelesin-
de ise eşitliğe, özgürlüğe ve kardeşliğe dönüşür.
Son söz olarak;
Bütün halklar için yeni bir çıkış mevcut. Kendi inançları-
mızdan , değerlerimizden , dilimizden , kültürümüzden
utanmadan , onların verdiği paylaşımcı , eşitlikçi dayanış-
macı bir ruhu kuşanıp; Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak Da-
russelamı kurabiliriz. Şimdi birbirimize denk olmadığımız
gerçeğinin farkında olarak EHAD ( Bir ) olma zamanı. Bü-
tün halklar olarak Bir olana yönelmekten başka çaremiz
yoktur...
Sermayenin gücüyle değil, Alınteriyle yol alan Üniversiteli
Antikapitalist Müslümanlar olarak Rabbimizin Muradı he-
pimizi aydınlatan yegane yolumuzdur…
Biz Ezilenleri yeryüzünde Önderler kılmak istiyoruz (
KASAS 5)
Roboskî’de Son İftar ve Bayram
5. 5
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Antikapitalist Müslümanlar
Manifestosu
Bağışlayan ve Esirgeyen Allah’ın Adıyla
İTİRAZ
İnsanlık hüsrandadır.
Dünya uçuruma yuvarlanmaktadır.
Antik çağların verimlilik, başarı ve altın tanrısı Mamon
modern zamanların tanrısı olarak geri döndü.
Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın totemi
para, tabusu mülkiyet oldu. İnsanlık alemi tefeci ban-
kerlerin eline düştü.
Ülkelere borç verip halkların faizle kanını emmekte-
dirler. “İktisat bilimi” dedikleri bundan başka bir şey
değildir.
Haysiyet, şeref, onur, aşk her şey para ile alınır satılır
hale geldi. Toprak, hava, su, ateş, rüzgar, yağmur, ekin,
doğa her şey Kapitalist oburların kâr hırsına meta
yapıldı.
Her gün 1 milyar insan aç sabahlıyor.
Afrika kıtasının açlık sorununu gidermek için 40 mil-
yar dolar yeterken, sadece bir kapitalist 72 milyar do-
lar servetle yaşıyor.
İki tefeci bankerin 99 koyunu varken, geri kalan tüm
insanlığa bir koyun düşüyor. Onu dahi almak istiyorlar.
Yeryüzünde kan döküp fesat çıkarıyorlar. Ekini ve nes-
li talan ediyorlar. Savaş planları yapıp ülkeleri işgal
ederek kendilerine yeni pazarlar açmak istiyorlar.
Allah’ın tüm insanlar eşitçe paylaşsın diye yarattığı
yeryüzü nimetlerine, doğal kaynaklarına, rızık ve rızık
kaynaklarına iştahla, hırsla, kibirle, hasetle saldırıyor-
lar. İnsanlık tümüyle onlara köle olana kadar da bu
hırslarından vazgeçmeyecekler.
Kapitalizm Allah’ın düşmanıdır. İnsanlığın, doğanın,
yoksulun, açın, mahrumun düşmanıdır. Bu düşmanlık
onun varlık nedenidir.
Bizler çağın kalbini arıyoruz.
Cenneti istiyoruz; sınırsız, sınıfsız bir adalet ve barış
yurdu (darusselam) istiyoruz.
Allah’ın herkese yetecek mülkü olan dünyasında,
Allah’ın kullarının mülkiyet savaşları ile aç ve açıkta
kalmamasını, maddi ve manevi temel ihtiyaçlarının
susuzluğunu çekmemesini ve güneşin sıcağında yan-
mamasını istiyoruz.
Varolan duruma yürekli bir protesto, kalpsiz dünyaya
kalp, ruhsuz koşullara ruh gerek.
Mazlumun içli çığlığı gür bir sedaya, insanlık vicdanı
yeni bir dile muhtaçtır.
6. 6
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
KİMLİK
“Müslüman”, bütün zamanlarda ve mekanlarda ezeli
ve ebedi evrensel adımızdır. Yerlerde ve göklerde bü-
tün mülkün Allah’a ait olduğu gerçeğini teslim edenler,
bundan razı olanlar, bu nedenle de doğal düzendeki ba-
rış halini bozmayanlar, doğal barış halini sürdürmek ve
yaşatmak isteyenler demektir.
Kapitalizme karşı oluşumuz ise tarihsel bir vurgudur.
Çünkü çağımıza egemen olan sistemin adıdır Kapita-
lizm. Her peygamberî mesaj kendi zamanının egemen
sistemine karşı durmuştur. Bunun için “Antikapitalist”
vurgusu yapıyoruz.
Antikapitalist her çıkış ve söylemi dini inancının veya
inançsızlığının, ırkının, dilinin, renginin, ideolojisinin ne
olduğuna bakmaksızın doğal müttefikimiz olarak gö-
rüyoruz. Onlarla aynı platform ve mücadele ortamlarını
paylaşmak istiyoruz.
Antikapitalist Müslümanlar kapitalizme karşı oluşları-
nı itikadi bir temele dayandırır. Tevhid ilkesini hareke-
tin merkezine alır ve Kuran’dan aldığı ilhamla bu ilkeyi
güçlü bir şekilde vurgular:
“De ki, ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın re-
sulüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü
O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur…” (A’raf;
158)
Tevhidi üçlü saç ayağına oturtur. Allah’tan başka ilah
,güç, otorite yoktur. Çünkü yerlerin ve göklerin bütün
varlıkları ona aittir, mülkün tek sahibi O’dur. Bunu bü-
tün Peygamberler dünya insanlarına haykırmışlardır.
Peygamberlerin pratiğinde şekillenen yaşam tasavvuru
bizim de yolumuzu aydınlatan örnektir.
Antikapitalist Müslümanlar tevhidi, yaşamdan kopuk
soyut bir düşünce olarak görmez. Tevhidi, insanlığı bir
ve eşit görmek olarak anlar ve onu hayatın içinde ete
kemiğe büründürmenin yollarını arar. Tevhidin zıddı
olan şirkin temelinin ise “sınıflı toplum” olduğuna inanır.
Şirkin en büyük sebebi mülk edinme arzusu olmuştur.
Bu arzu toplumda sınıflı yapıları oluşturmuş; mülkiye-
ti elinde bulunduranlarla ona bağımlı yaşayan işçiler,
yoksullar, gençler, kadınlar arasında adaletsiz bir dün-
ya oluşturmuştur. Mülk sahipleri yönetme hakkını da
ellerinde bulundurmuşlar, haksız yasalar yoluyla hem
mülklerini hem de iktidarlarını garanti altına almışlardır.
Geçmişten günümüze bütün peygamberler bu şirk dü-
zenlerini ortadan kaldırmak için mücadele etmişlerdir.
Antikapitalist Müslümanlara göre değer, Allah’ın nimeti
ile emeğin buluştuğu alandır. Ancak emek değer
üretir. Sermaye değer üretmez. “İnsana emeğinden baş-
kası yoktur” (Necm; 39) ayeti temel dayanak noktaların-
dan birini oluşturur.
Anti kapitalist Müslümanlar emeğin dışındaki bütün ka-
zanım yollarını reddeder. Faiz (riba) ya da emek sömü-
rüsü şirk sisteminin ana unsurudur. Bu yüzden “mülkiyet
hakkı”nı özgürlüğün bir göstergesi değil; hegemonya ve
otorite kurmanın bir aracı olarak görür. Çünkü sermaye
gücünü elinde bulunduranlar, buna sahip olmayanların
özgürlüklerini de gasbeder.
Buna karşılık Antikapitalist Müslümanlar ortaklaşacılığı
savunur. Herkes emeğinin karşılığını almalıdır. Hiç kimse
bir başkasının ürettiği emeğin değerine el koymamalı-
dır. Bilgi, servet ve iktidar belirli ellerde toplanmamalı,
genele yayılmalıdır. Allah’ın nimeti bütün yaratılanlar
içindir. Bir grup mutlu azınlık için değil!
“Mallar içinizden sadece zenginler arasında dönüp
dolaşan bir devlet olmasın.” (Haşr: 7)
Antikapitalist Müslümanlar bu çerçevede kapitalizm
karşıtlığını sadece söylem düzeyinde değil; pratik ola-
rak da yaşama geçirme iradesindedir. Alternatif bir
çalışma, iş bölümü ve yaşamı örgütler. Antikapitalist
Müslümanlar tüm gönüllülerini ihtiyaçtan fazla mal
biriktirmemeye, ellerinde ihtiyaç fazlası her türlü bi-
rikimi paylaşmaya çağırır. Eldeki birikimin ranta (ih-
tiyaç fazlası ev, bina, arsa, altın, para...) yatırılmasını
Kuranî tabirle “kenz” (biriktirme) olarak tanımlar ve
bunu Allah’a ve halka karşı işlenmiş suç olarak görür.
Keza her tür faiz, emek sömürüsü, kamu imtiyazı ve bilgi
tekeli oluşturarak elde edilen servetleri suç içerdiğinden
sorgular. Antikapitalist Müslümanlar ; bütün Peygam-
berler, erdemli toplumlar ve insanlar gibi kendi gönül-
lüleri başta olmak üzere tüm insanları, lüks tüketimden,
israftan, gösterişten uzak,gayet sade, mütevazi, zühde
dayalı paylaşımcı bir hayat sürmeye ve haklıksızlığa kar-
şı adaletin tesisi için devrimci bir mücadeleye çağırır.
7. 7
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Yeryüzü nimetlerinde bütün insanlığın hakkı olduğuna
ve bu nimetlerin insanlar arasında eşitçe paylaşılması
için yaratıldığına inanır:
“Orada ihtiyacı olanlar için eşitçe olmak üzere dört
mevsim rızık ve rızık kaynakları takdir etti.” (Fussü-
let; 10).
Antikapitalist Müslümanlar; devleti, ilelebet payidar ol-
ması düşünülen statükonun dayatma gücü değil; öz-
gürlüğün koşullarını oluşturacak bir araç olarak görür.
İnsanın bütün benliği ile yaşam süremediği bir ortamda
devletin varlığı ancak zulüm üretir. Tek bir kişinin burnu-
nun kanamasına dahi devletin bekası adına razı olmaz.
Adaletin gerçekleşmesi adına devleti alabildiğine sor-
gular.
İnsanların yaratılışından gelen bütün değerlerini savu-
nur. “
Sizin renkleriniz ve dilleriniz Allahın ayetleridir.”
(Rum; 22) vahyi, bakış açısını belirler.
Dilinden, renginden, düşüncesinden, inancından ya da
inançsızlığından ötürü kimsenin hakkının yenmesine
razı olmaz ve hakkı yenmişlerin yanında olur , onlarla
birlikte “Allah’ın ayetleri”nin savunusunu yapar. Anti-
kapitalist Müslümanlar, tüm halkların olduğu gibi Kürt
halkının hak ve özgürlük taleplerini bu minvalde des-
tekler. Ermeni halkının uğradığı zulme karşı çıkar. Her
tür inkarı, asimilasyonu, katliamı zulüm ve insanlık suçu
olarak görür. “Haksız yere bir insanı öldüren bütün in-
sanlığı öldürmüştür” ayeti mucibince tek bir ölümü bile
insanlığın tümüne yönelik soykırım girişimi olarak görür.
Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Arnavut, Rum, Ermeni vb. ol-
sun olmasın bütün ezilenleri ve mazlumları tek bir mil-
let olarak telakki eder. Zalimlerden başkasına düşmanlık
beslemez. Adem’in çocukları olması sebebiyle ve tevhid
ilkesi gereğince bütün insanları bir ve eşit görür.
Devletin her türden ırk, din, mezhep, resmi ideoloji ve
şahıs vurgusundan arındırılması gerektiğini savunur.
Ortak iyiye ait kavramlar; hak, hukuk, adalet, özgürlük,
eşitlik ve kardeşlik yeterlidir.
Din, Antikapitalist Müslümanlar için hayatın bütününü
kapsayan yaşam biçiminin adıdır. Sevgiyi, merhame-
ti, adaleti, eşitliği, özgürlüğü savunmak dinin özüdür.
Her din ve inanışın bu ulvî amaçlara ulaşmak için bazı
ritüelleri vardır. Ve bu her inanışta farklılık arzeder. Anti
kapitalist Müslümanlar, devletin tüm inançlar ve ibadet
etme biçimleri üzerinde söz sahibi olmasına karşıdır.
Alevilik gibi diğer tüm inanç gruplarının da kendi ibadet
koşullarını belirlemesi gerektiğine inanır. İnançları, mez-
hepleri ve meşrepleri ne olursa olsun, bütün bir insanlık
ailesinin eşitliğini savunur.
Antikapitalist Müslümanlar inançsız kesimler için de aynı
şeyi düşünür. Kimse Allah’a inanmaya ve bir dine girme-
ye zorlanamaz. Hiç kimse bir başkası üzerinde otorite
kurma hakkına sahip değildir. İnançları ve ritüelleri yar-
gılama, sorgulama ve ötekileştirme aracı olarak görmez.
İnsanların sadece zarara yol açan davranışları sebebiyle,
ötekine karşı sorumlu ve hesap verme durumunda ol-
duklarına inanır.
Sömüren sömürülen ilişkisinde kimlik testi yapmaz. Sö-
mürülen insanların inancının önemi olmadığı gibi, sö-
mürenlerin inancı da önemsenmez. Zulüm alnı secdeli
kişilerden gelse dahi Antikapitalist Müslümanlar zulme
karşı durur. Taşeron firmalarda, ne zaman işten çıkarı-
lacağını bilmeden açlık sınırının altında yaşayan işçiler,
işsizlik sarmalında boğulan milyonlarca genç, etnisite
kurbanı ve inanç ayrımına uğrayan halklar, gelenek ve
modernite arasında sıkışıp kalarak erkek egemen an-
layışın sonucu haksızlığa uğrayan kadınlar için Antika-
pitalist Müslümanlar ısrarlı ve tavizsiz bir mücadelenin
içindedir.
