SlideShare a Scribd company logo
1 of 59
45 / TA HA SURESİ
GİRİŞ
Adını 1. ayetindeki “ ‫ط‬ ta” ve “ ‫ه‬ha” harflerinden almış olan Ta Ha suresi,
Mekke’de 45. sırada indiği kabul edilir. Surenin 130, 131. ayetlerinin Medine’de
indiğine dair nakiller olsa da, bu ayetlerin içinde bulundukları pasajla gösterdikleri
uyum, nakillerde söylenenlerin uzak bir ihtimal olduğunu göstermektedir.
Kur’an’ı tanıtarak sona eren Meryem suresindeki ifadelerin bir devamı
niteliğini taşıyan ayetlerle başlayan Ta Ha suresinde, diğer Mekkî surelerde olduğu
gibi tevhit, peygamberlik müessesesi, öldükten sonra dirilme ve haşr gibi konular
üzerinde durulmuş, peygamberimize ana görevi hatırlatılmış, Musa kıssası örnek
verilerek ona manevî destek verilmiştir. Ayrıca daha önce Sad ve A’râf surelerinde
anlatılan Âdem ve İblis hakkındaki bilgiler tekrar hatırlatılmış, kıyamet ve haşre dair
etkileyici kompozisyonlar çizilerek Allah ile elçisine kin besleyenlerin hezimeti
örneklenmiştir. Sure, peygamberimizden sabırlı olması istenerek son bulmuştur.
İNİŞ ZAMANI
Tarihî kaynak niteliğindeki klasik eserlerde anlatıldığına göre, Ta Ha suresi
Ömer’in Müslüman olmasından önce inmiş ve onun Müslüman olmasında etkili
olmuştur:
Ömer, Peygamber’i öldürmek için yola çıktığında bir adama rastladı. Adam ona “Sen her
şeyden önce kız kardeşinin ve eniştenin Müslüman olduğunu bilmelisin” dedi. Bunu duyan Ömer
doğruca kız kardeşinin evine gitti. Orada kardeşi ve eniştesinin bir kâğıt parçasında yazılı olan bir
şeyleri okuduğunu duydu. Kız kardeşi Ömer’in geldiğini görünce kâğıt parçasını hemen bir yere
sakladı, fakat Ömer okunanları duymuştu, bu yüzden sorular sormaya başladı. Daha sonra eniştesini
dövdü ve kocasını korumaya çalışan kız kardeşini de yaraladı. Sonunda her ikisi de “Evet, Müslüman
olduk, ne yaparsan yap” diye itiraf ettiler. Ömer kız kardeşinin başından akan kandan etkilendiği için
“okuduğunuz şeyi bana gösterin!” dedi. Kız kardeşi ondan kâğıdı yırtmayacağına dair yemin aldı.
Onlar da gösterdiler. Bunun üzerine Ömer bu surenin yazılı olduğu kâğıdı okumaya başladığında
“Ne mükemmel bir şey!” diye bağırmaktan kendini alamadı. Bunu duyan eniştesi, onun ayak
seslerini duyduğunda gizlendiği yerden çıkarak “Allah'a ant olsun, Allah sana Peygamberinin
davetini tebliğe hizmet ettirecek. Çünkü dün Peygamber'in “Rabbim, ya Ebul Hakem b. Hişam (Ebu
Cehil), ya da Ömer b. Hattab ile İslâm'ı destekle!' diye dua ettiğini duydum. Ey Ömer, Allah'a dön,
Allah'a dön!" dedi. Bu sözler o denli ikna edici idi ki, Ömer (r.a) Habbab'la birlikte, İslâm'ı kabul
etmek üzere Peygamber'in (s.a) yanına gitti. Bu olay, Habeşistan'a hicretten kısa bir süre sonra
meydana gelmişti.1
İbn-i Hişam ise aynı olayı daha uzunca anlatmaktadır:
Ömer, Rasûlullah (sav)’i bulup öldürmek maksadıyla kılıcını kuşanarak çıktı. Yolda
Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Ona “Nereye gitmek istiyorsun ey Ömer?” diye sordu.
Ömer: “Dininden dönen, şu Kureyş´in dirliğini bozan, onları beyinsizlikle itham eden,
dinlerini ayıplayan, ilâhlarına dil uzatan Muhammed´e gidip onu öldürmek istiyorum.”
Nuaym ona şöyle dedi: “Allah´a yemin ederim, ey Ömer! Sana asıl senin içinde olanlar
tuzak kuruyor, seni aldatıyor. Sen zanneder misin ki Abdumenâfoğulları Muhammed´i
öldürdüğün halde yeryüzünde senin yürümene imkân vereceklerdir? Niçin kendi ailene
dönüp de onların işlerini yoluna koymayı düşünmüyorsun?” Ömer: “Hangi ailemden söz
ediyorsun?” deyince, Nuaym dedi ki: “Senin enişten ve amcanın oğlu Saîd b. Zeyd ile
1
(İbn-i İshak)
1
kızkardeşin Hattab´ın kızı Fâtıma´yı kastediyorum. Allah´a yemin ederim, onlar Müslüman
olmuşlar ve Muhammed´e dini üzere tabi olmuşlar. Bana kalırsa sen asıl git, onlarla
uğraş.”
Bunun üzerine Ömer kız kardeşi ve eniştesini bulmak üzere geri döndü. Yanlarında
Habbâb b. el-Eret de vardı. Beraberinde de Tâ-Hâ Sûresi´nin yazılı olduğu bir sahife
bulunuyordu. Bunu onlara öğretiyordu. Ömer’in sesini işitmeleri üzerine Habbab onların
odalarından birine yahut da evin bir tarafına gizlendi. Hattab kızı Fatıma da sahifeyi alıp
üzerine oturdu. Ömer eve yaklaştığı sırada Habbab’ın onlara okuduğu Kur´ân´ın sesini
işitmişti. Ömer içeri girince: “Duymuş olduğum bu lakırdılar neyin nesiydi?” Ona “Sen bir
şey işitmiş olamazsın” dediler. “Hayır, Allah´a yemin ederim, ben sizlerin Muhammed´e
dini üzere tabi olduğunuzu haber almış bulunuyorum” dedi ve hemen eniştesi Said b. Zeyd
´in üzerine atıldı. Kız kardeşi Hattab´ın kızı Fatıma onu kocasından uzaklaştırmak üzere
ayağa kalkınca ona bir tokat attı ve yüzünü yaraladı. Ömer bunu yapınca kız kardeşi de
eniştesi de ona “Evet, biz Müslüman olduk. Allah´a ve Resûlüne iman ettik, ne istiyorsan
yap, dediler.
Ömer, kardeşinin yüzündeki kanı görünce yaptığına pişman oldu, aklı başına geldi.
Kız kardeşine: “Az önce okuduğunuzu duyduğum şu sahifeyi bana ver de Muhammed´in
neler getirdiğine bir bakayım!” dedi.
Ömer okuma yazma bilen birisi idi. Bu sözleri söyleyince kız kardeşi kendisine: “Biz
senin ona bir zarar vereceğinden korkarız” dedi. Bu sefer kız kardeşine: “Korkma!” dedi
ve kendi ilâhları adına yemin ederek okuyup onlara geri vereceğini söyledi. Ömer bu sözleri
söyleyince kardeşi Müslüman olacağı umuduna kapıldı ve ona dedi ki: “Kardeşim sen şirk
üzeresin ve pissin, buna ise ancak temiz olanlar el sürebilir.”
Bunun üzerine Ömer kalktı ve yıkandı. Kız kardeşi de kendisine içinde Tâ-Hâ´nın
yazılı bulunduğu sahifeyi uzattı. Ömer Tâ-Hâ Sûresi´nin baş taraflarını okuyunca dedi ki:
“Bu ne güzel, bu ne şerefli sözler! Habbab onun bu sözleri söylediğini işitince yanına çıktı
ve ona dedi ki: “Ey Ömer! Allah´a ant olsun ki ben Yüce Allah´ın, Peygamberinin duasını
özellikle senin hakkında kabul etmiş olacağını ümit ederim. Çünkü ben dün onu şöyle dua
ederken dinledim: ‘Allah´ım! Sen İslâm´ı ya Ebu´l-Hakem b. Hişam ile yahut Ömer b. el-
Hattab ile güçlendir!’ Allah´tan kork ey Ömer, Allah´tan!”
Bunun üzerine Ömer ona: “Ey Habbab! Bana Muhammed´in yerini söyle! Onun
yanına gidip İslâm´a gireyim!” dedi ve hadisin geri kalan bölümlerini zikretti.2
Yukarıdaki belgelerde yer aldığı gibi, okunan sure “Ta Ha” suresidir.
Rahman Rahîm Allah adına
Ayetlerin meali:
1
Tâ/9, Hâ/5.
2-4
Biz, Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak
saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere,
yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir indirilişle indirdik.
5
Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah],
en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur. 6
Göklerde olan şeyler, yeryüzünde
2
(İbni Hişam; es-Siret ve diğerleri)
2
olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan
şeyler yalnızca Rahmân'ındır.
7
Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir.
8
Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece
O'nundur.
9
Mûsâ ile ilgili bilgiler kesinlikle sana ulaştı.
10
Hani o bir ateş görmüştü de ehline [ailesine, yakınlarına]: “Kesinlikle
ben bir ateş gördüm. Ondan size bir kor parçası getirmem yahut ateş üzerinde
bir kılavuz bulmam için siz bekleyin!” demişti.
11
Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Mûsâ! 12
Ben, senin Rabbin
olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen
temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. 13
Ve Ben seni
seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14
Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta
kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve
Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma;
toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. 15
Şüphesiz ki o saat/kıyâmet
gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse
gizleyeceğim. 16
O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna
uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma
uğrarsın” 14
uyarısına kulak ver.
17
Ve sağ elindeki nedir ey Mûsâ?
18
Mûsâ: “O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak
silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var” dedi.
19
Allah: “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç!
24
Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi.
***
20
O da onu hemen bıraktı/ yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! Artık
sağ elindeki; kendisine vahyedilen Kitap, koşan bir candır; sosyal hayatın
kaynağıdır.
25
Mûsâ: “Rabbim! 33
Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34
ve Seni
çok çok anmamız için 25
göğsümü aç, 26
işimi bana kolaylaştır. 27
Dilimden de
düğümü çöz 28
ki sözümü iyi anlasınlar. 29
Ve ehlimden; 30
kardeşim Hârûn'u
29
benim için bir vezir kıl, 31
o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32
İşimde o'nu bana
ortak et. 35
Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 20
dedi.
36
Allah: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” dedi.
21
Allah: “23
Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden
göstermemiz için 21
tut onu, korkma! Biz onu ilk durumuna çevireceğiz. 22
Diğer
bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan
hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi.
***
37
Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38
Hani bir
vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39
Mûsâ'yı sandık içine koy da
bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman
olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir
muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40
hani kız
kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?'
diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri
döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz
seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca
Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir ölçü; plan üzerine geldin, ey Mûsâ!
3
41
Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim.
***
42
Sen ve kardeşin alâmetlerim/ göstergelerim ile gidin ve Beni anmakta
gevşeklik etmeyin.
43
Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. 44
Sonra ona öğüt alması ve
saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin.”
45
Mûsâ ile Hârûn: “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden
veya azgınlığından korkarız” dediler.
46
Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve
görürüm. 47
Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık
İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana
Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır.
48
Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene
olduğu vahyedildi’ deyiniz.” 46
dedi
***
49
Firavun: “Öyleyse sizin Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?” dedi.
50
Mûsâ: “Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliklerini veren, sonra yol
gösterendir” dedi.
51
Firavun: “Öyleyse ilk asırların durumu nedir?” dedi.
52
Mûsâ: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış
yapmaz ve unutmaz/terk etmez. 53
O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan,
oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir” 52
dedi. –İşte Biz, o su
ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54
Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız.
Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! 55
Biz sizi
yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan
çıkaracağız.– 56
Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi;
hepsini gösterdik de o yalanladı ve dayattı.
57,58
Firavun: “Ey Mûsâ! Sen etkili bilginle bizi topraklarımızdan çıkarmak
için mi geldin bize? O hâlde biz de senin etkili bilgin gibi bir etkili bilgi ile sana
geleceğiz. Şimdi bizimle senin aranda bir buluşma zamanı/yeri belirle ki; bizim
ve senin karşı çıkmayacağımız düz ve geniş bir yer olsun” dedi.
59
Mûsâ: “Sizinle buluşma zamanı, tören, şenlik günü ve insanların
toplanacağı kuşluk vaktidir” dedi.
***
60
Bunun üzerine Firavun sırt çevirdi de düzenlerini-planlarını topladı,
sonra geldi.
61
Mûsâ onlara dedi ki: “Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydurmayın.
Sonra bir azap ile kökünüzü keser. Gerçekten, uyduran zarar etmiştir.”
62
Bunun üzerine etkili bilginler aralarında işlerini tartıştılar ve “63,64
Bu
ikisi kesinlikle etkili bilginlerdir; etkili bilgileriyle sizi topraklarınızdan
çıkarmak ve de en iyi örnek yolumuzu yok etmek istiyorlar. Onun için bütün
tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sıralar hâlinde gelin. Bugün üstün gelen
kesinlikle zafer kazanmıştır” dedikleri şeklindeki fısıldaşmalarını gizli tuttular.
65
Etkili bilginler: “Ey Mûsâ! Ya sen ortaya koyacaksın veyahut ilk ortaya
koyan kişiler biz olalım” dediler.
66
Mûsâ: “Tam tersi, siz ortaya koyun” dedi. Bir de ne görürsün! Onların
birikimleri, eski inançları ve tezleri/çer-çöpleri/eften püften bilgileri, yaptıkları
sihirden/hünerli gösterimden ötürü gözünde büyüdü.67
Bu yüzden Mûsâ, içinde
bir korku hissetti.
4
68,69
Biz: “Korkma, şüphesiz sen; en üstün olan sensin: Sen sahibi olduğun
birikimi ortaya koy; o, onların yapıp ürettiklerini yutsun dursun. Şüphesiz
onların yaptıkları ancak bir göz boyayıcısı hilesidir. Göz boyayıp etkileyen kişi
ise, her nereye giderse gitsin zafer kazanamaz, başarılı olamaz” dedik.
***
70
Sonunda bütün etkili bilginler, “Mûsâ ile Hârûn'un Rabbine iman ettik”
demek sûretiyle boyunlarını uzatıp teslim olmuş durumda bırakıldılar.
71
Firavun: “Ben size izin vermezden önce mi o'na iman ettiniz? Şüphesiz
o, size etkili bilgi öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama/arka arkaya keseceğim ve kesinlikle sizi hurma kütüklerine
asacağım. Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı
olduğunu kesinlikle bileceksiniz” dedi.
72,73
Etkili bilginler: “Bize gelen bu açık kanıtlar ve bizi yoktan yaratana
karşı asla seni üstün tutmayız. Ne hüküm vereceksen hadi ver! Sen, ancak bu
iğreti dünya hayatına hükmedersin. Şüphesiz biz, hatalarımıza ve bizi etkili
bilgiden zorladığın şeye karşı, bizi bağışlasın diye Rabbimize iman ettik. Ve
Allah daha hayırlı ve daha kalıcıdır” dediler.
***
77
Ve andolsun, Mûsâ'ya “Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle
ürpermeden/ Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de
kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol aç!” diye vahyettik.
78
Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden
kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi.
79
Ve Firavun toplumunu saptırdı ve doğru yolu göstermedi.
***
83
Seni toplumundan daha çabuklaştıran nedir ey Mûsâ?
84
Mûsâ: “Onlar, benim izim-öğretim üzerinde olanlardır. Ben de Sen
hoşnut olasın diye Sana acele ettim Rabbim” dedi.
85
Allah: “Şüphesiz işte, Biz senden sonra toplumunu imtihan ettik. Samirî
de onları saptırdı” dedi.
86
Bunun üzerine Mûsâ öfkeli ve üzgün olarak hemen toplumuna geri
döndü; “Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaat ile söz vermedi mi? Şimdi
size bu uzun mu geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazap inmesini mi arzu
ettiniz de bana olan vaadinizden cayıverdiniz?” dedi.
87
Onlar dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden
caymadık. Fakat biz o toplumun zînetlerinden birtakım ağırlıklar
yüklenmiştik. Sonra onları fırlatıp attık. Sonra da işte böylece Samirî kafamıza
soktu.”
88
Samirî onlara bir aldatan, tuzağa düşüren cesedi/altını çıkardı da
İsrâîloğulları: “İşte bu, sizin ilâhınızdır ve de Mûsâ'nın ilâhıdır. Ama Mûsâ onu
terk ediverdi” dediler. –89
Peki, onlar görmüyorlar mıydı ki, altın kendilerine
hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç
yetiremiyordu!–
90
Ve andolsun ki Hârûn daha önce onlara: “Ey toplumum! Şüphesiz siz
bununla imtihana çekildiniz/dinden çıkıp kendinizi ateşe attınız. Ve şüphesiz
sizin Rabbiniz Rahmân'dır [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet
eden Allah'tır]. Gelin bana uyun ve emrime uyun” demişti. 91
Hârûn'un
toplumu: “Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaktan asla
vazgeçmeyeceğiz” dediler.
5
92,93
Mûsâ: “Ey Hârûn! Bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni
benim yolumu takip etmekten engelleyen ne oldu? Yoksa benim emrime karşı
mı geldin?” dedi.
94
Hârûn: “Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Şüphesiz ben senin
‘İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın ve benim sözüme bakmadın’ demenden
korktum” dedi.
95
Sonra da Mûsâ: “Ey Samirî! Senin bu yaptığın nedir?” dedi.
96
Samirî: “Ben onların anlamadıkları bir şeyi anladım da elçinin eserinden
bir avuç almıştım, sonra da onu fırlatıp attım. Ve bunu, bana böylece nefsim
hoş gösterdi” dedi.
97,98
Mûsâ: “Haydi git. Artık senin için hayat boyunca ‘Benimle temas yok’
diye söylemen var. Hem senin için asla karşı çıkamayacağın bir buluşma günü
daha var. Bir de kulluk edip durduğun ilâhına bak” dedi. –Elbette Biz onu
yakacağız, sonra da kesinlikle onu bol suda kökünden yıkacağız. Sizin ilâhınız,
ancak Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. Şüphesiz ki O bilgi
yönünden her şeyi kuşatmıştır.–
***
99
Biz, sana geçmiş olan şeylerin önemli haberlerinden bir kısmını böylece
anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir Öğüt/hatırlatma [Kur’ân]
verdik. 101-102
Kim Bizim verdiğimiz Öğüt'ten [Kitap'tan/Kur’ân'dan] yüz
çevirirse, şüphesiz o, kıyâmet günü; Sûr'a üflendiği gün, sürekli içinde
kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyâmet günü onlar için bu ne fena bir
yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacağız. 103
Aralarında
fısıldaşacaklar: “Siz dünyada sadece ‘on gün’ kaldınız.” –104
Biz aralarında ne
konuşacaklarını daha iyi biliriz.– Yolca en üstün olan “Siz ancak bir gün
kaldınız” diyecektir.
74
Gerçek şu ki, her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona
cehennem vardır. Orada ölmez ve dirilmez.
75,76
Ve kim Rabbine bir mü’min olarak düzeltmeye yönelik işler yapmış
olduğu hâlde varırsa, işte onlar; en yüksek dereceler, altlarından ırmaklar
akan Adn cennetleri kendilerinin olacak olanlardır. Onlar, orada sonsuz olarak
kalacaklardır. Ve işte bu, arınan kimselerin karşılığıdır.
80
Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve dağın sağ yanında
size söz verdik/dağın sağ yanını size buluşma yeri olarak belirledik. Üzerinize
de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –81
Sizi rızıklandırdığımız şeylerin
temizlerinden yiyin ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin
üzerine de gazabım inerse, kesinlikle o iner [düşer, mahvolur]. 82
Ve şüphe yok ki
Ben, tevbe eden, iman edip sâlihi işleyen, sonra da kılavuzlandığı doğru yolu
bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.–
105-107
Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça
savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur
ve bir tümsek görmeyeceksin.”
108
O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı
bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır.
Artık sadece hafif bir ses duyacaksın.
109
O gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet
eden Allah'ın] kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç,
yardım-destek, yarar sağlamaz.
110
Allah, yardım görmeyenlerin önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir.
Onlar ise O'nu bilgice kuşatamazlar.
6
111
Ve kişiler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah için baş
eğmiştir. Bir şirke bulaşarak yanlış; kendi zararlarına iş taşıyan kimseler
gerçekten zarara uğramıştır.
112
Ve her kim iman eden biri olarak düzeltmeye yönelik işlerden yaparsa,
artık o, bir haksızlıktan ve hakkının yenileceğinden korkmaz.
113
Ve işte böylece Biz Allah'ın koruması altına girsinler yahut onlara
yeni bir öğüt oluştursun diye onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Onda
tehditlerden tekrar tekrar açıklama yaptık.
114
İşte hak olan, biricik hükümdar olan Allah ne yücedir! Onun vahyi sana
tamamlanmadan evvel, okumayı/öğretmeyi acele etme ve “Rabbim, bana
bilgiyi artır!” de.
115
Ve andolsun Biz, bundan önce Âdem'den söz aldık da o aklından
çıkardı, yapmadı ve Biz, onda bir kararlılık bulmadık.
116
Ve Biz bir zaman doğa güçlerine, “Âdem için boyun eğip teslimiyet
gösterin!” dedik de İblis/düşünce yetisi hariç hepsi boyun eğip teslimiyet
gösterdiler, o dayattı.
117-119
Sonra da Biz, “Ey Âdem! Şüphesiz İblis sana ve eşine düşmandır.
Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun, kesinlikle senin
acıkmaman ve çıplak kalmaman cennettedir. Ve sen orada susamazsın ve
güneşin sıcağında kalmazsın” dedik.
120
Sonunda şeytan ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana
sonsuzluğun ağacı ve eskimez/çökmez mülk/saltanat için rehberlik edeyim mi?”
121
Bunun üzerine ikisi de mal-mülk, altın tutkunu oldular. Hemen
çirkinlikleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve kendi zararlarına, cennet
yaprağından örtüp istifçiliğe başladılar. Âdem, Rabbine asi oldu da
şaşırdı/azdı.
122
Sonra Rabbi, onu seçti de tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu
gösterdi.
123
Allah, o ikisine: “Birbirinize düşman olmak üzere hepiniz oradan
alçalın. Artık Benden size bir kılavuz geldiği zaman, kim Benim kılavuzuma
uyarsa, işte o, sapıklığa düşmez ve mutsuz olmaz” dedi.
124-126
Kim Benim anılmamdan/ Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç
şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/ yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu
kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: “Rabbim ben
gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?” Allah der
ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de
aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.”
127
Ve işte Biz, sınırları aşanları ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları
böyle cezalandırırız. Ve âhiretin azabı kesinlikle daha şiddetli ve daha
süreklidir.
128
Meskenlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz
bunca nesiller, onlar için kılavuz olmadı mı? Şüphesiz ki bunda akıl sahibi
olanlar için nice deliller vardır.
129
Ve eğer Rabbinden bir Söz ve adı konmuş bir süre sonu olmasaydı,
kesinlikle kaçınılmaz olurdu.
130
Artık onların söylediklerine sabret, hoşnutluğa erebilmen için güneşin
doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin övgüsü ile birlikte Allah'ı
tanıt/noksanlıklardan uzak olduğunu öğret!
Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da Allah'ı
tanıt/noksanlıklardan uzak olduğunu öğret!
7
131
Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak,
onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve
saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve
daha süreklidir.
132
Ve ehline salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu
aydınlatmayı] emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık
istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz. Akıbet, “Allah'ın koruması altında
olma” içindir.
133,134
Ve inkâr edenler: “Elçiliğini iddia eden bu kişi, Rabbinden bize bir
alâmet/gösterge getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller
gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile değişime/yıkıma
uğratsaydık, kesinlikle “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de,
alçak ve rezil olmadan önce Senin âyetlerine uysaydık!” diyeceklerdi.
135
De ki: “Herkes beklemektedir. Siz de bekleyiniz. Şüphesiz düz yolun
sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin kılavuzlandığı doğru yolu bulduğunu
yakında; Vakıa 1-7
olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan
söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça
sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman
ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman 135
bileceksiniz.
AYETLERİN TAHLİLİ
1. Ayet:
‫ط‬Ta (9), ‫ه‬Ha (5),
Sûrenin birinci Âyeti, daha evvel "Kesik Harfler" olarak ifade ettiğimiz bu iki
harften oluşmuştur. Tek başlarına herhangi bir anlamları bulunmayan bu harfler,
Kur'ân'ın indiği ve Araplar arasında henüz rakamların kullanılmayıp sayıların
harflerle ifade edildiği dönemde 9 [dokuz] ve 5 [beş] sayılarını temsil etmekteydi.
Kesik harflerle başlayan önceki sûrelerde de açıkladığımız gibi, biz bu harflerin ya
Kur'ân'ın maddî yapısı bakımından önemli birer unsûr ya da uyarı niteliği taşıyan
ifadeler olduklarını düşünüyoruz. Bu harfler, tam olarak ne anlama geldiklerini
ortaya koyacak Kur'ân erlerini beklemektedir.
8
‫ط‬ - tâ ve ‫ه‬ - hâ harfleri ile ilgili olarak geçmişte birçok açıklamalar yapılmış ve
denmiştir ki:
• Bunlar Allah'ın güzel isimlerinden birer isimdir.
• Peygamberin adıdır.
• Tâ harfi cennetteki "Tuba ağacı'nı", hâ harfi de ‫هاوية‬ - hâviye'yi [cehennemi]
temsil eder.
• "Ey insan!" demektir
• ‫وطا‬ - vetâ filinin emir kipidir ve "bas oraya" anlamına gelir.3
Ancak bu görüşler arasında üzerinde durulmaya değer tek açıklama Tâ-Hâ
ifadesinin "Ey insan" demek olduğu şeklindeki görüştür. Çünkü klâsik
kaynaklarda Habeş Uk kabilesi ve Süryani dillerinde Tâ-Hâ ifadesinin "ey
insan" anlamına geldiği yolunda dil araştırmacılarının yaptığı bazı tespitler yer
almaktadır. Ancak Kur'ân'da yabancı dillerden gelen ve Arapçalaşmış yüzlerce
sözcük bulunmasına rağmen Tâ-Hâ ifadesinin bu anlamı taşıması mümkün
değildir. Zira yapılan tespitler, Kur'ân indiği dönemde bu sözcüğün henüz
Arapçalaşmamış olduğu yönündedir. Kur'ân'ın da "Arapça indirildiği"
bildirildiğine göre, Kur'ân'ın içinde Arapçalaşmamış bir sözcüğün bulunduğu
söz konusu edilemez. Dolayısıyla, Tâ-Hâ ifadesi ile ilgili olarak bugüne kadar
yapılmış olan açıklamalar, itibar edilmeyecek, gerçeklerden uzak
yakıştırmalardır.
2-4
Biz, Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak
saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere,
yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir indirilişle indirdik.
Görüldüğü gibi, bu Âyetler Meryem Sûresi'nin sonlarında yer alan İşte
şüphesiz Biz onu, [Kur'ân'ı] kendisiyle takvâ sahiplerini müjdeleyesin, inat eden
kavmi de uyarasın diye senin lisanın üzere kolaylaştırdık ifadesinin devamı
mahiyetindedir.
Burada peygamberimize Kur'ân'ın kendisine bir sıkıntı vermek, onu mutsuz
etmek için indirilmediği bildirilmekte ve kendisinden tebliğ ve tebyin görevini
yaparken başarısız olduğu hissine kapılarak sıkılıp üzülmemesi veya
yalanlayıcıların âkıbetlerine üzülerek sıkıntı duymaması istenmektedir.
Bu Âyetlerden ayrıca Kur'ân'ın kimseye sıkıntı vermek üzere inmediği,
dolayısıyla peygamberimizin de onu kimseyi üzmeden, kimseyi sıkmadan,
yumuşak sözlerle, tatlı dille, güzel yöntemlerle tebliğ ve tebyin etmesi gerektiği
anlamı da çıkmaktadır.
Bu Âyetlerin inişiyle ilgili olarak esbâb-ı Nüzûl'de şöyle bir olay
nakledilmektedir:
Âlimler, bu âyetin sebe-i nüzûlü ile ilgili bir kaç vecih zikretmişlerdir:
3
(Kurtubi, el-Câmiu liahkami'l Kur'ân; Râzi, Mefatihu'l-Gayb; Zemahşeri,
Keşşâf)
9
1- Mukâtil şöyle demiştir: Ebû Cehil, Velİd b. Muğire, Mut'im b. Âdiyy ve Nadr b. el-
Haris, Hz. 1- 1- Peygamber (s.a)'e: "Şüphesiz ki sen, atalarının dinini terk ettiğin için bir
meşakkat ve sıkıntı içindesin" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), "Aksine ben,
âlemlere rahmet olmak üzere gönderildim" dedi. Onlar da: "Hayır, aksine sen zahmet
çekiyor, zahmet veriyorsun" deyince, Cenâb-ı Hak, onları reddetmek ve Hz. Muhammed
(s.a)'e de İslâm'ın sırf barış ve esenlik olduğunu; bu Kur'ân'ın bütün kazançları elde
etmeye götüren bir selamet ve bütün mutlulukları elde etmeye bir sebep olduğunu;
kâfirlerin içinde bulunduğu durumun ise pür bedbahtlık olduğunu bildirmek üzere bu
Âyeti indirdi.
2- Hz. Peygamber (s.a), ayakları şişinceye kadar gece namazı kılmıştı. Bunun üzerine
Cebrâîl (a.s) ona, "(Biraz da) nefsine (zaman) bırak. Çünkü onun da senin üzerinde bir
hakkı var" dedi. Buna göre Âyetin manası, "Biz, Kur'ân'ı sana, hep ibadet ede ede nefsini
helâk etmen ve ona büyük bir meşakkat vermen için indirmedik. Sen ancak dosdoğru,
lekesiz ve hoşgörülü bir din ile gönderildin" şeklinde olur. Yine Hz. Peygamber (s.a)'in
gece namazına kalktığı zaman, uyumamak için göğsünü bir ipe bağladığı rivayet
edilmiştir. Bazıları ise şöyle demişlerdir: "O, tek bir ayağı üzerinde durup ibadet ederdi."
Diğer bazıları ise, "O, bütün gece boyunca uykusuz kalırdı. İşte Cenâb-ı Hak, "Zahmet
çekesin diye" ifadesi ile bunu kastetmiştir" demişlerdir. Kâdi, "Bu, uzak bir ihtimaldir.
Çünkü Peygamber (s.a) bir şeyi yaptığı zaman, şüphesiz onu Allah'ın emri ile yapar. Hz.
Peygamber (s.a) bunu, Allah'ın emriyle yapınca, mutluluk babından bir şey olmuş olur.
Dolayısıyla da ona, "Biz bunu sana emretmedik" denilmesi doğru olmaz" demiştir.
3- Bazı alimler de şöyle demişlerdir: "Bu Âyetten muradın, "Kendine eziyet etme ve
nefsine, şu kâfirlerin küfrüne üzülerek, azâb etme. Şüphesiz ki Biz, Kur'ân'ı sana, ancak
onunla öğüt veresin [uyarasın] diye indirdik. Binaenaleyh kim iman eder ve kendisini
düzeltirse, kendisi içindir. Kim de inkâr ederse, onun inkârı seni hüzünlendirmesin. Sana
düşen ancak tebliğ etmektir" manası olması muhtemeldir. Bu, "Onlar mümin
olmayacaklar diye neredeyse kendine kıyacaksın" Şu'arâ Sûresi'nin 3. Âyetinde ve
"Onların sözleri seni hüzünlendirmesin" Yûnus Sûresi'nin 76. Âyetlerinde anlatıldığı
gibidir.
4- Âyet, "Şüphesiz ki sen, kavminin küfründen ötürü kınanacak değilsin" manasınadır.
Bu, "Onların üzerine Mûsâllat (bir adam) değilsin" Gâşiye Sûresi'nin 22. Âyeti ve "Sen
onlar üzerine (görevli) bir vekîl değilsin" En'am Sûresi'nin 107. Âyetlerinde olduğu
gibidir. Yani, "Sen onlara tebliğ ettikten sonra, onların küfürlerinden sorumlu değilsin,
günahlarından dolayı sorgulanmazsın" demektir.
5- Bu sûre Mekke'de ilk nazil olan sûrelerdendir. Bu dönemde, Hz. Peygamber (s.a)
de, düşmanların eziyeti ve hükümranlığı altında idi. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki ona,
"Ebediyyen bu durumda kalacağını zannetme. Aksine peygamberliğin galib gelecek, kadr-
u kıymetin ortaya çıkacak. Çünkü bu Kur'ân'ı sana, o müşrikler arasında mutsuz kalasın
diye indirmedik. Aksine onunla yücelesin ve şereflere nail olasın diye indirdik" demektir.4
Bizim kanaatimize göre bu nakillerin tümü sonradan uydurulmuştur. Dikkat
edilirse, 3. Âyette Kur'ân'ın haşyet duyanlara bir öğüt olduğu bildirilmiş ve öğüt
ile haşyet arasında bir ilişki kurulmuştur. Hatırlanacağı gibi, Furgân ve Yâ-Sîn
Sûrelerinde de peygamberin ancak haşyet duyanları uyaracağı bildirilmişti. Bu,
ilim sahibi olmayanların haşyet duyamayacakları, -çünkü haşyet, ilimden
kaynaklanan bir saygı ve ürperti duygusudur-, öğüt almayacakları ve uyarı kabul
4
(RAZİ, 2-4. Âyetler ile ilgili açıklamalar)
10
etmeyecekleri anlamına gelmektedir. Peygamberimiz ise tebliğde bulunduğu her
kişinin öğüt almasını, imana gelmesini ummakta, umduğu gibi olmayınca da
üzülüp kahrolmakta, sıkıntı çekmektedir. Rabbimizin Kur'ân'ı sıkıntı versin diye
indirmediğini vurgulayan sözleri, peygamberimize bir teselli olmakta, içine
düştüğü psikolojik sıkıntıyı gidererek onu rahatlatmaktadır. Nitekim bu mealdeki
rahatlatıcı uyarılar peygamberimize sık sık yapılmıştır:
3
Onlar; Hıcr 91
Kur’ân'ı sihir, şiir, esatir (mitolojik söylentiler), uydurulmuş söz gibi birtakım
parçalar, kötü sözler kabul eden kimseler, 3
iman edenler olmuyorlar diye sen kendini yıkıma
uğratacaksın!
(Şu'arâ/ 3)
76
O hâlde onların sözü seni üzmesin. Şüphesiz ki Biz, onların gizlediklerini ve açığa
vurduklarını da biliyoruz.
(Yâ-Sîn/ 76)
21,22
Haydi, öğüt ver/ hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların
üzerinde bir zorba değilsin.
(Ğaşiye/ 21, 22)
6
Sonra da sen onlar bu Kur’ân'a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden
neredeyse kendini harap edeceksin!
(Kehf/ 6)
106,107
Sen Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak
koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bir
bekçi yapmadık, sen onlar üzerine işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı
koruyarak, destekleyerek uygulayan biri de değilsin!
(En'âm/ 106, 107)
4. Âyetteki yeryüzünü ve yüce gökleri yaratandan bir indirilişle indirdik
ifadesinde, Allah'ın azametine dikkat çeken bir vurgu mevcuttur. Böylece hem
peygamberimizin arkasındaki güç ortaya konmuş olmakta, hem de verilen bu bilgi
ile müşriklerin haşyet duymalarına imkân sağlanmaktadır.
5
Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah],
en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur. 6
Göklerde olan şeyler, yeryüzünde
olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan
şeyler yalnızca Rahmân'ındır.
7
Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir.
8
Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece
O'nundur.
Bu Âyetlerde de Rabbimiz, Meryem Sûresi'nin son bölümünde olduğu gibi
Rahmân adını ön plâna çıkararak beyanlarda bulunmaktadır.
11
ARŞ'A İSTİVÂ:
Müteşâbih bir anlatım olan arş'a istivâ ifadesi, lâfzen "arşın üstüne kurulmak",
mecazen de "en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak"
anlamına gelir. Allah'ın mekândan münezzeh olduğu hem birçok Âyetle bildirilmiş
ve hem de aklen sabit olduğuna göre, bu ifadede sözcüklerin "hakikat" manalarının
murat edilmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla Allah'ın arşa istivâ etmesi,
Allah'ın en büyük makama sahip olduğu ve en büyük gücü elinde bulundurduğu
anlamına gelmektedir.
Necm Sûresi'nin tahlilinde de ifade ettiğimiz gibi, pek çok Âyette Allah'ın
sıfatları "istivâ etti" ifadesine benzeyen Müteşâbih ifadelerle tanıtılmıştır. Meselâ,
o günkü Araplar arasında kullanımı yaygın olan "gökte olan, tahtta oturan, tahtını
sekiz meleğin çektiği kral" gibi ifadeler, Kur'ân'da hep Allah'ın gücünü ve
kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Allah'ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, eli
olması, yüksek-açık ufukta olması, Âdem ve İblis'le bire bir konuşması, görmesi,
işitmesi gibi ifadelerin lâfzî anlamlarıyla anlaşılması Kur'ân'ın rûhuna aykırı bir
davranıştır. Dolayısıyla buradaki istivâ etti ifadesi de mecaz anlamdadır ve
aşağıdaki Âyetlerde olduğu gibi "egemenlik kurdu, kontrol altına aldı" demektir:
54
Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde
egemenlik kuran, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine
boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki oluşturma ve sistemler kurup yürütme sadece O'na
özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne cömerttir!
(A'râf/ 54)
29
O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O, semaya egemenlik kurdu;
onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir.
(Bakara/ 29)
‫إستوى‬ - İstivâ sözcüğü, yukarıdakilerden başka şu Âyetlerde de aynı anlamda
kullanılmıştır:
Necm Sûresi'nin 6; Yûnus Sûresi'nin 3; Ra'd Sûresi'nin 2; Furgân Sûresi'nin
59; Secde Sûresi'nin 4. Âyetleri.
6. Âyet, her nerede olursa olsun Yüce Allah'ın her şeyi bildiğini ve dikkate
aldığını anlatmaktadır. Bu husus başka Âyetlerde de dile getirilmiştir:
16
Ey oğulcuğum! Şüphesiz ortak koşmak; işlenen kötülük bir hardal tanesi ağırlığında olup da
bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde olsa, Allah onu getirecektir. Şüphesiz Allah,
en latif, hakkıyla haberdar olandır.
(Lokmân/ 16)
6
De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır,
merhamet edendir.”
(Furgân/ 6)
12
7. Âyeti oluşturan Sen sesini yükseltirsen; O [Rahmân] şüphesiz gizliyi ve
gizlinin gizlisini bilir ifadesi, peygamberimize şu mesajı vermektedir:
"Senin ve arkadaşlarının çektiği işkenceler ve düşmanlarınızın sizi yenmek için
yaptığı oyunlar nedeniyle Allah'a sesli olarak şikâyet etmeniz gerekmez. Çünkü
Allah her şeyden haberdardır ve O sizin kalplerinizden geçirdiğiniz şikâyetleri
bile duyar."
GİZLİNİN GİZLİSİ:
Deyim, gelecekte yapılması plânlanan ve herkesten gizli olan sırları veya plânlı
olmasa da insanın içinden geçirdiği ve zihninin bir köşesine attığı düşünceleri
yahut da çeşitli sebeplerle farkında olunmadan bilinçaltına itilmiş etkilenmeleri
ifade etmektedir. Yani Allah, fiiliyata geçmediği için sorumlu tutmasa da,
insanların her türlü tasarımlarını ve kendilerine bile itiraf etmedikleri gizli
eğilimlerini hep bilmektedir.
EN GÜZEL İSİM ve SIFATLAR (ESMÂÜ'L-HÜSNÂ) ALLAH'INDIR:
Genellikle birer anlam ifade eden isimlerin "güzel" veya "çok güzel" olarak
nitelenmesi, anlamlarının "güzel" veya "çok güzel" olmasına bağlıdır.
Rabbimiz kendisini, kimliğini ve sıfatlarını Kur'ân'da birçok güzel isimle
anmıştır. Bunların bir kısmı sadece O'nun zatına ait olan, bir kısmı da O'nun
yarattıkları ile ilişkisini yansıtan isimlerdir. Bu isimlerin tümü de anlam ve nitelik
itibariyle O'na yakışan isimlerdir. Allah'ı kullarına tanıtan bu isimler, varlık
âlemindeki "en güzel" isimlerdir.
Esmâü'l-Hüsn'a = en güzel isimler ifadesi, konumuz olan Âyet grubundaki 8.
Âyet de dâhil olmak üzere Kur'ân'da dört yerde geçmektedir. Diğerleri A'râf
Sûresi'nin 180; İsrâ Sûresi'nin 110 ve Haşr Sûresi'nin 24. Âyetleridir. Bu
ifadenin yer aldığı cümleler yapı itibariyle Kasr ifade etmektedir. Yani esmâü'l-
hüsn'a deyimi cümlelere hep "en güzel isimler sadece Allah içindir" vurgusu
kazandırmaktadır. Bu, kullara ait olan isimlerin "en güzel" nitelemesi ile
nitelenemeyeceği anlamına gelmektedir. Şu hâlde insanlar için ancak "güzel
isimler" söz konusu olabilir. Meselâ, bir insan "bilen" olabilir ama "en iyi bilen"
sadece Allah'tır. Bu nedenle, Allah'a ait tüm isim ve sıfatlar, "en iyi bilen", "her
şeyi bilen" şeklinde mübalâğa kalıplarıyla ifade edilmiştir.
Esmâü'l-hüsn'a ile ilgili geniş bilgi, A'râf Sûresinin 180. Âyetinin tahlilinde
verilmiştir.
9
Mûsâ ile ilgili bilgiler kesinlikle sana ulaştı.
Bu Âyetten itibaren Mûsâ Peygamber ile ilgili kıssa başlamaktadır. Diğer
sûrelerde detaylıca açıklanmış olan Mûsâ olgusu Tâ-Hâ/9-99'da kısa değinilerle
özet hâlinde verilmiştir. Bu pasaj, hemen bir çırpıda oluvermiş gibi
algılamamalıdır. 9–36. Âyetlerde Mûsâ'nın peygamberlikle görevlendirilişi, 37–
40. Âyetlerde Mûsâ peygamberin peygamber olmadan önceki hayatına dair
yapılan hatırlatma, 41–98. Âyetlerde de Mûsâ peygamberin Firavun ve
13
İsrâîloğulları ile yaşadığı olaylar nakledilmektedir. Burada nakledilen olaylar
kronolojik değildir. Bu pasajın, resmi mushafta, tertip heyeti tarafından düzgün
tertip edilmediği kanaatiyle ayet sıralarını farklı olarak tertip etmiş bulunuyoruz.
Daha önceki Sûrelerde kısaca değinilen Mûsâ peygamberin hayat hikâyesine
daha ayrıntılı olarak ilk kez bu Sûrede yer verilmiştir. Doğumu ile peygamber
olması arasındaki hayat hikâyesi ise Kasas Sûresinde yer almaktadır.
Bu Sûrede geçen olaylarda, Allah'ın Mûsâ peygambere mesaj gönderirken
uyguladığı yöntem ile Mûsâ peygamberin yaşadığı gelişmeler karşısındaki tutumu
sergilenmektedir. Dolayısıyla bu kıssadan öncelikle hisse almış olan ilk muhatap
peygamberimiz, sonra da onun görevini devam ettiren ve ettirecek olan
mücahitlerdir.
Ulaştı mı sana Mûsâ'nın haberi? şeklindeki soru, cevap almak üzere değil,
dikkat çekmek için sorulmuş bir sorudur. Ve bu cümle, “Sana Musa’nın haberi
kesinlikle geldi” demektir.
10
Hani o bir ateş görmüştü de ehline [ailesine, yakınlarına]: “Kesinlikle
ben bir ateş gördüm. Ondan size bir kor parçası getirmem yahut ateş üzerinde
bir kılavuz bulmam için siz bekleyin!” demişti.
Âyette geçen ehil [aile ve yakınlar] ifadesinden anlaşıldığına göre Mûsâ
peygamber bu seyahatte yalnız değildir. Daha sonra -Kasas Sûresinden-
öğrenileceği üzere, bu olay Mûsâ ve ehlinin Medyen'den Mısır'a dönmesi sırasında
gerçekleşmiştir.
Olay esnasında ateşin görülebilmesi vaktin gece olduğunu, kora ihtiyaç
duyulması havanın soğuk olduğunu, ateşin yanında bir kılavuz bulma ümidi de
Mûsâ peygamber ve ehlinin yollarını kaybettiğini göstermektedir.
11
Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Mûsâ! 12
Ben, senin Rabbin
olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen
temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. 13
Ve Ben seni
seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14
Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta
kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve
Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma;
toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. 15
Şüphesiz ki o saat/kıyâmet
gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse
gizleyeceğim. 16
O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna
uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma
uğrarsın” 14
uyarısına kulak ver.
Not: Diğer sûrelerde ayrıntılı olarak açıklanmış olan Mûsâ olgusu, Tâ-Hâ/9-99'da (120. necm), kısa değinilerle özet
hâlinde verilmiştir. Bu sûredeki anlatımın hemen bir çırpıda oluverdiği zannedilmemelidir. Burada nakledilen olaylar, bir
kronoloji de takip etmez.
14
Tahlile başlamadan evvel, kıssanın bu bölümünün diğer sûrelerdeki
anlatımlarına da bakmakta yarar vardır:
7
Hani Mûsâ, yakınlarına: “Şüphesiz ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber getireceğim
yahut ısınmanız için bir kor ateş getireceğim” demişti.
8-12
Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: “Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi bolluklu
kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden arınıktır!
“Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah'ım!
“Ve birikimini ortaya koy!” –Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir
görüverince, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. -Ey Mûsâ korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda
elçiler korkmaz. Ancak, kim yanlış; kendi zararlarına iş yapar, sonra kötülüğün ardında iyiliğe
çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.–
“Ve koynundaki gücünü devreye sok, dokuz âyet [alâmet/gösterge] içinde Firavun'a ve onun
toplumuna hiç kusursuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir toplum
olmuşlardır.”
13
Sonra da âyetlerimiz/alâmetlerimiz/göstergelerimiz onlara parlak bir şekilde gelince, “Bu
apaçık bir göz boyama, insan kandırmadır” dediler.
14
Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış; kendi
zararlarına iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların
sonunun nice olduğuna bir bak!–
(Neml/ 7–14)
29
Artık Mûsâ süreyi doldurup ailesiyle/yakınlarıyla yola çıkınca, dağ tarafından bir ateş
hissetti. Ailesine, “Benim size bir haber getirmem için siz bekleyin; ben bir ateş hissettim. Yahut
ısınırsınız diye o ateşten bir parça getiririm” dedi.
30-32
Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan
seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini
ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına
bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki
gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi
Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan
bir toplum olmuşlardır.”
(Kasas/ 29–32)
15
Mûsâ'nın haberi sana geldi mi?
16,17
Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde/iki kez temizlenmiş vadide seslenmişti: “
Firavun'a git! Şüphesiz o azdı.”
(Nâziât/ 15–17)
