SlideShare a Scribd company logo
1 of 39
103 (22). HACC SÛRESİ
MEDENÎ, 78 ÂYET
GİRİŞ
Adını 27. âyetteki ‫[الحج‬el-hacc] sözcüğünden alan sûrenin Medîne'de 103.
sırada indiği kabul edilir. Sûrenin tamamının veya ekserisinin Mekke'de indiği;
tamamının veya ekserisinin Medîne'de indiği, bir kısmının Mekke'de bir kısmının
da Medîne'de indiği yönünde nakiller mevcuttur.1
Sûrenin çoğu âyetlerinin, üslup olarak Mekkî âyetlere benzediği gerçektir. Ama
bunun nedeni, bizce bu âyetlerin Mekke'de inmesi değil, Mekkelileri muhatap
almasıdır.
Bu sûrede; iman, tevhid, Sâ‘at/kıyâmet, öldükten sonra dirilme, haşr, hesap,
ceza konuları işlenmiş, ayrıca mü’minlerin cennette; inkârcıların ise cehennemde
olacağı beyân edilerek özendirme ve uyarılar yapılmıştır.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1,2
Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş
anının sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın
emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını bırakır. Ve sen,
insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok
şiddetlidir.
3,4
İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce tartışıyor ve her azılı
şeytanı izliyor. –Azılı şeytan hakkında: “Şüphesiz kim şeytanı yol gösterici,
gözetici bir yakın yaparsa artık o, kesinlikle şeytanı kendine velîleştireni saptırır ve
onu cehennemin azabına kılavuzlar” diye yazıldı.–
5
Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne
olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra
nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından
oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız.
Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız.
Bununla beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken
yapmadıklarını bir bir hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden
sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de
yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su indirdiğimiz
zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.
6
İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hak olması, şüphesiz sadece O'nun, ölüleri
diriltmesi ve şüphesiz sadece O'nun her şeye en iyi güç yetiren olması
nedeniyledir.
7
Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz
ki Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltecektir.
8
İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan,
1
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân; Suyûtî, el-İtqân.
1
aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar.
9
Onun belini eğip bükmesi/çalım satması, Allah yolundan saptırmak
içindir. Bu dünyada ona bir rüsvalık vardır. Ve Biz, kıyâmet gününde ona
yakıcı cehennemin azabını tattıracağız.
10
İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah'ın, iyi
kulluk edenlere haksızlık eden biri olmayışı sebebiyledir.
11-13
İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde/ kararsız, net
çizgisiz bir şekilde kulluk eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse,
onunla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş olur. Ve
eğer kendisine bir sosyal yangın/ sıkıntı gelirse yüzü üstü dönüverir. O,
dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. O, Allah'ın
astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu,
çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı yararından daha yakın olana
yalvarıyor. Yalvardığı o şey ne kötü yardımcı, koruyucu ve ne kötü yoldaştır.
14
Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları altından
ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar.
15
Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini
sanıyor idiyse, hemen samimiyetle Biz'e yönelsin, bir de Allah'ın astlarından
kendine zarar ve menfaat veremeyecek o şeyler ile ilişkisini kessin. Sonra da
baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi/kafasındaki takıntıyı
giderecek mi?
16
Ve işte Biz, Kur’ân'ı böylece apaçık âyetler hâlinde indirdik. Ve şüphesiz
Allah, dilediği kimselere/dileyen kimselere kılavuzluk eder.
17
Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler/doğal
dindarlar, Hristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah,
kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi
tanıktır.
18
Göklerde ve yeryüzünde olan kimselerin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar,
ağaçlar, kıpırdayan canlılar ve insanların çoğunun Allah'a boyun eğip
teslimiyet gösterdiklerini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Birçoğu da
üzerlerine azap hak olmuş olanlardır. Ve Allah, kimi hor kılarsa artık onun
için bir yücelten yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini işler.
19-22
Şu ikisi; mü’min ile kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden kişi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık
kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler,
kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su
dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için
demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler,
oraya geri çevrilirler ve: “Yakıcı azabı tadın!”
23
Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları,
altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar, orada altından
bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. 24
Ve onlar
sözden, güzel/ hoş olana kılavuzlanmışlardır. Hem de övülmeye layık olan
Allah'ın yoluna kılavuzlanmışlardır.
2
25
Şüphesiz küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden,
Allah'ın yolundan, insanlar –orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit
olmak üzere– için kılınan Mescid-i Haram'dan [dokunulmazlığı olan ilâhiyat
okulundan] alıkoyan kimseler ve orada haksızlıkla yanlış yola sapmak isteyen
kimse; Biz, ona pek acıklı bir azaptan tattırırız.
26-29
Ve hani Biz bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma;
dolaşanlar, orada haksızlığa baş kaldıranlar, Allah'ı birleyenler, boyun eğip
teslimiyet gösterenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım
menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği
hayvanlar üzerinde, belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında
ilâhiyat eğitim-öğretimi verileceğini duyur. Yürüyerek veya yorgun düşmüş
binekler üstünde her derin vadiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip
temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür evde/Ka‘be'de
dolaşsınlar” diye, o evin/Ka‘be'nin yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık. –Siz de
onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.–
30,31
İşte böyle! Ve kim, Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse,
artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka
bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak,
O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının,
yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten
düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey
gibidir.
36
Büyükbaş hayvanları da; Biz, onları sizin için Allah'ın varlığının
işaretlerinden yaptık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının
biri bağlı hâlde keserken/ saf hâlindelerken üzerlerine Allah'ın adını anın.
Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve
isteyene de yedirin. Böylece Biz, onları kendinize verilen nimetlerin karşılığını
ödeyesiniz diye size boyun eğdirdik.
32,33
İşte böyle! Her kim Allah'ın varlığına işaret olan şeylere saygı
gösterirse, –ki şüphesiz bu saygı gösterme, kalplerin Allah'ın koruması altına
girmesindendir– sizin için onlarda belli bir süreye kadar birtakım yararlar
vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik'e/eski eve/özgür
eve/Ka‘be'yedir.
34,35
Ve Biz, her önderli toplum için, Allah'ın kendilerine hayvanların
kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye
bir kulluk biçimi yaptık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız
O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen, kendilerine
isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan
destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve
kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah'a
içtenlikle boyun eğen o kimselere müjdele.
37
Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak, O'na,
sizden “Allah'ın koruması altına girme” ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere
Allah'ı büyükleyesiniz diye, o büyükbaş hayvanları, size işte böyle boyun
eğdirdi [hiç değişmeden, gelişmeden size boyun eğecek özelliklerde yarattı]. Ve
iyilik, güzellik üretenleri müjdele.
3
38
Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve
son derece nankörlerin hiçbirini sevmez.
39-41
Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları;
onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere
yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer
Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak
sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç
arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar,
tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim
kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan
mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek
salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu
aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe
uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile
kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle
yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin
sonucu da sadece Allah'a âittir.
42-44
Ve eğer onlar, seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un
toplumu, Âd, Semûd, İbrâhîm'in toplumu, Lût'un toplumu, Medyen ashâbı
da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da Ben, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını
ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir süre verdim. Sonra da onları
yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış!
45
Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi
zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/ yıkıma uğrattık. Artık
damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla
bomboş kalmış, kireçle/ betonla sağlamlaştırılmış saraylar!
46
Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri
kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz,
fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.
47
Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla
caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan
bin sene gibidir.
48
Ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapıp duran nice
kentler; Ben, kendilerine süre tanıdım, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş,
sadece Bana'dır.
49,50
De ki: “Ey insanlar! Ben, sizin için sadece apaçık/ açıklayan anlatan bir
uyarıcıyım. Artık, iman etmiş olanlar ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar;
bağışlanma ve hatırı sayılır rızık sadece onlar içindir.”
51
Âcizleştirme yarışı yaparak âyetlerimiz hakkında koşan kimseler; işte
onlar, cehennemin yârânıdır.
52-54
Ve Biz, senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o
bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın.
Bunun üzerine Allah, şeytanın/İblis'in attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah,
4
şeytanın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan
kimseler için dinden çıkarmak için, –şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi
zararlarına iş yapanlar da kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler–,
kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler, Kur’ân'ın şüphesiz Rabbinden
gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona
saygı duysun diye âyetlerini güçlendirir, korur. Ve Allah, çok iyi bilendir, en
iyi yasalar koyan, güçlendirendir. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri
dosdoğru yola kılavuzlayandır.
55
Küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu
kişiler de, kendilerine ansızın kıyâmetin kopuş anı veya kısır [yararsız,
verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, Kur’ân'dan kuşku duymaya
devam edeceklerdir.
56
O gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında O, hüküm verir. Artık iman
eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler, nimet cennetlerindedirler.
57
Ve Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve
âyetlerimizi yalanlayan kimseler; artık işte bunlar, alçaltıcı azap kendileri
için olanlardır.
58,59
Ve Allah yolunda hicret eden, sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar;
kesinlikle Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Ve şüphesiz Allah,
kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Kesinlikle onları hoşnut
olacakları bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle çok iyi bilendir,
çok yumuşak davranandır.
60
İşte böyle! Ve kim kendisine yapılan cezaya aynı ile karşılık verirse, sonra
yine kendisine haksızlık yapılırsa, kesinlikle Allah, ona yardım eder. Şüphesiz
Allah, kesinlikle çok af edicidir, çok bağışlayıcıdır.
61
İşte bu, Şüphesiz Allah'ın, geceyi gündüzün içine sokması, gündüzü de
gecenin içine sokması sebebiyledir. Şüphesiz Allah, çok iyi işitendir, çok iyi
görendir.
62
İşte bu, şüphesiz Allah'ın, hakkın ta kendisi olması ve ortak koşanların
O'nun astından yakarıp durdukları şeylerin bâtılın ta kendisi olması ve
şüphesiz Allah'ın yüceler yücesi olması, en büyüğün Kendisi olması
nedeniyledir.
63
Şüphesiz Allah'ın, gökten su indirip de yeryüzünün yemyeşil oluverdiğini
görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Şüphesiz Allah, çok armağan verendir, en
iyi haberi olandır.
64
Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, yalnızca O'nundur. Ve şüphesiz
Allah, muhtaç olmayandır, övülmeye en çok layık olandır.
65
Sen, Allah'ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini [hep sizin
yararlanacağınız ölçülerde yarattığını] ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp
giden gemileri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Göğü de Kendi izni/ bilgisi
5
olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah, insanlara çok
şefkatlidir, çok merhametlidir.
66
Ve O, size hayat vermiş olan, sonra öldürecek olan, sonra da diriltecek
olandır. Şüphesiz insan, kesinlikle çok nankördür.
67
Biz, her önderli toplum için bir kulluk yolu tayin ettik. Onlar, ona göre
kulluk yapsınlar. O hâlde bu işte seninle hiçbir zaman çekişmesinler. Sen de
Rabbine çağır. Şüphesiz sen, dosdoğru bir kılavuz üzeresin.
68,69
Ve eğer seninle tartışırlarsa, hemen de ki: “Allah, yapmakta olduğunuz
şeyleri, en iyi bilendir. Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyler ile ilgili kıyâmet günü
aranızda hüküm verecektir.”
70
Gökte ve yeryüzünde olan şeyleri Allah'ın kesinlikle bildiğini bilmez
misin? Şüphesiz bu, bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a çok kolaydır.
71
Ve onlar, Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde de
onlara dair bilgiler bulunmayan Allah'ın astlarından bir şeylere tapıyorlar. Ve
şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur.
72
Ve kendilerine âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, Allah'ın
ilâhlığını ve küfretmiş; rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimselerin
yüzlerinde, vahiy ve ortak kabul ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri
tanırsın. Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyan kimselere saldıracaklar.
De ki: “Peki, size ondan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş! Allah
Ateş'i kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere
vaat etti. O, ne kötü bir dönüş yeridir!”
73
Ey insanlar! Bir örnek verilmektedir, şimdi ona kulak verin: Sizin
Allah'ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla
oluşturamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen
ve istenen güçsüzdür.
74
Allah'ı gereği gibi değerlendirip bilemediler. Şüphesiz ki Allah çok
kuvvetlidir, her şeye üstündür.
75,76
Allah, haberci âyetlerden elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer.
Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve
arkalarında olanı bilir. Ve işler, yalnızca Allah'a döndürülür.
77,78
Ey iman etmiş kimseler! Zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız
için, Allah'ı birleyin, boyun eğip teslimiyet gösterin, Rabbinize kulluk edin,
iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi gayret gösterin. O, sizi seçti ve
dinde; babanız İbrâhîm'in dininde/yaşam tarzında sizin için bir zorluk
oluşturmadı. O, daha önce ve işte Kur’ân'da, Elçi'nin size şâhit olması, sizin
de insanlara şâhit olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse,
salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu
aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin ve
Allah'a sarılın. O, sizin mevlânız; yol gösteren, yardım eden, koruyan
yakınınızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!
6
TAHLİL:
1,2
Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş
anının sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın
emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını bırakır. Ve sen,
insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok
şiddetlidir.
3,4
İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce tartışıyor ve her azılı
şeytanı izliyor. –Azılı şeytan hakkında: “Şüphesiz kim şeytanı yol gösterici,
gözetici bir yakın yaparsa artık o, kesinlikle şeytanı kendine velîleştireni saptırır ve
onu cehennemin azabına kılavuzlar” diye yazıldı.–
Bu âyetlerde, insanlar, gerçeği kabul ederek geleceklerini kurtarmaya davet
edilmektedir. Ardından da kıyâmetin korkunç dehşeti anlatılarak insanların
yanılgıları ortaya konulmaktadır. Kıyâmetin kopuşunu tasvir eden âyetlerden
birkaçını sunuyoruz:
Zilzal 1-3
yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Bu
yeryüzüne ne oluyor!” dediği zaman 172
Kendisine toplar.
(Zilzâl/1-3)
13-17
Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine
çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün
dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını
birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan,
daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar.
(Hakka/13-17)
Vakıa 1-7
olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka,
alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da
toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman 135
bileceksiniz.
(Vâkıa/1-7)
14
Onların hepsi, sadece elçileri yalanladılar. Bu sebeple azabım hak oldu. 15
Ve bunlar, göz açıp
kapayacak kadar bile gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar.
(Sâd/14,15)
Ve Mü’min/30-35, Neml/87, Müzzemmil/14-18, Nâzi‘ât/6-9.
3-4. âyetlerde, kesin bir bilgiye ve apaçık bir kanıta dayanmaksızın Allah
hakkında; Allah'ın eşinin, benzerinin ve ortağının olmadığı; rabbliği [tüm evreni
7
kontrol edişi] hakkında tartışan densizler eleştirilerek bu konularda bilgilenmeye
çağrılmaktadırlar.
Burada konu edilen azılı şeytân da iblistir. Bu husus Tekvîr ve Cinn
sûrelerinde detaylıca işlenmiştir.2
İblis ile ilgili kader de şu âyetlerde ifade
edilmişti:
80,81
Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi.
82,83
İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak
galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle
azdıracağım” dedi.
84
Allah dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: “85
Andolsun ki cehennemi
kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.”
(Sâd/81-85)
16,17
İblis, “Öyleyse, beni azgınlığa itmene karşılık, andolsun ki ben, onlar için Senin dosdoğru
yoluna oturacağım, sonra yine andolsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından
onlara sokulacağım ve Sen, çoklarını kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler
bulmayacaksın” dedi.
18
Allah, “Haydi, sen, yerilmiş ve itilmiş olarak oradan çık. Onlardan sana kim uyarsa, andolsun
ki sizin hepinizden cehennemi dolduracağım” 19
Ve, “Ey Âdem/bilgilenmiş, vahiy almış insan! Sen ve
eşin cennete yerleşin, dilediğiniz yerden de yiyin ve girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeye
yaklaşmayın; malın-mülkün, paranın-pulun tutkunu olmayın, yoksa yanlış; kendine zararlı iş
yapanlardan olursunuz” dedi.
20
Derken İblis, onların kendilerinden gizli kalan çirkinliklerini kendilerine göstermek için
onlara vesvese verdi. Ve “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer
melek/iradesiz güç olmanız ya da sonsuz olarak kalıcılardan/gelişmeyen, değişmeyen birer varlık
olmanız için sizi girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeyden; maldan-mülkten, paradan-puldan men
etti/ bunları size yasakladı” dedi. 21
Ve “Elbette ben, size öğüt verenlerdenim” diye onlara yemin etti/
kanıtlar ileri sürdü. 22
Böylece onları aldatarak aşağılığa düşürdü. Onlar girift, çekişmenin kaynağı
olan şeyin; malın-mülkün, paranın-pulun tadına varınca, hırsları, doyumsuzlukları devreye girdi ve
mal-mülk, para-pul istifçiliğine başladılar. Rableri onlara seslendi: “Ben, size mal-mülk, para-pul
tutkunu olmayı yasaklamadım mı ve size, ‘Bu şeytân, kesinlikle sizin için apaçık düşmandır’
demedim mi?”
(A‘râf/16-22)
63-65
Allah dedi ki: “Git! Sonra onlardan kim sana uyarsa, bilin ki, şüphesiz ki, cezanız yeterli
bir ceza olarak cehennemdir. Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars. Ve atlılarınla ve yayalarınla
onların üzerine yaygara kopar! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun.” –
Ve şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.– Şüphesiz ki, Benim kullarım, senin için
onlar aleyhine hiçbir güç yoktur.” –Tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu
programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak da Rabbin yeter.–
(İsrâ/63-65)
5
Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne
olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra
nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından
oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız.
Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız.
Bununla beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken
yapmadıklarını bir bir hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden
sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de
yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su indirdiğimiz
zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.
2
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 1, s. 162-175.
8
6
İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hak olması, şüphesiz sadece O'nun, ölüleri
diriltmesi ve şüphesiz sadece O'nun her şeye en iyi güç yetiren olması
nedeniyledir.
7
Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz
ki Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltecektir.
Bu âyetlerde bilgisizce fikir yürütenlere, kıyâmetten kuşku duyanlara, inatçı
şeytân kişilere uyanlara bazı açıklamalar yapılmaktadır.
Öldükten sonra dirilmekten kuşku duyanlar, yaratılışlarını mercek altına
almalıdırlar: Topraktan, sonra nutfeden, sonra bir alekadan [embriyondan], sonra
yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratılma… Belli bir süreye kadar rahimlerde
tutulma, sonra bir çocuk olarak çıkarılma, sonra olgunluk çağına eriştirilme…
Kiminin çocuk yaşta vefat ettirilmesi, kiminin de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey
bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılması [ihtiyarlatılması]…
Sönmüş yeryüzünün üzerine su indirilip harekete geçirilmesi, kabartılması ve her
güzel çiftten bitkiler bitirilmesi… İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hakk olması, ölüleri
sadece O'nun diriltmesi ve her şeye sadece O'nun güç yetiren olması nedeniyledir.
Kıyâmetin geleceğinde de şüphe yoktur. Şüphesiz ki Allah, kabirlerdekileri
diriltecektir.
Burada, ilk yaratılış referans verilerek yeniden şekillenmenin daha basit olacağı
vurgulanmaktadır:
79,80
De ki: “Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir.
O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz.
(Yâ-Sîn/79-80)
50-52
De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.”
Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan.”
Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın
olması umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve
sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.”
(İsrâ/50-52)
7
Ki O, oluşturduğu her şeyi en güzel yapan ve insanı oluşturmaya bir çamurdan başlayandır.
8
Sonra onun soyunu bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır.
(Secde/7-8)
Âyetteki “Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve
her güzel çiftten bitkiler bitirir.” ifadesi, ile ilgili güzel bir yazıyı paylaşıyoruz:
Su ve hava olmadan yaşanamayacağını ufacık çocuklar bile bilir. Peki, toprak olmadan
yaşayamayacağımızın acaba yeterince bilincinde miyiz? Toprak sürekli gelişim halindedir. Binlerce
yıl içerisinde, özellikle suyun etkisiyle, yavaş yavaş aşağıdan yukarıya doğru ana kayanın (Litosfer)
tahrip olmasıyla oluşur. Bu süreç en sert kayalarda yılda 0.01 milimetre olduğu için toprağın gelişim
hareketi gözümüzden kaçar. (Bu oran yeryüzünün sıcak bölgelerinde yılda 20 milimetreye kadar
çıkar.) Bu bağlamda toprak cansız olan mineral dünyadan canlı bir dünyaya geçiş aşamasıdır. Bir
metreküp verimli toprakta 30 milyon kadar bakteri vardır. Gözle algılayamadığımız bu bakteriler
toprağın her santimetrekaresinin canlı olması anlamına gelir. Bu canlılığın en önemli maddesi hem bu
bakterileri, hem de bitkileri harekete geçirip canlandıran sudur.
9
Bu ayette kupkuru toprağın üzerine suyun düşmesiyle oluşan aşamalar anlatılır. Kuran’ın
ifadelerinde anlatılan titreşmenin ve kabarmanın önce sadece edebi ifadeler olduğu sanıldı. Fakat
“Brown Titremesi”nin anlaşılmasıyla Kuran’ın bu noktada da bir mucize gösterdiği anlaşıldı. Ayette
toprağa suyun düşmesiyle oluşan 3 aşamaya dikkat çekilir:
1- Toprağın titreşmesi
2- Toprağın kabarması
3- Toprağın çiftler halinde ürünler vermesi
1- Birinci aşamada topraktaki parçacıklar suyun üzerlerine düşmesiyle hareket eder. Toprağın
üzerine düşen su damlacıkları bir hedef olmaksızın birçok yönde hareket eder. Böylece birçok taraftan
suyla çarpışan toprak parçacıkları titreşir gibi hareket ederler. Suyun toprağa düşmesiyle topraktaki
farklı moleküller arasında elektrik akımı oluşur. Toprağın parçacıkları iyonlaşır. Elektrik akımının
düşüşüyle pozitif iyona, yükselişiyle negatif iyona dönüşüm olur. Suyun toprağa gelişiyle iyonik
moleküller titreşir. Botanikçi Robert Brown 1828 yılında toprağın partiküllerinin bu hareketini tespit
etti ve adını Brown Movement (Brown Titremesi) koydu. Bu hareket, suyun toprağın üzerine
düşmesiyle oluşan bir süreçte gerçekleşir.
2- İkinci aşamada dikkat çekilen olay, suyu emen toprak parçacıklarının hacimce büyümesi,
böylece kabarmanın gerçekleşmesidir. Parçacıklar suya doyunca suyun mineral depoları olurlar.
Bitkiler ihtiyaçlarını bu depolardan karşılar. Toprağın suyu tutan mükemmel yapısı sayesinde yağmur
suları toprağın derinliklerinde kaybolmaz. Böylece bitkilerin, dolayısıyla tüm canlıların yaşaması
mümkün olur.
3- Üçüncü aşamada bitkilerin filizlenmesine dikkat çekilir. Ayetin işaret ettiği gibi zevci ve
zevcesiyle yani dişiliği ve erkekliğiyle bitkiler yaratılmaya başlanır. Başlangıçta ölü olan toprak suyun
toprağın üzerine düşmesiyle başlayan bir sürecin sonunda canlı bitkiyi bağrından çıkarmaktadır.3
8
İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan,
aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar.
9
Onun belini eğip bükmesi/çalım satması, Allah yolundan saptırmak
içindir. Bu dünyada ona bir rüsvalık vardır. Ve Biz, kıyâmet gününde ona
yakıcı cehennemin azabını tattıracağız.
10
İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah'ın, iyi
kulluk edenlere haksızlık eden biri olmayışı sebebiyledir.
Bu âyetlerde, Allah hakkında bilgisizce ileri-geri konuşan, kılavuzu ve
aydınlatıcı bir kitabı olmayan, üstelik de Allah yolundan insanları döndürmek için
çalışan kimseler kınanıyor ve başlarına dünya ve âhirette gelecek azaplar; dünyada
rezil ve aşağılık bir hayat yaşayacakları, âhirette ise yakıcı azaba çarptırılacakları
beyân ediliyor.
11-13
İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde/ kararsız, net
çizgisiz bir şekilde kulluk eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse,
onunla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş olur. Ve
eğer kendisine bir sosyal yangın/ sıkıntı gelirse yüzü üstü dönüverir. O,
3
(Kur’an araştırmaları gurubu; Kur’an hiç Tükenmeyen Mucize)
10
dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. O, Allah'ın
astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu,
çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı yararından daha yakın olana
yalvarıyor. Yalvardığı o şey ne kötü yardımcı, koruyucu ve ne kötü yoldaştır.
Bu âyetlerde, yanlış inançlarına dikkat çekilen müşrik ve münâfıklar
uyarılmaktadır.
İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde; ne yaptığı belli olmadan
ibâdet eder. Bunlar ortama göre tavır alırlar; kendilerine bir iyilik gelirse onunla
mutmain olur, kendilerine bir fitne gelirse yüz üstü dönüverir. Bunlar, Allah'ın
astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere; zararı faydasından daha
yakın olana yalvarırlar. (O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta
kendisidir. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O [yalvardıkları şey] ne kötü
mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır!)
Bu tipler birçok kez tanıtılmıştı:
15-16
İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse:
“Rabbim beni üstün kıldı” der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: “Rabbim beni
aşağıladı” der.
(Fecr/15-16)
140,141
Ve Allah, size Kur’ân'da: “Allah'ın âyetlerinin bilerek reddedildiğini ve onlarla alay
edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze dalmadıkları sürece onlarla beraber oturmayın. Aksi
hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Şüphesiz Allah, sizi gözetleyip duran
kimselerin/münâfıkların ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin hepsini
cehennemde toplayandır. Artık Allah tarafından size bir zafer olursa onlar: “Biz, sizinle beraber
değil miydik?” derler. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için bir pay
olunca da: “Size üstünlük sağlamadık mı, sizi mü’minlerden korumadık mı?” derler. Artık Allah,
kıyâmet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere asla bir yol vermeyecektir.
142,143
Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve
onlar, salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya]
kalktıkları/toplum içine çıktıkları zaman, ikisi arasında gidip gelen kararsızlar olarak, tembel
tembel kalkarlar, mü’minlerle ve kâfirlerle olmazlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak,
pek az olarak anarlar. Ve Allah, kimi saptırırsa, sen artık ona bir yol bulamazsın.
(Nisâ/140-143)
Bu âyet grubunun iniş sebebine dair şu bilgiler aktarılmıştır:
1) Kelbî şöyle der: “Bu âyet, çöllerinden hicret edip, Medîne'ye Hz. Peygamber'in (s.a) yanına
gelen, bazı bedevîler hakkında nâzil olmuştur. Onlardan birisi sıhhat ve rahat üzere olup, atı güzel
bir tay, hanımı bir oğlan doğurup, malı ve sürüsü çok olduğunda, hâlinden memnun olur ve
bununla itmi’nan bulur. Ama başına bir belâ gelir, hanımı kız yahut atı kısrak doğurur, malı-mülkü
elinden gider ve sadaka veremeyecek kadar düşkünleşirse, şeytân ona gelir ve “Bütün bu belâlar,
bu din yüzünden başına geldi” der. Böylece o kimse de dinden döner. Bu, İbn Abbâs (r.a), Sa‘îd b.
Cübeyr, Hasan el-Basrî, Mücâhid ve Katâde'nin görüşüdür.
2) Dahhâk'a göre, âyet müellefe-i kulûb hakkında nâzil olmuştur ki, Uyeyne b. Bedr, Akra b.
Habis, Abbâs b. Mirdâs bunlardandır. Bunlar birbirlerine, “Muhammed'in dinine girelim. Eğer
hayır elde edersek, onun hakk olduğunu anlarız. Yok eğer başımıza belâ gelirse, onun bâtıl
olduğunu anlarız” dediler.
3) Ebû Sa‘îd el-Hudrî şöyle demiştir: Bir Yahûdi Müslüman oldu. Derken gözleri kör oldu,
malı ve evlâdı yok oldu. Bunun üzerine o, “Ey Allah'ın Rasûlü! Beni muaf tut. Çünkü bu dinden bir
hayır görmedim. Zira gözlerimi, malımı-mülkümü, çoluk-çocuğumu kaybettim” dedi. Hz.
Peygamber (s.a) de, “İslâm'dan istifa edilmez, nasıl ki ateş, demir, altın ve gümüşün posasını
çıkarırsa, İslâm da insanı öylesine arındırır” dedi. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.4
4
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
11
İsrâîl'in Ebû Husayn'dan, onun Sa‘îd b. Cübeyr'den, onun da İbn Abbâs'tan rivâyet ettiğine
göre İbn Abbâs, İnsanlardan bazıları (dinin) bir tarafından Allah'a ibâdet eder buyruğu hakkında
şöyle demiştir: Adam Medîne'ye gelirdi. Şâyet hanımı erkek çocuk doğurur, atları yavrulayacak
olursa, “Bu iyi bir dindir” derdi. Hanımı doğurmaz, atları da yavrulamazsa bu sefer, “Bu kötü bir
dindir” derdi.
Müfessirler de şöyle demektedir: “Bu âyet-i kerîme, Peygamber'in (s.a) huzuruna gelerek
İslâm'a girdiklerini bildiren birtakım bedevî Araplar hakkında nâzil olmuştur. Bunlar bolluk ile
karşılaşacak olurlarsa, Medîne'de kalmaya devam ederlerdi. Şâyet darlık ve sıkıntıyla karşı karşıya
kalırlarsa, irtidad eder dönerlerdi.”5
14
Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları altından
ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar.
15
Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini
sanıyor idiyse, hemen samimiyetle Biz'e yönelsin, bir de Allah'ın astlarından
kendine zarar ve menfaat veremeyecek o şeyler ile ilişkisini kessin. Sonra da
baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi/kafasındaki takıntıyı
giderecek mi?
16
Ve işte Biz, Kur’ân'ı böylece apaçık âyetler hâlinde indirdik. Ve şüphesiz
Allah, dilediği kimselere/dileyen kimselere kılavuzluk eder.
Yukarıda kâfir, müşrik ve münâfıkların durum ve âkıbetleri açıklanmıştı.
Burada da mü’minlerin âkıbetine dair bilgi verilmektedir:
• Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere
girdirecektir.
• Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse
semaya; öteler ötesi mekandan münezzeh Allah’a bir sebep uzatsın, sonra eski kul-
köle olduklarıyla ilişkisini kessin de Allah'ın yardım edip etmeyeceğini bir
denesin.
• Kur’ân, herkesi ikna edecek apaçık âyetler hâlinde indirilmiştir. Bununla
birlikte Allah, dileyen kimselere hidâyet eder.
Muhteşem bir belagat örneği olması sebebiyle 15. âyet hakkında farklı görüşler
mevcuttur. Buna dair bazı açıklamalar yapmayı uygun görüyoruz.
Bir meydan okuma olan bu âyetin, 11-13. âyetlerle birlikte ele alınması
gerekir. Bu durumda anlam şöyle olur: Allah'a tutarsız, ciddiyetsiz inananlar,
yararlarına olan gelişmelerde mutlu, zararlarına olan gelişmelerde mutsuz olurlar.
Kendilerine bile zarar ve yarar sağlamayan varlıklara yakaranlar da, sapıkların en
sapığıdır. Peki, Allah, Kendisine yönelenlere yarar sağlar mı, inkârcılara zarar
verir mi? Bu sorunun cevabı, “Şüphesiz Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri
altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar”
şeklinde veriliyor. Ardından da onlara meydan okunuyor: Kim, Allah'ın, kendisine
dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse hemen semaya bir sebep
5
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
12
uzatsın, sonra, … kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren
şeyi [kafasındaki takıntıyı] giderecek mi?
Âyetteki, sonra, kessin ifadesinin tümleci mahzuf olup “o yarar sağlamayan
şeylere ibâdeti kessin” demektir. Âyetteki ‫م‬ّ ‫ث‬‫ث‬‫ث‬ [sümme/sonra] edatı ise, zamanda
sonralığı değil, kelâmda sonralığı ifade eder.
Sebeb, “kendisi ile başkasına ulaşılan şey”dir.6
Bu durumda sebeb ile ‫الوسيلة‬
[vesîle] eş anlamlıdır. Burada sebeb ile, insanın kendisini tavana asacağı “ip”
değil, “Allah'ın rızasını kazanacak yolları araması” kastedilmiştir. Burada sebeb
olarak ifade edilen araç, Mâide sûresi'nde vesîle olarak ifade edilmiştir:
35
Ey iman etmiş olan kişiler! Kurtulmanız, zafer kazanmanız için, Allah'ın koruması altına girin,
O'na, yaklaştıracak/ ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin.
(Mâide/35)
Âyetlerde geçen sebeb ve vesîle, “sağlam bir iman ve sâlihâtı işlemek”tir.
19
Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Sen salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan
destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı engelleyen o kişiye itaat etme. Sen Rabbine boyun
eğip teslim ol ve yaklaştırıl/Rabbin seni Kendine yaklaştırsın.
(Alak/19)
37
Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız değildir. Ancak kim iman
eder ve düzeltmeye yönelik işleri yaparsa, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık
olanlardır. Ve onlar, yüksek köşklerinde güven içindedirler.
(Sebe/37)
99
Yine bedevi Araplardan kimi de vardır ki onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve
harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri sayar. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar
için bir yakınlıktır. Allah, onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, kullarının
günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
100
Muhacir ve Ensar'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen
kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve Allah onlara, içlerinde temelli
kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.
(Tevbe/99, 100)
57-61
Şüphesiz Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma
korkusundan tir tir titreyen şu kimseler, Rablerinin âyetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak
tanımayan kimseler, şüphesiz kendileri, Rablerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek
veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve iyilikler için önde gidenlerdir.
(Mü’minûn/57-61)
10
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
11
İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır.
(Vâkıa/10-11)
26
Ve andolsun ki Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık; size
vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular vermiştik. Buna
rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir yarar sağlamadı/ kendilerinden hiçbir şeyi
uzaklaştıramadı. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları
şey de onları sarıp kuşatıverdi.
6
Lisânu'l-Arab, “Sbb” mad.
13
(Ahkâf/26)
18-21
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle
Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu
rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!–
22-28
Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti
içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki
onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır.
–Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.–
(Mutaffifîn/18-28)
Âyetteki sema sözcüğü, genellikle “tavan” olarak ele alınmış ve ibareden,
kişinin kendisini tavana asarak intihar etmesi anlamı çıkarılmıştır. Hâlbuki burada
sema ile, “rahmet ve yardımın kapılarının izafe edildiği yücelik” kastedilmiştir:
144
Biz, senin Bizden ne beklemekte olduğunu kesinlikle görüyoruz. Artık seni hoşnut olacağın
bir hedefe/stratejiye çevireceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harâm'a/dokunulmaz eğitim-öğretim
kurumuna çevir; aklın fikrin hep eğitim-öğretimde olsun. Siz de, nerede olursanız olun, yüzünüzü
onun tarafına çevirin! Kendilerine Kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun,
Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından habersiz,
bilgisiz değildir.
(Bakara/144)
96
Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine
gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta
olduklarına karşılık yakalayıverdik.
(A‘râf/96)
40
Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları
açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları
işte böyle cezalandırırız.
(A‘râf/40)
173
Artık inanan ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler; Allah, onların ödüllerini tam
verecek ve armağanlarından onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır; kulluktan çekinip büyüklük
taslayan kimseler de; onlara çok acıklı bir azapla azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah'ın
astlarından bir koruyucu, yol gösterici yakın ve bir iyi yardımcı bulamazlar.
(Nisâ/173)
Allah, inananlara muhakkak yardım eder:
103
Ve onlar eğer inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, kesinlikle Allah'tan bir ödül,
daha iyi olacaktı. Keşke biliyor olsalardı!
(Bakara/103)
33-35
Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddeden toplum olmayacak olsalardı, Biz,
Rahmân'ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ı] bilerek reddeden /
inanmayan kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri
için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit
dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında, Allah'ın koruması
altına girmiş olan kişiler içindir.
(Zuhruf/33-35)
14
110
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri
emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah'a
inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları
mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.
(Âl-i İmrân/110)
Ve Nisâ/46, Nisâ/64-66, Mâide/65-66, Ra‘d/27-29, 31, Zümer/17-18.
17
Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler/doğal
dindarlar, Hristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah,
kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi
tanıktır.
Bu âyette; Müslüman, Hristiyan, Yahûdi, Sâbiî ve müşriklerin âhiretteki
durumları açıklanmaktadır. Her ne kadar burada Müslüman, Hristiyan, Yahûdi,
Sâbiî ve müşrikler zikredilmişse de, dinî akım ve mezheplerin tümü bu ifadenin
kapsamına girer. Öyleyse Allah, farklı inançlara sahip olan tüm insanların arasını
ayıracak, herkes yaptığı işlere göre yargılanacaktır.
Sâbiîler hakkında Bakara sûresi'nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir.7
Mecûsilere gelince: Kur’ân'da sadece bu âyette yer alan Mecûsiler,
“ateşperestler”dir. Kur’ân'ın indiği dönemde çoğu İran'da yaşıyordu. Bununla
birlikte Yemen, Bahreyn ve Arap Yarımadası'nın kuzey-doğusundaki bazı Arap
kabilelerinin de Mecûsilik inancına bağlı olduklarından söz edilir.8
18
Göklerde ve yeryüzünde olan kimselerin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar,
ağaçlar, kıpırdayan canlılar ve insanların çoğunun Allah'a boyun eğip
teslimiyet gösterdiklerini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Birçoğu da
üzerlerine azap hak olmuş olanlardır. Ve Allah, kimi hor kılarsa artık onun
için bir yücelten yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini işler.
Bu âyette, inançsızların [Yahûdi, Hristiyan Mecûsi, Sâbiî, müşrik]
cezalandırılma nedeni açıklanmaktadır. Yeryüzünde her varlık; insanların bir çoğu,
ay, güneş, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar Allah'a teslim olup O'na
boyun eğerken, insanların çoğu yan çizmektedir. İşte bunlar, Allah'ın
cezalandıracağı kesimdir.
Evrendeki her şeyin Allah'a teslimiyet gösterdiği birçok (Nûr/41, Fussilet/11,
Fussilet/37, Ra‘d/15, Nahl/49-50) âyette bildirilmiştir:
19-22
Şu ikisi; mü’min ile kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden kişi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık
kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler,
kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su
dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için
demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler,
oraya geri çevrilirler ve: “Yakıcı azabı tadın!”
7
Tebyînu'l-Kur’ân; c. ??????
8
Ansiklopediler.
15
23
Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları,
altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar, orada altından
bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. 24
Ve onlar
sözden, güzel/ hoş olana kılavuzlanmışlardır. Hem de övülmeye layık olan
Allah'ın yoluna kılavuzlanmışlardır.
Bu âyet grubunda iki hasım gruba: mü’minler ve kâfirlere dikkat çekilmiştir.
Bunlar arasındaki mesele, Allah'ın varlığı hususunda değil, rabbliği hususundadır.
Müşrikler, Allah'ın varlığını kabul ettikleri hâlde O'nun rabbliğini, evrene
müdahalesini, terbiye edip eğittiğini, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak
birtakım hedeflere götürdüğünü, gelişmeyi programlayıp yönettiğini kabul
etmemektedirler.
İşte bu iki gruba ait iki âhiret sahnesi:
• Küfretmiş kimselere ateşten elbiseler biçilir. Başlarının üstünden kaynar su
dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden
topuzlar vardır; demirden topuzlarla bedenleri dağlanacak, kemikleri kırılacaktır.
Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve
kendilerine, “Yakıcı azabı tadın!” denir.
• Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere
girdirir. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri
de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in
[övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır.
Mü’minler için yapılan, Altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki
elbiseleri de ipektir nitelemesi, o günün anlayışını yansıtmaktadır. Zira bu tür
giyim, krallara mahsustur. Böylece mü’minlerin cennette krallar gibi ağırlanacağı
beyân edilmektedir.
19-24
Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse
gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;
Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,
Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,
Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,
salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları
oluşturmuş, ayakta tutmuş],
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış
ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun
âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih
olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına
girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”
(Ra‘d-19-24)
10
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
11
İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır.
12
İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.
13,14
Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24
Onlar, yaptıklarına karşılık olarak,
15
mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16
Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar.
17,23
Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır,
ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç
büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25
Orada boş söz, saçmalama ve
günaha sokan şeyleri işitmezler.
16
(Vâkıa/10-26)
75,76
İşte Rahmân'ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada
sonsuz olarak kalacaklar olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –
Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!–
(Furkân/75-76)
84
Öyleyse onların zararı için acele etme. Şüphesiz Biz, onlar için saydıkça sayıyoruz.
85
O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişileri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada
çokça merhamet eden Allah'a] binekli heyetler hâlinde toplayacağız.
(Meryem/84-85)
25
Şüphesiz küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden,
Allah'ın yolundan, insanlar –orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit
olmak üzere– için kılınan Mescid-i Haram'dan [dokunulmazlığı olan ilâhiyat
okulundan] alıkoyan kimseler ve orada haksızlıkla yanlış yola sapmak isteyen
kimse; Biz, ona pek acıklı bir azaptan tattırırız.
Bu âyette, şirk içinde yüzen ve bunları kurtarmaya çalışanlara engel olan
kimseler kınanıyor.
Mescid, “eğitim-öğretim verilen, insanların Allah'ı tanıması için çalışılan ikna
alanları”; Mescid-i Harâm da, “dokunulmaz, bağımsız, özerk ilâhiyat okulları”
demektir. Bu konuya dair Bakara/124-203'te yaptığımız izaha bakılabilir.9
Burada, Mescid-i Harâm'dan [dokunulmazlığı olan mescitten] alıkoyan
kimseler ifadesiyle kastedilenler, ilâhiyat eğitim-öğretimini bilinçli olarak
baltalamaya çalışan kesimdir. Onlar, Mescid-i Harâm'ı kendi malları sayıyor, izin
verdikleri süre ve nisbette mescitlerden yararlanılmasına izin veriyorlardı. Bu
hususa Enfâl sûresi'nde de dikkat çekilmişti:
34
Ve onların, kendileri Mescid-i Harâm'ın/dokunulmaz kılınmış ilâhiyat eğitimi merkezinin
ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri olmadıkları hâlde ondan menedip dururlarken Allah'ın
kendilerine azap etmemesi için neleri var? Onun ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri sadece
Allah'ın koruması altına girmiş kimselerdir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar.
(Enfâl/34)
217
Sana dokunulmaz olan aydan ve o dokunulmaz olan ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki:
“Onda savaşmak, büyük suçtur. Ve Allah yolundan alıkoymak, O'nu ve Mescid-i Harâm'ı/ilâhîyat
eğitim merkezini bilerek reddetmek/ görmezlikten gelmek ve Mescid-i Harâm'ın halkını; orada
eğitim-öğretim yapanları ve kısa süreli eğitime katılanları oradan çıkarmak, Allah yanında daha
büyüktür. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye
sürüklemek, öldürmekten daha büyüktür.” Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek
için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim dininden döner ve kâfir;
Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden biri olarak can verirse, artık onların bütün amelleri,
dünyada ve âhirette boşa gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır.
(Bakara/217)
27-29,31
Yine o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: “Ona
Rabbinden bir alâmet/gösterge indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin
parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah,
dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla zihnindeki tüm
soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişileri Kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler,
yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla; zihnindeki tüm soru işaretlerini gidermekle rahata kavuşur. İman
etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler; tuba; güzellikler, müjdeler ve güzel dönüş yeri
9
Tebyînu'l-Kur’ân; c ??????
17
sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki eğer Allah
dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne kılavuzluk ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi
gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına
inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz.
(Ra‘d/27-29, 31)
Mescitler, yerli-yabancı herkesin ortak yeridir. Mescid-i Harâm dahil hiçbir
mescit üzerinde kimse hakk iddia edemez. Mescitler, Allah için olup onların
mülkiyeti insanlığa aittir, dolayısıyla oranın kralı, valisi, kaymakamı olmaz; ancak
hizmetçileri, öğrencileri ve öğretmenleri olur.
26-29
Ve hani Biz bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma;
dolaşanlar, orada haksızlığa baş kaldıranlar, Allah'ı birleyenler, boyun eğip
teslimiyet gösterenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım
menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği
hayvanlar üzerinde, belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında
ilâhiyat eğitim-öğretimi verileceğini duyur. Yürüyerek veya yorgun düşmüş
binekler üstünde her derin vadiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip
temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür evde/Ka‘be'de
dolaşsınlar” diye, o evin/Ka‘be'nin yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık. –Siz de
onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.–
Mescid-i Harâm'ın fonksiyonu anlatıldığı bu âyetlerde, hacc ibâdeti
özetlenmektedir. Bunun bir benzeri de Bakara sûresi'nde yer almıştı:
125
Ve Biz, bir zaman bu Beyt'i/ilk yapılan okulu, insanlar için bir sevap kazanma/ dönüş yeri
ve bir güven yeri yapmıştık. –Siz de İbrâhîm'in görev yaptığı yerden bir salât yeri [mâlî yönden ve
zihinsel açıdan desteğin; toplumun aydınlatılmasının gerçekleştirileceği bir yer] edinin.– Ve Biz,
İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve boyun eğip teslimiyet gösterenler,
Allah'ı birleyenler için tertemiz tutun” diye ahit almıştık.
(Bakara/125)
Bu âyetlere göre bir okul oluşturulmalı, orada insanlar dolaşmalı, zulme karşı
başkaldırıyı öğrenip öğretmelidirler. Bu işin de bir sorumlusu olmalı ve o bütün
insanları çağırmalı, insanlar da ona gelmeli ve o okulda o kişinin tevhid [şirkten
temizlenme] öğretimi ile hâlis dini öğrenip yurtlarına dönmelidirler.
30,31
İşte böyle! Ve kim, Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse,
artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka
bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak,
O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının,
yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten
düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey
gibidir.
Allah, İbrâhîm peygamberi, insanları şirkten temizleyecek bir okul açmak ve
insanları orada bilgilendirip bilinçlendirerek hakka davet etmek üzere
görevlendirildiğini beyân ettikten sonra, şirkin insanlara vereceği zararı
açıklamıştır.
18
Allah'ın dokunulmaz kıldıkları, “mescitler ve haccın yapıldığı dört ay”dır.
Âyette, buna saygılı davrananların yararlı çıkacakları bildirilmektedir. Bunun
dışında âyette, haram olduğu bildirilenler dışında bütün hayvanların helâl kılındığı
ifade buyurulmuş; bununla da, En ‘âm/145 ve Nahl/115'e işaret edilmiştir:
145
De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut domuzun eti –ki
şüphesiz domuzun eti kirlidir, rahatsızlık vericidir– yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hak yol
dışına çıkış gösterimi olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa,
taşkınlık yapmamak ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir.” İşte şüphesiz senin
Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
(En‘âm/145)
115
Allah, size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı.
Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, kullarının
günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
(Nahl/115)
1
Ey iman etmiş kimseler! Sözleşmeleri yerine getirin. Siz, dokunulmaz iken [hac/yüksek ilâhîyat
eğitimini sürdürürken] avlanmayı helal görmeksizin, size okunacaklar hariç, dört bacaklı, iki tırnaklı,
geviş getiren ve ot yiyen hayvanların kusursuzları/gerdanlıksızları size helal kılındı. Şüphesiz Allah,
dilediğini hükmeder; dilediği yasayı koyar.
(Mâide/1)
Daha sonra da âyette, Allah'a yönelmişler olarak, O'na şirk koşmayarak
putlardan olan kirlilikten ve yalan sözden kaçınılması emredilmiş, ardından da,
Allah'a ortak koşan kimsenin, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın
kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibi olduğu ifade edilerek, müşriklerin
âkıbeti bir örnekle bildirilmiştir.
Şirk, “Allah'ı inkâr değil, Allah'ın yetki ve imtiyazlarını, –soyut ya da somut–
O'ndan başka birine veya bir şeye vermek”tir. Allah, şirki zulüm olarak tanımlamış,
bütün peygamberleri tevhidi öğretmek için görevlendirmiş; şirk koşan kimselerin
yaptıkları iyi işlerin boşa gideceğini bildirmiştir. Bu hususlardaki birçok âyetten
sadece birini hatırlatmakla yetiniyoruz:
82
Şu iman edenler ve imanlarına yanlış; kendi zararlarına olan iş giydirmeyenler/ ortak koşma
inancı karıştırmayanlar, işte onlar, güven kendilerinin olanlardır. Kılavuzlandıkları doğru yolu
bulanlar da onlardır.
(En‘âm/82)
36
Büyükbaş hayvanları da; Biz, onları sizin için Allah'ın varlığının
işaretlerinden yaptık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının
biri bağlı hâlde keserken/ saf hâlindelerken üzerlerine Allah'ın adını anın.
Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve
isteyene de yedirin. Böylece Biz, onları kendinize verilen nimetlerin karşılığını
ödeyesiniz diye size boyun eğdirdik.
32,33
İşte böyle! Her kim Allah'ın varlığına işaret olan şeylere saygı
gösterirse, –ki şüphesiz bu saygı gösterme, kalplerin Allah'ın koruması altına
girmesindendir– sizin için onlarda belli bir süreye kadar birtakım yararlar
19
vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik'e/eski eve/özgür
eve/Ka‘be'yedir.
34,35
Ve Biz, her önderli toplum için, Allah'ın kendilerine hayvanların
kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye
bir kulluk biçimi yaptık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız
O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen, kendilerine
isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan
destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve
kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah'a
içtenlikle boyun eğen o kimselere müjdele.
37
Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak, O'na,
sizden “Allah'ın koruması altına girme” ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere
Allah'ı büyükleyesiniz diye, o büyükbaş hayvanları, size işte böyle boyun
eğdirdi [hiç değişmeden, gelişmeden size boyun eğecek özelliklerde yarattı]. Ve
iyilik, güzellik üretenleri müjdele.
Bu âyetlerde, hacc esnasındaki “hedy” ile ilgili bilgi verilmekte, bunun
yozlaştırılmamasına yönelik uyarı yapılmaktadır.
Paragrafın doğru anlaşılabilmesi için 36. âyeti, –teknik zorunluluk nedeniyle–
paragrafın başında tertip ettik. Zira pasajın âyetlerinde, bu âyete gönderme
yapılmıştır.
‫نسك‬NÜSÜK - ‫مناسك‬MENÂSİK
“ ‫سثثك‬ْ‫ك‬ ‫ن‬Nüsk”, “ ‫سثثك‬ُ‫ك‬ ‫ن‬nüsük”, “İbadet, taat ve Allah’a yaklaştıran her şey”
demektir. “ ‫نسك‬Nüsük” dinin emrettiği ve yasakladığı” şeydir.
“ ‫سك‬َ‫ك‬ ‫من‬Mensek”. “ ‫سك‬ِ‫ك‬ ‫من‬mensik”, “nüsk yolu” demektir
“ ‫ثك‬‫ث‬‫منس‬Mensek” çoğulu “ ‫ثك‬‫ث‬‫مناس‬menâsik”, nüskün, nüsüklerin icra edildiği
yerler” demektir.
“ ‫مناسك‬Menâsik”, İsm-i zaman/ mekân kalıbının çoğulu olduğu gibi İsm-i alet
kalıbının da çoğuludur. Sözcüğün İsm-i alet kalıbı anlamı itibare alınınca “Nüsük
aletleri; ibadet malzemeleri, tarzları, ritüelleri” demek olur.
Kur’an’da geçen menasik anlamlarını hep ism-i alet olarak tevil ediyoruz. Zira
Kur’an’dan anladığımıza göre evrenin her yeri mensektir (ibadethanedir); rabbimizin
bize gösterdiği, göstereceği ise kulluk biçimleri, aletler, yollarıdır; namaz, salat, hac,
kıble, oruç, takva vs. gibi.
“ ‫نسك‬Nüsük” sözcüğü, “ ‫نسيكة‬Nesike” sözcüğünden alınmadır. “ ‫نسيكة‬Nesike”nin
ilk vaz’ı (koyuluş) anlamı, “altın ve gümüşün eritilerek cüruftan temizlenmesi, saf
hale getirilmesi” demektir. Bu durumda “Nüsk, Nüsük’ün de esas anlamı “Saf altın,
gümüş parçası” demektir.
İbadet edene “ ‫ناسك‬Nâsik” denir. Çünkü İbadetin her türlüsü, her şekli, insanı
günah kirinden temizler ve Allah’a yaklaştırır.
Bu açıklamalardan açıkça anlaşılan şu olmalıdır: Nüsük, Allah’a yapılan
ibadetlerin en temizi; riyasısı, kusursuzu, en samimisidir.
Bu sözcük zaman içerisinde anlamı daraltılarak “hayvan kesimi” ve “hacc
rükunları” için kullanılır olmuştur. (TAC ve LİSAN) Kur’an’da (En’am/ 162,
Bakara/128, 196, 200 ve Hac/34, 67 ) ise gerçek anlamıyla; “ibadetin her türlüsü, her
şekli” anlamında kullanılmıştır.
20
Bakara/ 128’de İbrahim As’ın “Ve bize menasikimizi göster” talebi,
“İhdinassıratalmüstekım (bize dosdoğru yolu göster)” ifadesiyle aynı anlamdadır.
36. âyette, Büyükbaş hayvanları da; Biz onları sizin için Allah'ın varlığının
işaretlerinden kıldık buyurulmuştur. Âyetin doğru anlaşılabilmesi için, şe‘âir
[işaretler] sözcüğünün iyi bilinmesi gerekir. Bu nedenle Bakara sûresi'nde
yaptığımız açıklamayı naklediyoruz:
‫شعائر‬ [şe‘âir] sözcüğü, “bilmek, akletmek, idrak etmek” anlamındaki ‫شعر‬ [şa‘r]
kökünün türevlerindendir. Şi‘r sözcüğü de buradan gelir. Şi‘r'e bu ismin verilmesi,
her konuda bilgi kaynağı olmasındandır. Bu sözcüğün türevlerinden şe‘ar, ağaç ve
ağaçlık, sık orman, ağaçlı bahçe gibi ağaç eksenli olarak kullanılır. Yine bu
sözcüğün, “iç çamaşırı, atın çulu, arpa, terazi dirhemi, develere işaret vurma” gibi
daha birçok anlamlarda kullanılan türevleri de vardır.
‫[شعار‬şi‘âr], ‫شعيرة‬ [şe‘îra] (çoğulları, ‫شعائر‬ [şe‘âir] sözcüğü), “alâmet” [bilgi
sağlayan/belirti] demektir, ki bu sözcük savaşta veya seferde askerlerin
arkadaşlarını, bölüklerini, takımlarını bulmaları, kaybetmemeleri için koydukları bir
belirtinin adıdır.10
Şe‘âir sözcüğü, Kur’ân'da bu âyetin dışında Mâide/2, Hacc/32, 36. âyetler
olmak üzere 3 yerde daha geçer. Hepsinde de, ‫لللل‬ّ‫ ه‬ ‫ا‬ ‫للعائر‬‫ل‬‫ش‬ [şe‘âirillâh/Allah'ın
alâmetleri; Allah'ı tanımaya, bilmeye alâmet olan her şey] anlamındadır. Ama her ne
hikmetse kelimenin anlamı, araya bir “itaat” sözcüğü eklenmek sûretiyle, “Allah'a
itaatin alâmetleri, nişâneleri, sembolleri” şeklinde yaygınlaşmıştır. Oysa âyetlerde,
“Allah'ın alâmetleri” diye geçmektedir. Âyette, ‫من‬ [min] edatı getirilerek, ‫من‬ ‫لل‬ّ‫ ه‬ ‫ا‬ ‫شعائر‬
[min şe‘âirillâh/Allah'ın âyetlerinden bir kaçıdır] buyurulmuştur.11
“Şe‘âir”in izahından sonra, büyükbaş hayvanların da şe‘âirden olduğuna dair
Yâ-Sîn sûresi'nde yaptığımız açıklamayı naklediyoruz:
71
Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden
birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
72
Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır.
Onlardan yiyip duruyorlar da.
73
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin
karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler?
(Yâ-Sîn/71-73)
Bu âyetler, duyarsızlaşmış bir toplumun inkâr sözlerini dile getiren 48. âyetin
devamı mahiyetindedir. Sözü edilen duyarsızlar, canlıların yapılarındaki âyetlerden
ibret almamaları ve çevrelerindeki delilleri görmemeleri sebebiyle bu âyetlerde de
kınanmaya devam edilmektedir. Onlara denilmektedir ki: “Biz size, kendinizden kat
kat güçlü, deve, sığır gibi hayvanları boyun eğdirdik, binit yaptık. Sizi o hayvanların
etinden, sütünden, derisinden, tüyünden, gücünden ve gübresinden de istifade
ettirdik. Bu hayvanları, yüzlercesini bir küçük çocuğun kontrol edebileceği şekilde
zelil kıldık. Biz bunu böyle plânladık. Bunların nasıl olduğunu hiç düşündünüz
mü?12
Burada büyükbaş hayvanların da Safa ve Merve gibi, Allah'ın varlığına,
birliğine ve rabbliğine birer işaret olduğu, bunların kutsanacak şeyler olmadığı
10
Lisânu'l-Arab; c. 5, s. 125-130, “Şa‘r” mad.
11
Tebyînu'l-Kur’ân; c.?????.
12
Tebyînu'l-Kur’ân; c. ?????
21
açıklanmaktadır. Klasik kaynaklara göre Araplar, deve, sığır ve her ne hediye
ettilerse onu kutsar ve onun etinden yemezlerdi.
38
Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve
son derece nankörlerin hiçbirini sevmez.
39-41
Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları;
onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere
yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer
Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak
sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç
arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar,
tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim
kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan
mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek
salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu
aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe
uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile
kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle
yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin
sonucu da sadece Allah'a âittir.
Bu âyet grubunda Allah, mü’minleri koruyacağını, mağdur etmeyeceğini
bildirdikten sonra, buna örnek olarak da kendilerini, yurtlarını ve dinlerini
koruyabilmeleri için savaşa izin verdiğini beyân etmiştir. Sonra da sulh ortamında
yapılması gerekenleri; mü’minlerin Allah'ın yardımcıları, Kendisinin de
mü’minlerin yardımcısı olduğunu; kâfirleri-nankörleri sevmediğini ve onları mutlu
etmeyeceğini bildirmiştir:
• Şüphesiz Allah, inananları savunur, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiç
birini sevmez.
• Kendilerine savaş açılan kimselere, zulme uğramaları, sırf “Rabbimiz
Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin
verildi.
• O nedenle zulme uğrayan, saldırıya maruz kalan, özgürlüğü ve insan hakkları
elinden alınan Müslümanların, zulüm ortadan kalkıp hakklarını, özgürlüklerini ve
onurlu hayat hakklarını garantiye alana kadar kendilerini savunma, zulme
başkaldırma hakları vardır. Özgürlüğün, insan hakklarının, adaletin ve güvenliğin
garanti altına alınması için savaştan başka seçenek yoktur.
Bundan sonra da, Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip
önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl,
bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri;
çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim
öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan
mescitler yerle bir edilirdi” diye savaşın gerekçesi açıklanmış ve mü’minlere de,
“Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı
ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe
22
kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul
edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah,
çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir” buyurularak
güvence verilmiştir.
‫صوامع‬SAVAMİU