“Biz ezilenleri yeryüzünde önderler yapmak istiyo-
ruz” (Kasas;5) ayeti gereğince ezilenlerin adaleti, eşit-
liği, kardeşliği, merhameti ve paylaşımı esas alan iktida-
rını savunur.
8. 8
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
Bundan dolayı Antikapitalist Müslümanlar aynı zaman-
da anti-emperyalist bir kimliğe sahiptir. Kapitalizmin
yeni hammaddeler bulması ve yeni pazarlar oluşturması
adına, milyonlarca insanın öldürülmesi, tecavüze uğra-
ması, yerlerinden ve yurtlarından sürülmesi kabul edile-
mez. Emperyalist kuşatmaya karşı, halkların birliğini ve
ezilenlerin devrimci mücadelesini savunur. Anti emper-
yalist duruşumuzun kaynağı da vahiydir:
“Size ne oluyor da Allah yolunda o ezilen erkekler,
kadınlar ve yavrular uğruna savaşmıyorsunuz ?”
(Nisa 75)
Peygamberlerin yolunu; tarih boyunca ezilenlerin sesi,
mazlumların içli çığlığı ve çağımızda devrimci mücade-
lelerin esin kaynağı olarak görür ve hepsini selamlar.
Antikapitalist Müslümanlar bu perspektiften yola çı-
karak doğaya, insana ve eşyaya bakışını belirler. Hiçbir
kişisel, etnik, dini
ya da sınıfsal bir
gücün insanların
tümü üzerinde oto-
rite (hegomonya)
kurma hakkı yok-
tur. Evrenin işleyiş
kanunları, doğal
yasalar, evrensel
ahlak ilkeleri, ortak-
laşacı toplulukların
gönüllü sözleşme-
lerinden doğan
hükümlere uymak
yeterlidir. “Lailahe-
illallah” esasında
bu demektir.
Tüm farklılıklarıyla
birlikte “adalete da-
yalı bir dünya düzeni”ni mümkün görür.
Yeryüzündeki tüm dinlerin ideal dünya ülküsünü ifade
eden cenneti, sınırsız ve sınıfsız özgür dünya olarak an-
lar. Böylesi başka (öteki) bir dünyaya inanır ve gerçek-
leşmesi için çaba serfeder…
ÇAĞRI
Zincirleri kırmak ve ‘kölelere özgürlük!’ demek için!
Diri diri gömülen kızlara, yok edilen hayatlara, fâil-i
meçhûllere “hangi suçlarından dolayı öldürüldüler”
demek için!
Bedeni metâlaştırılan, kişilikleri değil; dişilikleri kimlik-
leştirilen, din, örf, töre adına hakları elinden alınan ve
yok sayılan kadınların özgürlüğü ve eşitliği için!
Başörtüsüne şartsız özgürlük için!
Çocuklarımızı robotlaştıran ve senelerce resmi ideoloji
yoluyla uyutan ve öğüten zorunlu eğitim dayatmasına
hayır demek için!
Zorunlu askerliğin zulüm, vicdani reddin ise insanî bir
hak olduğunu haykırmak için!
Yeryüzünde bozgunculuk yapanlara, ekini ve nesli ifsat
edenlere karşı ses çıkarmak: ‘Güneş, rüzgar bize yeter!’
demek için!
K a p i t a l i z -
me abdest
adıranlara,
devletin dav-
r a n ı ş l a r ı n ı
değiştirme-
yip kendi
davranışlarını
devlet ya-
panlara, al-
ternatif eko-
nomi-politik
sistem üret-
meyip mev-
cut sömürü-
cü sermaye
sınıfına da-
hil olanlara,
kamu imtiya-
zı kullanarak servet toplama yarışına girenlere, dindarlık
ve muhafazakarlık adı altında şahsi ikbal peşinde koşan-
lara “hayır” demek için!
Hırsızlığın, yolsuzluğun, çapulun, yağmanın siyaset zan-
nedildiği, talanın ve haram yiyiciliğin küstahça ve hoy-
ratça hüküm sürdüğü bir ülkede,
‘Allah, ekmek ve özgürlük’ demek için!
Tüm ezilen insanlarla birlikte Allah’ın bizlere bahşetti-
ği haklarımızı almak için Antikapitalist Müslümanlar
Hareketi’ni kuruyoruz.
Yüreğimizde başka bir dünya var.
Adalet ve barış yurdu var.
Kalpsiz dünyanın kalbi var.
Mülk Allah’ındır!
9. 9
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
KAZANMAK İÇİN KAYBEDİYORUZ
Kadir Ziyaoğlu
Kabulleri reddetmek kadar büyük bir savaştan çıkmıştık, seninle üzülürken toplumsal problemlere. Bizi
ekmekten, sevmekten, sevişmekten, Allah’tan, meleklerden, göz yaşlarından, Marx’tan, İsa’dan, kızılderi-
lilerden ‘yabancılaştıran’ çağın kahpe ruhuyla olan savaşımızdı anlamlı kılan.
Bizi Tanrı’nın gözünde değerli kılacak tek yol idi savaşmamız. ‘Kazanmak’ gibi modern bir kelime yoktu
lügatımızda. Bizler bu dünyaya ‘kaybetmeye’ gelen insanlarız yoldaşım. Kazananlar kaybederler, kaybe-
denler kazanırlar!
Sizler kapitalizmin tüketici robotları olup, ‘kainatın rahmetini’ karanlığa gömerken, sevişirken ‘sarışın put-
larla’ geceleri; bizler ise tütün sarar, bankaları ve gökdelenleri havaya uçurup, güneşi engelsiz görmeyi
hayal ederdik. Sınıfsız ve sınırsız barış yurdu olan Darus Selamın hayali ile gözlerimizi açardık şehrin
varoşlarında...
Elit semtlerinize karşı, Allah’ın varoşlarda olduğuna inananlar(dan)ız biz...
Neden hayallerimizi duyunca bu kadar korktunuz bayım. Korkularınızı bizi öldürerek gideremezsiniz ki...
Ne de haklıydı derviş şu sözünde:
Ey aşağılık korkaklar!
Sizin ordunuzdan da hapishanelerinizden de korkmuyoruz! Çünkü bizler Allah’a güvenen kullarız... Afri-
kalı çocuklarla yerle yeksan ederken ‘suni dünyanızı’, kokuşmuş gerçeklerinizi silerken yeryüzünden. Bir
daha asla çıkmak istemeyeceksiniz aydınlığa. Afrika’nın çöllerine gömüleceksiniz.
Kıyametiniz biz olacağız!
Çöpten ekmek toplamayacak sizden sonra hiç kimse... Hiç kimse ağlamayacak arkanızdan...
‘Yeryüzünden kovduğunuz’ Tanrı, tekrar şehre ayak bastığında; Gülizâr’a dönecek kainat...
Üstünüzde sokak çocukları eğleşerek koşacak...
10. 10
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
28 Şubat’ın anlaşılabilmesi için Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında yapılmış olan İzmir
İktisat Kongresi’nden sonra, ikinci en önemli ekono-
mi-politik yapılanma olan 24 OCAK KARARLARI’nın
ne anlama geldiğinin ve çizdiği yol haritasının nasıl
bir harita olduğunun anlaşılması gerektiğini düşünü-
yoruz.
Dememiz o ki, 24 Ocak Kararları ve bu kararlarla ülke-
ye çizilen yol haritası anlaşılmadan, ne 12 Eylül Askeri
Darbesi, ne de 12 Eylül Askeri Darbesi’nin artçı şoku
olan 28 Şubat post-modern darbe anlaşılabilir. Başka
bir deyişle, 12 Eylül de ,28 Şubat da, 24 Ocak Kararla-
rının tatbiki için planlanmış ve uygulamaya konulmuş
hareketlerdir .
12 Eylül ‘’operasyonu’’, 24 Ocak Kararlarıyla, ülke
ekonomisine döşenen raylara serbest piyasa ekono-
misini yerleştirme ameliyesi, 28 Şubat ise, 24 Ocak
Kararları çerçevesinde yol alan bu ekonomi treninin,
Erbakan hükûmetinin aldığı ekonomik kararlar ile
yoldan çıkması ihtimaline karşılık yapılan yolda tut-
ma ameliyesidir. 12 Eylül’ün yapılmasın daki gâye,
24 Ocak Kararları’nın, dönemin parçalı koalisyon
hükûmetlerince uygulanamayacak olmasıdır.
Neticede 24 Ocak Kararları çerçevesinde ücretler don-
durulmuş, sendikal faaliyetler askıya alınmış, özelleş-
tirmelerin yolu açılmıştır. Aslında 12 Eylül sonrasında
ABD yönetiminin darbeden haberdar olduğunun ve
darbe gecesi Başkan Jimmy Carter’a “bizim çocuklar
işi bitirdi”
anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında ile-
tilmesinin ne anlama geldiği uzun süre anlaşılamadı.
Zira bu nitelemede kastedilen, sadece Amerikan yan-
lısı olan askerler değil, aynı zamanda kastedilen, Em-
peryalist Sermaye ile anlaşan, 24 Ocak Kararları’nın
uygulamasına yönelik kararlılıkta olan askerlerdi.
Nitekim, 24 Ocak Kararları’nın mimarı ve zamanın
hükûmetinin müsteşarı olan Turgut Özal, askerler
tarafından bu kararları eksiksiz uygulaması için tal-
tif edilerek, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardım-
cısı yapılmıştır. Fakat Erbakan Hükûmetinin kendine
göre oluşturduğu ‘’Adil Düzen’’ mantığı, 24 Ocak
Kararları’nı delmiş ve ücretler %50 oranında arttırıl-
mış,
24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Darbesi
28 şubat ve akp
11. 11
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Kamu Tek Hesabı (kamuda bilinen ismi ile ‘’havuz
sistemi’’) oluşturulmak sûreti ile denk bütçe esası-
na geçilmiştir. Yani bir anlamda ekonomi treninin,
24 Ocak’ta döşenen ‘’raydan çıkması’’ ihtimali belir-
mişti. Bu defa da 28 Şubat post-modern darbesi ile
malum iktidar alaşağı edilerek 24 Ocak Kararları’nın
uygulama devamlılığını kabullenen yeni bir iktidar iş
başına geçirilmiştir.
Tıpkı 12 eylül sonrasındaki askeri yönetimin bir ge-
çiş hükûmeti olması ve akabinde işin ehline veril-
mesi gibi, 28 Şubat’ta da Kemal Derviş marifeti ile
Mesut Yılmaz ve devamındaki hükûmetler geçişi
sağlayarak, günümüzde de aynen 12 Eylül’de
olduğu gibi, AKP Hükûmetine uygulamanın devam-
lılığı açısından yol verilmiştir.
Mâlûmunuz, 28 Şubat mantığının ekonomik operas-
yonunu gerçekleştiren Kemal Derviş, AKP Hükûmeti
için
‘’Bizim ekonomik politikamızı bizden daha iyi uygu-
luyorlar’’ demişti. Nitekim AKP Hükûmetinin uygu-
ladığı ekonomik politika, 24 Ocak’ta döşenen ve 28
Şubat’ta balans ayarı yapılan ‘’neo-liberal kapitalist’’
ekonomik modeldir.
Bugünkü hükûmetin ekonomik programı, hiç kuş-
kusuz tüm yönleri ile 12 Eylül ve 28 Şubat operas-
yonları ile hayata geçirilen ekonomik politikalarının
ta kendisidir.
Gerçek bir 28 Şubat soruşturması, bir ekonomi-po-
litik okumadan bağımsız yapılamaz. Bu günlerde
süren şekliyle bu davanın ele alınışı tamamen ger-
çekleri örten ve ona bağlı olarak da gerçek failleri
gizleyen bir mâhiyette gelişmektedir.
Eğer bu ülkede olayları analiz ederken sebep-sonuç
ilişkisi bağlamında bir değerlendirme mantığı ge-
lişebilseydi ve olaylar dini, milli, sözde demokratik
bazı değerler üzerinden hamâsi okumalarla geçiş-
tirilerek gerçeğin örtülmesi ameliyesine karşı duru-
labilseydi, bugün ortalıkta hesap sorar konumunda
kombine biletle kurulanlar arasında, en az diğer sa-
nıklar kadar suçlu oldukları görülecekti.
“Nitekim, 24 Ocak Kararları’nın mimarı ve zamanın hükûmetinin müsteşarı
olan Turgut Özal, askerler tarafından bu kararları eksiksiz uygulaması için
taltif edilerek, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı yapılmıştır.”
12. 12
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
Dayanışma Kültürü Olarak
Tarım Kültürü
Funda Doğan
İnsan ilişkilerinin giderek daha rekabetçi, daha birey
odaklı ve bencillik üzerine kurulu olması birçok top-
lumda küreselleşmeyle birlikte gözlenen bir durum.
Liberal ekonomik politikaların 80 sonrası tüm dünya-
da daha açık şekilde uygulanmaya başlamasıyla bu
değişim giderek belirgin bir hal alıyor. Bu rekabetçi
kültürün aksine dayanışma kültürünün hakim oldu-
ğu küçük ve orta ölçekli üreticiliğin yaygın olduğu
köyler ise kapitallerin çıkarları ile uyuşmadığı için dö-
nüştürücü politikaların ana hedeflerinden biri haline
gelmiştir.