11–16. Âyetler, Mûsâ peygambere yapılan ilk hitabı, ilk vahyi ve sonraki
aldığı vahiylerinin tümünün özetini bildirmektedir. Mûsâ peygambere olan bu ilk
vahyinde Yüce Allah kendisini Mûsâ peygamberin ve âlemlerin Rabbi olarak
tanıtmakta, kendisinden başka ilâh olmadığını, vaktini açığa vurmamakla birlikte
kıyâmetin mutlaka geleceğini bildirmektedir. Ayrıca Mûsâ peygamberin tertemiz
bir vadîde [yolda, doğrultuda] olduğunu ve onu Elçi seçtiğini açıklamakta, ona
bazı emirler vermektedir:
15
• Nalınlarını çıkar.
• Vahye dileceklere kulak ver.
• Allah'a kul ol.
• Allah'ı anmak için salâtı ikame et.
• Hevasına uyan kimse iman etmene engel olmasın diye dikkat et.
NALINLARI ÇIKARMAK:
12. Âyette geçen nalınlarını çıkar emrinin ne anlama geldiği hakkında
aşağıdakilere benzer birçok yorum yapılmıştır:
• Mûsâ peygamberin pabuçları ölmüş eşek derisinden imiş de böyle bir
pabuçla mukaddes vâdiye girilmezmiş.
• Mûsâ peygamberin iki ayağı da vâdiye iyi tutunsun diye Allah ona
pabuçlarını çıkarmasını emretmiş.
• Allah, Mûsâ peygamberin üzerinde bulunduğu vâdiye saygı için ondan
-bu zamanda camilere girerken ayakkabı çıkarıldığı gibi- pabuçlarını çıkarmasını
istemiş.5
Biz bu konuda farklı bir kanaate sahibiz. Şöyle ki:
Mûsâ peygambere verilen nalınlarını çıkar emri, Türkçede kullandığımız
"kolları sıva, paçaları sıva, yola koyul" şeklindeki tabirlerimize benzemektedir.
Mûsâ peygamberden artık kendisini tamamen peygamberlik görevine adaması;
görevini yaparken ehlinin, malının, mülkünün, kısaca hiçbir şeyin kendisine ayak
bağı olmamasını sağlaması istenmektedir. Bu emre göre Mûsâ peygamber bütün
benliğiyle elçilik görevine koşacak, görevini yapmak için gerekirse eşinden,
çocuklarından ayrılacaktır. Tasavvufçuların "nalınları çıkarmak" tabirini "hanımı
boşamak" anlamında yorumlamalarının kaynağı da, Mûsâ peygambere verilen ve
eşinden ayrılmayı da kapsayan bu emir olsa gerektir. Bu emir, askerlik çağı gelen
gençlerin malını, eşini, işini, çocuklarını bırakıp vatan bekçiliğine gitmelerine
benzemektedir. Aynı durumu Saffat suresinde İbrahim peygamber ile ilgili olarak
göreceğiz. O da ölü toprağı serpilmiş beldede de karısını çocuğunu mağdur
olmaları pahasına bırakıp Allah’a hizmete koşmuştur.
Bu emir sonrasında Mûsâ peygamberle ehli arasındaki ilişkiler ve mal
varlığındaki gelişmeler Kur'ân'da yer almamıştır. Ancak Tevrât'a göre Mûsâ
peygamber ehlini ve mal varlığını orada bırakmış, ehli ile daha sonra Mısır'da
buluşmuştur:
Mûsâ kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın
yanına döneyim" dedi, "Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?" Yitro, "Esenlikle git" diye karşılık
verdi.6
5
(Kutubi; el-Câmiu li Ahkami'l-Kur'ân)
6
Çıkış; 4/18:18-
16
Mûsâ peygamberin kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro, Tanrı'nın Mûsâ peygamberin
ve halkı İsrâil için yaptığı her şeyi, RABB'in İsrâilliler'i Mısır'dan nasıl çıkardığını duydu.
Mûsâ peygamberin kendisine göndermiş olduğu karısı Sippora'yı ve iki oğlunu yanına
aldı. Mûsâ,peygamber "Garibim bu yabancı diyarda" diyerek oğullarından birine Gerşom
adını vermişti. Sonra, "Babamın Tanrısı bana yardım etti, beni Firavun'un kılıcından
esirgedi" diyerek öbürüne de Eliezer adını koymuştu. Yitro Mûsâ peygamberin karısı ve
oğullarıyla birlikte Tanrı Dağı'na, Mûsâ peygamberin konakladığı çöle geldi. Mûsâ'ya şu
haberi gönderdi: "Ben, kayınbaban Yitro, karın ve iki oğlunla birlikte sana geliyoruz."
Mûsâ peygamber kayınbabasını karşılamaya çıktı, önünde eğilip onu öptü. Birbirinin
hatırını sorup çadıra girdiler. Mûsâ peygamber İsrâilliler uğruna RABB'in Firavun'la
Mısırlılara bütün yaptıklarını, yolda çektikleri sıkıntıları, RABB'in kendilerini nasıl
kurtardığını kayınbabasına bir bir anlattı.7
15. Âyette geçen onu (kıyâmeti) neredeyse gizleyeceğim ki herkes emeğinin
karşılığını alsın ifadesi, kıyâmetin kopmasının ve âhiret hayatının başlamasının bu
dünya hayatındaki imtihanın gereği olduğuna işaret etmektedir. Çünkü her insan
bu dünyada yaptıklarının karşılığını tam olarak ancak âhirette alabilecek, orada
tam bir adaletle karşılaşacaktır:
7,8
Artık her kim, zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer
işlerse onu görecektir.
(Zilzâl/ 7–8)
13-16
O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz
ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister
sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!–
(Tûr/ 13- 16)
63,73
İnsanlar sana kıyâmetin kopuş vaktinden soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi, Allah'ın;
münâfık erkekleri, münâfık kadınları, ortak koşan erkekleri, ortak koşan kadınları azap etmesi; ve
Allah'ın, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tevbelerini kabul etmesi için ancak Allah'ın
nezdindedir. Ne bilirsin belki kıyâmetin kopuş vakti yakında olur. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok
merhamet edicidir.”
(Ahzab/ 63, 73)
Kıyâmetin kopma belirtilerinin açıkça gösterilmemesi, aslında insanların
inançlarındaki samimiyeti ortaya çıkarmaktadır. Çünkü samimî bir şekilde âhirete
inanan kimse, kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmese de her an takvâ üzerinde
yaşamaya devam edecek, âhirete inanmayan kimsenin devam edeceği şey ise
kıyamet belirtilerini açıkça görmediğinden hayatını fıskla, fücurla sürdürecektir.
16. Âyetin muhatabı aslında tek tek mükelleflerdir. Akıl sahibi herkese zımnen
şöyle denmektedir: "Kıyâmeti yalanlayan, dünyada kendilerine lezzet veren
şeylere yönelen, Mevlâ'sına isyan eden, arzularına uyan kimsenin peşinden
7
Çıkış; 18/1–8:
17
gitmeyin. Kim onlara bu tavırlarında muvafakat ederse, mutlaka kaybeder, helâk
olur. Malı mülkü kendisine fayda vermez."
8-11
Kim de cimrilik ederse ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görürse ve en güzeli
yalanlarsa, Biz ona en zor olan için kolaylık vereceğiz. Aşağı yuvarlanıp değişime, yıkıma
uğradığında/öldüğünde malı onu kurtaramayacaktır.
(Leyl/ 8–11)
‫-طوى‬ TÛVÂ:
Bu sözcüğün geçtiği cümle genellikle Şüphesiz sen temizlenmiş vadîdesin;
Tûvâ'dasın şeklinde çevrilerek Tûvâ sözcüğü özel bir vadînin adı olarak
açıklanmıştır. Ancak Zebidi, en önemli Arap kaynakları arasında yer alan Tacü'l-
Arus adlı eserinde böyle bir vadîden hiç bahsetmemiştir. Aynı konu üzerinde
emek harcayanlardan biri olan Zemahşeri ise tûvâ sözcüğünün anlamının iki kere
demek olduğundan yola çıkarak cümleye "sen iki kere temizlenmiş bir vadîdesin"
anlamını vermiştir.8
‫الوادى‬ - VÂDİ:
Vâdi "dağların, tepelerin arasındaki her yarık, çukur yer" demektir.9
Türkçedeki koyak sözcüğü de yukarıdaki "vadî" anlamının yanı sıra,
"akarsuların karalarda oluşturduğu, bir yöne doğru meyilli, uzunlamasına çukur"
demektir.
Âyette geçen vâdi sözcüğünü yukarıdaki gerçek anlamlarında kabul etmek
mümkün değildir. Zira aynı olayı anlatan başka Âyetlerde bir dağdan
bahsedilmekte ve Mûsâ peygamberin uzaktan oradaki ateşi gördüğü
bildirilmektedir. Eğer Âyette geçen vâdi sözlüklerdeki anlamına uygun olarak
çukur bir yer olsa idi, ne Mûsâ peygamber oradaki ateşi görebilir, ne de Rabbimiz
orada bir dağın varlığından söz ederdi. Dolayısıyla burada vâdi sözcüğü ile mecazî
olarak "yol" kastedilmiştir. Bu "yol", iki kere temizlenmiş peygamberlik yoludur.
Mûsâ peygambere "Artık sen peygamberlik yolundasın. Kolları sıva, artık çoluk-
çocuk, mal-mülk düşünme, vahye kulak ver, yeni işine başla!" denilmiştir.
17
Ve sağ elindeki nedir ey Mûsâ?
18
Mûsâ: “O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak
silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var” dedi.
19
Allah: “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç!
24
Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi.
***
20
O da onu hemen bıraktı/ yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! Artık
sağ elindeki; kendisine vahyedilen Kitap, koşan bir candır; sosyal hayatın
kaynağıdır.
8
(Zemahşeri, el-Keşşaf; c:2, s:531)
9
(Tacü'l-Arus; c: 20, s: 283)
18
25
Mûsâ: “Rabbim! 33
Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34
ve Seni
çok çok anmamız için 25
göğsümü aç, 26
işimi bana kolaylaştır. 27
Dilimden de
düğümü çöz 28
ki sözümü iyi anlasınlar. 29
Ve ehlimden; 30
kardeşim Hârûn'u
29
benim için bir vezir kıl, 31
o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32
İşimde o'nu bana
ortak et. 35
Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 20
dedi.
Not: bu pasaj, Teknik ve anlam bilgisi nedenlerle resmi mushaftan farklı
dizilmştir.
17. Âyetteki soru bilgi almak için sorulmuş bir soru değildir. Çünkü Allah
onun elinde bir asa tuttuğunu bilmektedir. Soru, Mûsâ peygamberin dikkatini
asaya çekerek kendisine verilecek göreve hazırlama amacına yöneliktir.
ASANIN DİĞER YARARLARI:
Mûsâ peygamberin 18. Âyetteki onda benim için başka yararlar da var
şeklindeki ifadesi, asasını Âyette sayılanlar dışında başka işlerde de kullandığını
göstermektedir. Meselâ dağda bayırda çobanlık yapan bir kişi yiyecek içecek
torbasını asasının ucunda taşır, bitki köklerini topraktan asasıyla çıkartır, su
bulmak için toprağı kazarken asasından yararlanır, sürüsünü asasıyla güder, vahşî
hayvanlara ve saldırganlara karşı asasını silâh olarak kullanır. Ancak Mûsâ
peygamberin bu sözlerinden sonraki gelişmeler göstermektedir ki, artık çoban
Mûsâ peygamberin asasının işi bitmiştir, yani asa eski işlevleri için Mûsâ
peygambere artık lâzım değildir. Bundan sonraki sağ elinde tutacağı Asa başka bir
şeydir, tüm bâtıl olan şeyler o şey ile yok edilecek ve insanların gerçekleri görmesi
o şey ile sağlanacaktır.
Bazıları Mûsâ peygamberin asasının ona sağladığı faydaları sayıp dökmekle
bitirememişler ve asa ile ilgili birçok kerametler nakletmişlerdir. Bunlara inanan
zavallılar da kerameti hep asada aramışlar ve kutsiyet izafe ederek onu günümüze
kadar taşımışlardır. Nitekim bazı kişiler asayı peygamberlerin sünneti olarak kabul
etmekte ve bu çağda bile asa ile dolaşmaktadır.
Dikkat edilirse, Mûsâ peygambere de tıpkı peygamberimize Mescid-i
Aksa'daki son sidre ağacının yanında yapılan hitap gibi aracısız hitap edilmiştir.
Yani her iki peygambere de birbirine benzer şekillerde vahye dilmiş ve ikisine de
Şûrâ Sûresi'nin 51. Âyetinde bildirilen Allah'ın beşer ile konuşma şekillerinden
perde arkası usulü uygulanmıştır.
6,7
Ve müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan, en yüksek
ufukta idi. 8,9
Sonra yaklaştı ve hemen sarktı. İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu.
10
Hemen de kuluna, 14
son kiraz ağacının yanında 15
–ki yanında oturmaya değer konaklama yeri
vardır– vahyettiğini vahyetti. 16
O zaman kiraz ağacını kaplayan kaplıyordu. 11
Gönlü, gördüğünü
yalanlamadı. 12
Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz?/Onun gördüğü şey hakkında o'nunla
mücâdele mi ediyorsunuz?
19
13
Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü. 17
Göz şaşmadı ve azmadı. 18
Andolsun, Rabbinin
alâmetlerinin/göstergelerinin en büyüğünü gördü.
(Necm/ 10–18)
30-32
Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan
seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini
ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına
bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki
gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi
Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan
bir toplum olmuşlardır.”
(Kasas/ 30- 32)
20-23. âyetlerde, Mûsâ'ya verilen iki âyetten bahsedilmektedir. Bunlardan ilki,
sağ eline çoban asâsının yerine verilen vahiy/kitap/Tevrât; ikincisi ise gücüne güç
katacak olan Hârûn'dur. Aşağıdaki âyetlerde Mûsâ'nın ifade yeteneğinin yeterli
olmadığı, meramını iyi anlatması için kardeşi Hârûn'un kendisine yardımcı
yapılmasını istediği ve bu isteğinin de verildiği görülecektir.
Bu konu, yani asâ ve yed [kusursuz güç] hakkında A‘râf sûresi'nde detay
verilmiştir. Burada başka sözcükler üzerinde duracağız.
‫الحية‬ [HAYYE]
Hayye sözcüğü de, Mûsâ pasajının doğru anlaşılmasındaki kilit sözcüklerden
biridir. Bu nedenle bu sözcük üzerinde durmak istiyoruz:
Hayat sözcüğünden gelen hayye sözcüğü, “bir kere yaşam” demektir. Araplar
bu sözcüğü birçok şekilde kullanırlar:
Uzun ömürlü olmasından dolayı yılana, hayye denir.
Gözü keskin olana, “O, hayye'den daha iyi görür” derler.
Hain, sinsi olana, “O, hayye'den daha zâlim” derler.
Çevresine, toplumuna yararlı olanlara, onları koruyanlara, “O, bölgenin,
yeryüzünün hayye'si” denir.
Kadın-erkek uzun yaşayana, “O, hayye'nin tekidir” derler.
Kişi akıl, zeka ve dehada zirvede olduğu zaman, “O, vâdinin hayye'sidir”
denir.
Hayye, teşbihen Büyük Ayı yıldız kümesinin ikizleri ile Alkaid [ölü sönük
yıldız] arasındaki yıldızlara denir.10
Tahiyye [selâmlama/Allah sana ömür versin] sözcüğü de aynı kökten gelir.
Özetlersek, bu sözcüğün anlamı, “hayat ve canlılık”tır. Dolayısıyla hayye
sözcüğü, “yılan” demek olmayıp, “varlığın uzun ömürlü oluşu”nu nitelemektedir.
Tâ-Hâ sûresi'ndeki ‫سسعى‬‫س‬‫تس‬ ‫سسة‬‫س‬‫[حي‬hayyetun tes‘â/koşup duran tes‘â] ifadesinin,
Türkçe'deki tam karşılığı, “yedi canlı” deyimi olup bu da, “defalarca ölüm
tehlikesiyle karşılaşmasına rağmen her seferinde sağ kurtulmak” anlamına gelir.
Bu sözcük, birçok hastalıktan, bela ve felaketten kurtulan kişiler için kullanıldığı
gibi, kedi ve yılan için de kullanılır.
Bu âyetteki hayye sözcüğünü anlamak için, Mûsâ'nın sağ elindekinin diğer bir
nitelenmesini de dikkate almak gerekir. Allah Neml/10 ve Kasas/31'de, Mûsâ'nın
sağ elindekini, Sanki görünmeyen bir varlık gibi hareket ettirir diye nitelemiştir.
10
Lisânu'l-Arab; Tâcu'l-Arûs, “Hayye” mad.
20
Yani, Mûsâ'nın sağ elindeki şey, “hareket ettiren görünmez bir varlığa”
benzemektedir. Bu hareket sağlayan görünmez varlık ise, insanların ve hayvanların
canıdır.
Bu ifade, vahyin/ilâhî kitapların “rûh” niteliğidir. Kur’ân'ın bir adının da rûh
olduğu gibi, Mûsâ'nın sağ elindekinin [Kitabının] adı da rûh'tur:
15
O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü
hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır.
(Mü’min/15)
52,53
İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân'ı vahyettik.
Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle
kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde
bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız
Allah'a döner.
(Şûrâ/52-53)
20. âyetteki hayye sözcüğü, “yılan” olarak anlaşılınca, doğal olarak 21.
âyetteki korkmak sözcüğü de “yılandan korkmak” olarak anlaşılmıştır. Hâlbuki
buradaki korku, bu sûrenin 45-46. âyetleri ile Şu‘arâ/10-15, Neml/10 ve Kasas/30.
âyetlerde konu edilen Mûsâ'nın görevden korkması, kaçmasıdır.
10
Bir vakit de Rabbin, Mûsâ'ya: “Git o yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma; 11
Firavun
toplumuna, hâlâ Allah'ın koruması altına girmeyecekler mi?” diye nida etmişti.
12
Mûsâ: “Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. 13
Göğsüm de daralır, dilim
konuşmaz, onun için Hârûn'a da elçilik ver. 14
Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan
dolayı beni öldürmelerinden korkarım” dedi.
15
Allah: “Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz
alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. 16,17
Haydi,
ikiniz Firavun'a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin
Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi.
(Şu‘arâ/10-17)
8-12
Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: “Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi bolluklu
kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden arınıktır!
“Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah'ım!
“Ve birikimini ortaya koy!” –Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir
görüverince, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. -Ey Mûsâ korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda
elçiler korkmaz. Ancak, kim yanlış; kendi zararlarına iş yapar, sonra kötülüğün ardında iyiliğe
çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.–
“Ve koynundaki gücünü devreye sok, dokuz âyet [alâmet/gösterge] içinde Firavun'a ve onun
toplumuna hiç kusursuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir toplum
olmuşlardır.”
(Neml/8-12)
30-32
Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan
seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini
ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına
bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki
gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi
Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan
bir toplum olmuşlardır.”
(Kasas/ 30-32)
21
45
Mûsâ ile Hârûn: “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından
korkarız” dediler.
46
Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47
Hemen ona
gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara
azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır.
48
Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’
deyiniz.” 46
dedi
(Tâ-Hâ/45-46)
BEMBEYAZ EL????
22. âyetetteki, tahrücü [çıkacak] filinin öznesi “el” değil, “sen”dir. Bu ifade,
fiil kalıbının “ikinci eril tekil şahıs” kalıbı ile, “üçüncü dişil tekil şahıs”
kalıplarının aynı kalıp olmasından karıştırılmıştır. Burada kastedilen de kendisine
yedek güç olarak verilmiş olan vezir Hârûn'u devreye sokması, o'nun sayesinde
ifadeleri kusursuz, lekesiz ve eksiksiz olarak tebliğ etmesidir.
Burada 20-23. âyetlerde zikri geçen Mûsâ'ya verilen iki ayet; alamet, gösterge,
Furkân sûresi'nde şöyle zikredilmiştir:
35
Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte yardımcı, destekçi
verdik.
36
Sonra da, “Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!” dedik. Sonunda da onları
parçalayıp yok ettik.
(Furkân/35-36)
19, 24.O [Allah], “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata
geç! Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi.
Bu Âyette, elçilik görevi verilen Mûsâ peygambere tuğyan hâlindeki Firavun'a
gitmesi bildirilmektedir. Çünkü kibirli Firavun öylesine azmıştır ki, kendini ilâh,
[Rabb] çevresindekileri de kulları olarak görmektedir. Bu kıssanın anlatıldığı
Şu'arâ Sûresi'nin 10-11. ve b,aşka yerdeki Âyetlerden anlaşıldığı üzere Mûsâ
peygamber sadece Firavun'a değil aynı zamanda "zâlimler kavmine, Firavun'un
kavmine" de gönderilmiştir. Burada sadece Firavun'un zikredilmesi, onun kendi
toplumunun doğru yoldan çıkışına liderlik etmesi, toplumunun da bu yoldan
çıkışta ona karşı bir irade gösterememesi sebebiyledir:
38
Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim
için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana
bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.
(Kasas/ 38)
21-24
Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp
seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
(Nâziât/ 21- 24)
22
36
Allah: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” dedi.
21
Allah: “23
Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden
göstermemiz için 21
tut onu, korkma! Biz onu ilk durumuna çevireceğiz. 22
Diğer
bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan
hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi.
Bu Âyet gurubunda, verilen görevi yerine getirebilmek için Mûsâ peygamberin
kendisine gerekli gördüğü ve Allah'tan talep ettiği maddî ve manevî unsûrlar yer
almaktadır. Bu talepler;
• Göğsünün açılması,
• İşinin kolaylaştırılması,
• Dilindeki düğümün çözülmesi ve
• Vezir olarak kendisine Hârûn'un verilmesidir.
GÖĞSÜNÜN AÇILMASI:
İnşirah Sûresi'nin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, göğsün açılması "ferahlık,
rahatlık, metanet ve cesaret sahibi olmak" anlamına gelmektedir.
Mûsâ peygamber de, malını mülkünü terk edip ehlinden ayrı olarak yapacağı
bu görevin kendisine doğuracağı sıkıntıları, göğüs darlığını tahmin ettiği için
Rabbinden bu talepte bulunmuştur.
DİLİNDEKİ DÜĞÜMÜN ÇÖZÜLMESİ:
Elçilik görevini alan bir kişinin Firavun ve saray adamlarını etkilemek için
güzel konuşma yeteneğine sahip olması gerektiğini bilen Mûsâ peygamber, aynı
zamanda bu yeteneğin kendisinde olmadığını da biliyordu:
51-53
Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan
akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta
kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun
üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli
değil miydi?” dedi.
(Zühruf/ 51- 53)
33,34
Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni
öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha
iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder.
Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
(Kasas/ 33–34)
Firavun ve kavmiyle olan konuşmalarına bakıldığında, Mûsâ peygamberin
dilindeki bağın çözüldüğü anlaşılmaktadır. Zira söylemlerinin tümü gayet beliğdir.
Bu güzellik, yedek güç olarak kendisine vezir verilen kardeşi Harun sayesinde
oluşmaktadır. Bu konu A’raf suresinin tahlilinde “Yed-i Beyza” ifadesininin
açıklamasında verilmiştir.
23
Mûsâ peygamberin dilindeki sorun, Kitab-ı Mukaddeste şöyle geçmektedir:
Mûsâ, "Aman, ya Rab!" dedi, "Ben kulun ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya
başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk biriyim."11
Fakat Talmut, Mûsâ peygamberin konuşmasındaki yetersizliği çok garip bir
şekilde açıklamıştır:
Mûsâ, çocuk iken, Firavun'un sakalını tutup onu yoldu. Firavun da, onu öldürmeyi
kafasına koyarak, "Elinde mülkümün ve kudretimin zail olacağı kimse budur" dedi. Bunun
üzerin Asiye: "O, akıl edemeyen bir çocuktur. Bunun emaresi ise, senin ona hurma ve