Ayette geçen “ ‫صلوامع‬savamiu” kelimesi klasik kabulle “manastırlar”, “ ‫لع‬‫ل‬‫بي‬
biyeu” kelimesi de “kiliseler” şeklinde tercüme edilmiştir. Sözcüklerin “lam-ı
tarifsiz nekre olarak gelişi ve ‫لللوات‬‫ل‬‫ص‬ salavâtü sözcüğünün klasik anlayışta
İbraniceden Arapçalaştırılmış olduğunun kabul edilişi, bizi de herkes gibi gaflete
düşürdü. Bu nedenle ‫صللوامع‬ savâmiu, ‫بيللع‬biyeu, ifadeleri üzerinde araştırma
yapmamıştık.
Bu durum karşısında da Allah’ın, kilise ve havralara onay verdiği
anlaşılmaktadır. Bu günkü ve Kur’an indiği dönemdeki havralar ve kiliselerin Allah
ve Müminler tarafından tasvib edilecek bir yanı olmadığından bu durumu, ilk
halleri, yani Musa’nın dönemindeki havralar; İsa’nın dönemindeki kiliseler olarak
zorlama bir anlam benimsemiştik.
Ne var ki dostlarımızın uyarması nedeniyle yaptığımız araştırmalar sonucu söz
konusu kelimeler ile ilgili bazı bulgular elde edip sözcüğün Arapça olduğunu tespit
edip ayetteki sözcüklerin de gerçek anlamlarına ulaştık.
“ ‫صوامع‬Savâmiu” sözcüğünün kökü, “ ‫صمع‬samea”dır. Yani kök harfler “ ‫ص‬sad
‫م‬mim ve ‫ع‬ayndır. Bu sözcük, “küçük kulak”, “küçük topuk”, “keskin zekâ”
anlamlarındadır. Bu sözcüğün türevlerinden olan “ ‫صماء‬samâe” ve ‫صومة‬ savmenin
şu anlamları vardır:
Dikenli bitki (kediotu),
Bitkilerin filizi,
Olgunlaşmış, toplanmış, saklanmış bakla (baklagiller),
Ağacın en tepesindeki meyve, açılmamış tomurcuk, gonca (Ebu Hanifeye
göre),
Heybe (yolculukta, özellikle de hayvan üzerinde yapılan yolculukta içine
öteberi konulan iki gözlü torba).
“ ‫ص‬s ‫م‬m ‫ع‬a” kökünün türevlerinden olan ismi tafdili ( ‫أصمع‬esma’u” kalıbı)
şöyle kullanılmaktadır:
‫لصمع‬ ‫الكعب‬El ka’bül esma, Güzel düzgün topuk
‫الصللمع‬ ‫النبللت‬El nebtül essma’, meyve veren, sökülmeyen bitki, meyvesi
olgunlaşan, toplanıp saklanan bitki
‫الصمع‬ ‫الريش‬Er Riyşü esma’, yeni, güzel, açılmış uzunca yatak
‫الصمع‬ ‫القلب‬El kalbül esama’, zeki, uyanık kalp.
‫صومة‬Savma, Hıristiyanların evi, rahiplerin fener kulesi.
‫صومة‬ Birbirine yapışık olan her türlü bina.
İbn-i Ali, “Savamiu” papazların külahı” demiştir.13
Görülüyor ki Araplar, bu sözcüğün türevlerini farklı şeylere ad yapmışlardır.
Bu anlamların alakası; ana ekseni, “küçük bir şeyin büyük bir şeye yapışıklığıdır.
Başa kulak, kulağa küpe; binaya kule, baca; başa külah, şapka, ağaca tomurcuk,
meyve, toprağa bitki; … gibi.
13
(LİSAN, TAC ve MÜFREDAT ‫ص‬s ‫م‬m ‫ع‬a mad)
23
‫صوامع‬Savâmiu sözcüğünü, ‫صماء‬samâe ve ‫صومة‬ savmenin çoğulu olarak ele
aldığımızda, nekreliği de dikkate alarak sözcüğün anlamını “filiz, tomurcuk,
ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne
varsa hepsi” diye ifade edebiliriz.
‫بيع‬Biyeu
Bu sözcük de klasik anlayışta, “ ‫لة‬‫ل‬‫بيع‬biyatın çoğulu olarak ele alınmış ve
Hıristiyanların kiliseleri olarak kabul görmüştür. Hatta bazılarına göre de
Yahudilerinin kiliseleridir.14
Haddizatında yine kadim lügatlerde “ ‫بيع‬biyeun” sözcüğünün tekili olan “ ‫بيعة‬
biat” sözcüğünün “ ‫اللبيع‬ ‫هيئلة‬hey’tül bey’ı (alış- verişin şekli)” olduğu da yer alır.15
Sözcüğün Arapça kökenli olduğu kesin olduğuna göre “kilise” ile “alış- veriş”
ifadesinin arasında bir alaka da bulunmamaktadır.
“ ‫بيلللع‬Biyeu” sözcüğü, ezdattan (karşıt anlamın ikisini de ifade eden
sözcüklerden) olan, “satın alma ve satma; alış-veriş” anlamındaki “ ‫ب‬b ‫ى‬y ‫ع‬a”nın
türevlerinden olup, halliyet (bir mekân içinde bulunan şeyi zikredip mekânını
kastetme) mecazı mürseliyle ve sözcüğün nekreliğiyle “tüm alış veriş yerleri; çarşı-
pazar” demektir.
‫صلوات‬Salâvat
Kılasik kaynaklar ayetteki “Salâvat” sözcünü Arapçadaki “salât” sözcüğünün
çoğulu olan “salâvat” olmayıp İbraniceden gelme “Saluta” sözcüğünden
Arapçalaşmış bir sözcük olduğunu yazdılar. Birçok yerde açıkladığımız gibi
“salâvat”, “salât”ın çoğuludur. Burada da Halliyet mecazi mürseliyle “tüm Salât;
destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik
merkezleri) demektir.
Durum bu olunca bir de Rabbimizin Bakara/ 251’deki savaşın gerekçelerinde
beyan buyurduğu “Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması
olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. ” ifadesi dikkate alındığında
ayetteki sözcüklerin gerçek Arapça anlamlarının dikkate alınması gerektiği ortaya
çıkmaktadır. Böylece Rabbimizin Bakara/251’deki “yeryüzü kesinlikle bozulur
giderdi” ifadesi Hacc/40 ta “ … Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile
defedip önlemeseydi, mutlak surette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış
tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş
yerleri; çarşı-pazar, tüm Salât; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri,
eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol
anılan mescitler yerle bir edilirdi.” şekliyle bizzat Allah tarafından açıkça tefsir
edilmiş bulunmaktadır.
Bu açıklamalardan sonra kesin olarak diye biliriz ki konumuz olan ayetteki “
‫فيها‬ ‫يذكر‬ yüzkerü… “cümlesi, sadece ayetteki “ ‫مساجد‬Mesacidü” sözcüğünün sıfatı
olup “ ‫فيها‬fiha” zamiri de ‫مساجد‬mesacid sözcüğüne râci olup sıfat cümlenin anlamı
“içinde Allah’ın zikredildiği mescitler” şeklindedir. Açıkça birleri, mevcut
kiliseleri, havraları ve manastırları meşrulaştırmak için epey vakit harcamış, zemin
hazırlamış.
Savaşa izin verildiği ilk kez Bakara sûresi'nde zikredilmişti:
14
(Tac ve Lisan)
15
(Lisan ve TAC).
24
216
Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi.
Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü,
zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(Bakara/216)
244
Ve Allah yolunda savaşın. Şüphesiz Allah'ın en iyi işiten ve en iyi bilen olduğunu da bilin.
(Bakara/244)
190
Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın.
Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.
191
Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları
dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek,
öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm; dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar,
orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar, sizinle savaşırlarsa, hemen
onları öldürün. kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlerin cezası işte böyledir.
192
Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, biliniz ki şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok
merhamet edicidir.
193
Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık
eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur.
(Bakara/190-193)
251
Sonra da, Allah'ın izniyle/ bilgisiyle Câlût ve ordusunu bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u
öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeleri verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını
diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. Fakat Allah, âlemler
üzerinde büyük bir armağan sahibidir.
(Bakara/251)
Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu nakledilmiştir:
Rivâyete göre bu âyet-i kerîme mü’minler dolayısıyla nâzil olmuştur. Şöyle ki: Mü’minler
Mekke'de sayıca çoğalıp kâfirler onlara eziyet ve işkenceler yapınca, onların bir bölümü
Habeşistan'a hicret etti. Mekke'de kalan birtakım mü’minler de imkân bulduğu kâfirleri öldürmek,
suikast tertiplemek, emanetlerine hâinlik etmek ve hile yapmak istediler. Bunun üzerine bu âyeti
kerîme, …nankörlük edenlerin hiç birisini sevmez buyruğuna kadar nâzil oldu.16
Şüphesiz Allah, inanan kullarını, savaşmaksızın da gâlip kılmaya kâdir'dir.
Ancak O, kullarının Kendine ne derece itaat edeceklerini denemek için
savaşmalarını emretmiştir:
4-6
Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız
zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen
bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince
de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi
elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir.
Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla
boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı
cennete girdirecektir.
(Muhammed/4-6)
16
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
25
14,15
Onlarla savaşın ki, Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsva etsin.
Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin
kinini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa
koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
16
Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş/ can dostu
edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan
çok iyi haberi olandır.
(Tevbe/14-16)
142
Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden, sabredenleri de bildirmeden cennete
gireceğinizi mi sandınız?
(Âl-i İmrân/142)
31
Ve kesinlikle Biz, içinizden çaba gösterenleri ve sabredenleri bildirmemiz/ ortaya
çıkarmamız için sizi yıprandıracağız/ denemeye tâbi tutacağız. Haberlerinizi de
yıprandıracağız/denemeye tâbi tutacağız.
(Muhammed/31)
Burada, Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi,
mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar
ve mescitler yerle bir edilirdi buyurularak, savaşın gerekçeleri açıklanmıştır. Bu
âyette zikredilen kilise ve havralar, günümüzdeki kilise ve havralar değil, tahrifata
uğramadan evvelki mabetler; Mûsâ'nın havraları ve Îsâ'nın kiliseleridir.
Âyetin son bölümünde de, Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine
yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve
münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir
[çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir
buyurularak, gerçek mü’minlere yardım edileceği taahhüt ediliyor:
7
Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve
ayaklarınızı sabit tutar. 8
İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve Allah, onların işlerini
saptırtmıştır. 9
Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Artık Allah
da onların amellerini boşa çıkarmıştır.
(Muhammed/7-9)
171-173
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/ elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir:
“Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip
gelenlerin ta kendisidir.”
(Sâffât/171-173)
21
Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye
gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır.
(Mücâdele/21)
Kur’ân'da, Allah'ın birçok yardımı somut olarak gösterilmiştir:
61
İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı “Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık” dediler.
62
Mûsâ: “Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol
gösterecektir” dedi.
64
Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
65,66
Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk.
(Şu‘arâ/61-66)
26
40
Eğer siz, Elçi'ye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O'na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o
kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak
çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani O, arkadaşına “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle
beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah, O'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma
duygularını/morallerini içlerine koymuş, O'nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve
kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin sözünü en alçak yapmıştı.
Allah'ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp
edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
(Tevbe/40)
123-127
Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz
diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin
haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması
altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size
işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf
bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden;
Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut
onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli,
mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin.
(Âl-i İmrân/123-127)
25
Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size
güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar
gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız.
(Tevbe/25)
114,115
Ve andolsun ki Biz, Mûsâ ile Hârûn'a da nimetler verdik. Ve o ikisini ve toplumlarını o
büyük sıkıntıdan kurtardık.
116
Ve Biz, onlara yardım ettik de onlar galip gelenlerin ta kendileri oldular.
(Saffat/114-116)
51
Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin
kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz.
(Mü’min/51)
139
Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz.
(Âl-i İmrân/139)
38. âyette, Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı
hâin ve son derece nankörlerin tümünü sevmez buyurularak, Allah'ın hâinleri
sevmediği vurgulanmıştır:
27,28
Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de
ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden
çıkaracak birer varlık olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin.
(Enfâl/27-28)
58
Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu
kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri sevmez.
27
(Enfâl/58)
42-44
Ve eğer onlar, seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un
toplumu, Âd, Semûd, İbrâhîm'in toplumu, Lût'un toplumu, Medyen ashâbı
da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da Ben, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını
ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir süre verdim. Sonra da onları
yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış!
45
Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi
zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/ yıkıma uğrattık. Artık
damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla
bomboş kalmış, kireçle/ betonla sağlamlaştırılmış saraylar!
46
Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri
kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz,
fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.
47
Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla
caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan
bin sene gibidir.
48
Ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapıp duran nice
kentler; Ben, kendilerine süre tanıdım, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş,
sadece Bana'dır.
Bu paragrafta, Rasûlullah teselli edilmekte ve insanlar –gözlem yapmak
sûretiyle– akıllarını başlarına almaya çağırılmaktadır. Yalanlanması karşısında
Rasûlullah birçok kez teselli edilmiştir:
33
Biz onların söylediklerinin seni kesinlikle üzdüğünü elbette biliyoruz. Ama onlar aslında seni
yalanlamıyorlar; ama şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler Allah'ın âyetlerini bile
bile reddediyorlar.
34
Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar
yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah'ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse
yoktur. Hiç şüphesiz ki, sana, elçilerin haberlerinden bir kısmı gelmiştir de.
(En‘âm/33-34)
Allah için zaman önemli değildir. Kâfirlere mühlet verilmesi, onların ihmal
edildiği anlamına gelmez:
42,43
Sakın şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların yaptıklarından Allah'ın
duyarsız/bilgisiz olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa
fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri
bomboştur.
(İbrâhîm/42-43)
61
Ve eğer Allah, yanlış işleri nedeniyle insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı,
yeryüzünün üstünde irili-ufaklı tüm canlılardan hiçbir şey bırakmazdı. Velâkin onları adı konulmuş bir
süreye kadar erteler. Artık onların sürelerinin sonu gelince de ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne
alınabilirler.
(Nahl/61)
45
Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak
olsaydı, yeryüzünde küçük-büyük hiçbir canlıyı bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye
28
kadar ertelemektedir. Sonunda süre sonları geldiği zaman da artık şüphesiz Allah, Kendi kullarını en
iyi görendir.
(Fâtır/45)
Kırk beşinci ayette ki “45
Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak
sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/ yıkıma
uğrattık.” ifadesi açıkça gösteriyor ki şirk koşanlar; Alla’ının astlarından otorite
kabul edenler, kendi benliklerini sıfırladıkları için yok, yıkıma uğramakta, sonunda
da olup gitmektedirler.
46. âyetteki, İşte şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki
kalpler kör olur ifadesi, mecazî anlamdadır. Kalp, bilginin, bilincin, hislerin, zihnî
ve ahlâkî niteliklerin merkezi kabul edildiğinden bu ifade kullanılmıştır.
Bu pasajın iniş sebebine dair şu nakledilmiştir:
İbn Abbâs ve Mukâtil derler ki: Yüce Allah'ın, Kim bunda kör ise, o âhirette de kördür
(İsrâ/72) buyruğu nâzil olunca, İbn Umm Mektûm, “Ey Allah'ın Rasûlü!” “Ben dünyada gözleri
görmeyen bir kimseyim, âhirette de kör mü olacağım?” diye sorunca, Çünkü gözler kör olmaz. Asıl
göğüslerdeki kalpler kör olur buyruğu indi.17
47. âyetteki, Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar ifadesinde gönderme
yapılanlar ise Nadr b. el-Hâris ve Ebû Cehl gibi kimselerdir. Bunlar daha önce de
konu edilmişti.
70
Onlar dediler ki: “Demek sen Allah'a; başkasını karıştırmadan kulluk edelim ve atalarımızın
kulluk ettiklerini bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şeyi bize
getir!”
(A‘râf/70)
102
Ve Rabbin, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olan kentleri
yakaladığında, O'nun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz O'nun yakalaması pek acıklıdır, çok çetindir!
(Hûd/102)
77,78
Kendilerine, “Elinizi çekin, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma;
toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/vergiyi verin” denilenleri görmedin
mi/ hiç düşünmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah'a duydukları
saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti gibi yahut daha şiddetli olarak insanlara saygıyla, sevgiyle,
bilgiyle ürperti duyarlar. Ve “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana
ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın kazanımı, çok azdır. Âhiret ise Allah'ın
koruması altına girmiş kişiler için daha hayırlıdır ve siz “bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik
kadar” bile haksızlığa uğratılmayacaksınız. Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece
sağlam kaleler içinde bulunsanız bile.” Ve onlara bir iyilik isabet ederse, “Bu Allah'tandır” derler,
bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu sendendir” derler. De ki: “Hepsi Allah'tandır.” Bunlara rağmen bu
topluma ne oluyor ki, neredeyse hepten söz anlamayacaklar?
(Nisâ/77-78)
32
Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi
ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi.
(Enfâl/32)
16
Ve dediler ki: “Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver bize!”
(Sâd/16)
17
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
29
49,50
De ki: “Ey insanlar! Ben, sizin için sadece apaçık/ açıklayan anlatan bir
uyarıcıyım. Artık, iman etmiş olanlar ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar;
bağışlanma ve hatırı sayılır rızık sadece onlar içindir.”
51
Âcizleştirme yarışı yaparak âyetlerimiz hakkında koşan kimseler; işte
onlar, cehennemin yârânıdır.
İnsanlar için bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde, Rasûlullah'ın
insanların menfaati için görevlendirilmiş bir uyarıcı olduğu, tebliğ ettiği mesajdan
herhangi bir çıkarı olmadığı; iman eden ve sâlihâtı işleyenlerin mağfiret ve kerîm
bir rızka nail olacakları, Allah ve Rasûlü'yle boy ölçüşmeye kalkanların ise
cehennemi boylayacakları bildirilmektedir. Bu hususa 15. âyette de işaret edilmişti.
41
Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı
görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı
çok hızlı görendir.
(Ra‘d/41)
88
Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve Allah yolundan çeviren şu
kimseler, Biz yaptıkları bozgunculuk nedeniyle onlara azap üstüne azap artırdık.
(Nahl/88)
52-54
Ve Biz, senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o
bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın.
Bunun üzerine Allah, şeytanın/İblis'in attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah,
şeytanın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan
kimseler için dinden çıkarmak için, –şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi
zararlarına iş yapanlar da kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler–,
kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler, Kur’ân'ın şüphesiz Rabbinden
gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona
saygı duysun diye âyetlerini güçlendirir, korur. Ve Allah, çok iyi bilendir, en
iyi yasalar koyan, güçlendirendir. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri
dosdoğru yola kılavuzlayandır.
55
Küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu
kişiler de, kendilerine ansızın kıyâmetin kopuş anı veya kısır [yararsız,
verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, Kur’ân'dan kuşku duymaya
devam edeceklerdir.
56
O gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında O, hüküm verir. Artık iman
eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler, nimet cennetlerindedirler.
57
Ve Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve
âyetlerimizi yalanlayan kimseler; artık işte bunlar, alçaltıcı azap kendileri
için olanlardır.
Bu âyetlerde, vahye hiçbir şeyin karışmadığı-karıştırılmadığı ve
karıştırılamayacağı, Elçi'nin ve vahyin korunduğu vurgulanıyor.
30
103. hacc suresi
103. hacc suresi
103. hacc suresi
103. hacc suresi
103. hacc suresi
103. hacc suresi
103. hacc suresi
103. hacc suresi
103. hacc suresi

