2. YARATILIŞTAKİ KUSURSUZLUK
İLGİLİ AYET
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” Tin/4
İLGİLİ HADİS
İbn-i Abbas’dan (ra) gelen bir rivayette ise Peygamberimiz (sav)
şöyle buyurmuşlardır:
“Allah ilk olarak kalemi yarattı. Kalem kâinatın plan ve programı
şekilde olacak her şeyi, yani kaderi yazdı. Sonra Allah suyu
yarattı ve o suyun buharından da gökleri yarattı. Sonra yüce
Allah “Nûn”u yarattı ve yerleri onun üzerine döşedi. Arz hareket
edince dağlar ile sabitleştirdi. Ve Peygamberimiz (sav) “Nûn.
Ve’l-Kalemi ve mâ yesturûn” ayetini okudu.”
3. YARATILIŞTAKİ KUSURSUZLUK
İnsan bedeni, yeryüzündeki en kompleks makinadır. Hayatımız
boyunca bu bedenle görür, işitir, nefes alır, yürür, koşar ve zevk
alırız. Bedenimiz kemikleri, kasları, damarları, iç organları ile
mükemmel bir düzen ve tasarıma sahiptir. Bu tasarımın detayına
inildiğinde ise daha da şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşılır. Birbirinden
farklı gibi görünen vücut parçalarının tamamı aynı malzemelerden
oluşmaktadır. Hücrelerden….
Vücudumuzdaki herşey milimetrenin binde biri büyüklüğündeki
hücrelerden oluşur. Bu hücrelerin kimi biraraya gelerek kemikleri,
kimi sinirleri, kimi karaciğeri, kimi midemizin iç yapısını, kimi
derimizi, kimi ise gözümüzün kornea tabakasını oluşturur. Hücreler
vücudun hangi parçasını oluşturuyorlarsa bu bölgede ihtiyaç
duyulan boyuta ve şekle sahip olurlar.
Bu kadar farklı görevler üstlenmiş olan hücreler nasıl ve ne zaman
meydana gelmişlerdir?
İşte bu soruya verilecek cevap, bizi her anı mucizelerle dolu olan bir
olaya götürecektir. Bugün sizin bedeninizi oluşturan yaklaşık 100
trilyon hücrenin tamamı, tek bir hücreden çoğalarak meydana
gelmişlerdir. Şu an sahip olduğunuz hücrelerle aynı yapıya sahip
olan bu tek hücre de, annenizin yumurta hücresi ile babanızın
sperm hücresinin birleşimiyle ortaya çıkmıştır.
Allah, Kuran'da insanlara, kimi zaman göklerdeki ve yerdeki, kimi
zaman da canlılardaki yaratılış mucizelerini, Kendi varlığının delilleri
olarak örnek gösterir. Bu delillerin en önemlilerinden biri de, sözünü
ettiğimiz konu, bir diğer ifadeyle insanın kendi yaratılışındaki
mucizelerdir.
Birçok ayette insanın, ibret almak için, bizzat kendi yaratılışına
dönüp bakması öğütlenir. İnsanın nasıl var olduğu, var olurken
hangi aşamalardan geçtiği detaylı olarak tarif edilir.
4. Vakıa Suresi'ndeki ayetlerde, insanın yaratılışı şöyle anlatılmaktadır:
Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi
(rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler
mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59)
İnsan bedenini oluşturan 60-70 kiloluk et ve kemik kütlesinin özü
başlangıçta bir damla suda toplanmıştır. Akıl sahibi, duyan, gören,
işiten ve vücut yapısı olarak oldukça kompleks bir yapıda olan
insanın bir damla sudan meydana gelmesi şüphesiz ki olağanüstü bir
gelişimin sonucudur. Bu gelişim ise, elbette başıboş bir sürecin,
rastgele oluşan tesadüflerin sonucunda gerçekleşemez.
İnsanın oluşumundaki bütün aşamalar, Allah'ın benzersiz yaratışıyla
var olmuştur.
HAYVANLAR
Meselâ, üzerinde yaşadığımız şu koskoca Dünya, kâinat içinde âdeta
çöldeki bir kum tânesi veya deryada bir damla gibi kalıyor. Bizler de
o damlanın içindeki zerrelerin de zerresiyiz. Müteâl, yani idrâk ötesi
mükemmellik sahibi olan Rabbimizʼin melekûtu, kudreti, sanat ve
saltanatı ne kadar da muazzam! Sübhânallah!..
Bir filin içine milyonlarca karınca konulsa yine de dolmaz. Lâkin filin
hayâtiyetini temin eden organlar, bir karıncanın, hattâ ondan daha
küçük canlıların içinde de var.