Köy kültürü öncelikle dayanışma kültürüdür. Köyler-
de mülkiyet ilişkileri şehirdeki gibi keskin çizgilerle
belirlenmemiştir. Komşular bir birlerinin tarlasına
girip ihtiyacı olan ürünü alabilirler. Şehirdeki kopuk
insan ilişkilerinin aksine köy halkı bir birinden haber-
dardır. Bu yüzden birbirlerinin sıkıntılara ortak olurlar.
Mesela yoksul olduğunu bildikleri kişilere mutlaka
destek olurlar. Muhammed Peygamberin “komşusu
açken yatan bizden değildir” hadisinin vücut buldu-
ğu bir dinamik vardır. Yemek pişiren bir komşu yok-
sul olan komşusuna mutlaka bir tabak verir. Şimdi ise
büyük şehirlerde artık zengin semtlerin oluştuğunu
ve yoksullar ile zenginlerin mahalle olarak ayrıldığını
görüyoruz. Bu minvalde köylerin yok olması demek
rekabetten beslenen kapitalist sisteme karşı duruş
olan dayanışma kültürünün yok olması demektir.
Köylerde halk genellikle kendi toprağına sahiptir.
Küçük üretici, sermayeyi tek elde toplamaya çalışan
sistemin kendi potasında eritmek istediği bir unsur-
dur. Küçük ve orta ölçekli üreticicinin yok olmasının
sistem için birçok getirisi vardır. Öncelikle topraklar
büyük işletmelerde toplanırsa, sermaye sahipleri için
sermaye birikimine olanak veren pazar oluşacak,
fiyatların piyasada manipülasyonuna olanak sağla-
nacak, GDO gibi insan sağlığına zararlı olan ama karı
artıran yöntemler uygulanabilecektir. Bu politikaların
sistem için en motive edici yanlarından biri şüphesiz,
küçük üreticiyi işçi konumuna getirmesidir. Köylü ya
kendi toprağında karın tokluğuna çalışan işçi olacak
ya da şehre göçüp hayatta kalabilmek için orda iş
gücüne katılacak. Artan işçi sayısı ise iş bulmayı zor
laştırdığı ve rekabeti artırdığı için güvencesiz işçiliğe
ve ucuz emek gücüne olanak sağlayan bir durum
olacak. İşte bu gibi birçok getirisinden dolayı köyleri
bitirme etkisi olan birçok adım atılmıştır.
2006’da yürürlüğe giren 5553 Nolu Tohumculuk
Yasası köylere yapılan vurgunlardan biridir. Bu yasa
ile kayıt altına alınmayan tohumla üretilen ürünü
satmak yasaklandı ve satmanın cezası 10.000 liraya
kadar belirlendi. Tohumun kayıt altına alınması ise
tohumun 5 yıl sure ile değişmeksizin aynı kalması
şartına bağlandı. Doğal tohum tozlaşma vs ile her
sene değişime uğradığı için doğal tohum kayıt altına
alınamıyor. Bu durumda köylü daha önce, bir önceki
hasattan ücretsiz olarak tohumu elde ediyorken artık
parayla almak durumunda kalmaya başladı. Böylece
tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90’ını
çok uluslu şirketlerin oluşturduğu Türkiye’de devlet
eliyle bir pazar açılmış oldu.
Ancak tohumun artık paralı olması maliyeti artırdığı
için köylünün tarım yapmasını zorlaştıran bir du-
rumdur. 10.000 tl olan para cezasının uygulanmaya
başlaması zaten yerel tohumla üretilen ürünün ulaşı-
mını tüketici için nerdeyse imkânsız hale getirecektir.
Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla tekrar gündeme gelen
büyük şehir yasası köyleri yok etmeye yönelik etkileri
olan diğer bir yasadır. Aralık 2012’de çıkan bu yasa
ile yeni eklenen illerle büyükşehir sayısı 29’a çıkmıştır.
Yasa, Mart, 2014 yerel seçimleri ile köy ve belde be-
lediyelerinin tüzel kişiliklerini ortadan kaldırarak köy
ve beldeleri mahalleye dönüştüreceği için etkisi daha
çok hissedilecektir. Daha önce köy muhtarını, belde
belediyesini seçen köylüler, şimdi ise bu birimlerin ve
il genel meclisinin kaldırılması ile yerelde söz hakkı-
nı kaybetmiş olacak. Mahalle statüsüne geçmesi ile
mera, çeşme vs gibi köy malı statüsünde olan yerler
ortak mal olmaktan çıkacak.
13. 13
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Bir sermayedarın hukuksuz bir eylemde bulunması
halinde köy adına dava açılamayacak. Ayrıca, bu de-
ğişiklikler ile köylüler daha önce para vermedikleri
alt yapı hizmetleri için para vermek durumunda ka-
lacaklar ve köyde yaşamanın maliyeti birçok açıdan
artacak. Mesela, suya artık daha çok para ödemek zo-
runda kalacaklar. Bahçesindeki kuyuya belediye gelip
sayaç takacak. 5 yıl ertelenme ile de olsa araziler için
şehirdeki gibi vergi ödenecek. Seçimler yaklaşıyorken
uygulamaya geçmeye başlayan bazı maddeler köylü-
lerin yaşadıkları alan üzerinde söz haklarının ellerin-
den alınacağını ortaya koyar nitelikte.
Yakın zamanda bazı ilçelerde köy muhtarlıklarına ile-
tilen yazılarda yerleşim alanlarına yakın bölgelerde
hayvancılık yapılmasının yasaklandığı bildirildi. Diğer
bir yasa olan hal yasası ise bir ürünün pazarda satı-
labilmesi için sertifikalanması, faturalanması vb. bel-
gelemelerini gerekli kılıyor. Olumlu gibi görülen bu
durum, bahçede sebzesini yetiştirip pazara götüren
köylü için büyük zorluk demek. Büyük ihtimalle de za-
ten ürününü artık satamaması demek. 2005’de resmi
gazetede yayınlanan 5403 sayılı Toprak Koruma ve
Arazi Kullanımı Yasasında, 2008’de yapılan ek de, ta-
rım arazileri (20 dönüm), meyve bahçeleri(5 dönüm)
ve seralar (3 dönüm) için minimum parsel büyüklüğü
şartı getirildi. Miras kalan toprağı ortak tapu, hisseli
tapu gibi yollarla bölmeden kullanmaya devam eden
köylüye minimum parsel büyüklüğünün iki katından
az olan tarım arazilerinin bölünmesini engelleyen dü-
zenleme 2013’de sunuldu.
Bu düzenleme, 1 yıl içerisinde toprağı mirasçılardan
birinin almasını şart koşuyor, ya da mirasçılara şirket-
leşmesini söylüyor.
Aksi halde toprağı kendi satışa çıkaracağını belirtiyor.
Şirketleşme köylüye çok uzak bir uygulama ve ortak
iş yapmanın zorluğu ve şirket kurmanın prosedürle-
ri düşünüldüğünde bu yol köylü için çok alternatif
görünmüyor. Mirasçılardan her hangi birinin toprağı
alması için yeterli parası olmama durumu da düşünü-
lünce köylü toprağını satmak zorunda kalacak.
Tüm bu düzenlemeler dünyanın birçok yerinde
görülen neoliberal dönüşümlerin bir parçası. Kü-
çük ve orta ölçekli tarım ve hayvancılığın dev öl-
çekli işletmelere dönüşümünün hikâyesi.
Bu dev işletmelerle hem sermayenin belli ellerde top-
lanmasını sağlayacaklar ve kapitalist ilişkilerden ve tü-
ketim kültüründen uzak olan bir toplumu bunun içi-
ne çekmesi ile dolaylı birçok kazanım elde edecekler.
Yani köylerin dönüşümü salt ekonomik ilişkilerin de-
ğişmesinden çok daha fazlası. Bir kültürün yok olması
demek. Kapitalizme direnmenin en etkili yollarından
biri şüphesiz var olanı korumaktır. Var olan bu değeri,
kültürü ve doğayı korumak bu sistem içerisinde yok
olmakta olan insanlar arası ilişkiler için bir panzehir
olacaktır. Ve üzerinde mücadele edilebilinecek bir do-
ğanın kalması için de ayrıca gerekli bir durumdur. Bu
yüzden köyleri korumak aslında geleceğimizi koru-
manın ön şartlarından biridir.
14. 14
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
CAMİLER
Ezgi Gürkan
Peygamberin ve ashabının adli, siyasi, askeri, ilmi ve di-
ğer toplumsal meseleler için mesken edindiği camiiler,
İslam’ın Emevileşmesi ve devlet otoritesini meşru kılan
bir araç haline getirilmesiyle birlikte mekansal bir yoz-
laşmaya uğramıştır.
Bu yozlaşma en çok camiilerin yoksula, yetime, ezile-
ne bir ev, bir aş ve bir sığınakken yalnız namaz kılınan
bir yer haline egemenler tarafından dönüştürülmesiyle
gerçekleşmiştir.
Peygamber zamanındaki mescid örneğine bakarsak
eğer, yapımından başlayarak toplumsal işlevine kadar
incelememiz gerekir ki ona göre tarihsel değişimini
daha iyi görebilelim. Hz.Muhammed(s.a.v) döneminde
ilk mescid yapılırken peygamber efendimiz de bizzat
işçi olarak çalışmıştır. Bunu bir lütuf olarak değil Allah’ın
emri olarak yapmıştır. Mescidin temeli taştan, duvarları
kerpiçten, direkleri hurma ağaçlarından yapılmıştı, ze-
mini ise topraktandı.
Kıblesi Kudüs’e doğru olan bu mescidin iki kapısı vardı;
birisi kıble taşının karşısındaki ana kapı iken diğeri de
Resulullah’ın evine açılan kapıydı.
Müslümanları beş vakit bünyesinde toplayan cami, iba-
detlerin yerine getirildiği bir mekân olmanın ötesinde
siyasî, sosyal, ilmî, kültürel ve ekonomik meselelerin ko-
nuşulduğu bir meclis olup sosyal bütünleşmenin sağ-
lanmasında çok önemli bir fonksiyona sahipti. Hz. Mu-
hammed 23 yıl devam eden peygamberliğinin on yılını
Medine’de geçirdi. Kendisine vahyolunan Kur’an sûre
ve âyetlerini ashabına öncelikle camiide, hem erkekle-
re hem de kadınlara tebliğ ettiği gibi, kendisine sorulan
sorulara, Kur’an’ın anlaşılması için yaptığı açıklamalara
burada devam ederdi. Ayrıca haftada bir gününü de ka-
dınların sorduğu sorulara cevap vermek ve onlarla soh-
bete tahsis etmişti. Yine Mescid-i Nebevî’de meclis adı
verilen halkalarda bulunur, sohbet ederdi. Bu halkalar-
da İslâm’ı anlatmak, ayrıca okuma yazma dersi vermek
üzere Ubâde b. Sâmit ve diğer sahâbîler de kendisine
yardım ederlerdi. Ayrıca buralarda insanların dertlerine
derman olunurdu.
Hicret’le birlikte Medine’de oluşan devlet yönetimiyle
ilgili işler mescidde görüşülüp karara bağlanmış; Pey-
gamber (sav) kendisine sorulan sorulara, burada cevap-
lar vermiş; şikayetleri burada dinlemiş; dışarıdan gelen
kabile heyetlerini burada kabul etmiştir.Medine’de bir
evi ve ailesi olamayan yoksul kimseler de Suffa’da yatıp
kalkıyor, ihtiyaçlarını da buradan karşılıyordu. Savaş ka-
rarları burada verilmiş, seriyye kumandanları burada ta-
yin edilmiş, savaşta yaralananlara burada bakılmış, esir
edilen düşman askerleri burada muhafaza edilmiş, ga-
nimet ve zekatların muhafaza ve dağıtımı camide veya
avlusunda yapılmıştır. Hukuk işlerine de burada bakıl-
mış, davalar burada sonuçlandırılmış, hatta mahkumlar
burada cezalandırılmıştır. Bu Kur’an’daki tevhidin hayata
yansımasıdır bir anlamda.
15. 15
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Bugün modernizmin hayatımızı parçalara ayırması tev-
hidin bozulmasıdır oysa İslam’da her şey birdir, Ehâd’tır.
Şimdi, günümüz camiileri ve işlevine gelecek olursak,
Peygamber dönemindeki dayanışma,eşitlenme ve kar-
deşleşmenin sembolü olan camiiler, bugün egemenle-
rin dini devlet kontrolü altında tutması için araç olarak
kullanılmaktadır. Bugün siyasal örgütlenmenin devlete
doğru evrilmesiyle birlikte,devletin yarattığı eşitsizlik
kendisini mescitlerin algılanışında da göstermiştir.Pey-
gamber döneminde Mescid-i Nebevi ile peygamberin
evi aynı alan üzerine bitişik bir şekilde kurulmuş ve pey-
gamberin yani yöneticinin halkla bir araya geldiği yer
olarak kullanılıyorken ve siyasi önder olarak peygamber
kamusal alanda halkla eşit bir biçimde bulunmakteyken
bugün siyasi liderler onlarca koruma ile camiilere gi-
derek eşitlenmenin sembolü olan namazın özünü boz-
maktadır.
Peygamberimiz zamanında mescid; kerpiç ve hurma
dallarından yapılırken imparatorluk zihniyetinin inşa et-
tiği ve günümüzde yapılan büyük kubbeli büyük mina-
reli şatafatlı, yoksulları ve ezilenleri temsil etmeyen ege-
men bir mimari anlayışa dönüşmüştür.