ateşi yaklaştırmanda" dedi. Sonra da, bu iki şey onun önüne konuldu; o, ateşi aldı ve
ağzına koydu...12
Ne yazık ki, bu saçma hikâye birçok klâsik kaynakta sanki gerçekmiş gibi yer
almıştır.
HÂRÛN'UN VEZİRLİĞİ:
Hârûn ile ilgili olarak, Mûsâ peygamberin kardeşi olmasından başka Kur'ân'da
herhangi bir ayrıntı verilmemiştir.
Kitab-ı mokaddes, Hârûn'un büyük kardeş olduğunu söylemektedir:
Firavunla konuştuklarında Mûsâ seksen, Hârûn seksen üç yaşındaydı.13
Mûsâ peygamberin Hârûn'un vezirliğini istemesi, kendisi dağa gittiği sırada
Hârûn'un da ehli arasında bulunduğunu düşündürmektedir. Çünkü Hârûn yanında
olmasa, kendisi yıllardır Medyen'de bulunduğundan Hârûn'un sağ olduğunu bile
bilemeyecek, dolayısıyla da onu vezir olarak isteyemeyecekti. Ayrıca Âyette geçen
ehli sözcüğünün, aile efradı yanında kan bağı yakınlıklarını ve sıhrî yakınlıkları da
kapsaması, Hârûn'un da orada bulunduğunu desteklemektedir.
‫-الوزير‬ VEZîR:
Vezîr sözcüğünün anlamı, türediği sözcüğe göre şu şekillerde açıklanabilir:
• Eğer ‫وزر‬ - vizr = yük kökünden türediği kabul edilirse, "yük çeken"
anlamına gelir. Zaten vezirler de krallara yardımcı olmak sûretiyle onun yükünü
çeken kimselerdir.
• Eğer Kıyâmet Sûresi'nin 11. Âyetinde geçen ‫ر‬َ - ‫ز‬َ - ‫و‬َ - - vezer = sığınak
sözcüğünden türediği kabul edilirse, "kendisiyle korunulan dağ" anlamına gelir.
Zaten vezirler de bir bakıma kendilerine başvurulan, danışılan, sığınılan
kimselerdir.
Bu Âyet grubundaki olaylar Kasas Sûresinde şöyle anlatılmıştır:
11
Çıkış, 4; 10
12
Talmut
13
Çıkış, 7:7
24
30-32
Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan
seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini
ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına
bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki
gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi
Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan
bir toplum olmuşlardır.”
33,34
Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni
öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha
iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder.
Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
35
Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız.
Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi
izleyenler üstün olanlarsınız.”
(Kasas/ 30–35)
Otuz altıncı ayetteki “O [Allah] dedi: "Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.”
ifadesinden, Mûsâ peygamberin taleplerinin Allah tarafından kabul edildiği
anlaşılmaktadır. Yani Mûsâ peygamberin göğsü açılacak, işi kolaylaştırılacak,
dilindeki bağ çözülecek ve kardeşi Hârûn da veziri olacaktır. Kısacası, görevinde
başarılı olması için Mûsâ peygamberin gerekli gördüğü maddî ve manevî
imkânların tümü kendisine verilmiştir.
37
Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38
Hani bir
vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39
Mûsâ'yı sandık içine koy da
bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman
olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir
muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40
hani kız
kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?'
diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri
döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz
seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca
Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir ölçü; plan üzerine geldin, ey Mûsâ!
41
Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim.
***
42
Sen ve kardeşin alâmetlerim/ göstergelerim ile gidin ve Beni anmakta
gevşeklik etmeyin.
43
Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. 44
Sonra ona öğüt alması ve
saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin.”
Mûsâ peygambere geçmişine yönelik hatırlatmalarda bulunulan bu Âyetlerdeki
özet olaylar, Kasas Sûresinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır:
3
Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana
hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz.
4
Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı;
onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz
bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o,
bozgunculardan idi.
5
Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler
yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6
Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman
ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
25
7
Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre
bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri
yapacağız.”
8
Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere “buluntu”
olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri hata edenler idiler.
9
Ve Firavun'un karısı: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa’yı diğer
israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz- öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın”, belki bize bir
yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar.
10
Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan olması için onun
kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.– 11
Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız
kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi.
12
Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size,
o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi.
13
Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek
olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek çoğu bilmezler.–
14
Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel
davrananları işte böyle karşılıklandırırız.
15
Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi
tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi
tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da
hemen ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi.
16
Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!” dedi de Allah o'nu
bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.
17
Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara
arka olmayacağım” dedi.
18
Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün
kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen,
apaçık bir azgınsın!” dedi.
19
Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey Mûsâ! Dün bir
kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak
istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi.
20
Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni
öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.”
21
Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış,
kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” dedi.
(Kasas/ 3–21)
MÛSÂ'NIN ANNESİNE VAHYEDİLMESİ:
Mûsâ peygamberin annesine vahyedilmesi, ona ilham edilmesi, onun içine
doğmasının sağlanması anlamındadır. Vahiy sözcüğünün Kur'ân'da hangi
anlamlarda kullanıldığı geniş olarak Necm Sûresi'nin tahlilinde açıklanmıştı. Bu
sebeple burada sözcüğün 38. Âyetteki ile aynı anlamda kullanıldığı Âyetlerden
birkaçını örnek vermekle yetiniyoruz:
68,69
Ve Rabbin bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve yapacakları çardaklarda evler/ yuvalar
edinmesini, sonra ‘Meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin kolaylaştırdığı yollara gir’ diye vahyetti.
Onların karınlarından renkleri çeşitli bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz ki
bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için, kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.
(Nahl/ 68)
111
Ve hani havarilere: “Bana ve Elçime inanın” diye vahyetmiştim. Onlar, “İnandık!” ve “Bizim
gerçekten Müslümanlar olduğumuza tanık ol” demişlerdi.
(Mâide/ 111)
26
12
Böylece Allah, onları iki evrede yedi gök olmak üzere gerçekleştirdi ve her göğün kendi işini
içine yükledi. Biz en yakın göğü kandillerle ve korumayla süsledik. İşte bu, en üstün, en güçlü, en
şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, çok iyi bilenin ayarlamasıdır.
(Fussılet/ 12)
FİTNELENDİRDİKÇE FİTNELENDİRMEK:
40. Âyette geçen Ve Biz seni fitnelendirdikçe fitnelendirdik ifadesinin anlamı,
"Biz seni nice badirelerden geçirdik, seni eğittik, cürufunu temizleyip saf hâle
getirdik" demektir. Buradan da Mûsâ peygamberin uzun süre eğitildikten sonra
peygamber yapıldığı anlaşılmaktadır.
Fitne sözcüğü ile ilgili geniş açıklama için Sâd Sûresi'nde verilmiştir.
Kur'ân'da İbrâhîm peygamberin de aynı yollardan geçirildiği bildirilmiştir:
124
Ve hani Rabbi İbrâhîm'i, birtakım kelimeler/ yaralar, sıkıntılar ile sınamış, o da onları tam
olarak yerine getirmişti. Rabbi, “Ben, seni insanlara önder yapanım” demişti. İbrâhîm, “Soyumdan da
önderler yap!” dedi. Rabbi, “Benim ahdim/ tutulmak üzere verdiğim söz, kendi benliğine haksızlık
eden kimselere ulaşmaz!” dedi.
(Bakara/ 124)
41. Âyette geçen ‫اصسطناع‬ - istınâ' sözcüğü, ‫سنع‬‫س‬‫ص‬ - sun' mastarından "İftial"
kalıbı üzerine olup "bir sanat edinmek ve bir sanayi mamulü yapmak" anlamına
gelir. Buna göre, aynı Âyette Rabbimizin Mûsâ peygambere yönelik olarak
kullandığı, Seni kendim için yetiştirdim ifadesi iki şekilde açıklanabilir:
1- Rabbimiz, topluma göndereceği elçiyi seçip onu doğumundan itibaren bir
sanat eseri veya bir sınaî mamul yaparcasına -özel bir itina ile- yetiştirdiği için ona
"Seni kendim için yetiştirdim" demiştir.
Bu noktada şu hususu tekrar hatırlatmakta yarar vardır: Yüce Allah'ın
toplumlara elçi ve kitap göndermesi, insanlara rahmeti ve hidâyeti kendi üzerine
borç yazması sebebiyledir. Tıpkı yarattıklarını rızıklandırması gibi, elçi
göndermesi ve kitap indirmesi de rahmeti ve hidâyeti kendi üzerine almasındandır:
12
De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kim içindir?” De ki: “Allah içindir.” Allah, rahmeti Kendi
zâtı üzerine yazmıştır. Sizi kesinlikle, kendisinde asla şüphe olmayan kıyâmet gününe toplayacaktır.
Kendi kendilerini zarara sokan kimseler, işte onlar iman etmezler.
(En'âm/ 12)
54
Ve âyetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: “Selâm olsun size! Rabbiniz
rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra
arkasından tevbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları
cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir” de!
(En'âm/ 54)
12
Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece Bizim üzerimizedir. 13
Sonrası da öncesi de sadece
Bizimdir.
(Leyl/ 12)
27
9
Yolun doğrusu yalnızca Allah'a borçtur. Yolun eğrisi de vardır. Ve eğer Allah dileseydi, sizi
topluca doğru yola kılavuzlardı.
(Nahl/ 9)
2- Rabbimizin buradaki Seni kendim için yetiştirdim ifadesi, "Ben seni sırf
Benim işimi yapasın diye yetiştirdim" anlamına da gelebilir. Buradan da elçi
seçilmiş kişinin özel bir işinin olamayacağı, elçilik görevi alanın bütün diğer işleri
bırakması gerektiği anlaşılır. Nitekim aynı anlam yukarıdaki hemen nalınlarını
çıkar ifadesinde de mevcuttur.
42-44. ayetlerdeki “ Sen ve kardeşin Âyetlerim ile gidin ve Beni anmakta
gevşeklik etmeyin. Her ikiniz gidin Firavuna. O gerçekten azdı. Sonra öğüt alması
ve haşyet duyması için ona yumuşak söz söyleyin."” İfadeleriyle Mûsâ
peygambere ve kardeşi Hârûn'a beraberce Firavun'a gitmeleri, görevlerinde
gevşeklik göstermemeleri emredilmekte, bu emri yerine getirirlerken de yumuşak
ve tatlı bir dil kullanmaları tembih edilmektedir.
YUMUŞAK SÖZ SÖYLEMEK:
Rabbimiz, bildirdiği bu tebliğ metoduna uygun olarak Mûsâ peygamberin nasıl
konuşması gerektiğini Nâziât Sûresinde örneklendirmiştir:
18,19
Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım da O'na saygıyla,
sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!”
(Nâziât/ 18, 19)
Aslında yumuşak davranma ve güzel söz söyleme, Rabbimizin herkese
önerdiği bir davranış tarzıdır:
83
Ve hani Biz, İsrâîloğulları'nın ‘kesin söz’ünü almıştık: “Allah'tan başkasına kulluk
etmeyeceksiniz, ana-babaya, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız,
insanlara güzelliği söyleyiniz, salâtı ikame ediniz [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma;
toplumu aydınlatma kurumları oluşturunuz-ayakta tutunuz] ve zekâtı/vergiyi veriniz.” Sonra çok
azınız müstesnâ olmak üzere yüz çevirdiniz. Ve siz yüz çeviren kimselersiniz.
(Bakara/ 83)
159
İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı
yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma
dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz
Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever.
(Âl-i İmrân/ 159)
125
Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun,
düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz Rabbin
Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi
bilendir.
(Nahl/ 125)
28
FİRAVUN'UN DA HAŞYET DUYABİLECEĞİ:
44. Âyetin sonundaki öğüt alması ve haşyet duyması için ifadesi, Mûsâ
peygamberin hangi düşünce ile Firavun'a yaklaşması gerektiğini bildirmektedir.
Bu, "Firavun'un nasihat dinleyeceğini yahut Allah'tan korkacağını umarak
yumuşak konuşun" demektir. Bilindiği gibi, kullar ne kadar tuğyan ederse etsin,
Allah elçi göndermeden o azgınlara azap etmemektedir. Rabbimiz, bu ilkesinin
gereği olarak toplumunu temsilen Firavun'a da elçi göndermiş, hesap günü bir
mazeret ileri sürememesi için de ona sanki öğüt alacakmış gibi nezaketle
davranılmasını buyurmuştur.
45
Mûsâ ile Hârûn: “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden
veya azgınlığından korkarız” dediler.
Görüldüğü gibi, görevi alan her iki elçi de başlarına kötü şeylerin gelmesinden,
Firavun'un kendilerini işkence veya ölümle cezalandırmasından korkmuşlardır.
46
Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve
görürüm. 47
Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık
İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana
Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır.
48
Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene
olduğu vahyedildi’ deyiniz.” 46
dedi
Dikkat edilirse, bu Âyetlerin içeriği kıssanın A'râf Sûresindeki anlatımında
yoktur.
46. Âyette Rabbimiz korkuya kapılan elçilerine hiç korkmamalarını, her şeyi
işiten ve gören olarak daima onlarla beraber olacağını bildirmiştir. Bu himaye
Kasas Sûresinde de açıklanmıştır:
35
Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız.
Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi
izleyenler üstün olanlarsınız.”
(Kasas/ 35)
Mûsâ peygamberin başlangıçtan buraya kadar olan hikâyesi, Tevrât'ta bir hayli
ilginç ayrıntılarla yer almaktadır. Bir karşılaştırma yapılması için bu konunun
Kitab’ı Mukaddes’in Çıkış/1, 2, 3, 4. Bablarından okunmasını öneririz.
Firavun'a götürülecek mesajı içeren 47–48. Âyetler aynı zamanda tüm
insanlığa da genel bir uyarıda bulunmaktadır:
"Kılavuza uyanlar esenlik ve mutluluk içinde, kılavuzu yalanlayan, ondan yüz
çevirenler ise azap ve sıkıntı içinde olacaklardır." Bu uyarı, ilk elçiden son elçiye
kadar tüm peygamberlerin yaptığı bir uyarıdır:
29
14-16
İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, en çok mutsuz olacak olan kişiden başkasının
girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi uyardım.
(Leyl/ 14–16)
31
Fakat o, ne onayladı, ne destekledi. 32
Fakat o, yalanladı ve geri durdu. 33
Sonra da gerine
gerine yakınlarına gitti.
34,35
Yıkım çok yakın sana, hem de çok yakın! Yine, yıkım çok yakın sana, hem de çok yakın!
(Kıyâmet/ 31–35)
Dikkat edilirse Firavun'a yollanan mesajda kendisinden İsrâîloğullarına azap
etmemesi istenmektedir. Firavun'un İsrâîloğullarına yaptığı eziyet Kur'ân'da
değişik yerlerde açıklanmıştır:
141
Hani bir zaman Biz, size azabın kötüsünü yapan; oğullarınızı öldüren; oğullarınızı
boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kızlarınızı
sağ bırakan Firavun ailesinin elinden de sizi kurtarmıştık. Bunda da sizin için Rabbiniz tarafından
büyük sınav vardır.
(A'râf/ 141)
6,7
Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi
işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir
kitle oluşturarak güçsüzleştirien ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte
bunda Rabbinizden size çok büyük yıpranarak bir sınav vermek vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti:
“Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını
(İbrâhîm/ 6, 7)
49
Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan;
eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kadınlarınızı sağ bırakan
Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.–
(Bakara/ 49)
Bu eziyetler Kitab-ı Mukaddes’in Çıkış/ 1: 8-22. Cümlelerinde yer almaktadır.
49
Firavun: “Öyleyse sizin Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?” dedi.
50
Mûsâ: “Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliklerini veren, sonra yol
gösterendir” dedi.
51
Firavun: “Öyleyse ilk asırların durumu nedir?” dedi.
52
Mûsâ: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış
yapmaz ve unutmaz/terk etmez. 53
O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan,
oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir” 52
dedi. –İşte Biz, o su
ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54
Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız.
Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! 55
Biz sizi
yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan
çıkaracağız.–
Yukarıdaki Âyetlerde görüldüğü gibi Mûsâ peygamber Rabbinin mesajını
Firavun'a tebliğ etmiş ve aralarında başlayan diyalogda Firavun ilk olarak Mûsâ
peygamberden, biraz da hayretle, onun Rabbi hakkında bilgi istemiştir.
30
Firavun'un inancıyla ilgili olarak A'raf Sûresinin 127. Âyetinin tahlilinde
geniş açıklama yapılmıştı.
Mûsâ peygamber ile Firavun arasındaki konuşmanın bu pasajdaki bölümü
Şu'arâ Sûresinde şöyle geçmektedir:
24
Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin
Rabbidir.”
25
Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.
26
Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.
27
Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir”
dedi.
28
Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların
Rabbidir” dedi.
(Şu'arâ/ 24–28)
53. Âyetin son kısmından itibaren Mûsâ peygamberle Firavun'un konuşması
bitmiş ve Rabbimiz burada tüm insanlığa yönelik bir mesaj vermiştir. Rabbimizin
bu mesaj içinde geçen sıfatları Kur'ân'da değişik sûrelerde yer almıştır:
6,7
Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da birer direk yapmadık mı?
(Nebe/ 6)
19,20
Ve Allah sizin için yeryüzünü, yeryüzünden geniş geniş yollarda gidesiniz diye bir yaygı
kılmıştır.”
(Nûh/ 19–20)
10
O Allah ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı. Orada kılavuzlandığınız doğru yolda
gidesiniz diye birtakım yollar da yaptı.
(Zuhruf/ 10)
21,22
Ey insanlar! Allah'ın koruması altına giresiniz diye, sizi ve sizden öncekileri oluşturan,
yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yapan, gökten su indirip de onunla sizin için rızık
olarak ürünlerden çıkaran Rabbinize kulluk edin. Artık siz de, bile bile Allah'a ortaklar koşmayın.
(Bakara/ 21, 22)
164
Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,
Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,
yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,
rüzgârları evirip çevirmesinde,
gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için
elbette alâmetler/göstergeler vardır.
(Bakara/ 164)
99
Ve Allah, gökten suyu indirendir. Böylece Biz onunla her şeyin bitkilerini çıkardık. Ondan da
birbirine benzeyen ve birbirine benzemeyen birbiri üzerine binmiş taneler; hurmanın tomurcuğundan
sarkan salkımları, üzümden bağları, zeytini ve narı çıkarıyoruz. Bunlar meyvelendikleri zaman
31
meyvelerine ve olgunlaşmasına bakın! İşte bunlarda kesinlikle inanan bir toplum için
alâmetler/göstergeler vardır.
(En'âm/ 99)
30
Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, gökler ve
yer bitişik bir hâlde idi de Bizim o ikisini ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan
oluşturduğumuzu görmediler mi? Buna rağmen hâlâ inanmıyorlar mı?
(Enbiyâ/ 31)
Ve Fâtır/ 27, Neml/ 60, Ra'd/ 2- 4.
49. Âyetten anlaşıldığına göre, o esnada iki elçi de orada olmasına rağmen
Firavun Mûsâ peygambere hitap etmiştir. Bunu iki ihtimalle açıklamak
mümkündür:
1) Firavun, asıl elçinin Mûsâ peygamber olduğunu anlamış ve ona yönelip
hitap etmiştir.
2) Firavun, Mûsâ peygamberin dilinin tutuk olduğunu bildiği için, onu
aşağılayabilmek amacıyla ona hitap etmiştir. Nitekim bir ara bunu malzeme de
yapmıştır:
51-53
Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan
akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta
kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun
üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli
değil miydi?” dedi.
(Zuhruf/ 51- 53
56
Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini
gösterdik de o yalanladı ve dayattı.
Rabbimizin Firavun'a yönelik bir açıklamasının yer aldığı bu Âyette,
Firavun'un tüm göstergeleri görmesine rağmen yalanlayıp dayattığı
bildirilmektedir. Firavun'un bu davranışı, bize göre, iktidarını kaybetme
korkusundan kaynaklanmaktadır.
Ama Firavun, yalanlayıp dayatmasına karşılık bu göstergelere tam bir kanaat
getirmiştir:
14
Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış; kendi
zararlarına iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların
sonunun nice olduğuna bir bak!–
(Neml/ 14)
57,58
Firavun: “Ey Mûsâ! Sen etkili bilginle bizi topraklarımızdan çıkarmak
için mi geldin bize? O hâlde biz de senin etkili bilgin gibi bir etkili bilgi ile sana
32
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi

More Related Content

What's hot

Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
mevlanamedya
 
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
guestd1cbe2
 
Ali imran 95 125 TEFSİR
Ali imran 95 125 TEFSİRAli imran 95 125 TEFSİR
Ali imran 95 125 TEFSİR
Salih Selman
 

What's hot (18)

Di̇n ödevi̇
Di̇n ödevi̇Di̇n ödevi̇
Di̇n ödevi̇
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
Esma i hüsna -73 el-kâfî(1)
Esma i hüsna -73  el-kâfî(1)Esma i hüsna -73  el-kâfî(1)
Esma i hüsna -73 el-kâfî(1)
 
4. müddessir suresi
4. müddessir suresi4. müddessir suresi
4. müddessir suresi
 
20. felâk suresi
20. felâk suresi20. felâk suresi
20. felâk suresi
 
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
 
Esma i hüsna -81 el-vâsi’
Esma i hüsna -81 el-vâsi’Esma i hüsna -81 el-vâsi’
Esma i hüsna -81 el-vâsi’
 
Araf 51 ..
Araf 51   ..Araf 51   ..
Araf 51 ..
 
Isarat ul icaz
Isarat ul icazIsarat ul icaz
Isarat ul icaz
 
Güzel ahlak
Güzel ahlakGüzel ahlak
Güzel ahlak
 
34. kaf
34.  kaf34.  kaf
34. kaf
 
İmam gazali i̇nançta hassas ölçüler
İmam gazali   i̇nançta hassas ölçülerİmam gazali   i̇nançta hassas ölçüler
İmam gazali i̇nançta hassas ölçüler
 
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
 
Imam gazali alemlerin sırrı
Imam gazali   alemlerin sırrıImam gazali   alemlerin sırrı
Imam gazali alemlerin sırrı
 
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis KitabıRiyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
 
38. sad
38. sad38. sad
38. sad
 
Ali imran 95 125 TEFSİR
Ali imran 95 125 TEFSİRAli imran 95 125 TEFSİR
Ali imran 95 125 TEFSİR
 
Güzel ahlak
Güzel ahlakGüzel ahlak
Güzel ahlak
 

Viewers also liked

Persuasive writing rugmaker 2
Persuasive writing rugmaker 2Persuasive writing rugmaker 2
Persuasive writing rugmaker 2
Ty171
 
Passivetalent tip sheet
Passivetalent tip sheetPassivetalent tip sheet
Passivetalent tip sheet
Rachel Romba
 

Viewers also liked (20)

25. kadr suresi
25. kadr suresi25. kadr suresi
25. kadr suresi
 
9. leyl suresi
9. leyl suresi9. leyl suresi
9. leyl suresi
 
Splav! 2014 / 4
Splav! 2014 / 4Splav! 2014 / 4
Splav! 2014 / 4
 
6. tebbet suresi
6. tebbet suresi6. tebbet suresi
6. tebbet suresi
 
Scan0002
Scan0002Scan0002
Scan0002
 
53. yusuf suresi
53. yusuf suresi53. yusuf suresi
53. yusuf suresi
 
新潟 講演 小規模建築業者の経営革新
新潟 講演 小規模建築業者の経営革新新潟 講演 小規模建築業者の経営革新
新潟 講演 小規模建築業者の経営革新
 
Mi folyik a csapatban?
Mi folyik a csapatban?Mi folyik a csapatban?
Mi folyik a csapatban?
 
31. kiyamet suresi
31. kiyamet suresi31. kiyamet suresi
31. kiyamet suresi
 
55. en'am suresi
55. en'am suresi55. en'am suresi
55. en'am suresi
 
Technology Comes In All Sizes
Technology Comes In All SizesTechnology Comes In All Sizes
Technology Comes In All Sizes
 
32. hümeze sûresi
32. hümeze sûresi32. hümeze sûresi
32. hümeze sûresi
 
embedded report
embedded reportembedded report
embedded report
 
Persuasive writing rugmaker 2
Persuasive writing rugmaker 2Persuasive writing rugmaker 2
Persuasive writing rugmaker 2
 
Presentacion arreglada...
Presentacion arreglada...Presentacion arreglada...
Presentacion arreglada...
 
Ags,dgo conf otero
Ags,dgo conf oteroAgs,dgo conf otero
Ags,dgo conf otero
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
 
Passivetalent tip sheet
Passivetalent tip sheetPassivetalent tip sheet
Passivetalent tip sheet
 
46.vakıa suresi
46.vakıa suresi46.vakıa suresi
46.vakıa suresi
 
7. tekvir suresi
7. tekvir suresi7. tekvir suresi
7. tekvir suresi
 

Similar to 45.ta ha suresi

Nuraniyetle Tanima Hutbesi
Nuraniyetle Tanima HutbesiNuraniyetle Tanima Hutbesi
Nuraniyetle Tanima Hutbesi
guestafb6d2
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleri
Salih Selman
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleri
Salih Selman
 

Similar to 45.ta ha suresi (20)

89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
Hi̇creti̇n geli̇ni̇ HACER
Hi̇creti̇n geli̇ni̇ HACERHi̇creti̇n geli̇ni̇ HACER
Hi̇creti̇n geli̇ni̇ HACER
 
44.meryem suresi
44.meryem suresi44.meryem suresi
44.meryem suresi
 
49.kasas suresi
49.kasas suresi49.kasas suresi
49.kasas suresi
 
İL Üniversitesi - 1.9.vahyin gelisi asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.9.vahyin gelisi asr i saadet-islam tarihiİL Üniversitesi - 1.9.vahyin gelisi asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.9.vahyin gelisi asr i saadet-islam tarihi
 
On Iki Imam
On Iki ImamOn Iki Imam
On Iki Imam
 
İslamda Kadın Rolu
İslamda Kadın Roluİslamda Kadın Rolu
İslamda Kadın Rolu
 
İL üniversitesi İslam Fıkhı Asr-i Saadet 1.17.Hz.Ömer'in Müslüman Olusu
İL üniversitesi İslam Fıkhı Asr-i Saadet 1.17.Hz.Ömer'in Müslüman OlusuİL üniversitesi İslam Fıkhı Asr-i Saadet 1.17.Hz.Ömer'in Müslüman Olusu
İL üniversitesi İslam Fıkhı Asr-i Saadet 1.17.Hz.Ömer'in Müslüman Olusu
 
24. abese suresi
24. abese suresi24. abese suresi
24. abese suresi
 
Nuraniyetle Tanima Hutbesi
Nuraniyetle Tanima HutbesiNuraniyetle Tanima Hutbesi
Nuraniyetle Tanima Hutbesi
 
1. alak suresi
1. alak suresi1. alak suresi
1. alak suresi
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 
Peygamberler
PeygamberlerPeygamberler
Peygamberler
 
Sünnetin Önemi
Sünnetin ÖnemiSünnetin Önemi
Sünnetin Önemi
 
Miraç
MiraçMiraç
Miraç
 
Peygamberler
PeygamberlerPeygamberler
Peygamberler
 
19. fil suresi
19. fil suresi19. fil suresi
19. fil suresi
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleri
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleri
 
Kur'an ve Hayat
Kur'an ve HayatKur'an ve Hayat
Kur'an ve Hayat
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 

