2. NiSAN 2013
16 www.hukumdergisi.com
Yıldızları Enes b. Nadr, Musab b. Umeyr, Abdullah b. Cahş (radiyallahu anhum)
olan ümmetin çocukları Çanakkale’de bütün dünya milletleri için numune teşkil
edecek bir var oluş destanı yazdı. Cemadât değil cemaât olduğumuzu gösterdi.
Medine Müdafaasında görev alan üsteğmen İdris Sabih Bey’in kaleme aldığı,
“Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler.” mısrası bu milletin ruh kökünün tek isnat
merkezinin Allah Resulü olduğunu resmetti.
Avrupa liglerinde yer alan kulüplerin topçularını ya da dizilerdeki aşüfteleri
yıldız kabul eden günümüz nesli ise ancak hezimet destanı yazabilir. Meselenin
bu boyutunu ihmal edenler hatta daha da ileri gidip, milletin dini sabitelerini
sarsanlar bu hezimetin baş aktörleri olarak anılacaklardır.
Bu durumda bize düşense ümmetin evlatlarına Bedir ve Uhud’ta yazılan,
Çanakkale’de yaşanan Allah Resulü’nün sünnetine ve sancağına sadakat
ruhunu aşılama ödevidir.
ALLAH RESULÜ’NÜN
SANCAĞINA SADAKAT
3. 3
www.hukumdergisi.com
Yıl: 4 - Sayı: 39 - Mart 2016
SİZ ÖYLE BUYURDUYSANIZ ÖLÜM DE
TEFERRUATTIR YA RASULALLAH!
Halit İSTANBULLU histanbullu@hukumdergisi.com
İlaçlar, silahlar, zırhlar, doktor-
lar insana güven de verir, ce-
saret de. Fakat bütün bunlar
bir noktaya kadar bir anlam ifade eder.
Gün gelir, doktor da, zırh da çaresiz
kalır. Dünyanın en güçlü ordularında
görevalansubaylarolduklarıyerdenbir
düğmeye basarak şehirleri vurur, yüz-
lerce insanın ölümüne sebep olur, fakat
yine de nihaî zaferler kazanamazlar.
Az, Az Değildir İslam’da
Savaşmamak için yurdunu terk
eden muhacir, onunla yerini paylaşan
Ensar ve tam ortalarında ellerini kal-
dırıp, “Bu topluluk helak olursa sana
ebediyen yeryüzünde ibadet eden
kimse kalmayacak.” diye niyazda bu-
lunan Peygamber-i Ekber , Bedir’de
sayı itibariyle azdı, lakin ne O’nun, ne
de ashabının nazarında az, az değildi.
Zaten onlar az ya da çok olmayı tefer-
ruat kabul ediyordu. Sahabe sadece
Kumandan-ı A’zama, “Nasıl emreder-
siniz Ya Rasulallah?” diye soruyor, öte-
sini teferruat olarak görüyordu. Onlar
bu ruhla hicret etti, bu şuurla Bedir’de
destan yazdı.
Allah Azze ve Celle, sadece mad-
desiyle var olan orduların zaferinden
hezimet, maddenin yanı sıra manasıyla
da güçlü olan orduların hezimetinden
ise zaferler çıkarır. Bu yüzden Bedir’de
olduğu gibi dünyaya yalnızca zahiri za-
viyeden bakıp da Müslümanlara saldı-
ranlar büyük yenilgiler yaşadı.
Allah Azze ve Celle, adını yücelt-
mek için, elindeki günlük azığı olan
hurmayı atıp da düşman saflarına da-
lan, zifaftan kalkıp da İslam ordusuna
katılan müminleri küffar önünde mah-
cup etmedi.
“Duydum ki Allah Rasulü’ne
Sövüyor”
Allah’ın adını yüceltmek için yaşa-
yan sahabe, buna engel olan her nev’î
zorluğuteferruatolarakgördü.Bedir’de
arkadaşı Muaz bin Afra gibi, Muaz bin
Amr da Abdurrahman bin Avf’a Mü-
seccel Kafir Ebu Cehil’i sormuş, Ab-
durrahman, “حاجتك؟ ما و /Senin Onun-
la ne işin olur?” dediğinde ise, “أخربت
الله رسول يسب أنه /Duydum ki o, Allah
Rasulü’ne sövüyor” demiş, Abdur-
rahman, Müseccel Kafir’i gösterince
de her ikisi bir anda kılıçlarıyla onun
üzerine yürümüşlerdi. O esnada henüz
Müslüman olmayan İkrime, Muaz bin
Amr’ın omzuna vurur ve kesilen kolu
derisiyle bir tarafında asılı kalır. Hazreti
Muazpeşindesürüklenenkoluylaciha-
da devam eder. Kolu kendisine engel
olmaya başlayınca da ayağını üzerine
koyup yukarıya doğru doğrulur, böy-
lece kolunu bütünüyle bedeninden
ayırır (bkz: Zehebî, Siyer-u A’lam-i’n-
Nubelâ, I, 250-1).
Ne Ağrı Kesici,
Ne de Anestezi
Hazreti Muaz, dünyanın en mo-
dern ordularına sahip devletlerin asker-
leri gibi helikopterle hastaneye kaldırıl-
madı, tabur ya da tümenin revirine de
götürülmedi. Ne koluna lokal anestezi
yapıldı, ne de ona doktorlar tarafından
müdahale edildi. Ameliyathanede ko-
pan damarlarının yerleri bulunup kolu
omzuna dikilmedi. Mikrop kapmasın
Savaşmamak için yurdunu terk eden muhacir, onunla yerini paylaşan Ensar ve tam ortalarında ellerini
kaldırıp, “Bu topluluk helak olursa sana ebediyen yeryüzünde ibadet eden kimse kalmayacak.” diye niyazda
bulunan Peygamber-i Ekber , Bedir’de sayı itibariyle azdı, lakin ne O’nun, ne de ashabının nazarında az, az
değildi. Zaten onlar az ya da çok olmayı teferruat kabul ediyordu. Sahabe sadece Kumandan-ı A’zama, “Nasıl
emredersiniz Ya Rasulallah?” diye soruyor, ötesini teferruat olarak görüyordu. Onlar bu ruhla hicret etti, bu
şuurla Bedir’de destan yazdı.
HALİT İSTANBULLU
4. 4 www.hukumdergisi.com
Yıl: 4 - Sayı: 39 - Mart 2016
diye günlük pansuman da yapılmadı.
İlaç da sürülmedi. Ağrı kesici de almadı,
kendisine serum da takılmadı. Sadece
yere doğru eğildi, ayağını kopan kolu-
nun üzerine koydu, kolu kopardı, attı
ve o halde cihada devam etti. Bu hadi-
se bir film sahnesinde yaşanmadı. Kış
gecelerinde insanları eğlendirsin ya da
daha sürükleyici olsun diye masal yazar-
ları tarafından da uydurulmadı. Muaz,
kesik kolu peşinde sürüklenerek nasıl
cihad etti? “Tedavi için yaralılar çadırı-
na gitmezsem, kan kaybından ölürüm”
diye hiç mi endişelenmedi mi? Böyle
bir acıya nasıl dayandı? O da bizim gibi
insan değil miydi? O da başı ya da dişi
ağrıyınca elem duymaz mıydı? O da et-
ten ve kemikten müteşekkil bir varlık
değil miydi? Onun da geride bekleyen
çocuklarıyokmuydu?Birtarafıyıkılınca
diğer tarafları sallansa da ızdırap duyma-
yan tuğla ve çimentodan yapılan cansız
bir bina mıydı ki kesik kolla cihada de-
vam etmişti? Ya da biz mi demirden ve
çakıldan varlıklarız ki bunca acının için-
de hiçbir şey yokmuş gibi davranıyoruz?