More Related Content

What's hot (20)

62. şura suresi
62. şura suresi62. şura suresi
62. şura suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre ! İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre !  İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre !  İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre ! İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
 
Din bir ihtiyac midir
Din bir ihtiyac midirDin bir ihtiyac midir
Din bir ihtiyac midir
 
Lise cennet cehennem
Lise cennet cehennemLise cennet cehennem
Lise cennet cehennem
 
Takva Kelimesi
Takva KelimesiTakva Kelimesi
Takva Kelimesi
 
Kuran Soruyor ? - Kuranı Kerim Işıgında Kendini Sorgula
Kuran Soruyor ? - Kuranı Kerim Işıgında Kendini SorgulaKuran Soruyor ? - Kuranı Kerim Işıgında Kendini Sorgula
Kuran Soruyor ? - Kuranı Kerim Işıgında Kendini Sorgula
 
Guzel ahlak 14 18 yas
Guzel ahlak 14 18 yasGuzel ahlak 14 18 yas
Guzel ahlak 14 18 yas
 
Allah Kimleri Sever 1
Allah Kimleri Sever 1Allah Kimleri Sever 1
Allah Kimleri Sever 1
 
59. zümer suresi
59. zümer suresi59. zümer suresi
59. zümer suresi
 
86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi
 
65. casiye suresi
65. casiye suresi65. casiye suresi
65. casiye suresi
 
248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
 
71. nuh suresi
71. nuh suresi71. nuh suresi
71. nuh suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
Velayet
VelayetVelayet
Velayet
 
52. hud suresi
52. hud suresi52. hud suresi
52. hud suresi
 
Lise kurandan ogutler
Lise kurandan ogutlerLise kurandan ogutler
Lise kurandan ogutler
 
51.yunus suresi
51.yunus suresi51.yunus suresi
51.yunus suresi
 

Similar to 103. hacc suresi (20)

43.fatır suresi
43.fatır suresi43.fatır suresi
43.fatır suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
58. sebe suresi
58. sebe suresi58. sebe suresi
58. sebe suresi
 
95. muhammed suresi
95. muhammed suresi95. muhammed suresi
95. muhammed suresi
 
66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi
 
42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
 
84.rum suresi
84.rum suresi84.rum suresi
84.rum suresi
 
Turkish Quran
Turkish QuranTurkish Quran
Turkish Quran
 
70. nahl suresi
70. nahl suresi70. nahl suresi
70. nahl suresi
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi
 