45.ta ha suresi

  • 1. 45 / TA HA SURESİ GİRİŞ Adını 1. ayetindeki “ ‫ط‬ ta” ve “ ‫ه‬ha” harflerinden almış olan Ta Ha suresi, Mekke’de 45. sırada indiği kabul edilir. Surenin 130, 131. ayetlerinin Medine’de indiğine dair nakiller olsa da, bu ayetlerin içinde bulundukları pasajla gösterdikleri uyum, nakillerde söylenenlerin uzak bir ihtimal olduğunu göstermektedir. Kur’an’ı tanıtarak sona eren Meryem suresindeki ifadelerin bir devamı niteliğini taşıyan ayetlerle başlayan Ta Ha suresinde, diğer Mekkî surelerde olduğu gibi tevhit, peygamberlik müessesesi, öldükten sonra dirilme ve haşr gibi konular üzerinde durulmuş, peygamberimize ana görevi hatırlatılmış, Musa kıssası örnek verilerek ona manevî destek verilmiştir. Ayrıca daha önce Sad ve A’râf surelerinde anlatılan Âdem ve İblis hakkındaki bilgiler tekrar hatırlatılmış, kıyamet ve haşre dair etkileyici kompozisyonlar çizilerek Allah ile elçisine kin besleyenlerin hezimeti örneklenmiştir. Sure, peygamberimizden sabırlı olması istenerek son bulmuştur. İNİŞ ZAMANI Tarihî kaynak niteliğindeki klasik eserlerde anlatıldığına göre, Ta Ha suresi Ömer’in Müslüman olmasından önce inmiş ve onun Müslüman olmasında etkili olmuştur: Ömer, Peygamber’i öldürmek için yola çıktığında bir adama rastladı. Adam ona “Sen her şeyden önce kız kardeşinin ve eniştenin Müslüman olduğunu bilmelisin” dedi. Bunu duyan Ömer doğruca kız kardeşinin evine gitti. Orada kardeşi ve eniştesinin bir kâğıt parçasında yazılı olan bir şeyleri okuduğunu duydu. Kız kardeşi Ömer’in geldiğini görünce kâğıt parçasını hemen bir yere sakladı, fakat Ömer okunanları duymuştu, bu yüzden sorular sormaya başladı. Daha sonra eniştesini dövdü ve kocasını korumaya çalışan kız kardeşini de yaraladı. Sonunda her ikisi de “Evet, Müslüman olduk, ne yaparsan yap” diye itiraf ettiler. Ömer kız kardeşinin başından akan kandan etkilendiği için “okuduğunuz şeyi bana gösterin!” dedi. Kız kardeşi ondan kâğıdı yırtmayacağına dair yemin aldı. Onlar da gösterdiler. Bunun üzerine Ömer bu surenin yazılı olduğu kâğıdı okumaya başladığında “Ne mükemmel bir şey!” diye bağırmaktan kendini alamadı. Bunu duyan eniştesi, onun ayak seslerini duyduğunda gizlendiği yerden çıkarak “Allah'a ant olsun, Allah sana Peygamberinin davetini tebliğe hizmet ettirecek. Çünkü dün Peygamber'in “Rabbim, ya Ebul Hakem b. Hişam (Ebu Cehil), ya da Ömer b. Hattab ile İslâm'ı destekle!' diye dua ettiğini duydum. Ey Ömer, Allah'a dön, Allah'a dön!" dedi. Bu sözler o denli ikna edici idi ki, Ömer (r.a) Habbab'la birlikte, İslâm'ı kabul etmek üzere Peygamber'in (s.a) yanına gitti. Bu olay, Habeşistan'a hicretten kısa bir süre sonra meydana gelmişti.1 İbn-i Hişam ise aynı olayı daha uzunca anlatmaktadır: Ömer, Rasûlullah (sav)’i bulup öldürmek maksadıyla kılıcını kuşanarak çıktı. Yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Ona “Nereye gitmek istiyorsun ey Ömer?” diye sordu. Ömer: “Dininden dönen, şu Kureyş´in dirliğini bozan, onları beyinsizlikle itham eden, dinlerini ayıplayan, ilâhlarına dil uzatan Muhammed´e gidip onu öldürmek istiyorum.” Nuaym ona şöyle dedi: “Allah´a yemin ederim, ey Ömer! Sana asıl senin içinde olanlar tuzak kuruyor, seni aldatıyor. Sen zanneder misin ki Abdumenâfoğulları Muhammed´i öldürdüğün halde yeryüzünde senin yürümene imkân vereceklerdir? Niçin kendi ailene dönüp de onların işlerini yoluna koymayı düşünmüyorsun?” Ömer: “Hangi ailemden söz ediyorsun?” deyince, Nuaym dedi ki: “Senin enişten ve amcanın oğlu Saîd b. Zeyd ile 1 (İbn-i İshak) 1
  • 2. kızkardeşin Hattab´ın kızı Fâtıma´yı kastediyorum. Allah´a yemin ederim, onlar Müslüman olmuşlar ve Muhammed´e dini üzere tabi olmuşlar. Bana kalırsa sen asıl git, onlarla uğraş.” Bunun üzerine Ömer kız kardeşi ve eniştesini bulmak üzere geri döndü. Yanlarında Habbâb b. el-Eret de vardı. Beraberinde de Tâ-Hâ Sûresi´nin yazılı olduğu bir sahife bulunuyordu. Bunu onlara öğretiyordu. Ömer’in sesini işitmeleri üzerine Habbab onların odalarından birine yahut da evin bir tarafına gizlendi. Hattab kızı Fatıma da sahifeyi alıp üzerine oturdu. Ömer eve yaklaştığı sırada Habbab’ın onlara okuduğu Kur´ân´ın sesini işitmişti. Ömer içeri girince: “Duymuş olduğum bu lakırdılar neyin nesiydi?” Ona “Sen bir şey işitmiş olamazsın” dediler. “Hayır, Allah´a yemin ederim, ben sizlerin Muhammed´e dini üzere tabi olduğunuzu haber almış bulunuyorum” dedi ve hemen eniştesi Said b. Zeyd ´in üzerine atıldı. Kız kardeşi Hattab´ın kızı Fatıma onu kocasından uzaklaştırmak üzere ayağa kalkınca ona bir tokat attı ve yüzünü yaraladı. Ömer bunu yapınca kız kardeşi de eniştesi de ona “Evet, biz Müslüman olduk. Allah´a ve Resûlüne iman ettik, ne istiyorsan yap, dediler. Ömer, kardeşinin yüzündeki kanı görünce yaptığına pişman oldu, aklı başına geldi. Kız kardeşine: “Az önce okuduğunuzu duyduğum şu sahifeyi bana ver de Muhammed´in neler getirdiğine bir bakayım!” dedi. Ömer okuma yazma bilen birisi idi. Bu sözleri söyleyince kız kardeşi kendisine: “Biz senin ona bir zarar vereceğinden korkarız” dedi. Bu sefer kız kardeşine: “Korkma!” dedi ve kendi ilâhları adına yemin ederek okuyup onlara geri vereceğini söyledi. Ömer bu sözleri söyleyince kardeşi Müslüman olacağı umuduna kapıldı ve ona dedi ki: “Kardeşim sen şirk üzeresin ve pissin, buna ise ancak temiz olanlar el sürebilir.” Bunun üzerine Ömer kalktı ve yıkandı. Kız kardeşi de kendisine içinde Tâ-Hâ´nın yazılı bulunduğu sahifeyi uzattı. Ömer Tâ-Hâ Sûresi´nin baş taraflarını okuyunca dedi ki: “Bu ne güzel, bu ne şerefli sözler! Habbab onun bu sözleri söylediğini işitince yanına çıktı ve ona dedi ki: “Ey Ömer! Allah´a ant olsun ki ben Yüce Allah´ın, Peygamberinin duasını özellikle senin hakkında kabul etmiş olacağını ümit ederim. Çünkü ben dün onu şöyle dua ederken dinledim: ‘Allah´ım! Sen İslâm´ı ya Ebu´l-Hakem b. Hişam ile yahut Ömer b. el- Hattab ile güçlendir!’ Allah´tan kork ey Ömer, Allah´tan!” Bunun üzerine Ömer ona: “Ey Habbab! Bana Muhammed´in yerini söyle! Onun yanına gidip İslâm´a gireyim!” dedi ve hadisin geri kalan bölümlerini zikretti.2 Yukarıdaki belgelerde yer aldığı gibi, okunan sure “Ta Ha” suresidir. Rahman Rahîm Allah adına Ayetlerin meali: 1 Tâ/9, Hâ/5. 2-4 Biz, Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir indirilişle indirdik. 5 Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur. 6 Göklerde olan şeyler, yeryüzünde 2 (İbni Hişam; es-Siret ve diğerleri) 2
  • 3. olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan şeyler yalnızca Rahmân'ındır. 7 Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. 8 Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece O'nundur. 9 Mûsâ ile ilgili bilgiler kesinlikle sana ulaştı. 10 Hani o bir ateş görmüştü de ehline [ailesine, yakınlarına]: “Kesinlikle ben bir ateş gördüm. Ondan size bir kor parçası getirmem yahut ateş üzerinde bir kılavuz bulmam için siz bekleyin!” demişti. 11 Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Mûsâ! 12 Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. 13 Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14 Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. 15 Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. 16 O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” 14 uyarısına kulak ver. 17 Ve sağ elindeki nedir ey Mûsâ? 18 Mûsâ: “O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var” dedi. 19 Allah: “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! 24 Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi. *** 20 O da onu hemen bıraktı/ yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! Artık sağ elindeki; kendisine vahyedilen Kitap, koşan bir candır; sosyal hayatın kaynağıdır. 25 Mûsâ: “Rabbim! 33 Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34 ve Seni çok çok anmamız için 25 göğsümü aç, 26 işimi bana kolaylaştır. 27 Dilimden de düğümü çöz 28 ki sözümü iyi anlasınlar. 29 Ve ehlimden; 30 kardeşim Hârûn'u 29 benim için bir vezir kıl, 31 o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32 İşimde o'nu bana ortak et. 35 Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 20 dedi. 36 Allah: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” dedi. 21 Allah: “23 Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden göstermemiz için 21 tut onu, korkma! Biz onu ilk durumuna çevireceğiz. 22 Diğer bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi. *** 37 Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38 Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39 Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40 hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir ölçü; plan üzerine geldin, ey Mûsâ! 3
  • 4. 41 Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim. *** 42 Sen ve kardeşin alâmetlerim/ göstergelerim ile gidin ve Beni anmakta gevşeklik etmeyin. 43 Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. 44 Sonra ona öğüt alması ve saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin.” 45 Mûsâ ile Hârûn: “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız” dediler. 46 Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47 Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. 48 Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’ deyiniz.” 46 dedi *** 49 Firavun: “Öyleyse sizin Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?” dedi. 50 Mûsâ: “Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliklerini veren, sonra yol gösterendir” dedi. 51 Firavun: “Öyleyse ilk asırların durumu nedir?” dedi. 52 Mûsâ: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz/terk etmez. 53 O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir” 52 dedi. –İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54 Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! 55 Biz sizi yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.– 56 Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini gösterdik de o yalanladı ve dayattı. 57,58 Firavun: “Ey Mûsâ! Sen etkili bilginle bizi topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin bize? O hâlde biz de senin etkili bilgin gibi bir etkili bilgi ile sana geleceğiz. Şimdi bizimle senin aranda bir buluşma zamanı/yeri belirle ki; bizim ve senin karşı çıkmayacağımız düz ve geniş bir yer olsun” dedi. 59 Mûsâ: “Sizinle buluşma zamanı, tören, şenlik günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir” dedi. *** 60 Bunun üzerine Firavun sırt çevirdi de düzenlerini-planlarını topladı, sonra geldi. 61 Mûsâ onlara dedi ki: “Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydurmayın. Sonra bir azap ile kökünüzü keser. Gerçekten, uyduran zarar etmiştir.” 62 Bunun üzerine etkili bilginler aralarında işlerini tartıştılar ve “63,64 Bu ikisi kesinlikle etkili bilginlerdir; etkili bilgileriyle sizi topraklarınızdan çıkarmak ve de en iyi örnek yolumuzu yok etmek istiyorlar. Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sıralar hâlinde gelin. Bugün üstün gelen kesinlikle zafer kazanmıştır” dedikleri şeklindeki fısıldaşmalarını gizli tuttular. 65 Etkili bilginler: “Ey Mûsâ! Ya sen ortaya koyacaksın veyahut ilk ortaya koyan kişiler biz olalım” dediler. 66 Mûsâ: “Tam tersi, siz ortaya koyun” dedi. Bir de ne görürsün! Onların birikimleri, eski inançları ve tezleri/çer-çöpleri/eften püften bilgileri, yaptıkları sihirden/hünerli gösterimden ötürü gözünde büyüdü.67 Bu yüzden Mûsâ, içinde bir korku hissetti. 4
  • 5. 68,69 Biz: “Korkma, şüphesiz sen; en üstün olan sensin: Sen sahibi olduğun birikimi ortaya koy; o, onların yapıp ürettiklerini yutsun dursun. Şüphesiz onların yaptıkları ancak bir göz boyayıcısı hilesidir. Göz boyayıp etkileyen kişi ise, her nereye giderse gitsin zafer kazanamaz, başarılı olamaz” dedik. *** 70 Sonunda bütün etkili bilginler, “Mûsâ ile Hârûn'un Rabbine iman ettik” demek sûretiyle boyunlarını uzatıp teslim olmuş durumda bırakıldılar. 71 Firavun: “Ben size izin vermezden önce mi o'na iman ettiniz? Şüphesiz o, size etkili bilgi öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama/arka arkaya keseceğim ve kesinlikle sizi hurma kütüklerine asacağım. Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” dedi. 72,73 Etkili bilginler: “Bize gelen bu açık kanıtlar ve bizi yoktan yaratana karşı asla seni üstün tutmayız. Ne hüküm vereceksen hadi ver! Sen, ancak bu iğreti dünya hayatına hükmedersin. Şüphesiz biz, hatalarımıza ve bizi etkili bilgiden zorladığın şeye karşı, bizi bağışlasın diye Rabbimize iman ettik. Ve Allah daha hayırlı ve daha kalıcıdır” dediler. *** 77 Ve andolsun, Mûsâ'ya “Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/ Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol aç!” diye vahyettik. 78 Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi. 79 Ve Firavun toplumunu saptırdı ve doğru yolu göstermedi. *** 83 Seni toplumundan daha çabuklaştıran nedir ey Mûsâ? 84 Mûsâ: “Onlar, benim izim-öğretim üzerinde olanlardır. Ben de Sen hoşnut olasın diye Sana acele ettim Rabbim” dedi. 85 Allah: “Şüphesiz işte, Biz senden sonra toplumunu imtihan ettik. Samirî de onları saptırdı” dedi. 86 Bunun üzerine Mûsâ öfkeli ve üzgün olarak hemen toplumuna geri döndü; “Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaat ile söz vermedi mi? Şimdi size bu uzun mu geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazap inmesini mi arzu ettiniz de bana olan vaadinizden cayıverdiniz?” dedi. 87 Onlar dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o toplumun zînetlerinden birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Sonra onları fırlatıp attık. Sonra da işte böylece Samirî kafamıza soktu.” 88 Samirî onlara bir aldatan, tuzağa düşüren cesedi/altını çıkardı da İsrâîloğulları: “İşte bu, sizin ilâhınızdır ve de Mûsâ'nın ilâhıdır. Ama Mûsâ onu terk ediverdi” dediler. –89 Peki, onlar görmüyorlar mıydı ki, altın kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu!– 90 Ve andolsun ki Hârûn daha önce onlara: “Ey toplumum! Şüphesiz siz bununla imtihana çekildiniz/dinden çıkıp kendinizi ateşe attınız. Ve şüphesiz sizin Rabbiniz Rahmân'dır [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tır]. Gelin bana uyun ve emrime uyun” demişti. 91 Hârûn'un toplumu: “Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz” dediler. 5
  • 6. 92,93 Mûsâ: “Ey Hârûn! Bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni benim yolumu takip etmekten engelleyen ne oldu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?” dedi. 94 Hârûn: “Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Şüphesiz ben senin ‘İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın ve benim sözüme bakmadın’ demenden korktum” dedi. 95 Sonra da Mûsâ: “Ey Samirî! Senin bu yaptığın nedir?” dedi. 96 Samirî: “Ben onların anlamadıkları bir şeyi anladım da elçinin eserinden bir avuç almıştım, sonra da onu fırlatıp attım. Ve bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi” dedi. 97,98 Mûsâ: “Haydi git. Artık senin için hayat boyunca ‘Benimle temas yok’ diye söylemen var. Hem senin için asla karşı çıkamayacağın bir buluşma günü daha var. Bir de kulluk edip durduğun ilâhına bak” dedi. –Elbette Biz onu yakacağız, sonra da kesinlikle onu bol suda kökünden yıkacağız. Sizin ilâhınız, ancak Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. Şüphesiz ki O bilgi yönünden her şeyi kuşatmıştır.– *** 99 Biz, sana geçmiş olan şeylerin önemli haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir Öğüt/hatırlatma [Kur’ân] verdik. 101-102 Kim Bizim verdiğimiz Öğüt'ten [Kitap'tan/Kur’ân'dan] yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyâmet günü; Sûr'a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyâmet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacağız. 103 Aralarında fısıldaşacaklar: “Siz dünyada sadece ‘on gün’ kaldınız.” –104 Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.– Yolca en üstün olan “Siz ancak bir gün kaldınız” diyecektir. 74 Gerçek şu ki, her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ölmez ve dirilmez. 75,76 Ve kim Rabbine bir mü’min olarak düzeltmeye yönelik işler yapmış olduğu hâlde varırsa, işte onlar; en yüksek dereceler, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olacak olanlardır. Onlar, orada sonsuz olarak kalacaklardır. Ve işte bu, arınan kimselerin karşılığıdır. 80 Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve dağın sağ yanında size söz verdik/dağın sağ yanını size buluşma yeri olarak belirledik. Üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –81 Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, kesinlikle o iner [düşer, mahvolur]. 82 Ve şüphe yok ki Ben, tevbe eden, iman edip sâlihi işleyen, sonra da kılavuzlandığı doğru yolu bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.– 105-107 Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” 108 O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın. 109 O gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç, yardım-destek, yarar sağlamaz. 110 Allah, yardım görmeyenlerin önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir. Onlar ise O'nu bilgice kuşatamazlar. 6
  • 7. 111 Ve kişiler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah için baş eğmiştir. Bir şirke bulaşarak yanlış; kendi zararlarına iş taşıyan kimseler gerçekten zarara uğramıştır. 112 Ve her kim iman eden biri olarak düzeltmeye yönelik işlerden yaparsa, artık o, bir haksızlıktan ve hakkının yenileceğinden korkmaz. 113 Ve işte böylece Biz Allah'ın koruması altına girsinler yahut onlara yeni bir öğüt oluştursun diye onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Onda tehditlerden tekrar tekrar açıklama yaptık. 114 İşte hak olan, biricik hükümdar olan Allah ne yücedir! Onun vahyi sana tamamlanmadan evvel, okumayı/öğretmeyi acele etme ve “Rabbim, bana bilgiyi artır!” de. 115 Ve andolsun Biz, bundan önce Âdem'den söz aldık da o aklından çıkardı, yapmadı ve Biz, onda bir kararlılık bulmadık. 116 Ve Biz bir zaman doğa güçlerine, “Âdem için boyun eğip teslimiyet gösterin!” dedik de İblis/düşünce yetisi hariç hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdiler, o dayattı. 117-119 Sonra da Biz, “Ey Âdem! Şüphesiz İblis sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun, kesinlikle senin acıkmaman ve çıplak kalmaman cennettedir. Ve sen orada susamazsın ve güneşin sıcağında kalmazsın” dedik. 120 Sonunda şeytan ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana sonsuzluğun ağacı ve eskimez/çökmez mülk/saltanat için rehberlik edeyim mi?” 121 Bunun üzerine ikisi de mal-mülk, altın tutkunu oldular. Hemen çirkinlikleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve kendi zararlarına, cennet yaprağından örtüp istifçiliğe başladılar. Âdem, Rabbine asi oldu da şaşırdı/azdı. 122 Sonra Rabbi, onu seçti de tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi. 123 Allah, o ikisine: “Birbirinize düşman olmak üzere hepiniz oradan alçalın. Artık Benden size bir kılavuz geldiği zaman, kim Benim kılavuzuma uyarsa, işte o, sapıklığa düşmez ve mutsuz olmaz” dedi. 124-126 Kim Benim anılmamdan/ Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/ yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?” Allah der ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.” 127 Ve işte Biz, sınırları aşanları ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Ve âhiretin azabı kesinlikle daha şiddetli ve daha süreklidir. 128 Meskenlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz bunca nesiller, onlar için kılavuz olmadı mı? Şüphesiz ki bunda akıl sahibi olanlar için nice deliller vardır. 129 Ve eğer Rabbinden bir Söz ve adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, kesinlikle kaçınılmaz olurdu. 130 Artık onların söylediklerine sabret, hoşnutluğa erebilmen için güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin övgüsü ile birlikte Allah'ı tanıt/noksanlıklardan uzak olduğunu öğret! Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da Allah'ı tanıt/noksanlıklardan uzak olduğunu öğret! 7
  • 8. 131 Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir. 132 Ve ehline salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz. Akıbet, “Allah'ın koruması altında olma” içindir. 133,134 Ve inkâr edenler: “Elçiliğini iddia eden bu kişi, Rabbinden bize bir alâmet/gösterge getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile değişime/yıkıma uğratsaydık, kesinlikle “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin âyetlerine uysaydık!” diyeceklerdi. 135 De ki: “Herkes beklemektedir. Siz de bekleyiniz. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin kılavuzlandığı doğru yolu bulduğunu yakında; Vakıa 1-7 olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman 135 bileceksiniz. AYETLERİN TAHLİLİ 1. Ayet: ‫ط‬Ta (9), ‫ه‬Ha (5), Sûrenin birinci Âyeti, daha evvel "Kesik Harfler" olarak ifade ettiğimiz bu iki harften oluşmuştur. Tek başlarına herhangi bir anlamları bulunmayan bu harfler, Kur'ân'ın indiği ve Araplar arasında henüz rakamların kullanılmayıp sayıların harflerle ifade edildiği dönemde 9 [dokuz] ve 5 [beş] sayılarını temsil etmekteydi. Kesik harflerle başlayan önceki sûrelerde de açıkladığımız gibi, biz bu harflerin ya Kur'ân'ın maddî yapısı bakımından önemli birer unsûr ya da uyarı niteliği taşıyan ifadeler olduklarını düşünüyoruz. Bu harfler, tam olarak ne anlama geldiklerini ortaya koyacak Kur'ân erlerini beklemektedir. 8
  • 9. ‫ط‬ - tâ ve ‫ه‬ - hâ harfleri ile ilgili olarak geçmişte birçok açıklamalar yapılmış ve denmiştir ki: • Bunlar Allah'ın güzel isimlerinden birer isimdir. • Peygamberin adıdır. • Tâ harfi cennetteki "Tuba ağacı'nı", hâ harfi de ‫هاوية‬ - hâviye'yi [cehennemi] temsil eder. • "Ey insan!" demektir • ‫وطا‬ - vetâ filinin emir kipidir ve "bas oraya" anlamına gelir.3 Ancak bu görüşler arasında üzerinde durulmaya değer tek açıklama Tâ-Hâ ifadesinin "Ey insan" demek olduğu şeklindeki görüştür. Çünkü klâsik kaynaklarda Habeş Uk kabilesi ve Süryani dillerinde Tâ-Hâ ifadesinin "ey insan" anlamına geldiği yolunda dil araştırmacılarının yaptığı bazı tespitler yer almaktadır. Ancak Kur'ân'da yabancı dillerden gelen ve Arapçalaşmış yüzlerce sözcük bulunmasına rağmen Tâ-Hâ ifadesinin bu anlamı taşıması mümkün değildir. Zira yapılan tespitler, Kur'ân indiği dönemde bu sözcüğün henüz Arapçalaşmamış olduğu yönündedir. Kur'ân'ın da "Arapça indirildiği" bildirildiğine göre, Kur'ân'ın içinde Arapçalaşmamış bir sözcüğün bulunduğu söz konusu edilemez. Dolayısıyla, Tâ-Hâ ifadesi ile ilgili olarak bugüne kadar yapılmış olan açıklamalar, itibar edilmeyecek, gerçeklerden uzak yakıştırmalardır. 2-4 Biz, Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir indirilişle indirdik. Görüldüğü gibi, bu Âyetler Meryem Sûresi'nin sonlarında yer alan İşte şüphesiz Biz onu, [Kur'ân'ı] kendisiyle takvâ sahiplerini müjdeleyesin, inat eden kavmi de uyarasın diye senin lisanın üzere kolaylaştırdık ifadesinin devamı mahiyetindedir. Burada peygamberimize Kur'ân'ın kendisine bir sıkıntı vermek, onu mutsuz etmek için indirilmediği bildirilmekte ve kendisinden tebliğ ve tebyin görevini yaparken başarısız olduğu hissine kapılarak sıkılıp üzülmemesi veya yalanlayıcıların âkıbetlerine üzülerek sıkıntı duymaması istenmektedir. Bu Âyetlerden ayrıca Kur'ân'ın kimseye sıkıntı vermek üzere inmediği, dolayısıyla peygamberimizin de onu kimseyi üzmeden, kimseyi sıkmadan, yumuşak sözlerle, tatlı dille, güzel yöntemlerle tebliğ ve tebyin etmesi gerektiği anlamı da çıkmaktadır. Bu Âyetlerin inişiyle ilgili olarak esbâb-ı Nüzûl'de şöyle bir olay nakledilmektedir: Âlimler, bu âyetin sebe-i nüzûlü ile ilgili bir kaç vecih zikretmişlerdir: 3 (Kurtubi, el-Câmiu liahkami'l Kur'ân; Râzi, Mefatihu'l-Gayb; Zemahşeri, Keşşâf) 9