Çanakkale Şühedası’nın
Hafızası
Müslümanlar bütün büyük zafer-
leri Muaz bin Amr’ı kesik kolla savaş-
tıran silahla kazandı. Çanakkale’de,
“Eski Dünya”ya da, “Yeni Dünya”ya da
meydan okuyanlar, cami kürsülerinde
imamlardan, kış gecelerinde köy oda-
larında dedelerinden Muaz bin Amr’ı
dinlemişti. O konuşmalarda zaferlerin
sadece silahla kazanılmadığını öğren-
diler. Anestezi olmadan da bir organın
bedenden ayrılabileceğini, bundan daha
daönemlisisankihiçbirşeyolmamışgibi
cihada devam edilebileceğini görmüşler-
di. Çanakkale’ye gidenlerin zihinlerinde
Uhud’da kesik koluyla da sancağı düşür-
meyen Musab bin Umeyr, “Bana kafirle-
rinençetinleriniçıkar,onlarlavuruşayım
sonra da organlarım parçalandığı halde
şehîden huzuruna geleyim. Sen de ‘Bu
ne haldir Ey Abdullah!’ diye sorduğun-
da ‘رسولك يف و فيك /Senin ve Rasulü’nun
yolunda parçalandı, Ya Rabbi!’ diyeyim.”
diye dua eden Abdullah bin Cahşlar’ın
hayatlarındankesitlervardı.
Ali Çavuş’un Ricası
Allah Allah nidalarıyla başlayan bir
süngü harbinde Ali Çavuş, Muaz b. Amr
gibi sol elini bileğinin dört beş parmak
üzerinden kaybetmişti. Kolunu sadece
elinin bir tarafındaki deri tutmaktaydı.
Cebinden çakısını çıkardı ve kumanda-
nına, “Şunu kesiver kumandanım!” rica-
sında bulundu. Tüyleri diken diken olan
kumandan, Ali Çavuş’un ricasına karşı-
lık vermekten başka çaresinin olmadı-
ğını gördü, aldı çakıyı ve yerine getirdi
Çavuş’un ricasını.
Bir asker komutanına cebinden çı-
kardığı bir çakıyı uzatıyor ve “Kumanda-
nım! Şu kolumu keser misin?” diyordu.
-İşte Allah Azze ve Celle hezimet gibi
gördüğünüz harplerden böyle kullarıyla
zaferler çıkarır.- Ali Çavuş, reviri, sedyeyi
ya da taburun doktorunu sormuyordu
kumandanına. Kolu gitti diye telaşı da
yoktu, sızlanması da. Hangi anestezi bir
acıyıAliÇavuş’unilacıkadargiderebilir?!
Ali Çavuş bir müddet, yıllarca ta-
şıdığı şimdi kanlar içinde yerde duran
kesik koluna baktı. Sonra gözlerini ateş
ve duman içindeki ufka çevirerek şöyle
dedi, “Feda olsun!” (bkz: Baha Vefa Ka-
ratay,MehmetçikveAnzaklar,İşBankası
Yayınları, Ankara, 1987). Sanki eli kop-
mamış gibi cihada kaldığı yerden devam
etti Ali Çavuş.
Ölümün Teferruat Olduğu
Yer: Çanakkale
18 yaşında dul kalacak eşleri de, can-
larıdaAllah’afedaydıonların.Buyüzden
düşmanın gücünü, harbin sonucunu
düşünmeden ayrılmışlardı evlerinden.
Allah Azze ve Celle, “ َّ
قَح ِهَّلال ِ
ف ُوادِهاَجَو
ِهِداَهِج/Allah yolunda gerektiği gibi cihad
edin” (Hac: 78) buyurmuştu, onlar da
aklı erdiği günden itibaren bu ilahi tali-
matı yerine getirmek için fırsat bekliyor-
lardı. Hocalarından da, “Allah ve Rasulü
bir şeyi emredince, gerisi teferruattır.
Mücadele kullardan, zafer ise Allah’tan-
dır.” diye dinlemişlerdi.
“Gözüm Göreceğini Gördü
Kumandanım!”
Çanakkale’de ölüm teferruattı. Gök-
ten bomba yağıyor, bir metrekareye bil-
mem kaç mermi düşüyor fakat yine de
Mehmetçik İslamî ve insanî vazifelerini
ihmal etmiyordu. Kimi matarasındaki
suyuyla abdest alıyor, kimi çimenlerin
üzerinde namaz kılıyordu. Kimi ailesine
vasiyet, kimi de ödenmesi ricasıyla bor-
cunu yazıyordu. Süngü harbi başladı-
ğında ise “Allah-u Ekber” sesleri arasında
“Başımı kıbleye doğru çevirin!” sesleri
duyuluyordu. Gökler şehid indiriyor,
yer de ölüm püskürüyordu. Sırtlara,
vadilere sağanak sağanak bedenlerden
kopan uzuvlar savrulmaktaydı. Müstah-
Muaz, kesik kolu peşinde sürüklenerek nasıl cihad etti? “Tedavi için yaralılar çadırına gitmezsem, kan
kaybından ölürüm” diye hiç mi endişelenmedi mi? Böyle bir acıya nasıl dayandı? O da bizim gibi insan değil
miydi? O da başı ya da dişi ağrıyınca elem duymaz mıydı? O da etten ve kemikten müteşekkil bir varlık değil
miydi? Onun da geride bekleyen çocukları yok muydu? Bir tarafı yıkılınca diğer tarafları sallansa da ızdırap
duymayan tuğla ve çimentodan yapılan cansız bir bina mıydı ki kesik kolla cihada devam etmişti? Ya da biz
mi demirden ve çakıldan varlıklarız ki bunca acının içinde hiçbir şey yokmuş gibi davranıyoruz?
5. 5
www.hukumdergisi.com
Yıl: 4 - Sayı: 39 - Mart 2016
kem mevkiler kumandanı Cevad Paşa
böyle bir esnada mevzileri dolaşırken
yerde bir asker görür ve ona, “Evladım!”
diye hitap edince asker bir eli gözünde
olduğu halde kalkıp tekmil verir. Cevad
Paşa, “Evladım elin neden gözünde?”
deyince, Denizlili Ömer elini indirir.
Gördüğü manzara karşısında sarsılan
Cevad Paşa, “Evladım Gözün nerede?”
diye sorar, Denizlili Ömer:
“Komutanım, gözüm göreceğini
gördü.” der.
Denizlili Ömer’i revire gitmekten
alıkoyan neydi? Hangi güç ona yerin-
den çıkan gözünün acısını unutturmuş-
tu da bunlar teferruat dercesine, “Gö-
züm göreceğini gördü.” diyordu?
Bütün Acıları Unutturan
Bir İlaç
Ayasofya’da ezanı susturmaya, ulu
mabedlerde çan çalmaya, Hilafet’i ilga
etmeye, anasının çarşafına el uzatmaya
giden zırhlıların Çanakkale sularına gö-
müldüğünü ya da küffarın süngü sava-
şında kırıldığını gören Denizlili Ömer,
kaybettiği gözün acısını bir daha hisse-
debilir miydi? O, anestezi değil Muaz
bin Amr’ın ilacını almıştı.
Çanakkale’de gözü yerinden çıkan-
lara, kopan el ve ayaklarıyla mevzisinde
duranlara ne ciddi bir tedavi yapılabil-
miş, ne anestezi ne de cesaret hapı ve-
rilmişti. Modern zamanda, modern or-
duların sahip olmadığı ve asla da sahip
olamayacağı bir ilaçları vardı onların.