KURANIN ERLERİ
KURANIN ERLERİKURANIN ERLERİ
KURANIN ERLERİ
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
57. lokman suresi
57. lokman suresi57. lokman suresi
57. lokman suresi
 
39. araf
39. araf39. araf
39. araf
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
85. ankebut suresi
85. ankebut suresi85. ankebut suresi
85. ankebut suresi
 
60. gafir suresi
60. gafir suresi60. gafir suresi
60. gafir suresi
 
Kuran-ı kerim Diyanet Meali
Kuran-ı kerim Diyanet MealiKuran-ı kerim Diyanet Meali
Kuran-ı kerim Diyanet Meali
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (19)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
93. zilzal suresi
93. zilzal suresi93. zilzal suresi
93. zilzal suresi
 
92. nisa suresi
92. nisa suresi92. nisa suresi
92. nisa suresi
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 

103. hacc suresi

  • 1. 103 (22). HACC SÛRESİ MEDENÎ, 78 ÂYET GİRİŞ Adını 27. âyetteki ‫[الحج‬el-hacc] sözcüğünden alan sûrenin Medîne'de 103. sırada indiği kabul edilir. Sûrenin tamamının veya ekserisinin Mekke'de indiği; tamamının veya ekserisinin Medîne'de indiği, bir kısmının Mekke'de bir kısmının da Medîne'de indiği yönünde nakiller mevcuttur.1 Sûrenin çoğu âyetlerinin, üslup olarak Mekkî âyetlere benzediği gerçektir. Ama bunun nedeni, bizce bu âyetlerin Mekke'de inmesi değil, Mekkelileri muhatap almasıdır. Bu sûrede; iman, tevhid, Sâ‘at/kıyâmet, öldükten sonra dirilme, haşr, hesap, ceza konuları işlenmiş, ayrıca mü’minlerin cennette; inkârcıların ise cehennemde olacağı beyân edilerek özendirme ve uyarılar yapılmıştır. RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA MEAL: 1,2 Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş anının sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını bırakır. Ve sen, insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok şiddetlidir. 3,4 İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce tartışıyor ve her azılı şeytanı izliyor. –Azılı şeytan hakkında: “Şüphesiz kim şeytanı yol gösterici, gözetici bir yakın yaparsa artık o, kesinlikle şeytanı kendine velîleştireni saptırır ve onu cehennemin azabına kılavuzlar” diye yazıldı.– 5 Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. 6 İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hak olması, şüphesiz sadece O'nun, ölüleri diriltmesi ve şüphesiz sadece O'nun her şeye en iyi güç yetiren olması nedeniyledir. 7 Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltecektir. 8 İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan, 1 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân; Suyûtî, el-İtqân. 1
  • 2. aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar. 9 Onun belini eğip bükmesi/çalım satması, Allah yolundan saptırmak içindir. Bu dünyada ona bir rüsvalık vardır. Ve Biz, kıyâmet gününde ona yakıcı cehennemin azabını tattıracağız. 10 İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah'ın, iyi kulluk edenlere haksızlık eden biri olmayışı sebebiyledir. 11-13 İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde/ kararsız, net çizgisiz bir şekilde kulluk eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse, onunla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş olur. Ve eğer kendisine bir sosyal yangın/ sıkıntı gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. O, Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı yararından daha yakın olana yalvarıyor. Yalvardığı o şey ne kötü yardımcı, koruyucu ve ne kötü yoldaştır. 14 Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar. 15 Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse, hemen samimiyetle Biz'e yönelsin, bir de Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek o şeyler ile ilişkisini kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi/kafasındaki takıntıyı giderecek mi? 16 Ve işte Biz, Kur’ân'ı böylece apaçık âyetler hâlinde indirdik. Ve şüphesiz Allah, dilediği kimselere/dileyen kimselere kılavuzluk eder. 17 Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler/doğal dindarlar, Hristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi tanıktır. 18 Göklerde ve yeryüzünde olan kimselerin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar ve insanların çoğunun Allah'a boyun eğip teslimiyet gösterdiklerini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Birçoğu da üzerlerine azap hak olmuş olanlardır. Ve Allah, kimi hor kılarsa artık onun için bir yücelten yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini işler. 19-22 Şu ikisi; mü’min ile kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler, kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler ve: “Yakıcı azabı tadın!” 23 Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar, orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. 24 Ve onlar sözden, güzel/ hoş olana kılavuzlanmışlardır. Hem de övülmeye layık olan Allah'ın yoluna kılavuzlanmışlardır. 2
  • 3. 25 Şüphesiz küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, Allah'ın yolundan, insanlar –orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit olmak üzere– için kılınan Mescid-i Haram'dan [dokunulmazlığı olan ilâhiyat okulundan] alıkoyan kimseler ve orada haksızlıkla yanlış yola sapmak isteyen kimse; Biz, ona pek acıklı bir azaptan tattırırız. 26-29 Ve hani Biz bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada haksızlığa baş kaldıranlar, Allah'ı birleyenler, boyun eğip teslimiyet gösterenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerinde, belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında ilâhiyat eğitim-öğretimi verileceğini duyur. Yürüyerek veya yorgun düşmüş binekler üstünde her derin vadiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür evde/Ka‘be'de dolaşsınlar” diye, o evin/Ka‘be'nin yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık. –Siz de onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.– 30,31 İşte böyle! Ve kim, Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. 36 Büyükbaş hayvanları da; Biz, onları sizin için Allah'ın varlığının işaretlerinden yaptık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının biri bağlı hâlde keserken/ saf hâlindelerken üzerlerine Allah'ın adını anın. Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve isteyene de yedirin. Böylece Biz, onları kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diye size boyun eğdirdik. 32,33 İşte böyle! Her kim Allah'ın varlığına işaret olan şeylere saygı gösterirse, –ki şüphesiz bu saygı gösterme, kalplerin Allah'ın koruması altına girmesindendir– sizin için onlarda belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik'e/eski eve/özgür eve/Ka‘be'yedir. 34,35 Ve Biz, her önderli toplum için, Allah'ın kendilerine hayvanların kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye bir kulluk biçimi yaptık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah'a içtenlikle boyun eğen o kimselere müjdele. 37 Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak, O'na, sizden “Allah'ın koruması altına girme” ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere Allah'ı büyükleyesiniz diye, o büyükbaş hayvanları, size işte böyle boyun eğdirdi [hiç değişmeden, gelişmeden size boyun eğecek özelliklerde yarattı]. Ve iyilik, güzellik üretenleri müjdele. 3
  • 4. 38 Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiçbirini sevmez. 39-41 Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir. 42-44 Ve eğer onlar, seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, Semûd, İbrâhîm'in toplumu, Lût'un toplumu, Medyen ashâbı da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da Ben, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış! 45 Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/ yıkıma uğrattık. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış, kireçle/ betonla sağlamlaştırılmış saraylar! 46 Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. 47 Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. 48 Ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapıp duran nice kentler; Ben, kendilerine süre tanıdım, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş, sadece Bana'dır. 49,50 De ki: “Ey insanlar! Ben, sizin için sadece apaçık/ açıklayan anlatan bir uyarıcıyım. Artık, iman etmiş olanlar ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; bağışlanma ve hatırı sayılır rızık sadece onlar içindir.” 51 Âcizleştirme yarışı yaparak âyetlerimiz hakkında koşan kimseler; işte onlar, cehennemin yârânıdır. 52-54 Ve Biz, senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah, şeytanın/İblis'in attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, 4
  • 5. şeytanın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için dinden çıkarmak için, –şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler–, kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler, Kur’ân'ın şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona saygı duysun diye âyetlerini güçlendirir, korur. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasalar koyan, güçlendirendir. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri dosdoğru yola kılavuzlayandır. 55 Küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişiler de, kendilerine ansızın kıyâmetin kopuş anı veya kısır [yararsız, verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, Kur’ân'dan kuşku duymaya devam edeceklerdir. 56 O gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında O, hüküm verir. Artık iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler, nimet cennetlerindedirler. 57 Ve Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; artık işte bunlar, alçaltıcı azap kendileri için olanlardır. 58,59 Ve Allah yolunda hicret eden, sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar; kesinlikle Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Kesinlikle onları hoşnut olacakları bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle çok iyi bilendir, çok yumuşak davranandır. 60 İşte böyle! Ve kim kendisine yapılan cezaya aynı ile karşılık verirse, sonra yine kendisine haksızlık yapılırsa, kesinlikle Allah, ona yardım eder. Şüphesiz Allah, kesinlikle çok af edicidir, çok bağışlayıcıdır. 61 İşte bu, Şüphesiz Allah'ın, geceyi gündüzün içine sokması, gündüzü de gecenin içine sokması sebebiyledir. Şüphesiz Allah, çok iyi işitendir, çok iyi görendir. 62 İşte bu, şüphesiz Allah'ın, hakkın ta kendisi olması ve ortak koşanların O'nun astından yakarıp durdukları şeylerin bâtılın ta kendisi olması ve şüphesiz Allah'ın yüceler yücesi olması, en büyüğün Kendisi olması nedeniyledir. 63 Şüphesiz Allah'ın, gökten su indirip de yeryüzünün yemyeşil oluverdiğini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Şüphesiz Allah, çok armağan verendir, en iyi haberi olandır. 64 Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, yalnızca O'nundur. Ve şüphesiz Allah, muhtaç olmayandır, övülmeye en çok layık olandır. 65 Sen, Allah'ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini [hep sizin yararlanacağınız ölçülerde yarattığını] ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Göğü de Kendi izni/ bilgisi 5
  • 6. olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. 66 Ve O, size hayat vermiş olan, sonra öldürecek olan, sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz insan, kesinlikle çok nankördür. 67 Biz, her önderli toplum için bir kulluk yolu tayin ettik. Onlar, ona göre kulluk yapsınlar. O hâlde bu işte seninle hiçbir zaman çekişmesinler. Sen de Rabbine çağır. Şüphesiz sen, dosdoğru bir kılavuz üzeresin. 68,69 Ve eğer seninle tartışırlarsa, hemen de ki: “Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri, en iyi bilendir. Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyler ile ilgili kıyâmet günü aranızda hüküm verecektir.” 70 Gökte ve yeryüzünde olan şeyleri Allah'ın kesinlikle bildiğini bilmez misin? Şüphesiz bu, bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a çok kolaydır. 71 Ve onlar, Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde de onlara dair bilgiler bulunmayan Allah'ın astlarından bir şeylere tapıyorlar. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur. 72 Ve kendilerine âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, Allah'ın ilâhlığını ve küfretmiş; rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimselerin yüzlerinde, vahiy ve ortak kabul ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri tanırsın. Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyan kimselere saldıracaklar. De ki: “Peki, size ondan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş! Allah Ateş'i kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere vaat etti. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” 73 Ey insanlar! Bir örnek verilmektedir, şimdi ona kulak verin: Sizin Allah'ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla oluşturamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür. 74 Allah'ı gereği gibi değerlendirip bilemediler. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye üstündür. 75,76 Allah, haberci âyetlerden elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler, yalnızca Allah'a döndürülür. 77,78 Ey iman etmiş kimseler! Zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız için, Allah'ı birleyin, boyun eğip teslimiyet gösterin, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi gayret gösterin. O, sizi seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in dininde/yaşam tarzında sizin için bir zorluk oluşturmadı. O, daha önce ve işte Kur’ân'da, Elçi'nin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlânız; yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! 6
  • 7. TAHLİL: 1,2 Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş anının sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını bırakır. Ve sen, insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok şiddetlidir. 3,4 İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce tartışıyor ve her azılı şeytanı izliyor. –Azılı şeytan hakkında: “Şüphesiz kim şeytanı yol gösterici, gözetici bir yakın yaparsa artık o, kesinlikle şeytanı kendine velîleştireni saptırır ve onu cehennemin azabına kılavuzlar” diye yazıldı.– Bu âyetlerde, insanlar, gerçeği kabul ederek geleceklerini kurtarmaya davet edilmektedir. Ardından da kıyâmetin korkunç dehşeti anlatılarak insanların yanılgıları ortaya konulmaktadır. Kıyâmetin kopuşunu tasvir eden âyetlerden birkaçını sunuyoruz: Zilzal 1-3 yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Bu yeryüzüne ne oluyor!” dediği zaman 172 Kendisine toplar. (Zilzâl/1-3) 13-17 Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar. (Hakka/13-17) Vakıa 1-7 olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman 135 bileceksiniz. (Vâkıa/1-7) 14 Onların hepsi, sadece elçileri yalanladılar. Bu sebeple azabım hak oldu. 15 Ve bunlar, göz açıp kapayacak kadar bile gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar. (Sâd/14,15) Ve Mü’min/30-35, Neml/87, Müzzemmil/14-18, Nâzi‘ât/6-9. 3-4. âyetlerde, kesin bir bilgiye ve apaçık bir kanıta dayanmaksızın Allah hakkında; Allah'ın eşinin, benzerinin ve ortağının olmadığı; rabbliği [tüm evreni 7
  • 8. kontrol edişi] hakkında tartışan densizler eleştirilerek bu konularda bilgilenmeye çağrılmaktadırlar. Burada konu edilen azılı şeytân da iblistir. Bu husus Tekvîr ve Cinn sûrelerinde detaylıca işlenmiştir.2 İblis ile ilgili kader de şu âyetlerde ifade edilmişti: 80,81 Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi. 82,83 İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım” dedi. 84 Allah dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: “85 Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.” (Sâd/81-85) 16,17 İblis, “Öyleyse, beni azgınlığa itmene karşılık, andolsun ki ben, onlar için Senin dosdoğru yoluna oturacağım, sonra yine andolsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen, çoklarını kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler bulmayacaksın” dedi. 18 Allah, “Haydi, sen, yerilmiş ve itilmiş olarak oradan çık. Onlardan sana kim uyarsa, andolsun ki sizin hepinizden cehennemi dolduracağım” 19 Ve, “Ey Âdem/bilgilenmiş, vahiy almış insan! Sen ve eşin cennete yerleşin, dilediğiniz yerden de yiyin ve girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeye yaklaşmayın; malın-mülkün, paranın-pulun tutkunu olmayın, yoksa yanlış; kendine zararlı iş yapanlardan olursunuz” dedi. 20 Derken İblis, onların kendilerinden gizli kalan çirkinliklerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. Ve “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek/iradesiz güç olmanız ya da sonsuz olarak kalıcılardan/gelişmeyen, değişmeyen birer varlık olmanız için sizi girift, çekişmenin kaynağı olan şu şeyden; maldan-mülkten, paradan-puldan men etti/ bunları size yasakladı” dedi. 21 Ve “Elbette ben, size öğüt verenlerdenim” diye onlara yemin etti/ kanıtlar ileri sürdü. 22 Böylece onları aldatarak aşağılığa düşürdü. Onlar girift, çekişmenin kaynağı olan şeyin; malın-mülkün, paranın-pulun tadına varınca, hırsları, doyumsuzlukları devreye girdi ve mal-mülk, para-pul istifçiliğine başladılar. Rableri onlara seslendi: “Ben, size mal-mülk, para-pul tutkunu olmayı yasaklamadım mı ve size, ‘Bu şeytân, kesinlikle sizin için apaçık düşmandır’ demedim mi?” (A‘râf/16-22) 63-65 Allah dedi ki: “Git! Sonra onlardan kim sana uyarsa, bilin ki, şüphesiz ki, cezanız yeterli bir ceza olarak cehennemdir. Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars. Ve atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun.” – Ve şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.– Şüphesiz ki, Benim kullarım, senin için onlar aleyhine hiçbir güç yoktur.” –Tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak da Rabbin yeter.– (İsrâ/63-65) 5 Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. 2 Tebyînu'l-Kur’ân; c. 1, s. 162-175. 8