Camiler; aş evinin, evsiz için yatacak yerin, sıcak bir çor-
ba ve sevginin yeri olması gerekirken, günümüzde na-
maz bitince hızlıca işlerimize koşturduğumuz, bol kame-
ralı bol güvenlikli, geceleri kapılarına kilit vurulan yerler
olmuştur. Oysaki İslam, yanındakiyle selamı yayanın di-
nidir.
Her yere camii yaptırarak, namaz çıkışında para topla-
yarak değil, minarelerden mazlumun çığlığını yüksel-
terek ve buraları yaşam alanına dönüştürerek camiile-
re özünü kazandırmalı.
Meçhul Öğrenci Anıtı
buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
bir teneffüs daha yaşasaydı
tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
devlet dersinde öldürülmüştür
devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
maveraünnehir nereye dökülür?
en arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine’dir
bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
o günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:
ah ki oğlumun emeğini eline verdiler
arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
aldırma 128!
intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk
vardır
bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar
gönderecek.
Ece Ayhan
16. 16
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
Doğadan kopmamış insanların zamanından kalma bir
gün Nevruz. Bütünlüğünü bozmadığı dünyadan, sevinç
ve heyecanını bağladığı, ona can veren, yaşatan doğa-
nın zamanından. Gelecek mevsimlerden ümitli olduğu,
insanın.. Yağacak yağmurun, doğacak güneşin takipçisi
olduğu zamanlardan. Öfkenin; zulme ve “benimdir” di-
yene olduğu zamanlardan.
İnsanlık binlerce yıldır o yeni günün hayalini kuruyor.
Onu bekliyor ve bayram biliyor. Yeni bir perde, yeni bir
sayfa…
Nevruz, yenigün anlamına geliyor. Yeni olan aslında hiç
bilinmedik olan değil. Üzerini karın örttüğü taze çayır-
ların, ekin arazilerinin gün yüzüne çıkması... Donmuş
suların erimesi.. Nevruz örtülmüş olanın açığa çıkması..
Bu sebepten kendi Nevruzu’nu yaşamamış bir halk var
demek zor.Hayatın geri alınmışlığıdır Nevruz... Zulmün
sofrasında meze olmuş insan topluluklarının bir araya
gelip o sofrayı dağıtmasıdır.. Yağmur hayattır, güneş ha-
yattır, toprak hayattır... Allah’ın nimetlerinden insanlığı
mahrum edenlere karşı yakılan ateştir Nevruz.
Nevruz ateştir.. Ateş hep yakıp kavurur mu, yok mu eder
? Nevruz var eder.. Yokluğu yok ederek var eder. Öz-
gürlüğün ve Hakkın üzerini örten karı, örtüyü yok eder.
Nemrudun Hakkı yakmak istediği ateşi değil insanlığa
yeniden bir doğuş getiren, nebattan hayvanata, insana
her şeye hayat getiren, bağrında kardeşliğin dostluğun
ve başkaldırışın hararetini taşıyan bir ateştir. O ne güzel
bir şeydir ki gönlüne düştüğü kişiyi en zalim hükümda-
rın karşısında haykıran bir kahraman kılar.
Zalim ve mazlum bu topraklardan hiç eksik olmamıştır.
Zulmün karşısında ezilenin yüreğine düşen “Yenigün”
arzusudur. Yeryüzünün ilahı olduğunu iddia edenler
dün de vardılar, bugün de varlar. Biz ezilenler baş kaldı-
rışlarıyla onların karşısında. Bazen adımız Demirci Kawa
oldu, elimizde zulmün başını ezen bir çekiçle belirdik
dünya sahnesinde, bazen de demir kütlelerini eriten ve
o Ergenekondan çıkan yalın kılıç süvariler..
Türkiye ve ortadoğu coğrafyası.. Doğu coğrafyası.. İn-
sanlığa hep doğanın yapıcı onarıcı hayat verici Nevruz
ateşi ile baktı. Halklar için büyük önem arzeden bugün
her zaman silkinmeyi ve yeniden doğuşu simgeler. O
ateşin üzerinden atlarken kinini, düşmanlığını, uğursuz-
luğunu döktü, arındı.
Nerden öğrendik bu ötekileştirmeci ağızı ? Sınır nedir
bilmeyen ve Keşmir’den Rabat’a kadar aynı sazın nağ-
meleriyle bir bütün olmuş ve her zaman istilacılar kar-
şısında yek vücut başkaldırmış bu halk nasıl da öğrendi
sen şöylesin böylesin, sen şusun demeyi. Kültür zengin-
likti, dil zenginlik unsuruydu hani. Mevduat hesaplarıy-
la, hisse senetleriyle, manipülasyonlarla beyni bulanmış
zenginliği, bindiği tenekenin modeli zanneden ahmak
kafa nasıl da hayat buldu bu topraklarda. Nasıl oldu da
binlerce yıldır aklına gelmeyen “Bu dil de neymiş?” so-
rusunu sormaya başladı ? Ne olacak peki ? Acemistan’a
sen İransın , Farssın koskoca Persepolissin dediğin za-
man, Irak’a Kürdistana sen mezopotamyasın büyük yüce
medeniyet yatağısın dediğinde, Türkler’e sen bozkurt-
sun ergenekonsun dediğinde ne olacak. Tarih öncesin-
den bulunmuş arkaik kültürler , milli elbiseler, milli be-
denler oluşunca ne olacak. Özgür mü olacağız ? Milli
dil, milli kültür, milli milli milli.. Kurbağa için tencerede
ısınan su değilde nedir bunlar?
Nevruz ateşi
sefa genç
17. 17
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Aynı medeniyetin çocukları birbirini aşağılayan, nefret
eden, öteki gözüyle bakan bir dil öğrendi de ne oldu.
Önce sen başlattın desek ne olacak ?
Bu nefret ateşi bizi mayınlı arazilere götürdü.
“Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...”
Roboskî bundan başka nedir?
Bir ateş var dünyanın doğu yakasında. Bir zulüm var! Ya-
nan bir ateş var halkların bağrında, aynı evin çocuklarını
saran bir ateş var. Sermayenin kutsandığı, yalnız
ca pazardan ibaret olan ucuz işçi gözüyle bakılan bu
topraklarda. Bizi kurtaracak olan şey siyasilerin ağızla-
rında –nereden öğrendikleri bilinmez- 150 yıldır hiç
değişmeden dönüp duran ayrıştırıcı dili yok etmek, asıl
düşmanı ortaya koymak ve bu düzensizlikten nemala
nan egemen sınıfın yaktığı ateşi Nevruz’un kardeşleyici,
devrimci, Peygamberî olan var edici ateşi ile söndürmek
ve yok etmektir.
Ezilmişlik parçalanmışlıktan gelir, aşikar. Bir şeyi bölüp
parçalamadığınız müddetçe onu ezemezsiniz de. Biz bir
bütünüz, kimiz biz ?
“Dilleriniz ve renkleriniz Allah’ın ayetlerindendir.”
(Rum:22) beyanına inanmış yeryüzünde ne kadar dil,
renk, millet varsa hepsinin bir bütün olarak parçalana-
maz ve aşağılanamaz olduğuna inanmış gençleriz. Biz
diyoruz ki saydığı paranın şakırtısını her şeyden üstün
tutanlarla, bir ekmeği 5 e bölenler aynı halk değildir.
Aynı acıyı paylaşanlar, aynı dert ile dertlenenler, aynı zul-
mün maddi manevi mazlumları kardeştir. Ve halâ içimi
kabartarak bana coşku veren bir haz duygusu var mut-
luluğun da böylesi yani... Bütün bu çabalara, propagan-
dalara, ayrıştıran unsurlara rağmen bu halk kardeşçe ya-
şamayı, birbirini sevmeyi hiç bırakmadı. Bırakın egemen
sınıfın bölücü ağzını almayı, birbirlerine yan gözle bile
bakmıyorlar. Selam ne güzel kelam. Allah’ın selamıyla
kapıları açan, onunla “Ben senden eminim, sende ben-
den emin ol.” diyen bir topluluğun hangi insan hakları
bildirgesine ihtiyacı olur. Kardeşleşmiş ve Ahmet Arif’in
deyimiyle “Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu” dediği o
yüzyılları.. Birbirine “Selam” adalet barış, huzur dileği ile
muamele eden bir toplum nasıl parçalanır, ezilir. Birbiri-
mizin farkına varmalıyız, satın aldıkları kalemlerle, onlar-
ca televizyon kanallarıyla 24 saat aynı ağzı konuşsalarda,
sermayeleriyle insanları tutsak etmiş böylesi bir asimile-
ye maruz da bırakmış olsalar, bu kardeşlik için muhtaç
olduğumuz kudret damarlarımızda ırk kanı olarak değil
kardeş olmuş halkların kanı olarak akmaktadır.
Ne duruyoruz yakalım yüreklerimizde Yeniden Doğuş’un
ateşini. Onunla ısınıp sarmalanalım. “Yüzbin yürek gibi
çarpar yaprakları” bu ateşle insanlığın.. Ne sen bu gücün
farkındasın ne polis ne devlet. Bu budak budak, şerham
şerham binlerce yıllık ağacın. Durmayalım yeşertelim
yüreğimizdeki ihtiyar cevizin tomurcuklarını. Ve öyle bir
uzanalım ki göğe yerin altıyla ve üstüyle öyle bir baş
kaldırışla duralım ki, öyle bir Nevruz olsun ki “Şaşarak
bakalım” bizde..
18. 18
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
ANTİKAPİTALİST MÜSLÜMANLAR SEÇİM BİLDİRGESİ
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Anti-Kapitalist Müslümanlar olarak, 1 Mayıs 2012 tarihinde Fatih Camii’nden başlattığımız yürüyüşümüz,
Allah’ın da izniyle hız kesmeden devam ediyor. Bu süreçte, yaşadığımız çağın
sorunlarına, kadim değerlerimizin paylaşımcı, ortaklaşacı ve kardeşlik hu-
kukuyla örülü yaklaşımlarıyla çözümler getirmeye çalıştık ve çalışmaya
devam ediyoruz. Bütün dünyayı etkisi altına alan modern kapitalist sis-
temin dünya görüşü karşısında bir bilinç oluşturmak adına; Önce vahyi,
sonra başta Hz. Muhammed (S.A.V.) olmak üzere tüm devrimci pey-
gamberlerin mücadelesini ve eşitlikçi Ortadoğu Halkları’nın kültürlerini
örnek alıyoruz.
Hepimizin bildiği üzere, seçim dönemine girmiş bulunmaktayız. Siya-
seti, ‘’Temsili Demokrasi’’nin dar kalıplarına sıkıştıran, eşitliğimizi de
kardeşliğimizi de bozan, bir avuç HARAM YİYİCİ’ye kendi çıkarları için
siyaset yapma alanı açan, Allah’ın nimetleriyle ve halkların emekleriyle
ortaya çıkan değerleri yalnızca zengin kodamanların faydalanacağı ya-
salarla ranta dönüştüren, bunun üzerinden bize otorite kuran, bizi bir-
birimize düşüren, birlikte üretip, birlikte karar alıp, birlikte yönetmemiz
gerektiğini bize unutturan bu siyasi modeli reddediyoruz.
Siyaset, bizim anlayışımıza göre, bir “yaşama” biçimidir. Yani iyiye doğru,
değişime açık olan ve ihtiyaçları ile duyguları kesişen insanların, yal-
nızca karşılıklı faydaları için değil, birbirlerinin ihtiyaçlarını gözetmenin
yarattığı etkileşimin ve bunun bir arada ortaklaşacı, eşitlikçi, adaletçi
ve özgürlükçü bir yaşama dönüşebilmesinin yoludur. Siyaset, insanlara
başkaları tarafından yapılan değil, insanların bizzat özne olup yapması
gereken bir eylemin adıdır.
Temsili demokrasinin ‘’neyi seçeceğiz’’ sorusuna karşılık ‘’nasıl yaparız’’
sorusunu, mevcut siyasi kültür içerisinde hep birlikte var kılmaya çalış-
malıyız. Sorunlarımızı, yalnızca sermaye sınıfını ve kendi iktidarlarını var
etmek üzere siyaset yapan ve halkların çıkarlarını gözetmeyen bu anla-
yışa havale etme zorunluluğunu kabul etmemeliyiz. Artık siyaset, yalnızca
profesyonel siyasetçilerin yaptığı bir meslek haline gelmiştir. Bu sistem kurgusu içerisinde bize biçilen rol ise, ne
yazık ki siyasetçiler için oy vermek olmuştur.
Son yolsuzluk operasyonları da göstermiştir ki, oy verdiğimiz siyasetçiler bundan öncekilerine benzer bir biçim-
de hem küresel kapitalizme hizmet etmekte hem de kendileri hâksız kazançlarıyla birlikte kapitalistleşme yoluna
gitmektedirler. Bu bir sistem sorunudur. Yolsuzluk dosyasında vitrinde AKP görünüyor olsa bile asıl itibarsızlaşan
parlamenter sistemdir. Olaya salt AKP karşıtlığı üzerinden bakılırsa, sistem sorgulaması yerine alternatifler düşü-
nülecek ve alternatif olarak var olan siyasi partiler görünecektir.
Bu yolsuzluk dosyasının açığa çıkardığı gerçeklik parlamenter sistemin yerine yeni bir siyasi anlayışı ikame etme
zorunluluğudur. Bu anlayışı ikame etmenin ilk yolu sandıkları boykot etmektir. Parlamenter sistem halkın gözünde
de itibarsızlaşmalıdır.