Bu gücü de ondan alıyor, ölüme de te-
ferruat diyebiliyorlardı. Onunla ayakta
kalıyorlardı. Kesilen organlardan geride
kalan yaraları mikroptan da o ilaçla ko-
ruyorlardı.
Ne Ali Çavuş gazlı bez sarmıştı
kopan elinin yarasına, ne de Denizlili
Ömer tedavi için izin istemişti kuman-
danlarından. Küffarla vuruşmaya kaldı-
ğı yerden devam etmek için bir ağacın
altında biraz dinlenip, tekrar cihad safla-
rına dönecekti. Çünkü öyle dinlemişti
büyüklerinden; Cihad meydanında ya
şehadet ya da zaferle ayrılırdı bir müs-
lüman.
Komutanları tarafından zorla revire
kaldırılanları da çoğu defa bir Anadolu
köyünden gönüllü olarak kalkıp cephe-
ye gelen Nüseybe yürekli kızlar pansu-
man ederdi. Ne onların yeteri derecede
tıp eğitimleri, ne de revir ya da hasta-
nelerde tedavi için tıbbi malzemeleri
vardı. Harp meydanına kurulan çadırda
Peygamber-i Ekber’in yaralı ashabını
tedavi eden kadın sahabiler gibi onların
da her hastalığa hayır getiren efsanevi
bir ilaçları vardı.
Kaputsuz Askerler
Yokluk da, yoksulluk da teferru-
attı Çanakkale’de. Palaskası olmayan
süngüsünü sicimle bağlıyor, fişekliği
olmayan ise cebini fişeklik yapıyordu.
Çoğu askerin kaputu yoktu. Ayakkabısı
olmayanlar, ayağına iple bağladığı terlik-
lerle savaşıyordu. Yalın ayak olanlar da,
bezle ayağını sarıp küffar üzerine yürü-
yenler de vardı. Üniforması olmayanlar,
İstanbul’dan gönderilen kum torbala-
rından elbise yapıyor, onlarla mevzisine
gidiyordu.
Ayakkabısız Yazılan Destan
14 Aralık 1915 sabahı, 59. Alayın
talimini izleyen 19. Tümen Kurmay
Başkanı İzzettin Bey, “Her taburda ayağı
tamamen çıplak 50-60 asker var.” diye
not düşmüştü defterine. Bu hali fırsata
çevirmek isteyen İngilizler’in uçaklar-
dan attıkları bildirilerinden birinde şöy-
le bir ibare vardı: “Esir düştüklerinde aç,
çıplak ve perişan olan Osmanlı askerleri
şimdi çok rahatlar. Dini vazifelerini de
yapmalarına izin veriyoruz. Siz de bu
refaha iştirak edin.”, teslim olun.
Hakikatte ise bir asker esir düştü-
ğünde İngilizlerin, “Siz açsınız?” soru-
suna, “Hayır aç değiliz. Hamdolsun,
Padişahımız sayesinde karnımız toktur.
Aha üzüm.. aha fındık… ekmeğimizin
de dumanı çıkar…” diye cevap vermiş-
ti (bkz: R. Şükrü Apuhan, Çanakkale,
187-8).
“Sizin Sadakanızla Yaşayan
Domuz Olsun!”
Mehmetçik, Çanakkale’de açlığa,
açıkta olmaya, ayakkabısızlığa, yağan
bombaya nasıl dayanmış, hangi ilacı
almıştı da, İngiliz uçaklarından atılan
vaadlere mevzilerden, “Sizin sadakanız-
la yaşayan domuzdur!” diye cevap veri-
yordu.
Bombaların askerin göğsünde sön-
düğü Seddülbahir’deki mevzilerden
“Allah-u Ekber, Yetiş Ya Muhammed!”
sesleri geliyor. Kolunu kaybeden bir
asker cihada devem edebilmek için ko-
mutanından tabancasını istirham edi-
yordu.
Onlar, “Komutanım! Kolum koptu
kan kaybından ölürüm. Beni birileriyle
hastaneye gönderseniz.” ricasında değil,
cihada devam edebilmem için silahımı
Çanakkale’de gözü yerinden çıkanlara, kopan el ve ayaklarıyla mevzisinde duranlara ne ciddi bir tedavi
yapılabilmiş, ne anestezi ne de ne de cesaret hapı verilmişti. Modern zamanda, modern orduların sahip ol-
madığı ve asla da sahip olamayacağı bir ilaçları vardı onların. Bu gücü de ondan alıyor, ölümü de teferruat
diyebiliyorlardı. Onunla ayakta kalıyorlardı. Kesilen organlardan geride kalan yaraları mikroptan da o ilaçla
koruyorlardı.
6. 6 www.hukumdergisi.com
Yıl: 4 - Sayı: 39 - Mart 2016
verir misin, diye yalvarıyordu.
Yenilmeyi düşünenler Firavunla-
ra kafa tutamaz fakat Allah’ın rızasına
nâiliyeti de her şeyden âli görenlerin
karşısında hiçbir ordu duramaz.
Neden Korkuyorlardı?
Buhaldedekorkuyorduonlar.Fakat
Teğmen İbrahim Naci’nin de belirttiği
gibi açlıktan, bombadan, tayyareden,
gülleden değil, düşmanı görmeden,
onunla boğuşmadan, memleket için,
millet için didinmeden ölmekten kor-
kuyorlardı (İbrahim Naci, Allahaısmar-
ladık, 72).
Allahaısmarladık
İbrahim Naci, 21 Haziran 1915 Pa-
zartesi, günlüğünün yirmi dokuzuncu
gününe “Muharebeye girdik. Milyon-
larca top ve tüfek patlıyor… Şimdi bi-
rincionbaşımyaralandı.”diyenotdüştü.
Daha sonra ise defterine sadece “Allaha-
ısmarladık, Saat: 11.15, İ. Naci” yazabi-
len teğmen şehadetinden 16 gün önce
komutanlarına rica etmiş, acemi asker-
leri eğitmek istemediğini bizzat cepheye
gitmeyi arzuladığını söylemişti; “Bütün
arkadaşlarım düşman karşısında durur-
ken ben geride kalamam… Kan, ateş,
ölüm görmek, düşmana da kan kustur-
mak istiyorum.” diye yazmıştı (İ. Naci,
a.g.e., 82).
Teğmen İ. Naci’nin son olarak “Alla-
haısmarladık” yazabildiği defterini, def-
terin kapağına yazdığı, “Bu defter kimin
eline geçerse bir şehid hürmetine yuka-
rıdaki adrese göndersin.” şeklindeki va-
siyeti gereği teslim alan bölük yüzbaşısı
Bedri Efendi de Hamişi’nin ilk paragra-
fına şunları yazar:
“ZavallıNaci!Evladımgibisevdiğim
yavrum. Defterine emanet ettiğin gizli
duygularını bir peder, bir ağabey yakın-
lığıyla okudum. Bundan dolayı bana
darılmaz ve hatalı bulmazsın değil mi?”
Ne varki Yüzbaşı Bedri Efendi de
hamişini tamamlayamaz, yazının bir
yerine koyduğu bir virgülle (,) defteri
bırakır. Çünkü o da 2 Temmuz 1915’te
şehid düşer (Naci, a.g.e., 137).
Bizi Mazur Görün
Kumandanım!