  • 9. 6 İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hak olması, şüphesiz sadece O'nun, ölüleri diriltmesi ve şüphesiz sadece O'nun her şeye en iyi güç yetiren olması nedeniyledir. 7 Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltecektir. Bu âyetlerde bilgisizce fikir yürütenlere, kıyâmetten kuşku duyanlara, inatçı şeytân kişilere uyanlara bazı açıklamalar yapılmaktadır. Öldükten sonra dirilmekten kuşku duyanlar, yaratılışlarını mercek altına almalıdırlar: Topraktan, sonra nutfeden, sonra bir alekadan [embriyondan], sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratılma… Belli bir süreye kadar rahimlerde tutulma, sonra bir çocuk olarak çıkarılma, sonra olgunluk çağına eriştirilme… Kiminin çocuk yaşta vefat ettirilmesi, kiminin de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılması [ihtiyarlatılması]… Sönmüş yeryüzünün üzerine su indirilip harekete geçirilmesi, kabartılması ve her güzel çiftten bitkiler bitirilmesi… İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hakk olması, ölüleri sadece O'nun diriltmesi ve her şeye sadece O'nun güç yetiren olması nedeniyledir. Kıyâmetin geleceğinde de şüphe yoktur. Şüphesiz ki Allah, kabirlerdekileri diriltecektir. Burada, ilk yaratılış referans verilerek yeniden şekillenmenin daha basit olacağı vurgulanmaktadır: 79,80 De ki: “Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz. (Yâ-Sîn/79-80) 50-52 De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsrâ/50-52) 7 Ki O, oluşturduğu her şeyi en güzel yapan ve insanı oluşturmaya bir çamurdan başlayandır. 8 Sonra onun soyunu bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır. (Secde/7-8) Âyetteki “Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.” ifadesi, ile ilgili güzel bir yazıyı paylaşıyoruz: Su ve hava olmadan yaşanamayacağını ufacık çocuklar bile bilir. Peki, toprak olmadan yaşayamayacağımızın acaba yeterince bilincinde miyiz? Toprak sürekli gelişim halindedir. Binlerce yıl içerisinde, özellikle suyun etkisiyle, yavaş yavaş aşağıdan yukarıya doğru ana kayanın (Litosfer) tahrip olmasıyla oluşur. Bu süreç en sert kayalarda yılda 0.01 milimetre olduğu için toprağın gelişim hareketi gözümüzden kaçar. (Bu oran yeryüzünün sıcak bölgelerinde yılda 20 milimetreye kadar çıkar.) Bu bağlamda toprak cansız olan mineral dünyadan canlı bir dünyaya geçiş aşamasıdır. Bir metreküp verimli toprakta 30 milyon kadar bakteri vardır. Gözle algılayamadığımız bu bakteriler toprağın her santimetrekaresinin canlı olması anlamına gelir. Bu canlılığın en önemli maddesi hem bu bakterileri, hem de bitkileri harekete geçirip canlandıran sudur. 9
  • 10. Bu ayette kupkuru toprağın üzerine suyun düşmesiyle oluşan aşamalar anlatılır. Kuran’ın ifadelerinde anlatılan titreşmenin ve kabarmanın önce sadece edebi ifadeler olduğu sanıldı. Fakat “Brown Titremesi”nin anlaşılmasıyla Kuran’ın bu noktada da bir mucize gösterdiği anlaşıldı. Ayette toprağa suyun düşmesiyle oluşan 3 aşamaya dikkat çekilir: 1- Toprağın titreşmesi 2- Toprağın kabarması 3- Toprağın çiftler halinde ürünler vermesi 1- Birinci aşamada topraktaki parçacıklar suyun üzerlerine düşmesiyle hareket eder. Toprağın üzerine düşen su damlacıkları bir hedef olmaksızın birçok yönde hareket eder. Böylece birçok taraftan suyla çarpışan toprak parçacıkları titreşir gibi hareket ederler. Suyun toprağa düşmesiyle topraktaki farklı moleküller arasında elektrik akımı oluşur. Toprağın parçacıkları iyonlaşır. Elektrik akımının düşüşüyle pozitif iyona, yükselişiyle negatif iyona dönüşüm olur. Suyun toprağa gelişiyle iyonik moleküller titreşir. Botanikçi Robert Brown 1828 yılında toprağın partiküllerinin bu hareketini tespit etti ve adını Brown Movement (Brown Titremesi) koydu. Bu hareket, suyun toprağın üzerine düşmesiyle oluşan bir süreçte gerçekleşir. 2- İkinci aşamada dikkat çekilen olay, suyu emen toprak parçacıklarının hacimce büyümesi, böylece kabarmanın gerçekleşmesidir. Parçacıklar suya doyunca suyun mineral depoları olurlar. Bitkiler ihtiyaçlarını bu depolardan karşılar. Toprağın suyu tutan mükemmel yapısı sayesinde yağmur suları toprağın derinliklerinde kaybolmaz. Böylece bitkilerin, dolayısıyla tüm canlıların yaşaması mümkün olur. 3- Üçüncü aşamada bitkilerin filizlenmesine dikkat çekilir. Ayetin işaret ettiği gibi zevci ve zevcesiyle yani dişiliği ve erkekliğiyle bitkiler yaratılmaya başlanır. Başlangıçta ölü olan toprak suyun toprağın üzerine düşmesiyle başlayan bir sürecin sonunda canlı bitkiyi bağrından çıkarmaktadır.3 8 İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan, aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar. 9 Onun belini eğip bükmesi/çalım satması, Allah yolundan saptırmak içindir. Bu dünyada ona bir rüsvalık vardır. Ve Biz, kıyâmet gününde ona yakıcı cehennemin azabını tattıracağız. 10 İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah'ın, iyi kulluk edenlere haksızlık eden biri olmayışı sebebiyledir. Bu âyetlerde, Allah hakkında bilgisizce ileri-geri konuşan, kılavuzu ve aydınlatıcı bir kitabı olmayan, üstelik de Allah yolundan insanları döndürmek için çalışan kimseler kınanıyor ve başlarına dünya ve âhirette gelecek azaplar; dünyada rezil ve aşağılık bir hayat yaşayacakları, âhirette ise yakıcı azaba çarptırılacakları beyân ediliyor. 11-13 İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde/ kararsız, net çizgisiz bir şekilde kulluk eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse, onunla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş olur. Ve eğer kendisine bir sosyal yangın/ sıkıntı gelirse yüzü üstü dönüverir. O, 3 (Kur’an araştırmaları gurubu; Kur’an hiç Tükenmeyen Mucize) 10
  • 11. dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. O, Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı yararından daha yakın olana yalvarıyor. Yalvardığı o şey ne kötü yardımcı, koruyucu ve ne kötü yoldaştır. Bu âyetlerde, yanlış inançlarına dikkat çekilen müşrik ve münâfıklar uyarılmaktadır. İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde; ne yaptığı belli olmadan ibâdet eder. Bunlar ortama göre tavır alırlar; kendilerine bir iyilik gelirse onunla mutmain olur, kendilerine bir fitne gelirse yüz üstü dönüverir. Bunlar, Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere; zararı faydasından daha yakın olana yalvarırlar. (O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O [yalvardıkları şey] ne kötü mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır!) Bu tipler birçok kez tanıtılmıştı: 15-16 İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: “Rabbim beni üstün kıldı” der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: “Rabbim beni aşağıladı” der. (Fecr/15-16) 140,141 Ve Allah, size Kur’ân'da: “Allah'ın âyetlerinin bilerek reddedildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze dalmadıkları sürece onlarla beraber oturmayın. Aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Şüphesiz Allah, sizi gözetleyip duran kimselerin/münâfıkların ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin hepsini cehennemde toplayandır. Artık Allah tarafından size bir zafer olursa onlar: “Biz, sizinle beraber değil miydik?” derler. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için bir pay olunca da: “Size üstünlük sağlamadık mı, sizi mü’minlerden korumadık mı?” derler. Artık Allah, kıyâmet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere asla bir yol vermeyecektir. 142,143 Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] kalktıkları/toplum içine çıktıkları zaman, ikisi arasında gidip gelen kararsızlar olarak, tembel tembel kalkarlar, mü’minlerle ve kâfirlerle olmazlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak anarlar. Ve Allah, kimi saptırırsa, sen artık ona bir yol bulamazsın. (Nisâ/140-143) Bu âyet grubunun iniş sebebine dair şu bilgiler aktarılmıştır: 1) Kelbî şöyle der: “Bu âyet, çöllerinden hicret edip, Medîne'ye Hz. Peygamber'in (s.a) yanına gelen, bazı bedevîler hakkında nâzil olmuştur. Onlardan birisi sıhhat ve rahat üzere olup, atı güzel bir tay, hanımı bir oğlan doğurup, malı ve sürüsü çok olduğunda, hâlinden memnun olur ve bununla itmi’nan bulur. Ama başına bir belâ gelir, hanımı kız yahut atı kısrak doğurur, malı-mülkü elinden gider ve sadaka veremeyecek kadar düşkünleşirse, şeytân ona gelir ve “Bütün bu belâlar, bu din yüzünden başına geldi” der. Böylece o kimse de dinden döner. Bu, İbn Abbâs (r.a), Sa‘îd b. Cübeyr, Hasan el-Basrî, Mücâhid ve Katâde'nin görüşüdür. 2) Dahhâk'a göre, âyet müellefe-i kulûb hakkında nâzil olmuştur ki, Uyeyne b. Bedr, Akra b. Habis, Abbâs b. Mirdâs bunlardandır. Bunlar birbirlerine, “Muhammed'in dinine girelim. Eğer hayır elde edersek, onun hakk olduğunu anlarız. Yok eğer başımıza belâ gelirse, onun bâtıl olduğunu anlarız” dediler. 3) Ebû Sa‘îd el-Hudrî şöyle demiştir: Bir Yahûdi Müslüman oldu. Derken gözleri kör oldu, malı ve evlâdı yok oldu. Bunun üzerine o, “Ey Allah'ın Rasûlü! Beni muaf tut. Çünkü bu dinden bir hayır görmedim. Zira gözlerimi, malımı-mülkümü, çoluk-çocuğumu kaybettim” dedi. Hz. Peygamber (s.a) de, “İslâm'dan istifa edilmez, nasıl ki ateş, demir, altın ve gümüşün posasını çıkarırsa, İslâm da insanı öylesine arındırır” dedi. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.4 4 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 11
  • 12. İsrâîl'in Ebû Husayn'dan, onun Sa‘îd b. Cübeyr'den, onun da İbn Abbâs'tan rivâyet ettiğine göre İbn Abbâs, İnsanlardan bazıları (dinin) bir tarafından Allah'a ibâdet eder buyruğu hakkında şöyle demiştir: Adam Medîne'ye gelirdi. Şâyet hanımı erkek çocuk doğurur, atları yavrulayacak olursa, “Bu iyi bir dindir” derdi. Hanımı doğurmaz, atları da yavrulamazsa bu sefer, “Bu kötü bir dindir” derdi. Müfessirler de şöyle demektedir: “Bu âyet-i kerîme, Peygamber'in (s.a) huzuruna gelerek İslâm'a girdiklerini bildiren birtakım bedevî Araplar hakkında nâzil olmuştur. Bunlar bolluk ile karşılaşacak olurlarsa, Medîne'de kalmaya devam ederlerdi. Şâyet darlık ve sıkıntıyla karşı karşıya kalırlarsa, irtidad eder dönerlerdi.”5 14 Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar. 15 Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse, hemen samimiyetle Biz'e yönelsin, bir de Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek o şeyler ile ilişkisini kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi/kafasındaki takıntıyı giderecek mi? 16 Ve işte Biz, Kur’ân'ı böylece apaçık âyetler hâlinde indirdik. Ve şüphesiz Allah, dilediği kimselere/dileyen kimselere kılavuzluk eder. Yukarıda kâfir, müşrik ve münâfıkların durum ve âkıbetleri açıklanmıştı. Burada da mü’minlerin âkıbetine dair bilgi verilmektedir: • Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirecektir. • Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse semaya; öteler ötesi mekandan münezzeh Allah’a bir sebep uzatsın, sonra eski kul- köle olduklarıyla ilişkisini kessin de Allah'ın yardım edip etmeyeceğini bir denesin. • Kur’ân, herkesi ikna edecek apaçık âyetler hâlinde indirilmiştir. Bununla birlikte Allah, dileyen kimselere hidâyet eder. Muhteşem bir belagat örneği olması sebebiyle 15. âyet hakkında farklı görüşler mevcuttur. Buna dair bazı açıklamalar yapmayı uygun görüyoruz. Bir meydan okuma olan bu âyetin, 11-13. âyetlerle birlikte ele alınması gerekir. Bu durumda anlam şöyle olur: Allah'a tutarsız, ciddiyetsiz inananlar, yararlarına olan gelişmelerde mutlu, zararlarına olan gelişmelerde mutsuz olurlar. Kendilerine bile zarar ve yarar sağlamayan varlıklara yakaranlar da, sapıkların en sapığıdır. Peki, Allah, Kendisine yönelenlere yarar sağlar mı, inkârcılara zarar verir mi? Bu sorunun cevabı, “Şüphesiz Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar” şeklinde veriliyor. Ardından da onlara meydan okunuyor: Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse hemen semaya bir sebep 5 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 12
  • 13. uzatsın, sonra, … kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi [kafasındaki takıntıyı] giderecek mi? Âyetteki, sonra, kessin ifadesinin tümleci mahzuf olup “o yarar sağlamayan şeylere ibâdeti kessin” demektir. Âyetteki ‫م‬ّ ‫ث‬‫ث‬‫ث‬ [sümme/sonra] edatı ise, zamanda sonralığı değil, kelâmda sonralığı ifade eder. Sebeb, “kendisi ile başkasına ulaşılan şey”dir.6 Bu durumda sebeb ile ‫الوسيلة‬ [vesîle] eş anlamlıdır. Burada sebeb ile, insanın kendisini tavana asacağı “ip” değil, “Allah'ın rızasını kazanacak yolları araması” kastedilmiştir. Burada sebeb olarak ifade edilen araç, Mâide sûresi'nde vesîle olarak ifade edilmiştir: 35 Ey iman etmiş olan kişiler! Kurtulmanız, zafer kazanmanız için, Allah'ın koruması altına girin, O'na, yaklaştıracak/ ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin. (Mâide/35) Âyetlerde geçen sebeb ve vesîle, “sağlam bir iman ve sâlihâtı işlemek”tir. 19 Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Sen salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı engelleyen o kişiye itaat etme. Sen Rabbine boyun eğip teslim ol ve yaklaştırıl/Rabbin seni Kendine yaklaştırsın. (Alak/19) 37 Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve düzeltmeye yönelik işleri yaparsa, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar, yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe/37) 99 Yine bedevi Araplardan kimi de vardır ki onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri sayar. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah, onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. 100 Muhacir ve Ensar'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve Allah onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. (Tevbe/99, 100) 57-61 Şüphesiz Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan tir tir titreyen şu kimseler, Rablerinin âyetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak tanımayan kimseler, şüphesiz kendileri, Rablerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve iyilikler için önde gidenlerdir. (Mü’minûn/57-61) 10 Öne geçenler de, öne geçenlerdir. 11 İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır. (Vâkıa/10-11) 26 Ve andolsun ki Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık; size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular vermiştik. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir yarar sağlamadı/ kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi. 6 Lisânu'l-Arab, “Sbb” mad. 13
  • 14. (Ahkâf/26) 18-21 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!– 22-28 Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– (Mutaffifîn/18-28) Âyetteki sema sözcüğü, genellikle “tavan” olarak ele alınmış ve ibareden, kişinin kendisini tavana asarak intihar etmesi anlamı çıkarılmıştır. Hâlbuki burada sema ile, “rahmet ve yardımın kapılarının izafe edildiği yücelik” kastedilmiştir: 144 Biz, senin Bizden ne beklemekte olduğunu kesinlikle görüyoruz. Artık seni hoşnut olacağın bir hedefe/stratejiye çevireceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harâm'a/dokunulmaz eğitim-öğretim kurumuna çevir; aklın fikrin hep eğitim-öğretimde olsun. Siz de, nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin! Kendilerine Kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından habersiz, bilgisiz değildir. (Bakara/144) 96 Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik. (A‘râf/96) 40 Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. (A‘râf/40) 173 Artık inanan ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler; Allah, onların ödüllerini tam verecek ve armağanlarından onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır; kulluktan çekinip büyüklük taslayan kimseler de; onlara çok acıklı bir azapla azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah'ın astlarından bir koruyucu, yol gösterici yakın ve bir iyi yardımcı bulamazlar. (Nisâ/173) Allah, inananlara muhakkak yardım eder: 103 Ve onlar eğer inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, kesinlikle Allah'tan bir ödül, daha iyi olacaktı. Keşke biliyor olsalardı! (Bakara/103) 33-35 Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddeden toplum olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ı] bilerek reddeden / inanmayan kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler içindir. (Zuhruf/33-35) 14