19. 19
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Yolsuzluğun, hırsızlığın, haksız kazancın panzehiri var olan muhalif siyasi partiler
ya da yeni bir siyasi parti değil, yeni bir siyaset anlayışıdır.
Anti-Kapitalist Müslümanlar olarak biz, öncelikle bu bağımlılık ilişkisinden
kurtulmamız gerektiğine inanıyoruz. Kur’ân’dan ve Hz. Peygamber’in pratik-
lerinden de öğrendiğimiz üzere, bütün insanların yeryüzünde halife olarak
yaratıldığına inanıyor ve yönetim anlayışı olarak, kimsenin kimseden üstün
olmadığını savunuyoruz. Hayatımızı bütünüyle kıskaca almanın bir aracı olan
temsili demokrasinin yerine, Yüce Allah’ın Şûra Sûresi 38. âyette de buyurduğu
üzere, o beldede yaşayan herkesin ortaklaşacı yöntemlerle karar aldığı, istişâre
ve meşveretin esas alındığı, o toplum içerisinde yaşayan her bireyin özne ol-
duğu, herkesin rızasının gözetildiği bir öz yönetim şekli olan ŞÛRA SİSTEMİ’ni
gerçek anlamıyla savunuyoruz. Şûra sistemini; halklar arasına örülmüş sûni
duvarlardan doğan çatışmayı ortadan kaldıracağından, yasaların sorunun et-
kilenen tarafları içerisinde yer alan insanlar tarafından oluşturulmasına fırsat
vereceğinden ve temsili demokrasiye bağımlı bireyleri özgür bireylere, kişisel
çıkarları da halkın ortak faydalarına dönüştüreceğinden ve bu yöntemle daha
çok birbirine kenetlenmiş örgütlü bir halk inşâ edeceğinden dolayı savunu-
yoruz. Savunduğumuz usulü öncelikle kendi hareketimiz içinde uygulamaya
koyduk. 1 yılı aşkındır süren hareketimizin yönetim anlayışını ‘’eşitler arası
sorumluluk bilinci’’ olarak tanımladık. Ne yönetimde, ne de mülkiyete sahip-
likte kimsenin kimseden üstün olmadığı bir yöntem uyguladık ve uygulamaya
devam ediyoruz. Her ne kadar mevcut siyaset lider kültü üzerinden ilerlese de,
kamuoyu her fırsatta bizi belirli isimlerin gençleri olarak göstermeye çalışsa
da biz özgün duruşumuzu bozmadan yapılanmaya devam ediyoruz. Bundan
dolayıdır ki; Anti-Kapitalist Müslümanlar’ın “eşitler arası sorumluluk bilinci”
içerisinde yer almayan hiç kimse, bu hareketi de temsil etmemektir.
İsmi medyada bizim liderimizmiş gibi anılan kişiler başta olmak üzere, hiç
bir popüler isim ya da yazar, Anti-Kapitalist Müslümanlar’ın “eşitler arası
sorumluluk bilinci” içerisinde yer almamaktadır.
Bağımsız hareket etmek, bizim temel ilkemizdir. Yaşam içerisinde, yönetimde de mülkiyette de ortaklaşacılık
esastır. Bir düşünceyi en iyi şekilde hayata taşıyacak olan hiyerarşi değil, inandığımız ve savunduğumuz düşün-
cenin verdiği güçle sorumluluk alarak yola koyulmaktır. Çıktığımız bu yolda, ilk önce kendi pratikliğimiz içerisin-
de bu değerleri üretmeye çalışıyoruz. Biz, insan potansiyelini en verimli şekilde değerlendirmek adına sorum-
luluğu, bizim adımıza karar verecek bir başkasına havale etmiyoruz. O yüzden liderlik anlayışına sonuna kadar
karşıyız ve halkların kendi aralarında ‘’eşitler arası sorumluluk bilinci’’ ile hareket edebileceği özgür ve eşitlikçi bir
toplumsal düzen için mücadele ediyoruz.
Bütün bu sözlerimizin ışığında, Önce Allah’a sonra Halkımıza şunları deklare etmek boynumuzun borcudur:
20. 20
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
HİÇ BİR SİYASİ PARTİYLE, OLUŞUMLA YA DA SERMA-
YE SINIFI İLE ORGANİK VE FİNANSAL BİR BAĞIMIZ
BULUNMAMAKTADIR VE ASLA OLMAYACAKTIR.
Temsili demokrasi, bir avuç HARAM YİYİCİ’ye hizmet
eden ve halkları kandırmaya yönelik bir siyasi yön-
tem olduğu için, SEÇİMLERDE HİÇ BİR SİYASİ PAR-
TİYE OY ATMAYACAĞIZ VE HİÇ BİR ADAYI DESTEK-
LEMEYECEĞİZ ve halkımızın da yeni bir siyaset alanı
yaratabilmesi için OY KULLANMAMASI gerektiğine
inanıyoruz.
Siyasetin alanını hep birlikte genişletmek zorunda-
yız. Siyaset sandığa hapsedilmemelidir. Başka bir yol
açılmalıdır ve bu yol siyasetin hayatın tüm alanlarına
taşınmasıyla mümkündür. Gezi direnişini de böylesi
bir yolun başlangıcı olarak görüyoruz. Bizce Gezi Di-
renişi, sadece iktidarı değil, muhalefeti de kapsayan,
topyekûn temsili demokrasiye ve Kapitalist sisteme ge-
tirilmiş köklü bir sorgulama, eleştiri ve başkaldırıdır. Biz
yaşananları tecrübe edinip, Ortadoğu Halkları’nın tüm
farklılıklarıyla birlikte eşitlik, özgürlük adalet ve da-
yanışma günlerine yol almak istiyoruz. Yolumuz uzun
ama bir yol üzereyiz. Bu yoldan sapma gibi bir düşün-
cemiz de Allah’ın izniyle olmayacaktır.
Her bir insanin özne olduğu yeni bir hukuk inşa etmeli-
yiz. Tüm halkların özgül koşullarının teminat altına alın-
dığı çok hukuklu ve çok kültürlü bir toplum sözleşme-
sine ihtiyacımız var. Mülkiyeti ortaklaştırarak, kalkınma
bahanesiyle küresel sermayeye bağımlı değil, ihtiyaca
dayalı bir ekonomik anlayışa ihtiyacımız var. Tüm bun-
ları hep birlikte düşünmeye ve geliştirmeye ihtiyacımız
var.
Biz bu yola önce kendimizden başladık. Lidersiz, ba-
ğımsız, yatay, şeffaf ve herkesin özne olduğu yönetim
anlayışını koruyarak yürümeye devam edeceğiz. Bu
yürüyüşü halkımızla birlikte yapacağız ve bu sebepten
dolayı halkımızı bu kutlu yürüyüşte omuz omuza olma-
ya çağırıyoruz. Biz Allah’a ve halka inanıyoruz. Bugü-
nün siyasetini bugünün dar kalıplarına sıkıştırmadan,
yarına taşımanın yolunu büyütmeye çalışıyoruz.
Mülk ve Otorite Allah’ın oluncaya dek mücadele-
miz devam edecek…
Rabbimizin muradı neyse biz de bu muradı hâkim kıl-
maya çalışıyoruz.
O yüzden ;
BİZ EZİLENLERİ YERYÜZÜNDE ÖNDERLER KIL-
MAK İSTİYORUZ..! (KASAS SÛRESİ 5. ÂYET)
Güvenpark, Ankara
2014
21. 21
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Mesele Çay Değil
1800’lü yılların başında artan çay tüketimiyle beraber Britanya (İngiltere)’nın Çin’e
bağımlılığı artmıştı. Çin ise yerli ekonomisini korumak için İngiliz tüccarlarından mal
almayı kısıtlamıştı. İngiltere, Çin’den sınırsız çay satın alabiliyorlarken sınırlı ve çok az
miktarda Çin’e mal satabiliyor, Çin pazarında istediği ölçüde söz sahibi olamıyordu.
İngilizlerin ihracat-ithalat dengeleri bozulmasa da, üzerinde güneş batmayan impara-
torluğun gözünü Çin’e her sene ödediği gümüş ve altın bürümüştü.
İngiliz ekonomisi verdiği bu açığı kapatmak için, her zamanki gibi tek taşla onlarca kuş
vurabilecek akıllı bir çözümün peşindeydi. Çin pazarını birşekilde kendilerine bağımlı
kılmaları, her yerde olduğu gibi burada da ipleri ellerine almaları lazımdı. Belki sene-
lerce üzerine kafa yorup, bir fikre kapıldılar. Böylece çaydan daha çok bağımlılık yapan
bir maddeyi Çin’e satmış olacaklardı.
AFYON.
Önceleri yavaştan ve gizlice Çinli gümrük memurlarına rüşvetleri birbir yedirerek afyo-
nu Çin’e sokup satmaya başladılar. Kısa zamanda 400 milyonluk Çin’de 20 milyon afyon
bağımlısı oldu.
Durum ciddileşip Çin hükümdarının kulağına gidince hükümdar, en güvendiği adamını
bu işi sonlandırması için görevlendirdi. Rüşvet almayan ve geleneklere bağlı bu adam
limana gitti. Çinli ve İngiliz tüccarların afyonlarına el koydu ve imha etti. Afyon satmak
ölüm cezası oldu.
Tarihin bize öğrettiği ezber tekrarlandı. Çin’in başlattığı bu afyonla mücadelenin üze-
rine İngilizler donanmalarını yolladı ve Çin’in sahil kentlerini 2 yıl boyunca bombaladı.
Bu donanmada dünyanın ilk demirden gemisi NEMESİS te donanmadaydı. Boyun eğ-
dirmek bu yayılmacılığın işiydi.Sonunda pes eden ve barış istemek zorunda kalan Çin
hükümdarı gümrüklerini açmak ve Hongkong’u İngilizlere vermek zorunda kaldı. Tari-
he ‘’Afyon savaşı’’ diye geçmiştir bu olay. Hatta bir onbeş sene sonra bu savaşın ikincisi
yani II.Afyon Savaşı da patlamıştır.
İngiltere bu olaylarla tüm dünyaya bir mesaj veriyordu aslında. Pazarlarınızı bize
açın yoksa endüstri çağının yıkıcı silahları ile sizi bombalarız. Modern zamanların
Küresel Kapitalizmi uğruna Küresel Emperyalizm icad edilmişti ve vampir gibi halk-
larımızın kanını emmeye de devam ediyor.
22. 22
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
Hanifi Aktaş
Aslında zihnimde, mitolojik bir kahraman olan
Dafni’nin “Defne” oluşunu ve Defne bitkisinin Tür-
kiye ekonomisindeki yerini anlatmak vardı. Bu ni-
yetle Hatay’ın Yayladağı ilçesinde bir hafta boyunca
defne üretimini inceledim. Bununla ilgili fotoğraflar
çekip yazılar yazdım belki birkaç dergiye yollayabi-
lirim ümidi ile….
Fakat Hatay’daki durum, Zeus’un oğlu Apollon’un
Afrodit’in kızı Dafni’ye olan ümitsiz aşkından bah-
setmeme müsaade etmedi. Mitolojinin otantik
havası, defne yaprağının hoş kokusu ne kadar gü-
zeldiyse, savaşın o topraklara sürüklediği Suriyeli
sığınmacıların yaşadıkları da bir o kadar korkunçtu
çünkü. Zira ölmemek için ülkelerini terk eden bu
insanlar başka bir ülkenin topraklarında ölmüyor
fakat sürünüyordu…
Kimi insanların gözünde terörist, kimi insanların
gözünde mücahit olan bu insanlar, yerel ve global
kapitalistlerin gözünde ise sadece “ucuz iş gücü”
ve “potansiyel tüketici” idi…Güncel siyasetin kutup-
laştırıcı havasına kapılıp, bulunduğumuz safa göre
ad verdiğimiz bu insanların yaşadığı dram aslında
çok daha farklı ve çok daha korkunç durumda. İşin
daha vahim yanı, buraya sığınan Suriyeliler de içeri-
sine düştükleri büyük çarkın farkında değiller. Onlar
da kendilerine gösterilen küçük düşmanı yok etme-
nin peşinde ve onlar da kendince bir çember çizip o
çemberin dışındakileri “öteki” görmekte.
Sonuçta mağdur olan halk, kendisini mağdur eden
olarak gösterdiği öteki halkı suçlarken, mağduri-
yetin esas kaynağı olan küresel güçleri ve onun
yerel işbirlikçilerini es geçiyor.
Şimdi bu konuyu burada geri dönmek üzere yarım
bırakalım ve alakasızmış gibi görünen fakat –bana
göre” tek yumurta ikizi olan diğer bir meseleye ba-
kalım. Bu meselenin adı “kürt meselesi”…
Neoliberal politikaların tüm dünyada ve ülkemizde
hızla yayıldığı bir dönemde Irak’ta bir diktatör bin
lerce Kürdü katletti, Türkiye bu insanlara kapıyı açtı
-açmalıydı da-. O dönem birçok milliyetçi/ulusalcı
insanların “bu Kürtler başımıza bela olacak” “yahu
nereden çıktı bunlar” gibisinden yazılar yazdığını,
konuşmalar yaptığını yaşımız yetmediği için eski
arşivleri tarayarak görebildim. Yine böylesi politi-
kaların kararlı bir şekilde ilerlediği doksanlı yıllarda
ülke içerisinde de PKK güçlenmiş, askerle amansız
bir savaşa tutuşmuştur.