Ölümü teferruat olarak görenlerin
kimi Allahaısmarladık diyecek kadar
bir zaman bulabildi, kimi de ancak ya-
zısına bir virgül(,) koyabildi, devamını
Müslümanların yüreklerine havale edip
Rabbine yürüdü. Fakat hiç biri en zor
şartlarda da sarsılmadı, geri adım atma-
dı. Karargahlardan yapılan “geri çekilin”
çağrısına, “Bizi mazur görün Kuman-
danım! Buradan geriye ancak bir asker
gelebilir,odataburyadaalayıntamamı-
nınşehidolduğunubildirmekiçin.”diye
cevap verdiler
Dünyanın En Güçlü Silahı:
İman
Muaz bin Amr hangi silahla ayakta
kaldıysa Çanakkale Zaferi de o silahla
kazanıldı. O silahı kuşanırsak yeniden
korkular emana, hezimetler de zafere
dönüşecek. O en büyük silaha sahip ol-
duğumuzdayenideneğrilerdoğrulacak,
destanlar yazılacak.
Yüreklerimiz dünyanın en güçlü si-
lahı imana karargah olursa, Mekke’den
İslam’ı ortadan kaldırmak için ay-
rılan müşrikler gibi, çağın Bedirleri
de asrın kafirlerine mezar olacak ve
Çanakkale’de olduğu gibi küresel güç-
ler mağlup ve mahkur bir halde İslam
topraklarından çekilmek zorunda kala-
caktır.
Allah Azze ve Celle, sadece mad-
desiyle var olan orduların zaferinden
hezimet, maddenin yanı sıra manasıyla
da güçlü olan orduların hezimetinden
ise zaferler çıkarır. Bu yüzden Bedir’de
olduğu gibi dünyaya yalnızca zahiri za-
viyeden bakıp da Müslümanlara saldı-
ranlar büyük yenilgiler yaşadı.
Allah Azze ve Celle, adını yücelt-
mek için, elindeki günlük azığı olan
hurmayı atıp da düşman saflarına da-
lan, zifaftan kalkıp da İslam ordusuna
katılanmüminleriKüffarönündemah-
cup etmedi.
Muaz bin Amr hangi silahla ayakta kaldıysa Çanakkale Zaferi
de o silahla kazanıldı. O silahı kuşanırsak yeniden korkular emana,
hezimetler de zafere dönüşecek. O en büyük silaha sahip olduğu-
muzda yeniden eğriler doğrulacak, destanlar yazılacak.
Yüreklerimiz dünyanın en güçlü silahı imana karargah olursa,
Mekke’den İslam’ı ortadan kaldırmak için ayrılan müşrikler gibi,
çağın Bedirleri de asrın kafirlerine mezar olacak ve Çanakkale’de
olduğu gibi küresel güçler mağlup ve mahkur bir halde İslam top-
raklarından çekilmek zorunda kalacaktır.
7. SELİKA S’AD
6
Adımlar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Ali Osman Zor İle Röportaj
Öncelikle bu röportajı bizimle paylaştığınız için
Teşekkür ediyoruz
Röportajımızın ilk sorusu olarak kendinizi ve İbda
hareketini bize tanıtırmısınız?
Ali Osman Zor : İsmim Ali Osman Zor , tek bir
cümleyle söylemem gerekirse çocukluk yaşımdan
itibaren varlığımı İbda hareketi içerisinde idrak etmiş
bir ferdim
İbdayı tanıdıktan sonra ALLAH’a Hamdolsun ne ka-
dar şükretsem de yine de gereği gibi şükretmiş olmam
bütün hayatım neredeyse İbda içerisinde geçti bu
manada da ne doğum yılımızın ne ,
ne yaptığımızın şahsi şeylerin bir önemi yok , yani
ben bir İbdacıyım , kendimi en güzel en pratik tanım-
lama şeklim budur.
İbda hareketine gelince, İbda İstanbul’un Fethin-
den itibaren daha sonra Yavuz Sultan Selim Han’ın
İslam coğrafyasının birleştirmesinden sonra bütün
İslam aleminin 500 yıldan beri beklediği İslam’a
muhattab anlayışın dünya görüşüdür. Bütün yaşa-
dıklarımızın ve yaşayacaklarımızın aslına bakılırsa
fikri planda fikir olarak planlanmasıdır İbda onun
ruhudur. Salih Mirzabeyoğluna da bence bu nazarla
bakmak lazım eğer ki bu nazarla bakamazsak alalade
bir yazar olarak algılama tehlikesiyle de karşı karşıya
kalabiliriz dolayısıyla İbda dediğimiz zaman normal
klasik bir hareketten bahsetmiyoruz bir manadan
bahsediyoruz bu mananın tecelli edeceği mekan
olarak da zaten Anadolu’yu görüyoruz Anadolu’nun
önemi de buradan kaynaklanıyor. Hepimizde tek tek
kendimizi Anadolu gibi düşünürsek, şayet demek ki
İbda ruhu bütün İbdacıyım diyen İbda mensubuyum
diyen herkeste tecelli etmesi gereken bir mana olarak
karşımıza çıkar
Tabi ki bir iki cümleyle İbda nedir? İbda hareketi
nedir? Bunu anlamak mümkün değil İbda’nın daha
iyi anlayışılması için Salih Mirzabeyoğlu ve onun
eserleriyle rabıta içerisinde olmak gerekir onun eser-
leri iyi analiz edilmeli anlaşılmak için okunmalı
8. SELİKA S’AD
7
Şehadet yıldönümü dolayısıyla Şehidimiz Ünsal
Zor Hakkında açıklamalarda karakteristlik özellik-
lerini bize anlatırmısınız ?
Ali Osman Zor : Ünsal Zor nevi şahsına mün-
hasır derler ya evet nevi şahsına münhasır bir yiğit
insandı , bütün hayatını dikkat edin bütün hayatını
buluğ çağından sorumluluk , insani sorumluluk
devresini buluğ çağı diye kabul edersek bütün ha-
yatını İbda içerisinde idrak etmiş ve son nefesini de
İbda için Salih mirzabeyoğlu için vermiş bir ALLAH
adamıydı , kesinlikle ve kesinlikle kan bağım oldu-
ğundan dolayı ve kardeşim olduğundan dolayı bun-
ları söylemiyorum karakterislik özellikleri nelerdir
diye sorulmuş , bir çok şey söylenebilir arkadaşları
tarafından tanıyanlar tarafından ama eminim ki onu
yakından tanıyanların ortak düşüncesi şudur Ünsal
Zor ; şu yaşadığımız dönemde şu yaşadığımız çağda
artık nesli tükenmeye başlayan nesli tükenmek üzere
olan bir insan tipiydi bu insan tipini tarif edecek
bence en önemli kelime cesarettir. Benim gördüğüm
Ünsal Zor artık nesli tükenmeye yüz tutmuş en cesur
insanlardan biriydi , diğer özellikleri sadakati ,vefası,
fedakarlığı aslında bunlardan hepsi cesaretine eşlik
eden özellikleriydi kendi Davasına yalnız kalsa da
ki kalmıştır , cezaevleri sürecinde işkence hanelerde
yalnızda kalmıştır diğer gönüldaşları gibi yalnız-
da kalsa da sadakatle bağlılığını devam ettirmiştir
Onun İbda’yı tanıdıktan sonra şehadet ederim ki
hiçbir özel hayatı da olmamıştır. Evlilik hayatında
zaten eşi Şehid Nuray Zor’la kaderini birleştirdikten
sonra ikisi birdene aynı hayatı yaşamışlardır ikisi-
ni birden söz konusu ettiğimizde her aile her erkek
her kadının imreneceği keşke bende böyle bir hayat
yaşasam diyebileceği örnek insanlardı bunlar her
Müslümanın model alması gereken rol model kabul
etmesi gereken insan tipiydi az önce söylediğim gibi
cesaretiyle ,fedakarlığıyla, merhametiyle ve ikisinin
de karakter özelliklerinden bi tanesi ne ben , ne eşim ,
ne yakın çevresi hiçbir zaman bu iki insanın başlarına
gelen hiçbir sıkıntıdan şikâyetçi olduklarını duyma-
mışızdır bence diğer önemli karakter özellikleri de
buydu ALLAH’a tevekkül içerisinde davaları için son
nefeslerine kadar yapmaları gereken her şeyi sonuna
kadar yapmış olan insanlar hiçbir mazarete sığınma-
mışlardır kendilerini davalarından mücadelelerinden
alı koyacabilecek hiçbir şeye de izin vermemiş örnek-
lik insanlardır bu çağımızda örnek alınması gereken
model insanlardır Ünsal Zor’a ve Nuray Zor’a bakar-
ken bunları göz önünde bulundurmalı evet Şehidle-
rimiz vardır başka Şehidlerimiz de vardır ama Ünsal
Zor yaşadığı hayatla da örnek bir insandır dolayısıyla
şu an Davamıza yeni katılan gençlerin onun hayatını
karakter özelliklerini yaşadığı Dava macerasını çok iyi
bilmelidirler çok iyi analiz etmelidirler tahlil etmeli-
dirler diye düşünüyorum.