BİTKİLER
Basit birer ot gibi gözüken çeşitli bitkilerin topraktan bulup çıkardığı
muhtelif renkler, kokular, tatlar ve değişik şekillerdeki yapraklar,
hiçbir kimyâgerin bir eşini yapmaya muktedir olamadığı, ne hârika
şeyler!.. Bütün bunlar, Cenâb-ı Hakkʼın “el-Bârî, el-Musavvir”
sıfatlarının ayrı ayrı tecellîleri…
5. RIZKIMIZ
Yine hayrete şâyandır ki, Dünya ve içindeki canlılar yaratıldığından
beri, hiçbir canlının rızkı ihmâl edilmeden, sayısız ilâhî sofralar
kuruldu, hâlen de kuruluyor. Bir düşünecek olursak; Dünyaʼnın
dörtte üçü su ile kaplıdır. Dörtte birinin büyük bir kısmı da bitki
yetişmesine elverişli olmayan kayalık veya çöllerden oluşmaktadır.
Geriye kalan çok az bir kısmı topraktır.
Fakat Cenâb-ı Hak ne yüce bir kudret sahibidir ki, bu sınırlı toprağı
sonsuz bir istihâle ile, yani sürekli bir değişim ve dönüşümle, bütün
canlıları doyuracak gıdâların kaynağı kılmaktadır. Üstelik her
mahlûkâta da ayrı ayrı sofralar kurulmaktadır. Zira bir canlının
yiyebildiklerini, bir başka canlı yiyemez. Tavuğun gıdâsı ayrı,
koyunun gıdâsı ayrı, insanın gıdâsı ayrıdır…
SU
Yine Cenâb-ı Hakkʼın hayat vesîlesi kıldığı “su” da çok büyük
hikmetler taşımaktadır. İçtiğimiz suya bakıp tefekkür etmeliyiz ki
Cenâb-ı Hak;
“Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretmeniz gerekmez
mi?” (el-Vâkıa, 70) buyuruyor.
Diğer bir âyet-i kerîmede ise:
“De ki: Suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım, size kim bir akar su
getirebilir?” (el-Mülk, 30) buyuruyor. Hakîkaten, öyle bir durumda
ne yapabilirdik?!.
Yine bir bardak suyun mâcerâsı, yani yaratıldığı andan bugüne kadar
yeryüzü ile gökyüzü arasındaki gidiş-gelişi, içinden geçtiği canlı-
cansız varlıklar, gezip dolaştığı coğrafyalar yazılacak olsa, kitaplara
sığmazdı.
6. İLGİLİ SÖZLER
“O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan
yaptı. Gökten su indirerek onunla, size gıdâ olsun diye (yerden)
çeşitli mahsuller çıkardı. Artık bunu bile bile Allâh’a şirk koşmayın.”
(el-Bakara, 22)
“Biz yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?” (en-
Nebe, 6-7)
“Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Şu hâlde yerin omuzlarında
(üzerinde) dolaşın ve Allâh’ın rızkından yeyin! Sonunda dönüş ancak
O’nadır.” (el-Mülk, 15)
Bazı alimlerin Allah'ı ispat etmeye çalışmalarına şaşıyorum. Allah'ın
varlığı sabittir, sen kulluğunu ispat etmeye çalış. – Mevlana
Dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir
fazlalık var ne bir eksilme. - Mevlana
Allah, alemi bir kere "kün" (ol!) demekle yaratmaya gücü yetmez
miydi? Bundan şüphen mi var? - Hz. Mevlana
"İnsan yaratılış bilgeliğini kavradıkça,sorumluluğunun çemberini de
genişletir."Nuri Pakdil
İLGİLİ KISSA
Evliyâullâhın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, bir gün
pek çok kimsenin telâş ve merak içerisinde bir yere doğru
koştuğunu görür. Onlara:
“–Böyle telâş ve heyecan ile nereye gidiyorsunuz?” diye sorar.
Onlar da:
“–Falan yerden bir âlim gelmiş! Allâh’ın varlık ve birliğini binbir
delille îzâh ediyormuş! Ondan istifâde etmeye gidiyoruz. İsterseniz
siz de buyurun!” derler.
7. Bunun üzerine Cüneyd Hazretleri, buruk bir tebessümle şöyle der:
“–Gören gözler, işiten kulaklar ve hisseden kalpler için kâinatta
sayısız ilâhî şehâdet terennümleri ve deliller var. Bizzat Cenâb-ı
Hakk’ın, kendisi hakkında nice şehâdeti var. Ey ahâlî! Bütün bunlara
rağmen hâlâ şüphesi olan varsa, buyursun gitsin! Bizim gönlümüzde
gümânın (şüphenin) kırıntısı dahî yoktur.”
Kâinat kitabını okuyabilen bir insan, topyekün kâinâtın, son derece
ince ve hassas bir hesap içinde ilâhî tanzîme boyun eğmekte
olduğunu görüp; âlemin en üstün varlığı olan insanın hesapsız,
gelişigüzel ve nefsâniyetine mağlûb olarak hareket etmesinin ne
kadar akıl, insaf ve iz’an dışı olduğunu kavrar. Hayat ve kâinâtın
mânâsını idrâk edip bu cihandaki vazifesinin ne olduğunu anlar.