Köyler boşaltılmış, insanlar akın akın metropollere
göç etmiş/ettirilmiştir. Ve metropollerin inşasında,
ucuz iş gücünün adı Kürtler olmuştur… Yıllarca
İstanbul’da özellikle inşaatlarda, Adana’da pamuk
tarlalarında, Antalya’da turizm sektöründe ucuz iş
“Dafni” nin Güzelliği, Savaşın Çirkinliği Arasında Bir İşgüzar:
“Kapitalizm”
23. 23
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
gücünü Kürtler yüklenmiştir. Beyaz Türkler’in bi-
ricik servetlerine hizmet ettirilmiştir. Aradan yirmi
yıl geçti ve o dönemin Kürtleri büyük ölçüde orta
sınıfa dahil oldu, kimisi iş veren dahi oldu. Haliy-
le eskisi gibi karın tokluğuna çalışmları neredeyse
imkansız hale geldi… İyi ama metropollerde ucuz
iş gücüne ihtiyaç bitmedi? Peki ne olacak?
İşte tam da bu noktada Suriyeli sığınmacılar met-
ropollerin Kapitalist çocuklarının yüzünü güldürdü
avuçlarını ovdurttu. Bugün İstanbul’da, Hatay’da,
Antepte, Ankarada kaç bin Suriyeli var sayısını bi-
len yok. Parklarda yatıp kalkan o insanların haline
bizzat şahit oldum. Aç ve barınaksız bir halde yaşa-
ma sürüklenen bu insanlar için ikinci aşama yolda:
“ya çalışırsın ya ölürsün…”
Dün Kürtlere denilen bugün Suriyelilere denilmek-
te.
Metropollerdeki mantığın minyatürünü doğdu-
ğum yer olan yedi bin nüfuslu Yayladağı’nda gör-
mek beni şaşırttı. Zira savaş öncesi en büyük alış-
veriş merkezinin iki bakkal büyüklüğünde olduğu
Yayladağı’nda bugün ulusal ölçekli mağazalar
zincirinin şubeleri var. Üç katlı konutlara apart-
man gözüyle bakılan güzide ilçemde bugün 6-7
katlı binalar yükselmekte. Savaş öncesi kiralık ev-
lerin 200-250 tl olduğu evler 500 tl’ye Suriyelilere
kiralanmakta. Peki Yayladağı nasıl 3 yılda bu hale
geldi? Tabiî ki de dışlanıp ikinci sınıf vatandaş ola-
rak görülen Arapların ucuz emekleri ve ihtiyaçları
ölçüsünde tükettikleri ile. Hem Araplığı ile dışlanan
hem de acımasızca emeğinden faydalanılan bu in-
sanlar bize tanıdık gelmiyor mu?
Filmlerde dahi kro Kürt, bekçi Kürt, ırgat kürt tiple-
melerinin olduğu ve böylesi bir anlayışın yerleşti-
rildiği bir ülkede elbette Kürtler asil Türk vatandaş-
larına hizmet etmeliydi değil mi. Kim bilir üç beş yıl
sonra filmlerimizde kro Suriyeliler görüp güleriz(!)
Böylesi küçük bir yerde bile acıyı fırsata çevirme
kabiliyetini(!) gösteren akıl, büyük metropollerde
hatta dünya ölçeğinde neler yapar varın siz düşü-
nün.
Kısacası sevgili dostlar,
Kapitalist sistem kartlarını kendince doğru ve ku-
sursuz oynuyor. Yerelde birbirine düşman ederek
ayrıştırdığı halkı savaştırıp, Amerikanın petrolden
sonraki en önemli gelir kaynağı olan silah sanayi-
sini ayakta tutuyor, hem de yereldeki ortaklarına
ucuz iş gücü sağlayıp piyasayı rahatlatıyor. Umarım
bir gün tüm bu tezgahlar yine bu coğrafyanın halkı
sayesinde deşifre olacak ve Hatay halkı Harbiye şe-
lalesinde Apollon’un güzeller güzeli Dafni’ye olan
aşkını yad edecek, bende yalnızca bu güzellikleri
dile getiren bir yazı yazacağım.
24. 24
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
Geçtiğimiz 23 Şubat’ta
Metin Yüksel’in şehâdetinin 35.yıldönümünü geride
bıraktık. Artık bir gelenek haline gelen, her sene Fatih
Camii’nde yapılan şehit anmalarıyla beraber Anadolu,
Kürdistan ve diğer ümmet topraklarındaki İslami, anti-
emperyalist mücadeleleri hatırlıyor, ilham alıyor ve yo-
lumuzu aydınlatması için ışık belliyoruz.
Hasan El Benna’yla muharref dinin mesajını özmüş gibi
sunan teknik din adamlarına aldanmamayı
Seyyit Kutup’la zalim, tağuti yönetimlere boyun eğme-
meyi,
Şex Saîd’le modernist faşizme karşı halkların inançlarını
savunmayı,
Malcolm X’le dilleri renkleri mezhepleri ve tüm farklı-
lıkları ayrım kabul etmeden eşit bir düzlemde yan yana
saf tutmayı,
Ali Şeriati’yle şirk düzenlerine boyun eğmemeyi, tevhîdi
görüşün de bir varoluş mücadelesi olduğunu,
Metin Yüksel’le “Sınırsız ve Sınıfız Bir İslam Toplumu”
ufkunun çizimini ve Hakkı müdafaanın en büyük ibadet
olduğunu hatırlamayı,
Mavi Marmara Şehitleri’yle beraber hiçbir denge hiçbir
otorite tanımadan faşist devletlere karşı haykırmayı ve
uğrunda şehadeti yaşamayı,
Hatırlıyoruz, yeniden öğreniyor yeniden ilham alıyo-
ruz.
Metin Yüksel’i Anarken
Önceleri bir takım yanlış yönlendirilmiş sosyalistler tara-
fından kurşunlanan Metin Yüksel’in son kurşunlanması
istikametleri devletçe belirlenmiş ülkücüler eliyle 79’da
Fatih Camii’nde bir Cuma çıkışı sonrası olmuştur. Metin
Yüksel’i kanaatimizce en iyi şekilde hatırlamak, geçmiş-
te devlet eliyle, Sol ve Sağ çeteler eliyle gerçekleştirilen
suikastleri, katliamları anlatıp durmak, tarihte varolagel-
miş düşmanlıkları yineleyip durmak değildir. Bir ders çı-
karmak, yön tayin etmektir. Eğer ders almayacaksak işte
Metinler o zaman ölmüştür.
Ki Kitabımız bile esasen devrimci peygamberlerin
verdiği iktidarlara karşı tevhîdi mücadeleyi anlatırken
bizlere ders vermeyi dahi haddine görmüyor bir hatır-
latmayı daha uygun görüyordur.
“Hayır, muhakkak ki O (Kur’an) hatırlatmadır.”
Abese, 11
Metin Yüksel’e tekrar gelirsek; Turgut Özal’ın çerçe-
vesini belirlediği, esasen kapitalist odakların ülkelere
bir dayatma olarak planladığı, 24 Ocak Neoliberaliz-
me geçiş kararlarını uygulamak için tezgahlanan 12
Eylül’ün faşist darbesini hazırlayan süreçte MTTB’nin
fikirsel düzeyini yeterli bulmayıp İstanbul Akıncılar
Birliğinin kuruculuğunu yapmıştır.
SINIRSIZ VE SINIFSIZ İSLAM TOPLUMU
UFKUNDA Metin yüksel’i ve şehitlerimizi anmak
25. 25
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
İstanbul Akıncılar Birliği, yalnızca siyasal bir mücade-
le vermeyip, modernist parçalı bakışların tesiri altına da
girmeden hem ezilenlerle buluşmuş onların ihtiyaçları-
na, hastalıklarına merhem olmuş, hem de bir mesaj ola-
rak ezilenlerle egemenleri eşit düzleme getirmeyi amaç-
lamıştır. Nihayetinde toplumsal sınıfların tevhîdi bozan
bir olgu olduğunu fark ederek “Sınırsız ve Sınıfsız Bir
İslam Toplumu”nun kavramsal ve sosyal mücalesini
vermiştir.
Metin Yüksel’in yoldaşlarıyla beraber altyapısını oluş-
turduğu hareket günümüzde de biz, Antikapitalist
Müslümanlar’ın tarihsel olarak varoluşuyla büyük bir
paralellik içerisindedir.
Onlarca sene boyunca Türkiyeli tüm halklarımıza bir da-
yatma olarak ortaya çıkan Kemalist aydınlanmacılık,
AKP iktidarıyla birlikte tüm gerçekliğiyle zihinlerimizi
iğdiş etmekten hiç geri durmuyor.
Peşkeş, rant, ihale, yolsuzluk, ahlaksızlık her an apansız-
ca artarken diğergamlık, namus, adalet, özgürlük bir bir
elimizden alınıyor. Toplumumuz küçük hesaplar peşin-
de koşmaya mecbur bırakılıyor.
Sünni’nin, Alevi’nin, Kürd’ün, Türk’ün, Ermeni’nin, Laz’ın
tüm farklılıklarıyla beraber bir arada, barış ve huzur için-
de yaşamasına uzun zamandır darbe vurulmakta. Özel-
likle son on senedir ekseriyetle iktidar tarafından planlı
birşekilde izlenen düşmanlaştırıcı politikalar, halklarımı-
zı birbirine düşman etmekte, kendisine karşı ses çıkaran
tüm unsurları, kesimleri bir ajan bir provokatör bir terö-
rist addederek hergün iftiralarda bulunmaktadır.
Adaveti, arsızlığı, riyayı uzaklaştırma;
dayanışmayı, vefayı, sıdkı yakın etme vakti gelmiştir.
Artık uyanma, ölü toprağını savurma ve dirilme vaktidir.
İşte bu yüzden Metin Yüksel’in ilettiği bu mesaj, bu ufuk
günümüzde daha da parlamaktadır. Metin Yüksel’in
Akıncılar Birliği’nde birlikte saf tuttuğu çoğu arkadaşla-
rının yolları şaşmış; ihalelerin, bir grup kapitalist haram
yiyicinin, rantın yolu yolları olmuştur. Biz de bu dönem-
de onu ve arkadaşlarını hatırlayıp “Sınırsız ve Sınıfsız
İslam Toplumu”nun mücadelesini vermeye çalışıyoruz.
Allah’ın da izniyle bu kutlu yürüyüşümüz devam ede-
cektir.
İşte biz de bu yüzden Ey Metin Yüksel, Ey şehit yolun
yolumuzdur diyoruz,
Çünkü “En büyük ibadet Hakkı müdafaa etmektir.”
26. 26
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
Lucky Luke (RED KİT) ÜZERİNE
Yusuf Akşeker
Çocukluğumuzun ekran başında geçirdiğimiz büyük-
çe bir bölümünü bildiğimiz üzere haber programları
değil çizgi filmler almıştır. Çocuk beyni işte ve karşı-
mızdaki de bildiğimiz TV.
TV ki nasıl giyineceğimize nelerden hoşlanacağımıza
ve asıl olarak nasıl düşüneceğimize ve nasıl yaşaya-
cağımıza yön veren en etkili silah, egemen sınıf için
bulunmaz nimet. Ağaç yaşken eğilir ve çocuklar asla
haber programları izlemez. Onlar için renkli, hızlı,
daha janjanlı bir şeyler gerek. Başta medya patronları
da bu yüzden geleceğin köleleri ve tüketicileri olacak
çocuklara sabah kuşaklarını çizgifilm olarak ayırmıştır.
Günümüze geldiğimizde de yirmidört saat çizgifilm
yayınlayan kanallar ortaya çıkmıştır.
Neyse konumuz Lucky Luke yani Red Kit, hani gölge-
sinden hızlı iyilerin dostu kötülerin apansız düşmanı
batının kahramanı yalnız kovboy…
Evvelinde çıkan aynı coğrafyayı konu eden Teksas
Tommiks’ler gibi diğer pek çok yapım gibi çizgiro-
mandan uyarlamadır, Colombus’dan sonra Avrupa
için yeni olan bu kıtaya yerleşmeye başlayan Avrupa-
lıların hikayesini anlatır. Zaten Red Kit’i bağımsızlığını
anca kazanan Birleşik devletler merkez yönetimi gö-
revlendirmiştir.
Red Kit’te; tabiri caizse kadim anlatım şekli olan dinî
metinlerde ve masallarda da rastladığımız iyi-kötü,
siyah-beyaz’lı anlatım şekli benimsenmiştir. Red Kit iyi
olduğu gibi Birleşik Devletler, askerler, albaylar, şerif-
ler, bankalar, barlar, biralar, hepsi iyidir. Aslında tipik
bir modern siyasetin yapay kuşatıcılığıyla Kızılderililer
de iyi fakat önyargılı olarak anlatılmıştır, bu önyargıla-
rının en büyük sebebi bazı (!) kötü kalpli Amerikalıla-
rın onların yaşamsal haklarını tanımamalarıdır.
Bu yüzden Kızılderililer soluk benizli Amerikan hal-
kından nefret ediyorlardır, aslında Amerikan halkı da
özünde Red Kit gibidir. Tek kötü vardır, Daltonlar…
Amerika’nın erken dönem kapitalizminde ticaret ve
yolcu trenlerinin zaman aralıklarını ve açıklarını bilen,
bankaları soyan, otoriteyle şerifle arası bozuk adam-
lardır bunlar.
Bu, Daltonlar’ı kötü mü yapar. Daha doğrusu şöyle
soralım, aslında sorusu dahi müsaade edilmez.