9. SELİKA S’AD
8
Şehidimiz Ünsal Zor’un Şehidlere ve Şeha-
dete bakışını Şehid Kumandan Salih Mirza-
beyoğluyla gönül bağı ve irtibatını anlatabi-
lirmisiniz?
Ali Osman Zor : Az önceki soru da bu sorunu-
zun bazı kısımlarına cevap verdim zaten örneklik bir
şahsiyet dedim , zaten kumandana olan sadakati başlı
başına hayattayken örneklikti kumandanın nazarın-
daki durumu ise bizzat onun ifadesiyle has evlatların-
dan biriydi buluğ çağından itibaren bütün hayatını
onun yanında idrak etmiş bir insandı
Ünsal bi nevi onu ve onun gibi gönüldaşlar kuman-
danın tedrisatından geçmiş insanlardı hem ahlaki
olarak hem ideolojik olarak hem siyasi olarak dola-
yısıyla İbda’yı anlamaya çalışan İbdayla münasebet
kurmaya çalışan gönüldaşların Ünsal Zor ve onun
gibi gönüldaşların hayatını çok iyi bakması gerekir
bu sizin sorduğunuz kumandanla olan rabıtasından
dolayı, kumandana bakışı onun nazarındaki yerini
zaten bizzat kumandan çeşitli vesilelerle veya Şeha-
detinin vesilesiyle de kendi eserlerinde de kayıt altına
almıştır
Oralar yine dikkatlice okunur dikkatlice incele-
nirse bu Şehidimizin yaşatılmasının bu Şehidimizin
bayraklaştırılmasının aslında Mücadelenin bir gereği
olduğu da daha iyi anlaşılır
10. SELİKA S’AD
9
Adımlar dergisi ve çalışmaları ile ilgili bize bilgi
verebilirmisiniz ? Adımlar cephesi ve izlediği yol
güzergahı ve o yol güzergahındaki metodları bize
anlatırmısınız?
Ali Osman Zor : Adımlar Dergisi malum olduğu
üzere bizzat kumandanın isim babalığını yaptığı dergi
ve cephedir. Kumandan hayattayken kurulmuştur
kumandanın vefatından sonra ise diğer iyi niyetli
cepheler gibi kumandanın açtığı Sancağı hedeflediği
burçlara dikmektir Adımların hedefi bu hedef doğrul-
tusunda da İbda mimarının muradına ve rızasına uy-
gun olarak en başta özellikle hassas olduğu ve dikkat
ettiği husus Adımların İbda’ya nispetle bağımsızlığını
koruma konusudur
Bu mana da Adımlar dergisinin İbda dan başka hiçbir
tarafa kafa ve gönül bağı yoktur hiçbir harekete de
ALLAH’ın izniyle angaje olmayacaktır.
Bu prensip içerisinde ittifak olabilir , görüşmeler
olabilir,işbirliği yapabilir adı üstünde ittifaklar çer-
çevesinde zaten çağımızın siyaset anlayışıda böyle
ittifaklar üzerinde yürüyor ama Adımların ortaya
koyduğu ittifaklar ittihad birleşmeye hedeflidir .
Bu manada Adımlar kendi ahlakını telkin ederken
İbda nın bize sunduğu İslam ahlakına aykırı hiçbir
çamuru kendi üzerine sıçratmama derdindedir . Bu
açıdan bakıldığında Adımlar metod olarak tabi ki
güçlenmeyi hareketin tabi gidişatı içerisinde güç inşa
etmeyi başa almıştır bunun gereği olan davranışları
gücü yettiğince yapmaktan geri durmayacaktır.
Bu gün Adımlara yapılan sağdan soldan yapılan
saldırılar da Adımların bu bağımsız karakterinden
kaynaklanmaktadır bu da bizim şerefimizdir. Dolayı-
sıyla da Adımları değerlendirirken Ünsal Zor hakkın-
da söylediklerim Adımlar içinde geçerlidir. Adımların
Mücadele tarihini Mücadele çizgisini iyi bilmek lazım
ki şu an şu an itibariyle hangi güçle hangi bekrauntla
arka planda konuştuğu da iyi anlaşılsın dolayısıyla
Adımlar kendi ele aldığı mevzularda otorite mi değil
mi diye bir tartışma içerisine girilirse bu tartışmanın
da doğru cevabı verilmiş olsun
Haliyle de Adımların bütün kadrosu olarak ben
adımların güçlendirilmesi kuvvetlendirilmesi büyü-
tülmesi gereken bir cephe olarak görüyorum kendi
parça aksiyonu içerisinde bütünü bütün olan İbdayı
tecelli ettirmekten başka gayesi olmayan bir cephe
olarak görüyorum.
11. SELİKA S’AD
10
Ali Osman Zor : Kars’taki gelişmeleri başından
beri takip ediyorum oradaki yürütücü arkadaşlarla
zaten eskiye dayalı bir tanışıklığım var işin doğrusu
hem ben , hem buradaki arkadaşlarımız heyecan
duyuyoruz çalışmaları gördükçe Kars özelinde bütün
Anadolu için söylenirsek bizim hareketimizin mayası
bizim hareketimizin potansiyeli bizim hareketimizin
bi nevi ham maddesi deposu Anadoludur .
Haliyle de Anadoluda ki en ufak hareketi bile çok
büyük kaydedeğer görüyorum ve ihmal edilmeme-
mesi gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada Kars’taki
mevcut faaliyetlerin gönüldaşlar tarafından yürü-
tülen faaliyetlerin başka illerde başka yerlerde de
misal olması gerektiği inancındayım bundan dolayı
da özellikle Kars için söylüyorum Türkiye’nin hudud
boyundaki ta öbür ucundaki bu hareket bizim burada
ki İstanbulda ki gönüldaşlara büyük heyecan vermeli
Tabi ki burada Karslı gönüldaşlara da bir şey düşü-
yor gayretleri için zaten heyecanlanıyoruz gayretleri-
ni artırmaları için ALLAH’a Dua ediyoruz ama başka
şehirdeki gönüldaşları motive etmeleri söz konusu
olduğunda da onlardan artık daha fazla gayret daha
fazla propaganda metod farklı propaganda metodla-
rını kullanmaları ve sesleri ister bizimle irtibat içinde
olsun ister başka grublarla irtibat içinde irtibat içinde
olsunlar duyurmalarını bekliyoruz
ALLAH yar ve yardımcınız olsun başta söylediğimi
yine tekrar ediyorum heyecanla takip ediyoruz
Mesele ALLAH ve Resulü (AleyhisSelam) Davasını
taşımaksa eğer Kars taki Müslümanda bundan me-
suldür İstanbuldaki Müslüman da ALLAH ve Resulü
(AleyhisSelam ) Davası hafif bir dava değildir
Bunu taşıyacak erler ister Karslı gönüldaşlarımız ma-
dem biz bu erlerden olmak istedik dediler sefa geldi-
ler hoş geldiler.