  • 10. 1- Mukâtil şöyle demiştir: Ebû Cehil, Velİd b. Muğire, Mut'im b. Âdiyy ve Nadr b. el- Haris, Hz. 1- 1- Peygamber (s.a)'e: "Şüphesiz ki sen, atalarının dinini terk ettiğin için bir meşakkat ve sıkıntı içindesin" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), "Aksine ben, âlemlere rahmet olmak üzere gönderildim" dedi. Onlar da: "Hayır, aksine sen zahmet çekiyor, zahmet veriyorsun" deyince, Cenâb-ı Hak, onları reddetmek ve Hz. Muhammed (s.a)'e de İslâm'ın sırf barış ve esenlik olduğunu; bu Kur'ân'ın bütün kazançları elde etmeye götüren bir selamet ve bütün mutlulukları elde etmeye bir sebep olduğunu; kâfirlerin içinde bulunduğu durumun ise pür bedbahtlık olduğunu bildirmek üzere bu Âyeti indirdi. 2- Hz. Peygamber (s.a), ayakları şişinceye kadar gece namazı kılmıştı. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s) ona, "(Biraz da) nefsine (zaman) bırak. Çünkü onun da senin üzerinde bir hakkı var" dedi. Buna göre Âyetin manası, "Biz, Kur'ân'ı sana, hep ibadet ede ede nefsini helâk etmen ve ona büyük bir meşakkat vermen için indirmedik. Sen ancak dosdoğru, lekesiz ve hoşgörülü bir din ile gönderildin" şeklinde olur. Yine Hz. Peygamber (s.a)'in gece namazına kalktığı zaman, uyumamak için göğsünü bir ipe bağladığı rivayet edilmiştir. Bazıları ise şöyle demişlerdir: "O, tek bir ayağı üzerinde durup ibadet ederdi." Diğer bazıları ise, "O, bütün gece boyunca uykusuz kalırdı. İşte Cenâb-ı Hak, "Zahmet çekesin diye" ifadesi ile bunu kastetmiştir" demişlerdir. Kâdi, "Bu, uzak bir ihtimaldir. Çünkü Peygamber (s.a) bir şeyi yaptığı zaman, şüphesiz onu Allah'ın emri ile yapar. Hz. Peygamber (s.a) bunu, Allah'ın emriyle yapınca, mutluluk babından bir şey olmuş olur. Dolayısıyla da ona, "Biz bunu sana emretmedik" denilmesi doğru olmaz" demiştir. 3- Bazı alimler de şöyle demişlerdir: "Bu Âyetten muradın, "Kendine eziyet etme ve nefsine, şu kâfirlerin küfrüne üzülerek, azâb etme. Şüphesiz ki Biz, Kur'ân'ı sana, ancak onunla öğüt veresin [uyarasın] diye indirdik. Binaenaleyh kim iman eder ve kendisini düzeltirse, kendisi içindir. Kim de inkâr ederse, onun inkârı seni hüzünlendirmesin. Sana düşen ancak tebliğ etmektir" manası olması muhtemeldir. Bu, "Onlar mümin olmayacaklar diye neredeyse kendine kıyacaksın" Şu'arâ Sûresi'nin 3. Âyetinde ve "Onların sözleri seni hüzünlendirmesin" Yûnus Sûresi'nin 76. Âyetlerinde anlatıldığı gibidir. 4- Âyet, "Şüphesiz ki sen, kavminin küfründen ötürü kınanacak değilsin" manasınadır. Bu, "Onların üzerine Mûsâllat (bir adam) değilsin" Gâşiye Sûresi'nin 22. Âyeti ve "Sen onlar üzerine (görevli) bir vekîl değilsin" En'am Sûresi'nin 107. Âyetlerinde olduğu gibidir. Yani, "Sen onlara tebliğ ettikten sonra, onların küfürlerinden sorumlu değilsin, günahlarından dolayı sorgulanmazsın" demektir. 5- Bu sûre Mekke'de ilk nazil olan sûrelerdendir. Bu dönemde, Hz. Peygamber (s.a) de, düşmanların eziyeti ve hükümranlığı altında idi. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki ona, "Ebediyyen bu durumda kalacağını zannetme. Aksine peygamberliğin galib gelecek, kadr- u kıymetin ortaya çıkacak. Çünkü bu Kur'ân'ı sana, o müşrikler arasında mutsuz kalasın diye indirmedik. Aksine onunla yücelesin ve şereflere nail olasın diye indirdik" demektir.4 Bizim kanaatimize göre bu nakillerin tümü sonradan uydurulmuştur. Dikkat edilirse, 3. Âyette Kur'ân'ın haşyet duyanlara bir öğüt olduğu bildirilmiş ve öğüt ile haşyet arasında bir ilişki kurulmuştur. Hatırlanacağı gibi, Furgân ve Yâ-Sîn Sûrelerinde de peygamberin ancak haşyet duyanları uyaracağı bildirilmişti. Bu, ilim sahibi olmayanların haşyet duyamayacakları, -çünkü haşyet, ilimden kaynaklanan bir saygı ve ürperti duygusudur-, öğüt almayacakları ve uyarı kabul 4 (RAZİ, 2-4. Âyetler ile ilgili açıklamalar) 10
  • 11. etmeyecekleri anlamına gelmektedir. Peygamberimiz ise tebliğde bulunduğu her kişinin öğüt almasını, imana gelmesini ummakta, umduğu gibi olmayınca da üzülüp kahrolmakta, sıkıntı çekmektedir. Rabbimizin Kur'ân'ı sıkıntı versin diye indirmediğini vurgulayan sözleri, peygamberimize bir teselli olmakta, içine düştüğü psikolojik sıkıntıyı gidererek onu rahatlatmaktadır. Nitekim bu mealdeki rahatlatıcı uyarılar peygamberimize sık sık yapılmıştır: 3 Onlar; Hıcr 91 Kur’ân'ı sihir, şiir, esatir (mitolojik söylentiler), uydurulmuş söz gibi birtakım parçalar, kötü sözler kabul eden kimseler, 3 iman edenler olmuyorlar diye sen kendini yıkıma uğratacaksın! (Şu'arâ/ 3) 76 O hâlde onların sözü seni üzmesin. Şüphesiz ki Biz, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını da biliyoruz. (Yâ-Sîn/ 76) 21,22 Haydi, öğüt ver/ hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin. (Ğaşiye/ 21, 22) 6 Sonra da sen onlar bu Kur’ân'a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin! (Kehf/ 6) 106,107 Sen Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bir bekçi yapmadık, sen onlar üzerine işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri de değilsin! (En'âm/ 106, 107) 4. Âyetteki yeryüzünü ve yüce gökleri yaratandan bir indirilişle indirdik ifadesinde, Allah'ın azametine dikkat çeken bir vurgu mevcuttur. Böylece hem peygamberimizin arkasındaki güç ortaya konmuş olmakta, hem de verilen bu bilgi ile müşriklerin haşyet duymalarına imkân sağlanmaktadır. 5 Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur. 6 Göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan şeyler yalnızca Rahmân'ındır. 7 Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. 8 Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece O'nundur. Bu Âyetlerde de Rabbimiz, Meryem Sûresi'nin son bölümünde olduğu gibi Rahmân adını ön plâna çıkararak beyanlarda bulunmaktadır. 11
  • 12. ARŞ'A İSTİVÂ: Müteşâbih bir anlatım olan arş'a istivâ ifadesi, lâfzen "arşın üstüne kurulmak", mecazen de "en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak" anlamına gelir. Allah'ın mekândan münezzeh olduğu hem birçok Âyetle bildirilmiş ve hem de aklen sabit olduğuna göre, bu ifadede sözcüklerin "hakikat" manalarının murat edilmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla Allah'ın arşa istivâ etmesi, Allah'ın en büyük makama sahip olduğu ve en büyük gücü elinde bulundurduğu anlamına gelmektedir. Necm Sûresi'nin tahlilinde de ifade ettiğimiz gibi, pek çok Âyette Allah'ın sıfatları "istivâ etti" ifadesine benzeyen Müteşâbih ifadelerle tanıtılmıştır. Meselâ, o günkü Araplar arasında kullanımı yaygın olan "gökte olan, tahtta oturan, tahtını sekiz meleğin çektiği kral" gibi ifadeler, Kur'ân'da hep Allah'ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Allah'ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, eli olması, yüksek-açık ufukta olması, Âdem ve İblis'le bire bir konuşması, görmesi, işitmesi gibi ifadelerin lâfzî anlamlarıyla anlaşılması Kur'ân'ın rûhuna aykırı bir davranıştır. Dolayısıyla buradaki istivâ etti ifadesi de mecaz anlamdadır ve aşağıdaki Âyetlerde olduğu gibi "egemenlik kurdu, kontrol altına aldı" demektir: 54 Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki oluşturma ve sistemler kurup yürütme sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne cömerttir! (A'râf/ 54) 29 O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O, semaya egemenlik kurdu; onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir. (Bakara/ 29) ‫إستوى‬ - İstivâ sözcüğü, yukarıdakilerden başka şu Âyetlerde de aynı anlamda kullanılmıştır: Necm Sûresi'nin 6; Yûnus Sûresi'nin 3; Ra'd Sûresi'nin 2; Furgân Sûresi'nin 59; Secde Sûresi'nin 4. Âyetleri. 6. Âyet, her nerede olursa olsun Yüce Allah'ın her şeyi bildiğini ve dikkate aldığını anlatmaktadır. Bu husus başka Âyetlerde de dile getirilmiştir: 16 Ey oğulcuğum! Şüphesiz ortak koşmak; işlenen kötülük bir hardal tanesi ağırlığında olup da bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde olsa, Allah onu getirecektir. Şüphesiz Allah, en latif, hakkıyla haberdar olandır. (Lokmân/ 16) 6 De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.” (Furgân/ 6) 12
  • 13. 7. Âyeti oluşturan Sen sesini yükseltirsen; O [Rahmân] şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir ifadesi, peygamberimize şu mesajı vermektedir: "Senin ve arkadaşlarının çektiği işkenceler ve düşmanlarınızın sizi yenmek için yaptığı oyunlar nedeniyle Allah'a sesli olarak şikâyet etmeniz gerekmez. Çünkü Allah her şeyden haberdardır ve O sizin kalplerinizden geçirdiğiniz şikâyetleri bile duyar." GİZLİNİN GİZLİSİ: Deyim, gelecekte yapılması plânlanan ve herkesten gizli olan sırları veya plânlı olmasa da insanın içinden geçirdiği ve zihninin bir köşesine attığı düşünceleri yahut da çeşitli sebeplerle farkında olunmadan bilinçaltına itilmiş etkilenmeleri ifade etmektedir. Yani Allah, fiiliyata geçmediği için sorumlu tutmasa da, insanların her türlü tasarımlarını ve kendilerine bile itiraf etmedikleri gizli eğilimlerini hep bilmektedir. EN GÜZEL İSİM ve SIFATLAR (ESMÂÜ'L-HÜSNÂ) ALLAH'INDIR: Genellikle birer anlam ifade eden isimlerin "güzel" veya "çok güzel" olarak nitelenmesi, anlamlarının "güzel" veya "çok güzel" olmasına bağlıdır. Rabbimiz kendisini, kimliğini ve sıfatlarını Kur'ân'da birçok güzel isimle anmıştır. Bunların bir kısmı sadece O'nun zatına ait olan, bir kısmı da O'nun yarattıkları ile ilişkisini yansıtan isimlerdir. Bu isimlerin tümü de anlam ve nitelik itibariyle O'na yakışan isimlerdir. Allah'ı kullarına tanıtan bu isimler, varlık âlemindeki "en güzel" isimlerdir. Esmâü'l-Hüsn'a = en güzel isimler ifadesi, konumuz olan Âyet grubundaki 8. Âyet de dâhil olmak üzere Kur'ân'da dört yerde geçmektedir. Diğerleri A'râf Sûresi'nin 180; İsrâ Sûresi'nin 110 ve Haşr Sûresi'nin 24. Âyetleridir. Bu ifadenin yer aldığı cümleler yapı itibariyle Kasr ifade etmektedir. Yani esmâü'l- hüsn'a deyimi cümlelere hep "en güzel isimler sadece Allah içindir" vurgusu kazandırmaktadır. Bu, kullara ait olan isimlerin "en güzel" nitelemesi ile nitelenemeyeceği anlamına gelmektedir. Şu hâlde insanlar için ancak "güzel isimler" söz konusu olabilir. Meselâ, bir insan "bilen" olabilir ama "en iyi bilen" sadece Allah'tır. Bu nedenle, Allah'a ait tüm isim ve sıfatlar, "en iyi bilen", "her şeyi bilen" şeklinde mübalâğa kalıplarıyla ifade edilmiştir. Esmâü'l-hüsn'a ile ilgili geniş bilgi, A'râf Sûresinin 180. Âyetinin tahlilinde verilmiştir. 9 Mûsâ ile ilgili bilgiler kesinlikle sana ulaştı. Bu Âyetten itibaren Mûsâ Peygamber ile ilgili kıssa başlamaktadır. Diğer sûrelerde detaylıca açıklanmış olan Mûsâ olgusu Tâ-Hâ/9-99'da kısa değinilerle özet hâlinde verilmiştir. Bu pasaj, hemen bir çırpıda oluvermiş gibi algılamamalıdır. 9–36. Âyetlerde Mûsâ'nın peygamberlikle görevlendirilişi, 37– 40. Âyetlerde Mûsâ peygamberin peygamber olmadan önceki hayatına dair yapılan hatırlatma, 41–98. Âyetlerde de Mûsâ peygamberin Firavun ve 13
  • 14. İsrâîloğulları ile yaşadığı olaylar nakledilmektedir. Burada nakledilen olaylar kronolojik değildir. Bu pasajın, resmi mushafta, tertip heyeti tarafından düzgün tertip edilmediği kanaatiyle ayet sıralarını farklı olarak tertip etmiş bulunuyoruz. Daha önceki Sûrelerde kısaca değinilen Mûsâ peygamberin hayat hikâyesine daha ayrıntılı olarak ilk kez bu Sûrede yer verilmiştir. Doğumu ile peygamber olması arasındaki hayat hikâyesi ise Kasas Sûresinde yer almaktadır. Bu Sûrede geçen olaylarda, Allah'ın Mûsâ peygambere mesaj gönderirken uyguladığı yöntem ile Mûsâ peygamberin yaşadığı gelişmeler karşısındaki tutumu sergilenmektedir. Dolayısıyla bu kıssadan öncelikle hisse almış olan ilk muhatap peygamberimiz, sonra da onun görevini devam ettiren ve ettirecek olan mücahitlerdir. Ulaştı mı sana Mûsâ'nın haberi? şeklindeki soru, cevap almak üzere değil, dikkat çekmek için sorulmuş bir sorudur. Ve bu cümle, “Sana Musa’nın haberi kesinlikle geldi” demektir. 10 Hani o bir ateş görmüştü de ehline [ailesine, yakınlarına]: “Kesinlikle ben bir ateş gördüm. Ondan size bir kor parçası getirmem yahut ateş üzerinde bir kılavuz bulmam için siz bekleyin!” demişti. Âyette geçen ehil [aile ve yakınlar] ifadesinden anlaşıldığına göre Mûsâ peygamber bu seyahatte yalnız değildir. Daha sonra -Kasas Sûresinden- öğrenileceği üzere, bu olay Mûsâ ve ehlinin Medyen'den Mısır'a dönmesi sırasında gerçekleşmiştir. Olay esnasında ateşin görülebilmesi vaktin gece olduğunu, kora ihtiyaç duyulması havanın soğuk olduğunu, ateşin yanında bir kılavuz bulma ümidi de Mûsâ peygamber ve ehlinin yollarını kaybettiğini göstermektedir. 11 Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Mûsâ! 12 Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. 13 Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14 Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. 15 Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. 16 O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” 14 uyarısına kulak ver. Not: Diğer sûrelerde ayrıntılı olarak açıklanmış olan Mûsâ olgusu, Tâ-Hâ/9-99'da (120. necm), kısa değinilerle özet hâlinde verilmiştir. Bu sûredeki anlatımın hemen bir çırpıda oluverdiği zannedilmemelidir. Burada nakledilen olaylar, bir kronoloji de takip etmez. 14
  • 15. Tahlile başlamadan evvel, kıssanın bu bölümünün diğer sûrelerdeki anlatımlarına da bakmakta yarar vardır: 7 Hani Mûsâ, yakınlarına: “Şüphesiz ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber getireceğim yahut ısınmanız için bir kor ateş getireceğim” demişti. 8-12 Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: “Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi bolluklu kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden arınıktır! “Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah'ım! “Ve birikimini ortaya koy!” –Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görüverince, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. -Ey Mûsâ korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda elçiler korkmaz. Ancak, kim yanlış; kendi zararlarına iş yapar, sonra kötülüğün ardında iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.– “Ve koynundaki gücünü devreye sok, dokuz âyet [alâmet/gösterge] içinde Firavun'a ve onun toplumuna hiç kusursuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir toplum olmuşlardır.” 13 Sonra da âyetlerimiz/alâmetlerimiz/göstergelerimiz onlara parlak bir şekilde gelince, “Bu apaçık bir göz boyama, insan kandırmadır” dediler. 14 Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!– (Neml/ 7–14) 29 Artık Mûsâ süreyi doldurup ailesiyle/yakınlarıyla yola çıkınca, dağ tarafından bir ateş hissetti. Ailesine, “Benim size bir haber getirmem için siz bekleyin; ben bir ateş hissettim. Yahut ısınırsınız diye o ateşten bir parça getiririm” dedi. 30-32 Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır.” (Kasas/ 29–32) 15 Mûsâ'nın haberi sana geldi mi? 16,17 Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde/iki kez temizlenmiş vadide seslenmişti: “ Firavun'a git! Şüphesiz o azdı.” (Nâziât/ 15–17) 11–16. Âyetler, Mûsâ peygambere yapılan ilk hitabı, ilk vahyi ve sonraki aldığı vahiylerinin tümünün özetini bildirmektedir. Mûsâ peygambere olan bu ilk vahyinde Yüce Allah kendisini Mûsâ peygamberin ve âlemlerin Rabbi olarak tanıtmakta, kendisinden başka ilâh olmadığını, vaktini açığa vurmamakla birlikte kıyâmetin mutlaka geleceğini bildirmektedir. Ayrıca Mûsâ peygamberin tertemiz bir vadîde [yolda, doğrultuda] olduğunu ve onu Elçi seçtiğini açıklamakta, ona bazı emirler vermektedir: 15
  • 16. • Nalınlarını çıkar. • Vahye dileceklere kulak ver. • Allah'a kul ol. • Allah'ı anmak için salâtı ikame et. • Hevasına uyan kimse iman etmene engel olmasın diye dikkat et. NALINLARI ÇIKARMAK: 12. Âyette geçen nalınlarını çıkar emrinin ne anlama geldiği hakkında aşağıdakilere benzer birçok yorum yapılmıştır: • Mûsâ peygamberin pabuçları ölmüş eşek derisinden imiş de böyle bir pabuçla mukaddes vâdiye girilmezmiş. • Mûsâ peygamberin iki ayağı da vâdiye iyi tutunsun diye Allah ona pabuçlarını çıkarmasını emretmiş. • Allah, Mûsâ peygamberin üzerinde bulunduğu vâdiye saygı için ondan -bu zamanda camilere girerken ayakkabı çıkarıldığı gibi- pabuçlarını çıkarmasını istemiş.5 Biz bu konuda farklı bir kanaate sahibiz. Şöyle ki: Mûsâ peygambere verilen nalınlarını çıkar emri, Türkçede kullandığımız "kolları sıva, paçaları sıva, yola koyul" şeklindeki tabirlerimize benzemektedir. Mûsâ peygamberden artık kendisini tamamen peygamberlik görevine adaması; görevini yaparken ehlinin, malının, mülkünün, kısaca hiçbir şeyin kendisine ayak bağı olmamasını sağlaması istenmektedir. Bu emre göre Mûsâ peygamber bütün benliğiyle elçilik görevine koşacak, görevini yapmak için gerekirse eşinden, çocuklarından ayrılacaktır. Tasavvufçuların "nalınları çıkarmak" tabirini "hanımı boşamak" anlamında yorumlamalarının kaynağı da, Mûsâ peygambere verilen ve eşinden ayrılmayı da kapsayan bu emir olsa gerektir. Bu emir, askerlik çağı gelen gençlerin malını, eşini, işini, çocuklarını bırakıp vatan bekçiliğine gitmelerine benzemektedir. Aynı durumu Saffat suresinde İbrahim peygamber ile ilgili olarak göreceğiz. O da ölü toprağı serpilmiş beldede de karısını çocuğunu mağdur olmaları pahasına bırakıp Allah’a hizmete koşmuştur. Bu emir sonrasında Mûsâ peygamberle ehli arasındaki ilişkiler ve mal varlığındaki gelişmeler Kur'ân'da yer almamıştır. Ancak Tevrât'a göre Mûsâ peygamber ehlini ve mal varlığını orada bırakmış, ehli ile daha sonra Mısır'da buluşmuştur: Mûsâ kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına döneyim" dedi, "Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?" Yitro, "Esenlikle git" diye karşılık verdi.6 5 (Kutubi; el-Câmiu li Ahkami'l-Kur'ân) 6 Çıkış; 4/18:18- 16
  • 17. Mûsâ peygamberin kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro, Tanrı'nın Mûsâ peygamberin ve halkı İsrâil için yaptığı her şeyi, RABB'in İsrâilliler'i Mısır'dan nasıl çıkardığını duydu. Mûsâ peygamberin kendisine göndermiş olduğu karısı Sippora'yı ve iki oğlunu yanına aldı. Mûsâ,peygamber "Garibim bu yabancı diyarda" diyerek oğullarından birine Gerşom adını vermişti. Sonra, "Babamın Tanrısı bana yardım etti, beni Firavun'un kılıcından esirgedi" diyerek öbürüne de Eliezer adını koymuştu. Yitro Mûsâ peygamberin karısı ve oğullarıyla birlikte Tanrı Dağı'na, Mûsâ peygamberin konakladığı çöle geldi. Mûsâ'ya şu haberi gönderdi: "Ben, kayınbaban Yitro, karın ve iki oğlunla birlikte sana geliyoruz." Mûsâ peygamber kayınbabasını karşılamaya çıktı, önünde eğilip onu öptü. Birbirinin hatırını sorup çadıra girdiler. Mûsâ peygamber İsrâilliler uğruna RABB'in Firavun'la Mısırlılara bütün yaptıklarını, yolda çektikleri sıkıntıları, RABB'in kendilerini nasıl kurtardığını kayınbabasına bir bir anlattı.7 15. Âyette geçen onu (kıyâmeti) neredeyse gizleyeceğim ki herkes emeğinin karşılığını alsın ifadesi, kıyâmetin kopmasının ve âhiret hayatının başlamasının bu dünya hayatındaki imtihanın gereği olduğuna işaret etmektedir. Çünkü her insan bu dünyada yaptıklarının karşılığını tam olarak ancak âhirette alabilecek, orada tam bir adaletle karşılaşacaktır: 7,8 Artık her kim, zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir. (Zilzâl/ 7–8) 13-16 O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!– (Tûr/ 13- 16) 63,73 İnsanlar sana kıyâmetin kopuş vaktinden soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi, Allah'ın; münâfık erkekleri, münâfık kadınları, ortak koşan erkekleri, ortak koşan kadınları azap etmesi; ve Allah'ın, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tevbelerini kabul etmesi için ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin belki kıyâmetin kopuş vakti yakında olur. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Ahzab/ 63, 73) Kıyâmetin kopma belirtilerinin açıkça gösterilmemesi, aslında insanların inançlarındaki samimiyeti ortaya çıkarmaktadır. Çünkü samimî bir şekilde âhirete inanan kimse, kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmese de her an takvâ üzerinde yaşamaya devam edecek, âhirete inanmayan kimsenin devam edeceği şey ise kıyamet belirtilerini açıkça görmediğinden hayatını fıskla, fücurla sürdürecektir. 16. Âyetin muhatabı aslında tek tek mükelleflerdir. Akıl sahibi herkese zımnen şöyle denmektedir: "Kıyâmeti yalanlayan, dünyada kendilerine lezzet veren şeylere yönelen, Mevlâ'sına isyan eden, arzularına uyan kimsenin peşinden 7 Çıkış; 18/1–8: 17
  • 18. gitmeyin. Kim onlara bu tavırlarında muvafakat ederse, mutlaka kaybeder, helâk olur. Malı mülkü kendisine fayda vermez." 8-11 Kim de cimrilik ederse ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görürse ve en güzeli yalanlarsa, Biz ona en zor olan için kolaylık vereceğiz. Aşağı yuvarlanıp değişime, yıkıma uğradığında/öldüğünde malı onu kurtaramayacaktır. (Leyl/ 8–11) ‫-طوى‬ TÛVÂ: Bu sözcüğün geçtiği cümle genellikle Şüphesiz sen temizlenmiş vadîdesin; Tûvâ'dasın şeklinde çevrilerek Tûvâ sözcüğü özel bir vadînin adı olarak açıklanmıştır. Ancak Zebidi, en önemli Arap kaynakları arasında yer alan Tacü'l- Arus adlı eserinde böyle bir vadîden hiç bahsetmemiştir. Aynı konu üzerinde emek harcayanlardan biri olan Zemahşeri ise tûvâ sözcüğünün anlamının iki kere demek olduğundan yola çıkarak cümleye "sen iki kere temizlenmiş bir vadîdesin" anlamını vermiştir.8 ‫الوادى‬ - VÂDİ: Vâdi "dağların, tepelerin arasındaki her yarık, çukur yer" demektir.9 Türkçedeki koyak sözcüğü de yukarıdaki "vadî" anlamının yanı sıra, "akarsuların karalarda oluşturduğu, bir yöne doğru meyilli, uzunlamasına çukur" demektir. Âyette geçen vâdi sözcüğünü yukarıdaki gerçek anlamlarında kabul etmek mümkün değildir. Zira aynı olayı anlatan başka Âyetlerde bir dağdan bahsedilmekte ve Mûsâ peygamberin uzaktan oradaki ateşi gördüğü bildirilmektedir. Eğer Âyette geçen vâdi sözlüklerdeki anlamına uygun olarak çukur bir yer olsa idi, ne Mûsâ peygamber oradaki ateşi görebilir, ne de Rabbimiz orada bir dağın varlığından söz ederdi. Dolayısıyla burada vâdi sözcüğü ile mecazî olarak "yol" kastedilmiştir. Bu "yol", iki kere temizlenmiş peygamberlik yoludur. Mûsâ peygambere "Artık sen peygamberlik yolundasın. Kolları sıva, artık çoluk- çocuk, mal-mülk düşünme, vahye kulak ver, yeni işine başla!" denilmiştir. 17 Ve sağ elindeki nedir ey Mûsâ? 18 Mûsâ: “O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var” dedi. 19 Allah: “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! 24 Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi. *** 20 O da onu hemen bıraktı/ yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! Artık sağ elindeki; kendisine vahyedilen Kitap, koşan bir candır; sosyal hayatın kaynağıdır. 8 (Zemahşeri, el-Keşşaf; c:2, s:531) 9 (Tacü'l-Arus; c: 20, s: 283) 18
  • 19. 25 Mûsâ: “Rabbim! 33 Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34 ve Seni çok çok anmamız için 25 göğsümü aç, 26 işimi bana kolaylaştır. 27 Dilimden de düğümü çöz 28 ki sözümü iyi anlasınlar. 29 Ve ehlimden; 30 kardeşim Hârûn'u 29 benim için bir vezir kıl, 31 o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32 İşimde o'nu bana ortak et. 35 Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 20 dedi. Not: bu pasaj, Teknik ve anlam bilgisi nedenlerle resmi mushaftan farklı dizilmştir. 17. Âyetteki soru bilgi almak için sorulmuş bir soru değildir. Çünkü Allah onun elinde bir asa tuttuğunu bilmektedir. Soru, Mûsâ peygamberin dikkatini asaya çekerek kendisine verilecek göreve hazırlama amacına yöneliktir. ASANIN DİĞER YARARLARI: Mûsâ peygamberin 18. Âyetteki onda benim için başka yararlar da var şeklindeki ifadesi, asasını Âyette sayılanlar dışında başka işlerde de kullandığını göstermektedir. Meselâ dağda bayırda çobanlık yapan bir kişi yiyecek içecek torbasını asasının ucunda taşır, bitki köklerini topraktan asasıyla çıkartır, su bulmak için toprağı kazarken asasından yararlanır, sürüsünü asasıyla güder, vahşî hayvanlara ve saldırganlara karşı asasını silâh olarak kullanır. Ancak Mûsâ peygamberin bu sözlerinden sonraki gelişmeler göstermektedir ki, artık çoban Mûsâ peygamberin asasının işi bitmiştir, yani asa eski işlevleri için Mûsâ peygambere artık lâzım değildir. Bundan sonraki sağ elinde tutacağı Asa başka bir şeydir, tüm bâtıl olan şeyler o şey ile yok edilecek ve insanların gerçekleri görmesi o şey ile sağlanacaktır. Bazıları Mûsâ peygamberin asasının ona sağladığı faydaları sayıp dökmekle bitirememişler ve asa ile ilgili birçok kerametler nakletmişlerdir. Bunlara inanan zavallılar da kerameti hep asada aramışlar ve kutsiyet izafe ederek onu günümüze kadar taşımışlardır. Nitekim bazı kişiler asayı peygamberlerin sünneti olarak kabul etmekte ve bu çağda bile asa ile dolaşmaktadır. Dikkat edilirse, Mûsâ peygambere de tıpkı peygamberimize Mescid-i Aksa'daki son sidre ağacının yanında yapılan hitap gibi aracısız hitap edilmiştir. Yani her iki peygambere de birbirine benzer şekillerde vahye dilmiş ve ikisine de Şûrâ Sûresi'nin 51. Âyetinde bildirilen Allah'ın beşer ile konuşma şekillerinden perde arkası usulü uygulanmıştır. 6,7 Ve müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan, en yüksek ufukta idi. 8,9 Sonra yaklaştı ve hemen sarktı. İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu. 10 Hemen de kuluna, 14 son kiraz ağacının yanında 15 –ki yanında oturmaya değer konaklama yeri vardır– vahyettiğini vahyetti. 16 O zaman kiraz ağacını kaplayan kaplıyordu. 11 Gönlü, gördüğünü yalanlamadı. 12 Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz?/Onun gördüğü şey hakkında o'nunla mücâdele mi ediyorsunuz? 19