Nerden biliyoruz belki o eyaletler boyu uzun rayla-
rın üstünde başka halklardan kaçırılmış, yağmalan-
mış malların, çalıntı altınların gümüşlerin olmadığını
veyahut Daltonlar’ın durdurdukları trenlerdeki mal-
ları halka dağıtmadıklarını ve hatta bu yüzden çoğu
zaman ispiyonlanmadıklarını veya da Kızılderililerin
katline imza atacak silahların sevkiyatına engel olma-
dıklarını…bunlar neden aklımıza gelmiyor.
Bizim çağımız yetişmedi Teksas Tommiks pek oku-
yamadık ama o çizgiromanlarda daha betermiş Red
Kit’tekinden, Red Kit’te de Kızılderililer; aynı hareket-
leri manasızca pek çok kez tekrarlayan, aptal, vahşi,
oportünist ve ilkel olarak yansıtılıyor.
Yalnız Kovboy’umuzun gerçekten kilit bir rolü var.
Hem imajı bozuk Amerikalının hem bir beyaz’ın şa-
nını düzeltiyor hem de Kızılderililer’in yani mazlum
halkların güvenebileceği bir profil yaratıyor. Proble-
matiğin şirazesinin kayması da bu oluyor zaten. Yani
“çarpıklıklar” yok “çarpık insanlar” var ve “kötü
Amerika” yok “kötü Amerikalılar” var. Tarihten biraz
ders almamışsak hep bu yanılgıya düşüyoruz. Çünkü
“kötü Amerikalılar” da olabilir ama “Amerika kötü-
dür” daima. Mesela bizim memlekette çok yaygındır
bu, hatta Red Kit yazmama ilham olan şey de budur.
27. 27
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Devlet zulmü yok, zulmedenler var. Zalim ordu yok,
zalim albaylar var . Erdoğan iyi, çevresi kötü. Hop
oradan derin devlet, paralel devlet. Kapitalizm de
kötü de kapitalistler bize ekmek veriyor…
He yav hee demek geliyor içten. Neyse ciddileşmek
gerek. Devletin veya işte erki bulunduran herhan-
gi bir yapının, günümüzde sermaye desteğini almış
çoğu yapının, alışkanlığını değiştirip zulüm üretmiş
eski politikalarından vazgeçmesi başka ifadeyle
kabuğunu değiştirmesi onu paklamıyor. Bizi pek çok
zaman ahlaklı da çakal da yapan sistemdir. Misal en
basitinden, parası olan adam çalmaya zaten tenezzül
etmez, ya da hiçbir kadın bile isteye fahişe olmaz.
Bunun gibi, örneği aslında küçük hesapların insanı
hâline getirilmiş tüm Türkiye toplumumuz.
Düldül ve Rin Tin Tin’i seçtim anlatmak için, tabi o
zamanlar daha dünyanın karakolu olmamış Birleşik
Devletler.
Red Kit’i hatırlayalım. İçtiği Marlborosu gittiği barı ve
seyrettiği saloon girl’leri ile tam da Amerikan halk-
larının kahramanıdır. Tek yanlışlık bankaların soyul-
masıdır zaten. Şimdi kaydadeğer diğer kahramanlara
bakalım.
Düldül: Red Kit’in atını şöyle tarif etmek zanneder-
sem abesle iştigal sayılmaz: Düldül, Red Kit’i olay
mahalline ulaştırırken ara ara çok özel yorumlar yapa-
biliyor, Red Kit’i de bu benzetmeler içinde bir Ameri-
kan yetkilisine benzetirsek , Düldül’ü o zaman başkan
danışmanı, ekonomi danışmanı veya misal Ortadoğu
Analizcisi gibi tarif edebiliriz
Rin Tin Tin: ‘i de bu kurgu içinde boynundaki yıldızlı
tasmayla tanıyoruz. Etrafı usanmadan koklamasına
rağmen beceriksizliği bu iş için ideal cins olmamasın-
dan kaynaklanmaktadır. Bunu da henüz günümüzdeki
gibi 16 kollu olmayan Amerikan istihbaratının oluşu-
mu için ihtisaslaşmanın sağlanmadığını görebiliriz.
Vahşi batı’nın ilk zamanları tabi bu, yadırgamamak
lazım. Daha dünyanın karakolu olmamış Birleşik Dev-
letler.
Tüm karakterlere değinmemize de gerek yok zaten
pek hatırlamıyorum. Mühim olan Red Kit ve Dalton-
lar denklemidir. Daha doğrusu bize dayattıkları, seç
dedikleri denklem. Dikkatli gözlerle yaklaştığımızda
günümüzde buna pek sık rastladığımızı fark edebi-
liriz. Yani ya o ya bu şeklinde karşımıza çıkıyor. Ya
Red Kit’tensindir ya Daltonlar’dan. İyi de Kötü de hep
önceden belirlenmiş menfaatleri ve imtiyazları belli
patronlar tarafından.
Bununla ilgili benim inancım şu, bana para, tüke-
tim, oy, imtiyaz, biat vs gibi herhangi bir menfaatle
yaklaşan insanı veya grubu iki kere üç kere süzerim.
Bir insan Allah rızasıyla yaklaşmıyorsa sana, bil ki
menfaati vardır demek mümkün oluyor çoğu zaman.
Hele gücü, egemenliği yani mülkü elinde tutup her
an propaganda halinde bulunan bir yayına, medyaya
asla güvenmemek; hiç değilse itidalle sorgulayarak
yaklaşmak gerek.
Türkiye’de İktidarların medyası şudur: Şeyh Said
İngiliz ajanıydı, Dersimliler vatan hainiydi; 28Şubat’ta
başörtüsünü savunanlar gerici, iran’cıydı; Gezi
direnişi’nde bulunanlar haindi, dış mihrak piyonuydu,
çapulcuydu; HES’lere karşı çıkanlar Türkiye’nin büyü-
mesini istemeyenlerdi; yolsuzluktan bahsedenlerin de
artniyetleri vardı.
Red Kit’e hala iyi mi diyorsun o zaman açıkla siyahi
kölelere, hırsız bankalara, kumarhanelere, bedenini
satmak zorunda kalan fahişelere, manasız savaşlara,
Kızılderili katliamlarına, silah ticaretlerine neden ses
etmedi veya karşı çıkmadı?
Peki Amerika bu kadar güzel özgürlük satmayı ne
zaman öğrendi.
Afiyet olsun :) yersek...
28. 28
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
Küresel SUcular
Sefa Genç
Her güzel şeye düşman bir canavar tahayyül edin,
işte onun adı kapitalizmdir.
O öyle bir canavardır ki hem insanı hem doğayı hem
emeği her güzel şeyi sömürmek ister. Bu konuda
öyle acımasız öyle vicdansızdır ki onun bu umursa-
maz tavrı kendisine olan nefreti ayyuka çıkarmak-
tadır. Bunların yanında öyle umursamaz bir tavır
takınır ki yaptığı herşeyi normal kılar, karşısında ki
bütün sesleri ötekileştirir. Bu topraklar binlerce yıldır
insanların yaşama alanı olarak kutsadıkları yerlerdir
hiç şüphesiz. Her dağına her deresine bir türkü yazıl-
mıştır acı ve sevinç ile. İnsanlık bu coğrafyada gördü
kardeşliği içiçeliği samimiyeti. Ticaretin de dövüşün
de mertçe yapıldığı yerlerdi bir zamanlar buraları.
Lanet ve nefret uğramamıştı daha, akşam evine helal
bir lokma götürmek için didinen insanların kapısına.
Ve öyle zamanlar gördü ki nemrutlar bile bu toprak-
ları bu kadar kimsesiz hissettirmemişti halkına. Se-
verdi insan dünyayı, taşı, suyu, yağmuru. Gök kubbe-
yi dam yapardı yeryüzü evine ve her dereyi çeşmesi
bilirdi, kana kana içerdi bir zaman, hatırla ! Toprağı
döşek yapmıştı insanlığa ve koyun koyuna uyuma-
yı öğretmişti dünyaya.
Ve bugün adına türküler yazılan, kıyısında körpe kız-
ların çılgınca atan yürekleriyle sevdalılarını beklediği
dere kenarlarında büyük dozerler ve kepçeler do-
lanır oldu. Kendilerini medeniyetin bir yükümlü-
lüğü ilan eden vahşi makine parçacıkları bizim
binlerce yıldır koruyup kolladığımız suları katle
koyuldu. Dünyanın öbür ucunda yıllarca hasretini
çektiği ağacı söküldü, kurudu, parçalandı insancığın.
Ve dahası bir süre aradıktan sonra gözleri oda alıştı
bu kıyıma oda savunur oldu. Yazık oldu hep, yazık
oldu. Ne adına oldu bütün bunlar? Aslında ne adı-
na olursa olsundu. Bir kuru hevesti dünya aslında.
“Bir oyun ve oyalanmadan ibaret”ti. Neyin ve ki-
min kavgasıydı bu. Normlar, oranlar, endüstriyel şa-
lolomlar lakırdılar lakırdılar.. Nerede temiz, tertemiz
insanlar. Var idi. Olmayan bir şeyin
Hesaplanmadan Ölü
I
Onlardı uzak yerler seçtiler
Ve sayesiz ilahları
Kalın ovalar kuşları yaklaşan ağaçlar
Ve taşlaşan boğulu kalan nara
Bir sarnıç kemeri eğrisinde
Dünden bugüne seyirten
Telaşsız sular seçti padişah buyurdu kervansaraylar
Hudutta kraliçe ağızları serhatte yagız duşlar
İpe saldıran yığınlar çün Osmanlı kanları
Melekleşen at yangınları
Ülkeyi kol gezen projektör bakışlar
Hayvanlar bile altında rahat uyuyan
Ve elgizin göğsünde kışlık bahçeleri
Ağırlaşan bir çiçekte
Sultan sıcaklığına çarpıp
Ummana sıçrayan çekirgeler
Aşk donanmış bir havada
Şahadet getiren sedir ağaçları gemilerin
El çırpan iskele ve sancakları
-Üzülmek fethedilmiştir kışladan haber
Tevrattan sakıncalı sözler sakınmak gereken göz
Gerek kanatılan gelinler
Davulun orta yerinden bir baş soğan
Katlayıp ince ağızlarında çingen
İçlerin boşalan surlarına zurna
Toplanan şimdilik sürgüne eklenen
Değerli çocuklar
Arkalarında büyük rüzgarlı anne etekleri
Ucuna takılan yaşmak çeşitleri
Mavi çok renkli tülbentler
İri gözyaşı boncukları
İçine kainatlar sıkışan
Caminin yürek konmamış kayalıklarında
Durmadan her lahza yeniden arınan
Henüz bir böceklik yer açılan
Elleri aynı kumaştan
İçlerinde bir haremi tavşan
Açık duran kapılarının arkasında
Çocuklar baştan sona kadınlara düğmeli
Bu bir an yüzümü hayvanlara dikip
Çamurlu
-Ey Babilin yorulmaz artıkları
Dışımda açıkça bir tazı koşuyor
Ölümlerde yorulup
Bir güle kapanan
Gelincikte bekleşen
Cahit Zarifoğlu
29. 29
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
hayalini de kuruyor değilim olsamda farketmez ya
gerçi. Enerji enerji deyip duranlar var ya soruyorum
onlara. Ne verdi “insan kaynakları”nı tüketip bir
kaç milyon kilowatt elektrik elde edenler dünyaya.
Kaç açı doyurdular ve kaç kişiyi “yarın ne yapıcaz.?”
sorusundan kurtardılar. İnsanın insan olma vasfın-
dan sahip olduğu şeyleri ona bedel biçerek sun-
dular. Kendi deresine çark koydular. Ve ürettikleri
“enerji”yi ona parayla sattılar. Parası olmayanlar ne
o sudan içebilirdi ne de elektriği hakedebilirdi. Bir
“AYAZ” vakti gelir camdan içeri, bu vahşetin çığlığı
girer işte o an ateş yükselirdi. 40 gün dayanabil-
mişti çocuk, 40 gün tutunabilmişti bu vahşi düze-
nin zulmünde. HES imiş isimleri bunların. Hadi or-
dan! bezirgan çıngırakları. Hemde müslüman ismi
taşırlar sorsan. Enerji ihtiyacımızı karşılayamıyoruz
sözü yalandan öte birşey değil. Heslerin amacı ku-
rulmasıdır. Başka bir dertleri olmadığını bu tesisle-
rin ne kadar elektrik ürettiğini ve tesis oranlarının
kaçta kaçının kullanıldığını öğrenmek için EUAŞ’a
bir dilekçe yazarak herkes öğrenebilir. Nil’i kendi
hükümranlğının kaynağı bildi Firavun; ve Alemlerin
ve Nil gibi daha nicelerinin Rabb’i olan Allah onu
ve hanedanını; hükümranlığın, sahipliğin kendisinin
olduğunu tüm insanlığa bir kez daha şiddetle gös-
tererek davasını güttükleri sularda boğdu.
Sakarya Nehri, 2011 Öncesi
Firavun ve benzerlerinin ardı arkası kesilmiş değil.
Onlara Musa (as) duruşu ile dimdik duracak olan-
ların da.
“Biz Eyyub’a “ayağını yere vur! işte yıkanılacak
ve içilecek serin bir su” dedik.” (Sad:42)
Suyun bir sahibi var ve o şüphesiz bu katliama razı
olamaz. Mesele gerçekten bir insanlık kavgasıdır.
Hiçbir rant, iktidar, menfaat, makam ihtirası düşün-
meksizin Allah’ın bütün insanlığa sunduğu nimeti
belli bezirganlara ve onların oluşturduğu sisteme
kurban etmemenin kavgasıdır.