Dua’larımız bütün imkanlarımızla yardımlarımız
onlarla beraberdir ALLAH yar ve yardımcınız olsun.
Kars’ta Akıncı gelişmelere Kars Adım-
larla ilgili duygu ve düşüncelerinizi
öğrenebilirmiyiz?
Adımlar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Ali Osman Zor ve Dergimiz w Genel Yayın Yönetmeni Ergin Bulut
12. Selamun aleyküm degerli kardeşler . Öyle bir düşman ile karşı karşıyayız ki,
Sevgili Peygamberimiz ( S.a.v) ‘e tuzak kuran dırar mescidi münafıklarının neredeyse bugünkü hali . Bu fetullahçı terör örgütü militanları yada
münafıkları Tevbe Suresi 107 ve 110. cu ayetlerde bahsedilen ve Sevgili Peygamberimiz(S.a.v)’ e düşmanlık eden münafıklara ne kadar da benziyorlar
Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm.
Bir de Müslümanlara zarar vermek, kâfirlik etmek ve Müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce ALLAH ve Resulü´ne (AleyhisSelam )
karşı savaş açmış olanı beklemek için Mescid yapanlar var. «İyilikten başka bir maksadımız yoktu.» diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle
yalancı olduklarına ALLAH şahittir.(Tevbe Suresi 107.Ayet)
Euzübillahimineşşeytanirraciym Bismillahirrahmanirrahim
Onların kurmuş oldukları bu türlü binalar, kalpleri parça parça olmadıkça, kalblerinde bir nifak düğümü olup kalacaktır. ALLAH Alîmdir,
Hakîmdir.(Tevbe Suresi 110.Ayet)
Sevgili Peygamberimiz(S.a.v), Medine dışında Zûevan denilen yerde Tebük Seferi’nin son hazırlıklarıyla meşgulken münafıklardan beş kişilik bir heyet
gelip yağmurlu ve soğuk kış gecelerinde hasta ve özürlü olanların namaz kılması için bir mescid inşa ettiklerini ve kendilerine Namaz kıldırarak burayı
ibadete açmasını istediler.Sefer dönüşü ordusuyla birlikte Zûevan’da konakladığında bazı münafıklar gelerek Sevgili Peygamberimiz(AleyhisSelam)’i
mescidlerine götürüp namaz kıldırmak istediler. Bu sırada mescid ve onu yapanların niyetleri hakkındaki âyetler nâzil oldu (et-Tevbe 9/107-110). Bu
âyetlerde mescidi inşa edenlerin niyetlerinin müminlere zarar vermek, hakkı inkâr etmek, müminlerin arasına nifak sokmak ve daha önce Allah ve
resulüne karşı savaşmış olan bir kişiyi (Ebû Âmir er-Râhib) beklemek olduğu belirtiliyor, bunların gayelerinin iyilik olduğuna dair yemin bile
edebilecekleri, halbuki yalancı oldukları vurgulanıyor,
Sevgili Peygamberimiz(S.a.v)’e Mescid-i Dırâr’da asla namaza durmaması, buna karşılık takvâ üzerine kurulmuş mescidde (Mescid-i Kubâ veya Mescid
Nebevî) namaz kılmasının daha uygun olacağı bildiriliyordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Medine’ye ulaşınca Âsım b. Adî (veya Ma‘n b. Adî) el-Aclânî i
Mâlik b. Duhşüm es-Sâlimî’ye mescidi yıkmaları için emir verdi (Vâkıdî, III, 1046; İbn Hişâm, IV, 530). Âsım ve Mâlik yatsı vakti sıralarında Mescid-i Dırâr
yaktılar. Çıkmamakta direnen Zeyd b. Câriye’nin vücudunun bir kısmının yandığı söylenir. Münafıklar ertesi sabah mescidin yıkılmış olduğunu görünce
Allah’ın, sırlarını ifşa ettiğini ve gizledikleri gerçek amacın Sevgili Peygamberimiz(S.a.v)’e bildirildiğini anladılar.
Sevgili Peygamberimiz(AleyhisSELAM)’e düşmalık eden münafıklar bugünkü fetöcülere ne kadar da benziyorlar . YÜCE ALLAH(C.C.) IN Sevgili
Peygamberimiz(Aleyh) e dırar mescidini ve münafıklarını bildirmek için indirdiği ayetlere baktığımızda aynı şeytani ve fitne özellikleri fetö de de
görülüyor . Bakın ; (et-Tevbe 9/107-110). Bu âyetlerde mescidi inşa edenlerin niyetlerinin müminlere zarar vermek, hakkı inkâr etmek, müminlerin aras
nifak sokmak ve daha önce Allah ve Resulüne (AleyhisSelam) karşı savaşmış olan bir kişiyi (Ebû Âmir er-Râhib) beklemek olduğu belirtiliyor, bunların
gayelerinin iyilik olduğuna dair yemin bile edebilecekleri, halbuki yalancı oldukları vurgulanıyor.
Alçak fetö de dırar mescidini yapan münafıklar ile aynı özellikte. Başlarında fetullah gülen denen münafık . yolları dini kullanıp
dünyalık(makam,rütbe,üniforma,şöhret,para,ünvan,zenginlik,devlet işi vs.) elde etmek . kıbleleri amerika birleşik devletleri. İbadethaneleri(mescid-i
dırar) işgal ettikleri kurumlar . ibadetleri amerika için gerçek Müslümanlara psikolojik eziyet yaparak yıldırıp her kurumu ele gecirip her kurumda
kadrolaşmak ve hizmetleri yalan söyleyip iftira atmak , hile yapmak ,kumpas yapmak, ahlaksızlık yapmak, entrika cevirmek..
fetöcüler ; yalan söylerler,İftira atarlar, kalleşlik yaparlar, hainlik yaparlar, kemalist görünenleri, haşa ibadet için alkol alanları ve tesettürü tamamen
çıkarıp tesettür ayetleriyle haşa alay eder gibi yaşayanları vardır ve hak olan gerçek cemaat ve tarikatlara sızarlar,kendi dernekleri olduğu gibi(darbe
öncesinde) çeşitli derneklere de sızarlar. Haysiyetli insanların aklından geçirmeye utandıklarını yaparlar ve utanmazlar.
FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN İSLAMA ÜMMET-İ
MUHAMMEDE SİNSİ DÜŞMANLIĞI ÇEKTİRDİĞİ ACILAR-1
Ahmet Zafer Öztürk
Euzübillahimineşşeytanirraciym Bismillahirrahmanirrahim
Bir de müslümanlara zarar vermek, kâfirlik etmek ve müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü´ne karşı savaş açmış olanı beklemek için mescid
yapanlar var. «İyilikten başka bir maksadımız yoktu.» diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Al şahittir.(Tevbe Suresi 107.Ayet)
Euzübillahimineşşeytanirraciym Bismillahirrahmanirrahim
Onların kurmuş oldukları bu türlü binalar, kalpleri parça parça olmadıkça, kalblerinde bir nifak düğümü olup kalacaktır. ALLAH Alîmdir, Hakîmdir.(Tevbe Suresi 110.Ayet)
13.