  • 20. 13 Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü. 17 Göz şaşmadı ve azmadı. 18 Andolsun, Rabbinin alâmetlerinin/göstergelerinin en büyüğünü gördü. (Necm/ 10–18) 30-32 Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır.” (Kasas/ 30- 32) 20-23. âyetlerde, Mûsâ'ya verilen iki âyetten bahsedilmektedir. Bunlardan ilki, sağ eline çoban asâsının yerine verilen vahiy/kitap/Tevrât; ikincisi ise gücüne güç katacak olan Hârûn'dur. Aşağıdaki âyetlerde Mûsâ'nın ifade yeteneğinin yeterli olmadığı, meramını iyi anlatması için kardeşi Hârûn'un kendisine yardımcı yapılmasını istediği ve bu isteğinin de verildiği görülecektir. Bu konu, yani asâ ve yed [kusursuz güç] hakkında A‘râf sûresi'nde detay verilmiştir. Burada başka sözcükler üzerinde duracağız. ‫الحية‬ [HAYYE] Hayye sözcüğü de, Mûsâ pasajının doğru anlaşılmasındaki kilit sözcüklerden biridir. Bu nedenle bu sözcük üzerinde durmak istiyoruz: Hayat sözcüğünden gelen hayye sözcüğü, “bir kere yaşam” demektir. Araplar bu sözcüğü birçok şekilde kullanırlar: Uzun ömürlü olmasından dolayı yılana, hayye denir. Gözü keskin olana, “O, hayye'den daha iyi görür” derler. Hain, sinsi olana, “O, hayye'den daha zâlim” derler. Çevresine, toplumuna yararlı olanlara, onları koruyanlara, “O, bölgenin, yeryüzünün hayye'si” denir. Kadın-erkek uzun yaşayana, “O, hayye'nin tekidir” derler. Kişi akıl, zeka ve dehada zirvede olduğu zaman, “O, vâdinin hayye'sidir” denir. Hayye, teşbihen Büyük Ayı yıldız kümesinin ikizleri ile Alkaid [ölü sönük yıldız] arasındaki yıldızlara denir.10 Tahiyye [selâmlama/Allah sana ömür versin] sözcüğü de aynı kökten gelir. Özetlersek, bu sözcüğün anlamı, “hayat ve canlılık”tır. Dolayısıyla hayye sözcüğü, “yılan” demek olmayıp, “varlığın uzun ömürlü oluşu”nu nitelemektedir. Tâ-Hâ sûresi'ndeki ‫سسعى‬‫س‬‫تس‬ ‫سسة‬‫س‬‫[حي‬hayyetun tes‘â/koşup duran tes‘â] ifadesinin, Türkçe'deki tam karşılığı, “yedi canlı” deyimi olup bu da, “defalarca ölüm tehlikesiyle karşılaşmasına rağmen her seferinde sağ kurtulmak” anlamına gelir. Bu sözcük, birçok hastalıktan, bela ve felaketten kurtulan kişiler için kullanıldığı gibi, kedi ve yılan için de kullanılır. Bu âyetteki hayye sözcüğünü anlamak için, Mûsâ'nın sağ elindekinin diğer bir nitelenmesini de dikkate almak gerekir. Allah Neml/10 ve Kasas/31'de, Mûsâ'nın sağ elindekini, Sanki görünmeyen bir varlık gibi hareket ettirir diye nitelemiştir. 10 Lisânu'l-Arab; Tâcu'l-Arûs, “Hayye” mad. 20
  • 21. Yani, Mûsâ'nın sağ elindeki şey, “hareket ettiren görünmez bir varlığa” benzemektedir. Bu hareket sağlayan görünmez varlık ise, insanların ve hayvanların canıdır. Bu ifade, vahyin/ilâhî kitapların “rûh” niteliğidir. Kur’ân'ın bir adının da rûh olduğu gibi, Mûsâ'nın sağ elindekinin [Kitabının] adı da rûh'tur: 15 O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır. (Mü’min/15) 52,53 İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah'a döner. (Şûrâ/52-53) 20. âyetteki hayye sözcüğü, “yılan” olarak anlaşılınca, doğal olarak 21. âyetteki korkmak sözcüğü de “yılandan korkmak” olarak anlaşılmıştır. Hâlbuki buradaki korku, bu sûrenin 45-46. âyetleri ile Şu‘arâ/10-15, Neml/10 ve Kasas/30. âyetlerde konu edilen Mûsâ'nın görevden korkması, kaçmasıdır. 10 Bir vakit de Rabbin, Mûsâ'ya: “Git o yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma; 11 Firavun toplumuna, hâlâ Allah'ın koruması altına girmeyecekler mi?” diye nida etmişti. 12 Mûsâ: “Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. 13 Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Hârûn'a da elçilik ver. 14 Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım” dedi. 15 Allah: “Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. 16,17 Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi. (Şu‘arâ/10-17) 8-12 Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: “Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi bolluklu kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden arınıktır! “Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah'ım! “Ve birikimini ortaya koy!” –Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görüverince, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. -Ey Mûsâ korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda elçiler korkmaz. Ancak, kim yanlış; kendi zararlarına iş yapar, sonra kötülüğün ardında iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.– “Ve koynundaki gücünü devreye sok, dokuz âyet [alâmet/gösterge] içinde Firavun'a ve onun toplumuna hiç kusursuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir toplum olmuşlardır.” (Neml/8-12) 30-32 Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır.” (Kasas/ 30-32) 21
  • 22. 45 Mûsâ ile Hârûn: “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız” dediler. 46 Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47 Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. 48 Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’ deyiniz.” 46 dedi (Tâ-Hâ/45-46) BEMBEYAZ EL???? 22. âyetetteki, tahrücü [çıkacak] filinin öznesi “el” değil, “sen”dir. Bu ifade, fiil kalıbının “ikinci eril tekil şahıs” kalıbı ile, “üçüncü dişil tekil şahıs” kalıplarının aynı kalıp olmasından karıştırılmıştır. Burada kastedilen de kendisine yedek güç olarak verilmiş olan vezir Hârûn'u devreye sokması, o'nun sayesinde ifadeleri kusursuz, lekesiz ve eksiksiz olarak tebliğ etmesidir. Burada 20-23. âyetlerde zikri geçen Mûsâ'ya verilen iki ayet; alamet, gösterge, Furkân sûresi'nde şöyle zikredilmiştir: 35 Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik. 36 Sonra da, “Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!” dedik. Sonunda da onları parçalayıp yok ettik. (Furkân/35-36) 19, 24.O [Allah], “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi. Bu Âyette, elçilik görevi verilen Mûsâ peygambere tuğyan hâlindeki Firavun'a gitmesi bildirilmektedir. Çünkü kibirli Firavun öylesine azmıştır ki, kendini ilâh, [Rabb] çevresindekileri de kulları olarak görmektedir. Bu kıssanın anlatıldığı Şu'arâ Sûresi'nin 10-11. ve b,aşka yerdeki Âyetlerden anlaşıldığı üzere Mûsâ peygamber sadece Firavun'a değil aynı zamanda "zâlimler kavmine, Firavun'un kavmine" de gönderilmiştir. Burada sadece Firavun'un zikredilmesi, onun kendi toplumunun doğru yoldan çıkışına liderlik etmesi, toplumunun da bu yoldan çıkışta ona karşı bir irade gösterememesi sebebiyledir: 38 Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (Kasas/ 38) 21-24 Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. (Nâziât/ 21- 24) 22
  • 23. 36 Allah: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” dedi. 21 Allah: “23 Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden göstermemiz için 21 tut onu, korkma! Biz onu ilk durumuna çevireceğiz. 22 Diğer bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi. Bu Âyet gurubunda, verilen görevi yerine getirebilmek için Mûsâ peygamberin kendisine gerekli gördüğü ve Allah'tan talep ettiği maddî ve manevî unsûrlar yer almaktadır. Bu talepler; • Göğsünün açılması, • İşinin kolaylaştırılması, • Dilindeki düğümün çözülmesi ve • Vezir olarak kendisine Hârûn'un verilmesidir. GÖĞSÜNÜN AÇILMASI: İnşirah Sûresi'nin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, göğsün açılması "ferahlık, rahatlık, metanet ve cesaret sahibi olmak" anlamına gelmektedir. Mûsâ peygamber de, malını mülkünü terk edip ehlinden ayrı olarak yapacağı bu görevin kendisine doğuracağı sıkıntıları, göğüs darlığını tahmin ettiği için Rabbinden bu talepte bulunmuştur. DİLİNDEKİ DÜĞÜMÜN ÇÖZÜLMESİ: Elçilik görevini alan bir kişinin Firavun ve saray adamlarını etkilemek için güzel konuşma yeteneğine sahip olması gerektiğini bilen Mûsâ peygamber, aynı zamanda bu yeteneğin kendisinde olmadığını da biliyordu: 51-53 Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi. (Zühruf/ 51- 53) 33,34 Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” (Kasas/ 33–34) Firavun ve kavmiyle olan konuşmalarına bakıldığında, Mûsâ peygamberin dilindeki bağın çözüldüğü anlaşılmaktadır. Zira söylemlerinin tümü gayet beliğdir. Bu güzellik, yedek güç olarak kendisine vezir verilen kardeşi Harun sayesinde oluşmaktadır. Bu konu A’raf suresinin tahlilinde “Yed-i Beyza” ifadesininin açıklamasında verilmiştir. 23
  • 24. Mûsâ peygamberin dilindeki sorun, Kitab-ı Mukaddeste şöyle geçmektedir: Mûsâ, "Aman, ya Rab!" dedi, "Ben kulun ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk biriyim."11 Fakat Talmut, Mûsâ peygamberin konuşmasındaki yetersizliği çok garip bir şekilde açıklamıştır: Mûsâ, çocuk iken, Firavun'un sakalını tutup onu yoldu. Firavun da, onu öldürmeyi kafasına koyarak, "Elinde mülkümün ve kudretimin zail olacağı kimse budur" dedi. Bunun üzerin Asiye: "O, akıl edemeyen bir çocuktur. Bunun emaresi ise, senin ona hurma ve ateşi yaklaştırmanda" dedi. Sonra da, bu iki şey onun önüne konuldu; o, ateşi aldı ve ağzına koydu...12 Ne yazık ki, bu saçma hikâye birçok klâsik kaynakta sanki gerçekmiş gibi yer almıştır. HÂRÛN'UN VEZİRLİĞİ: Hârûn ile ilgili olarak, Mûsâ peygamberin kardeşi olmasından başka Kur'ân'da herhangi bir ayrıntı verilmemiştir. Kitab-ı mokaddes, Hârûn'un büyük kardeş olduğunu söylemektedir: Firavunla konuştuklarında Mûsâ seksen, Hârûn seksen üç yaşındaydı.13 Mûsâ peygamberin Hârûn'un vezirliğini istemesi, kendisi dağa gittiği sırada Hârûn'un da ehli arasında bulunduğunu düşündürmektedir. Çünkü Hârûn yanında olmasa, kendisi yıllardır Medyen'de bulunduğundan Hârûn'un sağ olduğunu bile bilemeyecek, dolayısıyla da onu vezir olarak isteyemeyecekti. Ayrıca Âyette geçen ehli sözcüğünün, aile efradı yanında kan bağı yakınlıklarını ve sıhrî yakınlıkları da kapsaması, Hârûn'un da orada bulunduğunu desteklemektedir. ‫-الوزير‬ VEZîR: Vezîr sözcüğünün anlamı, türediği sözcüğe göre şu şekillerde açıklanabilir: • Eğer ‫وزر‬ - vizr = yük kökünden türediği kabul edilirse, "yük çeken" anlamına gelir. Zaten vezirler de krallara yardımcı olmak sûretiyle onun yükünü çeken kimselerdir. • Eğer Kıyâmet Sûresi'nin 11. Âyetinde geçen ‫ر‬َ - ‫ز‬َ - ‫و‬َ - - vezer = sığınak sözcüğünden türediği kabul edilirse, "kendisiyle korunulan dağ" anlamına gelir. Zaten vezirler de bir bakıma kendilerine başvurulan, danışılan, sığınılan kimselerdir. Bu Âyet grubundaki olaylar Kasas Sûresinde şöyle anlatılmıştır: 11 Çıkış, 4; 10 12 Talmut 13 Çıkış, 7:7 24
  • 25. 30-32 Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vâdinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Mûsâ! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah'ın ta kendisiyim! Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır.” 33,34 Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” 35 Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.” (Kasas/ 30–35) Otuz altıncı ayetteki “O [Allah] dedi: "Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” ifadesinden, Mûsâ peygamberin taleplerinin Allah tarafından kabul edildiği anlaşılmaktadır. Yani Mûsâ peygamberin göğsü açılacak, işi kolaylaştırılacak, dilindeki bağ çözülecek ve kardeşi Hârûn da veziri olacaktır. Kısacası, görevinde başarılı olması için Mûsâ peygamberin gerekli gördüğü maddî ve manevî imkânların tümü kendisine verilmiştir. 37 Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38 Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39 Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40 hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir ölçü; plan üzerine geldin, ey Mûsâ! 41 Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim. *** 42 Sen ve kardeşin alâmetlerim/ göstergelerim ile gidin ve Beni anmakta gevşeklik etmeyin. 43 Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. 44 Sonra ona öğüt alması ve saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin.” Mûsâ peygambere geçmişine yönelik hatırlatmalarda bulunulan bu Âyetlerdeki özet olaylar, Kasas Sûresinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır: 3 Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz. 4 Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi. 5 Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6 Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim. 25
  • 26. 7 Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız.” 8 Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri hata edenler idiler. 9 Ve Firavun'un karısı: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa’yı diğer israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz- öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın”, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar. 10 Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.– 11 Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi. 12 Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi. 13 Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek çoğu bilmezler.– 14 Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız. 15 Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi. 16 Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!” dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir. 17 Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi. 18 Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi. 19 Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi. 20 Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.” 21 Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” dedi. (Kasas/ 3–21) MÛSÂ'NIN ANNESİNE VAHYEDİLMESİ: Mûsâ peygamberin annesine vahyedilmesi, ona ilham edilmesi, onun içine doğmasının sağlanması anlamındadır. Vahiy sözcüğünün Kur'ân'da hangi anlamlarda kullanıldığı geniş olarak Necm Sûresi'nin tahlilinde açıklanmıştı. Bu sebeple burada sözcüğün 38. Âyetteki ile aynı anlamda kullanıldığı Âyetlerden birkaçını örnek vermekle yetiniyoruz: 68,69 Ve Rabbin bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve yapacakları çardaklarda evler/ yuvalar edinmesini, sonra ‘Meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin kolaylaştırdığı yollara gir’ diye vahyetti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için, kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. (Nahl/ 68) 111 Ve hani havarilere: “Bana ve Elçime inanın” diye vahyetmiştim. Onlar, “İnandık!” ve “Bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza tanık ol” demişlerdi. (Mâide/ 111) 26
  • 27. 12 Böylece Allah, onları iki evrede yedi gök olmak üzere gerçekleştirdi ve her göğün kendi işini içine yükledi. Biz en yakın göğü kandillerle ve korumayla süsledik. İşte bu, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, çok iyi bilenin ayarlamasıdır. (Fussılet/ 12) FİTNELENDİRDİKÇE FİTNELENDİRMEK: 40. Âyette geçen Ve Biz seni fitnelendirdikçe fitnelendirdik ifadesinin anlamı, "Biz seni nice badirelerden geçirdik, seni eğittik, cürufunu temizleyip saf hâle getirdik" demektir. Buradan da Mûsâ peygamberin uzun süre eğitildikten sonra peygamber yapıldığı anlaşılmaktadır. Fitne sözcüğü ile ilgili geniş açıklama için Sâd Sûresi'nde verilmiştir. Kur'ân'da İbrâhîm peygamberin de aynı yollardan geçirildiği bildirilmiştir: 124 Ve hani Rabbi İbrâhîm'i, birtakım kelimeler/ yaralar, sıkıntılar ile sınamış, o da onları tam olarak yerine getirmişti. Rabbi, “Ben, seni insanlara önder yapanım” demişti. İbrâhîm, “Soyumdan da önderler yap!” dedi. Rabbi, “Benim ahdim/ tutulmak üzere verdiğim söz, kendi benliğine haksızlık eden kimselere ulaşmaz!” dedi. (Bakara/ 124) 41. Âyette geçen ‫اصسطناع‬ - istınâ' sözcüğü, ‫سنع‬‫س‬‫ص‬ - sun' mastarından "İftial" kalıbı üzerine olup "bir sanat edinmek ve bir sanayi mamulü yapmak" anlamına gelir. Buna göre, aynı Âyette Rabbimizin Mûsâ peygambere yönelik olarak kullandığı, Seni kendim için yetiştirdim ifadesi iki şekilde açıklanabilir: 1- Rabbimiz, topluma göndereceği elçiyi seçip onu doğumundan itibaren bir sanat eseri veya bir sınaî mamul yaparcasına -özel bir itina ile- yetiştirdiği için ona "Seni kendim için yetiştirdim" demiştir. Bu noktada şu hususu tekrar hatırlatmakta yarar vardır: Yüce Allah'ın toplumlara elçi ve kitap göndermesi, insanlara rahmeti ve hidâyeti kendi üzerine borç yazması sebebiyledir. Tıpkı yarattıklarını rızıklandırması gibi, elçi göndermesi ve kitap indirmesi de rahmeti ve hidâyeti kendi üzerine almasındandır: 12 De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kim içindir?” De ki: “Allah içindir.” Allah, rahmeti Kendi zâtı üzerine yazmıştır. Sizi kesinlikle, kendisinde asla şüphe olmayan kıyâmet gününe toplayacaktır. Kendi kendilerini zarara sokan kimseler, işte onlar iman etmezler. (En'âm/ 12) 54 Ve âyetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: “Selâm olsun size! Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tevbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir” de! (En'âm/ 54) 12 Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece Bizim üzerimizedir. 13 Sonrası da öncesi de sadece Bizimdir. (Leyl/ 12) 27
  • 28. 9 Yolun doğrusu yalnızca Allah'a borçtur. Yolun eğrisi de vardır. Ve eğer Allah dileseydi, sizi topluca doğru yola kılavuzlardı. (Nahl/ 9) 2- Rabbimizin buradaki Seni kendim için yetiştirdim ifadesi, "Ben seni sırf Benim işimi yapasın diye yetiştirdim" anlamına da gelebilir. Buradan da elçi seçilmiş kişinin özel bir işinin olamayacağı, elçilik görevi alanın bütün diğer işleri bırakması gerektiği anlaşılır. Nitekim aynı anlam yukarıdaki hemen nalınlarını çıkar ifadesinde de mevcuttur. 42-44. ayetlerdeki “ Sen ve kardeşin Âyetlerim ile gidin ve Beni anmakta gevşeklik etmeyin. Her ikiniz gidin Firavuna. O gerçekten azdı. Sonra öğüt alması ve haşyet duyması için ona yumuşak söz söyleyin."” İfadeleriyle Mûsâ peygambere ve kardeşi Hârûn'a beraberce Firavun'a gitmeleri, görevlerinde gevşeklik göstermemeleri emredilmekte, bu emri yerine getirirlerken de yumuşak ve tatlı bir dil kullanmaları tembih edilmektedir. YUMUŞAK SÖZ SÖYLEMEK: Rabbimiz, bildirdiği bu tebliğ metoduna uygun olarak Mûsâ peygamberin nasıl konuşması gerektiğini Nâziât Sûresinde örneklendirmiştir: 18,19 Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım da O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!” (Nâziât/ 18, 19) Aslında yumuşak davranma ve güzel söz söyleme, Rabbimizin herkese önerdiği bir davranış tarzıdır: 83 Ve hani Biz, İsrâîloğulları'nın ‘kesin söz’ünü almıştık: “Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana-babaya, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzelliği söyleyiniz, salâtı ikame ediniz [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturunuz-ayakta tutunuz] ve zekâtı/vergiyi veriniz.” Sonra çok azınız müstesnâ olmak üzere yüz çevirdiniz. Ve siz yüz çeviren kimselersiniz. (Bakara/ 83) 159 İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever. (Âl-i İmrân/ 159) 125 Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz Rabbin Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi bilendir. (Nahl/ 125) 28
  • 29. FİRAVUN'UN DA HAŞYET DUYABİLECEĞİ: 44. Âyetin sonundaki öğüt alması ve haşyet duyması için ifadesi, Mûsâ peygamberin hangi düşünce ile Firavun'a yaklaşması gerektiğini bildirmektedir. Bu, "Firavun'un nasihat dinleyeceğini yahut Allah'tan korkacağını umarak yumuşak konuşun" demektir. Bilindiği gibi, kullar ne kadar tuğyan ederse etsin, Allah elçi göndermeden o azgınlara azap etmemektedir. Rabbimiz, bu ilkesinin gereği olarak toplumunu temsilen Firavun'a da elçi göndermiş, hesap günü bir mazeret ileri sürememesi için de ona sanki öğüt alacakmış gibi nezaketle davranılmasını buyurmuştur. 45 Mûsâ ile Hârûn: “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız” dediler. Görüldüğü gibi, görevi alan her iki elçi de başlarına kötü şeylerin gelmesinden, Firavun'un kendilerini işkence veya ölümle cezalandırmasından korkmuşlardır. 46 Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47 Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. 48 Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’ deyiniz.” 46 dedi Dikkat edilirse, bu Âyetlerin içeriği kıssanın A'râf Sûresindeki anlatımında yoktur. 46. Âyette Rabbimiz korkuya kapılan elçilerine hiç korkmamalarını, her şeyi işiten ve gören olarak daima onlarla beraber olacağını bildirmiştir. Bu himaye Kasas Sûresinde de açıklanmıştır: 35 Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.” (Kasas/ 35) Mûsâ peygamberin başlangıçtan buraya kadar olan hikâyesi, Tevrât'ta bir hayli ilginç ayrıntılarla yer almaktadır. Bir karşılaştırma yapılması için bu konunun Kitab’ı Mukaddes’in Çıkış/1, 2, 3, 4. Bablarından okunmasını öneririz. Firavun'a götürülecek mesajı içeren 47–48. Âyetler aynı zamanda tüm insanlığa da genel bir uyarıda bulunmaktadır: "Kılavuza uyanlar esenlik ve mutluluk içinde, kılavuzu yalanlayan, ondan yüz çevirenler ise azap ve sıkıntı içinde olacaklardır." Bu uyarı, ilk elçiden son elçiye kadar tüm peygamberlerin yaptığı bir uyarıdır: 29
  • 30. 14-16 İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, en çok mutsuz olacak olan kişiden başkasının girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi uyardım. (Leyl/ 14–16) 31 Fakat o, ne onayladı, ne destekledi. 32 Fakat o, yalanladı ve geri durdu. 33 Sonra da gerine gerine yakınlarına gitti. 34,35 Yıkım çok yakın sana, hem de çok yakın! Yine, yıkım çok yakın sana, hem de çok yakın! (Kıyâmet/ 31–35) Dikkat edilirse Firavun'a yollanan mesajda kendisinden İsrâîloğullarına azap etmemesi istenmektedir. Firavun'un İsrâîloğullarına yaptığı eziyet Kur'ân'da değişik yerlerde açıklanmıştır: 141 Hani bir zaman Biz, size azabın kötüsünü yapan; oğullarınızı öldüren; oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kızlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinin elinden de sizi kurtarmıştık. Bunda da sizin için Rabbiniz tarafından büyük sınav vardır. (A'râf/ 141) 6,7 Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbinizden size çok büyük yıpranarak bir sınav vermek vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: “Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını (İbrâhîm/ 6, 7) 49 Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.– (Bakara/ 49) Bu eziyetler Kitab-ı Mukaddes’in Çıkış/ 1: 8-22. Cümlelerinde yer almaktadır. 49 Firavun: “Öyleyse sizin Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?” dedi. 50 Mûsâ: “Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliklerini veren, sonra yol gösterendir” dedi. 51 Firavun: “Öyleyse ilk asırların durumu nedir?” dedi. 52 Mûsâ: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz/terk etmez. 53 O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir” 52 dedi. –İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54 Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! 55 Biz sizi yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.– Yukarıdaki Âyetlerde görüldüğü gibi Mûsâ peygamber Rabbinin mesajını Firavun'a tebliğ etmiş ve aralarında başlayan diyalogda Firavun ilk olarak Mûsâ peygamberden, biraz da hayretle, onun Rabbi hakkında bilgi istemiştir. 30
  • 31. Firavun'un inancıyla ilgili olarak A'raf Sûresinin 127. Âyetinin tahlilinde geniş açıklama yapılmıştı. Mûsâ peygamber ile Firavun arasındaki konuşmanın bu pasajdaki bölümü Şu'arâ Sûresinde şöyle geçmektedir: 24 Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.” 25 Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi. 26 Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi. 27 Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir” dedi. 28 Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi. (Şu'arâ/ 24–28) 53. Âyetin son kısmından itibaren Mûsâ peygamberle Firavun'un konuşması bitmiş ve Rabbimiz burada tüm insanlığa yönelik bir mesaj vermiştir. Rabbimizin bu mesaj içinde geçen sıfatları Kur'ân'da değişik sûrelerde yer almıştır: 6,7 Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da birer direk yapmadık mı? (Nebe/ 6) 19,20 Ve Allah sizin için yeryüzünü, yeryüzünden geniş geniş yollarda gidesiniz diye bir yaygı kılmıştır.” (Nûh/ 19–20) 10 O Allah ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı. Orada kılavuzlandığınız doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da yaptı. (Zuhruf/ 10) 21,22 Ey insanlar! Allah'ın koruması altına giresiniz diye, sizi ve sizden öncekileri oluşturan, yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yapan, gökten su indirip de onunla sizin için rızık olarak ürünlerden çıkaran Rabbinize kulluk edin. Artık siz de, bile bile Allah'a ortaklar koşmayın. (Bakara/ 21, 22) 164 Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır. (Bakara/ 164) 99 Ve Allah, gökten suyu indirendir. Böylece Biz onunla her şeyin bitkilerini çıkardık. Ondan da birbirine benzeyen ve birbirine benzemeyen birbiri üzerine binmiş taneler; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımları, üzümden bağları, zeytini ve narı çıkarıyoruz. Bunlar meyvelendikleri zaman 31
  • 32. meyvelerine ve olgunlaşmasına bakın! İşte bunlarda kesinlikle inanan bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır. (En'âm/ 99) 30 Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, gökler ve yer bitişik bir hâlde idi de Bizim o ikisini ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan oluşturduğumuzu görmediler mi? Buna rağmen hâlâ inanmıyorlar mı? (Enbiyâ/ 31) Ve Fâtır/ 27, Neml/ 60, Ra'd/ 2- 4. 49. Âyetten anlaşıldığına göre, o esnada iki elçi de orada olmasına rağmen Firavun Mûsâ peygambere hitap etmiştir. Bunu iki ihtimalle açıklamak mümkündür: 1) Firavun, asıl elçinin Mûsâ peygamber olduğunu anlamış ve ona yönelip hitap etmiştir. 2) Firavun, Mûsâ peygamberin dilinin tutuk olduğunu bildiği için, onu aşağılayabilmek amacıyla ona hitap etmiştir. Nitekim bir ara bunu malzeme de yapmıştır: 51-53 Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi. (Zuhruf/ 51- 53 56 Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini gösterdik de o yalanladı ve dayattı. Rabbimizin Firavun'a yönelik bir açıklamasının yer aldığı bu Âyette, Firavun'un tüm göstergeleri görmesine rağmen yalanlayıp dayattığı bildirilmektedir. Firavun'un bu davranışı, bize göre, iktidarını kaybetme korkusundan kaynaklanmaktadır. Ama Firavun, yalanlayıp dayatmasına karşılık bu göstergelere tam bir kanaat getirmiştir: 14 Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!– (Neml/ 14) 57,58 Firavun: “Ey Mûsâ! Sen etkili bilginle bizi topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin bize? O hâlde biz de senin etkili bilgin gibi bir etkili bilgi ile sana 32