Tek başına da olsa küresel çeteler karşısında topra-
ğını suyunu memleketini müdafaya kalkan Yurttaş
Kazım abinin kavgasıdır. Bu kavga, namuslu onurlu
insanların soludukları hava adına içtikleri su adına;
tek amacı banka kasalarının, ayakkabı kutularının,
milyon dolarlık arabalarının ihtirasına kapılmış gözü
dönmüşlerle olan kavgasıdır. Bu haklı dava, serma-
yesiyle insanlar ve doğa üzerinde hükümranlık kur-
mak isteyenlerin karşısında durmanın davasıdır ve
onların karşısında “Gerçek Sahib”in kim olduğunu
haykırmanın davasıdır. Dost da kapitalist de bunu
böyle bile!
Sakarya Nehri, 2013
30. 30
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
DUA
Ey Güzel Rabbim,
Sen bizlere onuru, güzelliği ve özgürlüğü bağışlamış, bir parçan olan bu tabiatta nimetinlerinle
bizleri buluşturmuş rahmetini hiç eksik etmemiş, setler sınırlar yönler hiç çizmemişsin.
Bizler eşitce, üstünlük kurmadan, israf etmeden nimetlerini bölüşeceğimize; aramızdan bazıları
çıkmış ve nimetlerini kendi hesabına yazmış ve bitmeyecek kavganın tohumlarını atmış bereketli
toprağına.
Ey Kadir Rabbim,
Bizlere en önce aynı özden geldiğimizi hatırlat. Bizleri ikballeri benliklerini, korkuları umutları-
nı, konfor arzuları basiretlerini, ihtirasları adalet hislerini, nefisleri ruhlarını kaplamış kullarından
eyleme, bizleri ıslah et. Umutsuz aşksız ve inançsız kalmayı biz seçmedik, bu köhne çark yüzün-
den, özlerini yitirmiş kulluklarını unutmuş insanlar yüzünden bu haldeyiz. Kusurlarımızı bağışla.
Allah’ım,
Yeryüzünde bazı kulların senden bahsededuruyorlar, az bir bedel karşılığında ismini ağızlarından
düşürmüyorlar. Gariban ama şerefli halkımın arasından sıyrılıp imtiyazlar kuruyorlar. Üstünlüğün
yalnızca takvayla, ölümlerinin ve kıyametin pek yakın olduğunu unutuyorlar.
Seni tanıyıp da bilmezlerden, sana inanıp da güvenmezlerden, senden korkar da sığınmazlardan
etme bizi, seni menfaatleri karşılığı satan alçaklardan eyleme.
Ey Mülkün Tek Sahibi,
Bizleri adil kıl, başımız dik alnımız yalnızca sana secdede olsun, onurumuzdan asla ödün verme-
yelim. Dualarımızı şahsileştirme.
Birbirimize güvenelim bizi emin et.
Aramızda selâmı esenliği ve kardeşliği yay, umudun ve inancınla kuşat.
Bize güneş gibi parlayan Muhammed’in (sav) ve diğer peygamberlerinin kutlu yolunda muzaffer
ve daim kıl, bizi rahmetinle buluştur.
Senin izninle yeryüzünde tevhîdi hâkim kılalım
Amin.
31. 31
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
Kitap Tanıtımı
İSLAM VE İNSAN
NURETTİN TOPÇU
Muhammed Sağlam
Ferdi olarak yaşamasını bilen insan, isyana aşık-
tır, hakkın çiğnendiği yerde haykırmak ister.
NURETTİN TOPÇU
İslam ruhunun en derin hakikatini gün ışığına çı-
kararak ‘’insanın’’ var oluşunu; cemaat (toplum) ile
gerçekleşeceğini söyleyen Nurettin Topçu, ülkemi-
zin en önemli ahlak şuracılarından birisidir.
İslam ve İnsan adlı eseri, ‘’Ben hakkum’’ diyerek iş-
kenceyle öldürülen tasavvufun meşhur şehidi Hal-
lacı Mansur’un ilmi felsefesini örnek alarak İslam ve
insan temelli bir ruhu teşekkül ettirmeye çalışmıştır.
Kitabın ilk bölümünde ‘’İnsan’’ algısı üzerinden ant-
ropolojik bir değerlendirme yaparak tarihsel sü-
reçte, insanın toplum içersindeki ahlaki tutumuna
değinmiştir. Ondan sonra İnsanı metafiziğin mer-
kezine indirerek İslami felsefenin ahlak çatısı altın-
daki ruhunu ortaya koymaktadır.
Fransız felsefesinden Bergson’un, İslam felsefesin-
den Gazali ve Mevlana’nın düşüncelerini sistemleş-
tirerek insanın değerine hitap eder. Batıda Kant’ın
ahlak felsefesi ile doğuda İslam ahlakı
arasındaki akıl ve sezgisel metodların birleşmesi,
doğu ve batı kültürlerindeki insanın ahlaki var olu-
şunu da ortaya çıkardığını söyler.
Ali Şeriati’nin ‘’Dine karşı din’’ algısını Nurettin
Topçu: ‘’ Anarşist ve Komünist kırıp yıkabilir, çün-
kü bu onların mesleğidir. Ama dinci bunu yapamaz.
Yaparsa din adamı ve dinci olmaktan çıkar. O da
anarşist ve maddeci olur. Sade nüfus cüzdanı ile
Müslüman olmak ve yalnız camide kulluk yapmak
(ibadet), bu ne Allah’ı tanımaktır, ne de gerçek-
ten Müslüman olmaya yeterlidir…’’ ( s.23) Nurettin
Topçu’nun kitap genelinde vermek istediği öz: İs-
lam ahlakına tam olarak vakıf olamamamızdır. Bu-
nun sebebini ise oryantalist İslam ahlakının doğu
kültüründe kendisine yer bulmasıdır. Buna karşı ya-
pılması gerekenin ise ‘’Kul hakkının yendiği yerde
haykırmak’’ düsturunu, İslam’ın ahlak felsefesi ha-
line getirerek İslam adı altında ‘’İsyan ahlakını’’ var
etmektir.
Günümüzde küresel dünyanın en büyük unsur-
larından biri olan kapitalizmin, İslam’ı kullanarak
kendi zulmünü meşrulaştırmasına karşı Nurettin
Topçu’nun ahlak anlayışı, devrimsel niteliktedir.
Bu yönüyle İslam felsefesi ve sosyolojisi, bu devri-
min gerçek teorik ve pratik unsurunu oluşturacağı-
nı öne sürer.
İslam ve İnsan, kitabını okuduğumuz zaman Nu-
rettin Topçu’nun devrim algısını Kur’anı Kerim’de
‘’ Zulmedenler nasıl bir devrimle devrilecekleri-
ni yakında göreceklerdir.’’ (Şuara,227) ayetindeki
anlamından çıkarmak mümkündür. Öyle ki ‘’ Za-
manımız İslam’ı, habis yüzlerine maske yapan ve
hırslarını tanrısallaştıran zenginlerin, haksız ve za-
lim saadetlerini devam ettirmek için, bir yanda İs-
lam maskesi kullanırken öbür taraftan masona da
zalime de şerire ve müraiye de el uzattıkları devir-
dir. Bu devri kapatmakla başlayacak olan İslam’ın
uyanış çağı, peygamberler devrinin ahlak ve ima-
nıyla, dünya ilim ve felsefesinin ulaşabileceği zir-
velerde, tasavvufun bayrağı altında ilan edilecektir.’’
(s.55) Nurettin Topçu’nun bu sözü de gençliğin ‘’
isyan ahlakına’’ malik bireyler olarak, İslam adı al-
tında zulmedenlere karşı, hakiki İslam ile haykırma-
yı hedeflemesini söylüyor. Bu bakımdan bu kitap,
hafızalarımızda -geçmişten beri var olan bir takım
tasavvufçular tarafından açığa çıkartılıp o dönem
içersindeki statüko tarafından öldürülen- İslam’ın
ve İnsanın ruh-ı mücerredini ortaya çıkartır.
32. 32
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
2014
nisan
FİLM TANITIMI
DIE WELLE
Ayşenur Uyma
Film, Ron Jones adında bir öğretmenin yaptığı
üçüncü hare deneyine dayanır.
1967 yılında Kaliforniya’da yaşanmış gerçek bir ola-
yı günümüz Almanya’sına uyarlayan film, faşizmin
köklerine dair trajik bir hikâye olarak bir toplumda,
özellikle toplumun dinamiğini oluşturan ergenler
üzerinde, her zaman otokratik bir sosyal grubun
yaratılabileceğini göstermektedir.
Filmden bahsetmeden önce faşizm hakkında biraz
kafa yormak daha doğru olacaktır. Her ne kadar
faşizmin direkt karşılığı ırkçılık olsada günümüz-
de daha geniş bir anlam ifade etmektedir. Kabaca
faşizm; bir ırkın, milletin veya topluluğun kendi-
ni diğerlerinden üstün görmesi, kendi varlığını ve
çıkarlarını herşeyin önünde tutmasını öğreten bir
ideolojidir. Bu toplumun her alanına hakim olan
tek ideolojidir. Diğer ideolojilerin asla yeri yoktur.
Yönetim bir liderin elindedir ve kim gelirse onun
Dennis Gansel
Dram
Almanya, 2008
dünya görüşüne göre şekillenir. Lider sorgulana
maz, eleştirilemez ve ona baş kaldırılamaz.Bu nok-
tada faşizmin, lideri tanrısal bir konuma getirdiğini
açıkça görebiliriz. Mussolini’nin şu sözleri de bizi
destekleyecek niteliktedir: ‘ Faşizm, dini bir kon-
septtir.’ Allah’ın tek ve bütün eksikliklerden münez-
zeh sıfatlarını bir insana atfetmek açıkça O’na ortak
koşmaktır.. Bütün hayatlar hakim bir ideolojiye, bir
grup insan için harcanıyorsa böyle bir sisteme şirk
yönetimi demek yanlış olmayacaktır. Hz. Peygam-
berin veda hutbesinde de bahsettiği gibi ‘ Arabın
Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine
üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üze-
rine, siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü
yoktur.’ Faşizme etimolojik açıdan bakarsak, Latince
‘fasces’ kelimesinden türemiş demet, sıkı bağlara
sahip grup, çete anlamındadır. Ayrıca, Eski Roma da
kralın arkasındakİ iki cellat ellerinde tuttukları sopa
ve balta demetiyle birlik ve kuvveti temsil eder. Fil-
me geçecek olursak; Almanya’da bir lisede öğret-
men olan Rainer Wegner, anarşi dersini almak iste-
mesine rağmen okul yönetimi ona otokrasi uygun
görür. Zira öğretmenin anarşist oluşu, bu dersin
33. 33
ehâd
Allah Ekmek Özgürlük
nisan 2014
amacına ulaşmasına engel teşkil edebilir ki bu amaç
demokrasinin en iyi sistem olduğunu göstermektir.
İlk derste öğrencilerin bu zamandan sonra faşizm
çamuruna batma ihtimallerinin olmadığını çünkü
artık herkesin bilinçli ve eğitimli olduğu gibi söy-
lemlerinden ilham alarak yeni şeyler denemeye ka-
rar verir. Sıra dışı bir öğretmen olan Rainer öğren-
cilerin isteksizliğini de göz önüne alarak bir haftalık
bu derste öğrencilerine otokrasiyi yaşatır. Amacı bir
haftalık bu süreçte otokratik sistemin yanlışlarına
tanık olup gereken dersleri çıkarmalarını sağla-
maktır. Kendisini lider ilan eder ve normalde adıyla
seslenilmesini rağmen artık herkes ona Mr. Wenger
diye seslenmek zorundadır. öğretmenin sınıfa her
girdiğinde ve ders içerisinde söz alanların ayağa
kalkarak konuşmaları gerektiğini anlatır. nitekim bu
onların sağlığı ve daha iyi konsantre olmaları içindir
(!).
‘Disiplin aracılığıyla güç’ sloganını seçerler, birlik ve
beraberliklerini herkese göstermek adına ünifor-
ma olarak beyaz gömlek giyerler giymeyenlere söz
hakkı tanınmaz ve dışlanır ki bu uygulama bize
uzak değildir. Bir logo yaratırlar ve selamlaşmaları
vardır. Kendilerine de ‘dalga’ derler. Rainer iyi bir iş
yürüttüğünü düşünür çünkü grup her geçen gün
büyür. 30 kişiyle başlanan derste son gün kayıtlı
200 öğrenci vardır. Fakat öğretmenimiz bir şeyi
gözden kaçırmıştır: Bu yaştaki insanların psikolo-
jileri. Öğrenciler iyice moda girerler ve iş çığırın-
dan çıkmaya başlar. Gruptan olmayanları dışlarlar,
liderleri ne derse sorgulamadan yerine getirirler .
Rainer geç de olsa karısı ve ‘stop die welle’ kam-
panyası başlatan iki öğrencisi sayesinde durumu
fark eder. Bütün grup üyeleri konferans salonunda
toplanır ve öğrencilere bir haftada nasıl da değiş-
tiklerini anlatmaya çalışır. Liderlerinin kendisi de-
ğil Hitler olduğunu, fark etmeden onun yolunda
olduklarını anlatır. Sonuç olarak, dalgayı bitirme
kararı alır. Fakat işler yolunda gitmez. Bir gruba
ait olmanın hayatındaki en önemli şey olduğunu
söyleyen bir öğrencisi herkesin önünde cebinden
çıkardığı silahla intihar eder ve Rainer hapishane-
lik olur. Fakat, filmi sorgulayarak izlemenizi tavsiye
ederim. faşizm böyle bir filmi izlerken bile etkisi al-
tına alabiliyor. ;)