14.
15. 29
www.hukumdergisi.com
Yıl: 4 - Sayı: 39 - Mart 2016
Çocukluk yıllarına döne-
bilmek için bazıları “Affan
Dede’ye para saymaya”
devam ededursun ben mahallemin
camisine giden yolları adımlıyorum.
Hatıralar zihnimi istila ederken o yıllar-
da dinlediğim hutbeler, vaazlar geliyor
aklıma. İmam efendiler tok sesleriyle
Nevruzun bir ateşperest geleneği oldu-
ğunu, hiçbir Müslümanın tıpkı yılbaşı
gibi gayr-ı müslimlere ait olan bu bay-
ramı da kutlayamayacağını söylerlerdi.
Aradan yıllar geçip birileri ASALA’dan
sonra PKK terörünü de başımıza mu-
sallat edince devlet erkânının da katılı-
mıyla ateşler yakılıp, üzerinden atlama
merasimleridüzenleniroldu.Nevruzun
bir Orta Asya geleneği olduğu dillendi-
rildi. Velev ki teröristlerin argümanları-
nıellerindenalmasaikıyleyapılıyorolsa
bile ulemanın bu topraklarda ademe
mahkum ettiği bir ateşperest geleneği
böylece yeniden hortladı. Sahi nedir
Nevruz, nerede, nasıl ortaya çıkmıştır?
Bir Mecusi İlleti Olarak
Nevruz
“Yeni gün” anlamına gelen
Nevruz’un asıl vatanı Mecusiliğin/
Ateşperestliğin merkezi İran’dır. Hud
Aleyhisselamın nübüvvetine tekabül
eden bir devirde yaşayan Kral Cemşid,
İran tarihinde ilk devlet kuran kişi ola-
rak kabul edilir. Efsaneye göre ömrü
yedi yüz yıla baliğ olan Kral hiç has-
talık yüzü görmediğinden azgınlaşır
ve insanları kendine tapmaya zorlar.
Mart ayının yirmi birinci günü tahta
çıktığından dolayı bu günü yılbaşı ve
bayram olarak ilân eder. Daha sonra
bu kutlamalar, evvela Pers İmparator-
luğunun hâkim olduğu coğrafyalara,
oradan da komşu ülkelere sirayet eder.
AraplarınözellikleMedine’deyaşayan-
ları da bu bayramı kutlamaya başlarlar.
Sasani imparatorluğunun Müslüman-
ların eline geçmesinden sonra da bazı
İranlılar ata yadigârı olarak gördükleri
Nevruzu kutlamaya devam eder. Ba-
hailer de 19 gün tuttukları orucun aka-
binde Nevruzda bayram eder ve Kıp-
tiler gibi bu günü yeni yılın başlangıcı
kabul eder. Her ne kadar bazıları, Hz.
Ali’nin doğumu, halife oluşu ve Hz.
Hüseyin’in şehid edilmesinin Nevruz
gününde olduğunu iddia ediyorsa da
tarihi kaynaklar bu iddiayı yalanlamak-
tadır. Ayrıca Rafiziler de Hz Osman’ın
Nevruz’da katledildiğini kabul ederek
bu bayramı kutlarlar.
Nevruz Tarihin Çöplüğüne
Enes b. Mâlik’in (R.a) rivâyet etti-
ğine göre: َمَّلَسَو ِهْيَلَع ُهَّلال َّ
لَص ِهَّلال ُ
ولُسَر َمَِدق
َِانذَه اَم : َ
َالقَف ، َ
ِمهيِف َنوُبَعْلَي ِانَمْوَي ْمُهَلَو َةَنيِدَمْلا
َ
َالقَف .ِةَّيِلِهاَجْلا ِ
ف َ
ِمهيِف ُ
بَعْلَن اَّنُك :ُوالَاق ؟ِانَمْوَيْلا
ْمُكَلَدْبَأ ْدَق َهَّلال َّنِإ :َمَّلَسَو ِهْيَلَع ُهَّلال َّ
لَص ِهَّلال ُ
ولُسَر
ِرْطِفْلا َمْوَيَو ىَح ْضَ ْ
ال َمْوَي : َ
مُهْنِم اً ْ
َيخ َ
ِمهِب/ Ra-
sulüllah (hicret edip) Medine’ye
geldiğinde, Medinelilerin iki (bayram)
günleri vardı. O günlerde oynayıp eğ-
lenirlerdi. Rasulüllah (Onlara) “Bu
iki gün(ün manası) nedir?” diye sordu.
Biz (İslâm’dan önce) cahiliye devrinde
bugünlerde eğlenirdik dediler. Allah
Rasulü buyurdular ki, “Allah, bu iki
bayramınızı onlardan daha hayırlı iki
günle, Kurban ve Fıtır (Ramazan)
bayramıyla değiştirdi.”. (Ebu Davud,
1134; Nesâî, 1556.) Şarihlerimiz Me-
dinelilerin oynayıp eğlendikleri bu iki
bayramın, Nevruz ve Mihrican gün-
leri olduğunu ifade ederler. (Avnu’l-
Ma’bud, 3/341)
Cahiliyedeki adetlerden insanlığın
maslahatına olanları ibka eden İslam,
bu iki bayramı ise ilga etmiştir. Allah
Rasulü , “Bırakın insanlar İslâmi esas-
lar çerçevesinde eğlensinler!” deme-
miştir. Bilakis ”Allah, bu iki bayramınızı
onlardan daha hayırlı iki günle, Kurban
ve Fıtır (Ramazan) bayramıyla değiştir-
di.” buyurarak onları âdeme mahkûm
etmiştir. Nitekim ne Allah Rasulü ne
deHulefa-iRaşidinzamanındabuadet-
lerin bir kalıntısını İslam toplumunda
görmek mümkün değildir.
Selim Seyhan sseyhan@hukumdergisi.com
ATEŞE BİR ÇAĞRIDIR NEVRUZ
Sahi nedir Nevruz, nerede, nasıl ortaya çıkmıştır?
SELİM SEYHAN
16. 30 www.hukumdergisi.com
Yıl: 4 - Sayı: 39 - Mart 2016
İkaz Ediliyorsun
Ey Müslüman!
O halde dinle kardeşim! “Bizim
Muhammed ’in de Musa (a.s.)’nın
da Şeriatine uymaya gücümüz ye-
ter.” diyerek Müslüman olduktan
sonra hala Cumartesi gününe tazim
gösterip devenin etleriyle sütlerini
kerih gören Abdullah b. Selam (r.a)
ve ashabını ikaz eden Allah Azze ve
Celle seni de ikaz ediyor: “Ey iman
edenler! İslam’a tamamen girin ve
Şeytanın adımlarına uymayın! Çün-
kü o, sizin için apaçık bir düşmandır.”
(Bakara, 208).
Hayatı boyunca Rasul-ü Ekber’in
izinden ayrılmayan Abdullah b.
Ömer (r.a) de seni ikaz ediyor:
ْمُهَزوُ ْ
َين َعَنََصف ِمِجاَعَْألا ِدَالِبِب َّرَم ْنَم
، َ
كِلَذَك َوُهَو َوتُ َي ىَّتَح ْمِهِب َهَّبََشتَو ْمُهَناَجَرْهِمَو
ِةَماَيِقْلا َمْوَي ْمُهَعَم َ ِ
شُح
“Kim acemlerin memleketlerine
uğrasa Nevruz ve Mihricanlarını kut-
layarak onlara benzediği halde ölse
Kıyamet günü onlarla haşrolunur.”
(Ahkamu Ehli’z-Zimme: 2/723)
Bütün fakihlerimiz özellikle de
İslam’dan önce Nevruz kutlayan
bölgelerde yaşayanların çoğu Hane-
fi mezhebinden olmaları hasebiyle,
meseleyi en mahrem çizgileriyle
tahlil eden Hanefi fukahası da seni
ikaz ediyor. Bu bağlamda Ebu Hafs
el-Kebir konuyla alakalı şöyle buyu-
ruyor: “Kim Nevruz’da o günü tazim
amacıyla bir müşrike bir yumurta
hediye etse Allah Azze ve Celle’yi
inkâr, amellerini de zayi etmiş olur.”
(Takiyyüddin el-Ğazzi, Tabakatü’s-
Seniyye, 1/343).
Bütün fakihlerimiz özellikle de İslam’dan önce Nevruz kutlayan bölgelerde yaşayanların
çoğu Hanefi mezhebinden olmaları hasebiyle, meseleyi en mahrem çizgileriyle tahlil
eden Hanefi fukahası da seni ikaz ediyor. Bu bağlamda Ebu Hafs el-Kebir konuyla
alakalı şöyle buyuruyor: “Kim Nevruz’da o günü tazim amacıyla bir müşrike bir yumurta
hediye etse Allah Azze ve Celle’yi inkâr, amellerini de zayi etmiş olur.” (Takiyyüddin el-
Ğazzi, Tabakatü’s-Seniyye, 1/343).
Türkiye’nin Arapça İlim, Fikir ve Hareket Dergisi
Türkiye’den ve İslam dünyasından İlim ve Fikir
adamları İFAM’ın neşrettiği el-Mecelletu’l-
Hamidiyye’de
Adımlar Yazarlarından, kıymetli gönüldaşımız
Cengiz Ekici'nin muhterem eşi Sibel Ekiciİtedavi gördüğü hastanede vefat etmiştir.
Merhume Sibel ablamıza ALLAH'tan rahmet, gönüldaşımız ve kederli ailesine Sabr-ıCemîl Niyaz ediyoruz.
17. 55
Emrah Seven |
|
Haber
Analiz
CEMÂZİE'L-AHİR
1438
Küreselleşen dünya ile birlikte medyanın
gücünü ve etkisini her geçen gün daha
iyi görüyoruz. Gerçekten medyanın gücü mü
var? Yoksa medya ile kurulmuş sistemin ar-
kasında başka bir güç mü var? Her ne kadar
okullarda öğretilen derslerde, gazete manşet-
lerinde, siyasilerin dillerinde medyanın etki-
sinden bahsedilsede böyle bir gücün dünya
siyasetine egemen olanlar tarafından yönetil-
diğini bilmemiz gerekir.
Dünya siyasetini, ekonomisini, askeri gücünü,
diplomasisini, uluslararası ilişkilerini yöneten-
ler elbette ki medyaya hâkim güç olmaktan
vazgeçmeyeceklerdir.
Medya dediğimiz olgu şöyle tanımlanır: Gü-
nümüzde televizyon, radyo, gazete, internet ve
dergi gibi sayılabilecek pek çok kitle iletişim
araçlarının toplamını oluşturan tek bir terim
olarak ortaya çıkan “medya“, bu kitle iletişim
araçları vasıtasıyla bireylere sunulan hizmeti
ifade etmektedir. (1)
Bu tanımdan yola çıkarak medyayı güçlülerin
yönettiğini çıkarabiliriz. Türkiye’de kitle ileti-
şim araçlarının sahiplerine baktığımızda Türki-
ye’nin önemli iş adamlarını görürüz. Bu iş adam-
ları kendi hayat görüşlerine, siyasi çıkarlarına,
iktidar ile olan ilişkilerine ve ya diğer devletlerle
olan ilişkilerine ters düşen bir haberi hemen kal-
dırmakta, kendilerine muhalif insanları ekran-
lara çıkarmaktan kaçınmaktadır. Kendi çıkarları
doğrultusunda kitleleri yönlendirmektedir.
Medya – Güç ilişkisi batılı devletlerde de aynı şe-
kilde işleniyor. Hatta batıyı taklit eden toplum-
lar batılı devletlerde her şeyin güllük gülistanlık
“Medya Gücü”mü,
“Gücün Medyası”mı?
Medyanın gücü yoktur. Gücün medyası vardır.
İsmet Özel
18. 56
MART
2017
bir şekilde olduğunu zanneder. Fakat gerçekte
batı, insani özelliklerini kaybetmiştir. Tamamıy-
la maddeci bir çizgide toplumları yönetmekte-
dir. Bu yönlendirmeyi yaparken medyayı da ara-
cı olarak kullanmaktan çekinmemektedir.
Batı, medya gücü ile maddi olarak gelişmekte
olan veya gelişmemiş toplumlarda fuhuş, zina,
hırsızlık, yolsuzluk gibi ahlaksız şeyleri yay-
maktan çekinmemektedir. Fakat söz konusu
kendisi olduğunda medya gücü ile sansür uy-
gulamaktadır.
Pizza Gate Skandalı
1995 senesinde Belçika’nın bir kasabasında
kaybolan kız çocuklarıyla ilgili olarak başlayan
olaylar zincirinde Amerika’nın önemli sermaye
sahiplerinin adı geçiyor. Pizza Gate skandalın-
daki söz konusu iddialar çocuk porno-
sunun da ötesinde akıl almaz ah-
laksızlıkları içeriyor.
Çocuklara Tecavüz Ve
İşkence
Olay ortaya çıkıp, dil-
lendirilmeye başladıktan
sonra ortaya atılan iddia-
lara da başka boyutlar ek-
lenmeye başlanmış. Sadece
pedofili değil, bu çocuklara iş-
kence ettikten sonra zorla tecavüz
gibi olaylar olduğu da konuşuluyor. Hatta bu
mevki sahibi kişilerin bu çocuklara işkence ve
tecavüz edilirken izlemekten zevk aldıkları
iddialar arasında.
Pizza Gate Nedir Ve Neden Böyle
Deniliyor?
Söz konusu skandala “Pizza Gate” adının ve-
rilmesinin sebebi ise iğrenç skandalı orga-
nize eden kişinin meşhur bir pizzacı olması.
Ünlülerin tüm yazışmalarda da pizza kodları
kullanılmış. İddiaya göre peynir=kız çocuğu,
makarna=oğlan çocuğu anlamına geliyor. Ün-
lüler sapkın partiler verirken yüksek meblağlar
ödeyip bu terimlerle pizzacıdan mail ile sipariş
veriyor ve bu çocuklar adrese teslim ediliyor. (2)
Sonuç olarak medyanın arkasındaki güçler med-
yayı istedikleri gibi yönlendirmekteler.
Sermaye – iktidar ilişkisi dünya
siyasetine egemen durumda
bundan dolayı toplumları
ahlaki çöküntüye sebebiyet
vermek ve onları yozlaştır-
mak için tüm güçlerini kul-
lanmaktalar. Müslümanlar
olarak bizim Hucurat suresi
6.ayetini kendimize rehber edi-
nirsek bu gücü bertaraf ederiz.
“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir ha-
ber getirirse, onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa
cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulu-
nursunuz da, sonra işlediklerinize pişman
olursunuz.”
------------------------
1. http://www.mailce.com/medya-nedir.html
2. http://www.aksam.com.tr/dunya/pizza-gate-skanda-
li-nedir-soros-ve-clintonli-tecavuz-soku/haber-567684
Dünya siyasetini, ekonomisini,
askeri gücünü, diplomasisini,
uluslararası ilişkilerini yönetenler
elbette ki medyaya hâkim güç
olmaktan vazgeçmeyeceklerdir.