  • 15. 110 Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. (Âl-i İmrân/110) Ve Nisâ/46, Nisâ/64-66, Mâide/65-66, Ra‘d/27-29, 31, Zümer/17-18. 17 Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler/doğal dindarlar, Hristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi tanıktır. Bu âyette; Müslüman, Hristiyan, Yahûdi, Sâbiî ve müşriklerin âhiretteki durumları açıklanmaktadır. Her ne kadar burada Müslüman, Hristiyan, Yahûdi, Sâbiî ve müşrikler zikredilmişse de, dinî akım ve mezheplerin tümü bu ifadenin kapsamına girer. Öyleyse Allah, farklı inançlara sahip olan tüm insanların arasını ayıracak, herkes yaptığı işlere göre yargılanacaktır. Sâbiîler hakkında Bakara sûresi'nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir.7 Mecûsilere gelince: Kur’ân'da sadece bu âyette yer alan Mecûsiler, “ateşperestler”dir. Kur’ân'ın indiği dönemde çoğu İran'da yaşıyordu. Bununla birlikte Yemen, Bahreyn ve Arap Yarımadası'nın kuzey-doğusundaki bazı Arap kabilelerinin de Mecûsilik inancına bağlı olduklarından söz edilir.8 18 Göklerde ve yeryüzünde olan kimselerin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar ve insanların çoğunun Allah'a boyun eğip teslimiyet gösterdiklerini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Birçoğu da üzerlerine azap hak olmuş olanlardır. Ve Allah, kimi hor kılarsa artık onun için bir yücelten yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini işler. Bu âyette, inançsızların [Yahûdi, Hristiyan Mecûsi, Sâbiî, müşrik] cezalandırılma nedeni açıklanmaktadır. Yeryüzünde her varlık; insanların bir çoğu, ay, güneş, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar Allah'a teslim olup O'na boyun eğerken, insanların çoğu yan çizmektedir. İşte bunlar, Allah'ın cezalandıracağı kesimdir. Evrendeki her şeyin Allah'a teslimiyet gösterdiği birçok (Nûr/41, Fussilet/11, Fussilet/37, Ra‘d/15, Nahl/49-50) âyette bildirilmiştir: 19-22 Şu ikisi; mü’min ile kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler, kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler ve: “Yakıcı azabı tadın!” 7 Tebyînu'l-Kur’ân; c. ?????? 8 Ansiklopediler. 15
  • 16. 23 Şüphesiz Allah, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanları, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar, orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. 24 Ve onlar sözden, güzel/ hoş olana kılavuzlanmışlardır. Hem de övülmeye layık olan Allah'ın yoluna kılavuzlanmışlardır. Bu âyet grubunda iki hasım gruba: mü’minler ve kâfirlere dikkat çekilmiştir. Bunlar arasındaki mesele, Allah'ın varlığı hususunda değil, rabbliği hususundadır. Müşrikler, Allah'ın varlığını kabul ettikleri hâlde O'nun rabbliğini, evrene müdahalesini, terbiye edip eğittiğini, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götürdüğünü, gelişmeyi programlayıp yönettiğini kabul etmemektedirler. İşte bu iki gruba ait iki âhiret sahnesi: • Küfretmiş kimselere ateşten elbiseler biçilir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır; demirden topuzlarla bedenleri dağlanacak, kemikleri kırılacaktır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine, “Yakıcı azabı tadın!” denir. • Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır. Mü’minler için yapılan, Altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir nitelemesi, o günün anlayışını yansıtmaktadır. Zira bu tür giyim, krallara mahsustur. Böylece mü’minlerin cennette krallar gibi ağırlanacağı beyân edilmektedir. 19-24 Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren, Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş], kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra‘d-19-24) 10 Öne geçenler de, öne geçenlerdir. 11 İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır. 12 İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler. 13,14 Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24 Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15 mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16 Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23 Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25 Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. 16
  • 17. (Vâkıa/10-26) 75,76 İşte Rahmân'ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalacaklar olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. – Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!– (Furkân/75-76) 84 Öyleyse onların zararı için acele etme. Şüphesiz Biz, onlar için saydıkça sayıyoruz. 85 O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişileri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] binekli heyetler hâlinde toplayacağız. (Meryem/84-85) 25 Şüphesiz küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, Allah'ın yolundan, insanlar –orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit olmak üzere– için kılınan Mescid-i Haram'dan [dokunulmazlığı olan ilâhiyat okulundan] alıkoyan kimseler ve orada haksızlıkla yanlış yola sapmak isteyen kimse; Biz, ona pek acıklı bir azaptan tattırırız. Bu âyette, şirk içinde yüzen ve bunları kurtarmaya çalışanlara engel olan kimseler kınanıyor. Mescid, “eğitim-öğretim verilen, insanların Allah'ı tanıması için çalışılan ikna alanları”; Mescid-i Harâm da, “dokunulmaz, bağımsız, özerk ilâhiyat okulları” demektir. Bu konuya dair Bakara/124-203'te yaptığımız izaha bakılabilir.9 Burada, Mescid-i Harâm'dan [dokunulmazlığı olan mescitten] alıkoyan kimseler ifadesiyle kastedilenler, ilâhiyat eğitim-öğretimini bilinçli olarak baltalamaya çalışan kesimdir. Onlar, Mescid-i Harâm'ı kendi malları sayıyor, izin verdikleri süre ve nisbette mescitlerden yararlanılmasına izin veriyorlardı. Bu hususa Enfâl sûresi'nde de dikkat çekilmişti: 34 Ve onların, kendileri Mescid-i Harâm'ın/dokunulmaz kılınmış ilâhiyat eğitimi merkezinin ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri olmadıkları hâlde ondan menedip dururlarken Allah'ın kendilerine azap etmemesi için neleri var? Onun ayakta tutan mütevellileri/vakıf yöneticileri sadece Allah'ın koruması altına girmiş kimselerdir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar. (Enfâl/34) 217 Sana dokunulmaz olan aydan ve o dokunulmaz olan ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: “Onda savaşmak, büyük suçtur. Ve Allah yolundan alıkoymak, O'nu ve Mescid-i Harâm'ı/ilâhîyat eğitim merkezini bilerek reddetmek/ görmezlikten gelmek ve Mescid-i Harâm'ın halkını; orada eğitim-öğretim yapanları ve kısa süreli eğitime katılanları oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyüktür. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek, öldürmekten daha büyüktür.” Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim dininden döner ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden biri olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve âhirette boşa gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır. (Bakara/217) 27-29,31 Yine o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: “Ona Rabbinden bir alâmet/gösterge indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişileri Kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler, yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla; zihnindeki tüm soru işaretlerini gidermekle rahata kavuşur. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler; tuba; güzellikler, müjdeler ve güzel dönüş yeri 9 Tebyînu'l-Kur’ân; c ?????? 17
  • 18. sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne kılavuzluk ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz. (Ra‘d/27-29, 31) Mescitler, yerli-yabancı herkesin ortak yeridir. Mescid-i Harâm dahil hiçbir mescit üzerinde kimse hakk iddia edemez. Mescitler, Allah için olup onların mülkiyeti insanlığa aittir, dolayısıyla oranın kralı, valisi, kaymakamı olmaz; ancak hizmetçileri, öğrencileri ve öğretmenleri olur. 26-29 Ve hani Biz bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada haksızlığa baş kaldıranlar, Allah'ı birleyenler, boyun eğip teslimiyet gösterenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerinde, belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında ilâhiyat eğitim-öğretimi verileceğini duyur. Yürüyerek veya yorgun düşmüş binekler üstünde her derin vadiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür evde/Ka‘be'de dolaşsınlar” diye, o evin/Ka‘be'nin yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık. –Siz de onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.– Mescid-i Harâm'ın fonksiyonu anlatıldığı bu âyetlerde, hacc ibâdeti özetlenmektedir. Bunun bir benzeri de Bakara sûresi'nde yer almıştı: 125 Ve Biz, bir zaman bu Beyt'i/ilk yapılan okulu, insanlar için bir sevap kazanma/ dönüş yeri ve bir güven yeri yapmıştık. –Siz de İbrâhîm'in görev yaptığı yerden bir salât yeri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan desteğin; toplumun aydınlatılmasının gerçekleştirileceği bir yer] edinin.– Ve Biz, İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve boyun eğip teslimiyet gösterenler, Allah'ı birleyenler için tertemiz tutun” diye ahit almıştık. (Bakara/125) Bu âyetlere göre bir okul oluşturulmalı, orada insanlar dolaşmalı, zulme karşı başkaldırıyı öğrenip öğretmelidirler. Bu işin de bir sorumlusu olmalı ve o bütün insanları çağırmalı, insanlar da ona gelmeli ve o okulda o kişinin tevhid [şirkten temizlenme] öğretimi ile hâlis dini öğrenip yurtlarına dönmelidirler. 30,31 İşte böyle! Ve kim, Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. Allah, İbrâhîm peygamberi, insanları şirkten temizleyecek bir okul açmak ve insanları orada bilgilendirip bilinçlendirerek hakka davet etmek üzere görevlendirildiğini beyân ettikten sonra, şirkin insanlara vereceği zararı açıklamıştır. 18
  • 19. Allah'ın dokunulmaz kıldıkları, “mescitler ve haccın yapıldığı dört ay”dır. Âyette, buna saygılı davrananların yararlı çıkacakları bildirilmektedir. Bunun dışında âyette, haram olduğu bildirilenler dışında bütün hayvanların helâl kılındığı ifade buyurulmuş; bununla da, En ‘âm/145 ve Nahl/115'e işaret edilmiştir: 145 De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut domuzun eti –ki şüphesiz domuzun eti kirlidir, rahatsızlık vericidir– yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hak yol dışına çıkış gösterimi olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, taşkınlık yapmamak ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir.” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (En‘âm/145) 115 Allah, size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. (Nahl/115) 1 Ey iman etmiş kimseler! Sözleşmeleri yerine getirin. Siz, dokunulmaz iken [hac/yüksek ilâhîyat eğitimini sürdürürken] avlanmayı helal görmeksizin, size okunacaklar hariç, dört bacaklı, iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanların kusursuzları/gerdanlıksızları size helal kılındı. Şüphesiz Allah, dilediğini hükmeder; dilediği yasayı koyar. (Mâide/1) Daha sonra da âyette, Allah'a yönelmişler olarak, O'na şirk koşmayarak putlardan olan kirlilikten ve yalan sözden kaçınılması emredilmiş, ardından da, Allah'a ortak koşan kimsenin, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibi olduğu ifade edilerek, müşriklerin âkıbeti bir örnekle bildirilmiştir. Şirk, “Allah'ı inkâr değil, Allah'ın yetki ve imtiyazlarını, –soyut ya da somut– O'ndan başka birine veya bir şeye vermek”tir. Allah, şirki zulüm olarak tanımlamış, bütün peygamberleri tevhidi öğretmek için görevlendirmiş; şirk koşan kimselerin yaptıkları iyi işlerin boşa gideceğini bildirmiştir. Bu hususlardaki birçok âyetten sadece birini hatırlatmakla yetiniyoruz: 82 Şu iman edenler ve imanlarına yanlış; kendi zararlarına olan iş giydirmeyenler/ ortak koşma inancı karıştırmayanlar, işte onlar, güven kendilerinin olanlardır. Kılavuzlandıkları doğru yolu bulanlar da onlardır. (En‘âm/82) 36 Büyükbaş hayvanları da; Biz, onları sizin için Allah'ın varlığının işaretlerinden yaptık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının biri bağlı hâlde keserken/ saf hâlindelerken üzerlerine Allah'ın adını anın. Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve isteyene de yedirin. Böylece Biz, onları kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diye size boyun eğdirdik. 32,33 İşte böyle! Her kim Allah'ın varlığına işaret olan şeylere saygı gösterirse, –ki şüphesiz bu saygı gösterme, kalplerin Allah'ın koruması altına girmesindendir– sizin için onlarda belli bir süreye kadar birtakım yararlar 19
  • 20. vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik'e/eski eve/özgür eve/Ka‘be'yedir. 34,35 Ve Biz, her önderli toplum için, Allah'ın kendilerine hayvanların kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye bir kulluk biçimi yaptık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah'a içtenlikle boyun eğen o kimselere müjdele. 37 Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak, O'na, sizden “Allah'ın koruması altına girme” ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere Allah'ı büyükleyesiniz diye, o büyükbaş hayvanları, size işte böyle boyun eğdirdi [hiç değişmeden, gelişmeden size boyun eğecek özelliklerde yarattı]. Ve iyilik, güzellik üretenleri müjdele. Bu âyetlerde, hacc esnasındaki “hedy” ile ilgili bilgi verilmekte, bunun yozlaştırılmamasına yönelik uyarı yapılmaktadır. Paragrafın doğru anlaşılabilmesi için 36. âyeti, –teknik zorunluluk nedeniyle– paragrafın başında tertip ettik. Zira pasajın âyetlerinde, bu âyete gönderme yapılmıştır. ‫نسك‬NÜSÜK - ‫مناسك‬MENÂSİK “ ‫سثثك‬ْ‫ك‬ ‫ن‬Nüsk”, “ ‫سثثك‬ُ‫ك‬ ‫ن‬nüsük”, “İbadet, taat ve Allah’a yaklaştıran her şey” demektir. “ ‫نسك‬Nüsük” dinin emrettiği ve yasakladığı” şeydir. “ ‫سك‬َ‫ك‬ ‫من‬Mensek”. “ ‫سك‬ِ‫ك‬ ‫من‬mensik”, “nüsk yolu” demektir “ ‫ثك‬‫ث‬‫منس‬Mensek” çoğulu “ ‫ثك‬‫ث‬‫مناس‬menâsik”, nüskün, nüsüklerin icra edildiği yerler” demektir. “ ‫مناسك‬Menâsik”, İsm-i zaman/ mekân kalıbının çoğulu olduğu gibi İsm-i alet kalıbının da çoğuludur. Sözcüğün İsm-i alet kalıbı anlamı itibare alınınca “Nüsük aletleri; ibadet malzemeleri, tarzları, ritüelleri” demek olur. Kur’an’da geçen menasik anlamlarını hep ism-i alet olarak tevil ediyoruz. Zira Kur’an’dan anladığımıza göre evrenin her yeri mensektir (ibadethanedir); rabbimizin bize gösterdiği, göstereceği ise kulluk biçimleri, aletler, yollarıdır; namaz, salat, hac, kıble, oruç, takva vs. gibi. “ ‫نسك‬Nüsük” sözcüğü, “ ‫نسيكة‬Nesike” sözcüğünden alınmadır. “ ‫نسيكة‬Nesike”nin ilk vaz’ı (koyuluş) anlamı, “altın ve gümüşün eritilerek cüruftan temizlenmesi, saf hale getirilmesi” demektir. Bu durumda “Nüsk, Nüsük’ün de esas anlamı “Saf altın, gümüş parçası” demektir. İbadet edene “ ‫ناسك‬Nâsik” denir. Çünkü İbadetin her türlüsü, her şekli, insanı günah kirinden temizler ve Allah’a yaklaştırır. Bu açıklamalardan açıkça anlaşılan şu olmalıdır: Nüsük, Allah’a yapılan ibadetlerin en temizi; riyasısı, kusursuzu, en samimisidir. Bu sözcük zaman içerisinde anlamı daraltılarak “hayvan kesimi” ve “hacc rükunları” için kullanılır olmuştur. (TAC ve LİSAN) Kur’an’da (En’am/ 162, Bakara/128, 196, 200 ve Hac/34, 67 ) ise gerçek anlamıyla; “ibadetin her türlüsü, her şekli” anlamında kullanılmıştır. 20
  • 21. Bakara/ 128’de İbrahim As’ın “Ve bize menasikimizi göster” talebi, “İhdinassıratalmüstekım (bize dosdoğru yolu göster)” ifadesiyle aynı anlamdadır. 36. âyette, Büyükbaş hayvanları da; Biz onları sizin için Allah'ın varlığının işaretlerinden kıldık buyurulmuştur. Âyetin doğru anlaşılabilmesi için, şe‘âir [işaretler] sözcüğünün iyi bilinmesi gerekir. Bu nedenle Bakara sûresi'nde yaptığımız açıklamayı naklediyoruz: ‫شعائر‬ [şe‘âir] sözcüğü, “bilmek, akletmek, idrak etmek” anlamındaki ‫شعر‬ [şa‘r] kökünün türevlerindendir. Şi‘r sözcüğü de buradan gelir. Şi‘r'e bu ismin verilmesi, her konuda bilgi kaynağı olmasındandır. Bu sözcüğün türevlerinden şe‘ar, ağaç ve ağaçlık, sık orman, ağaçlı bahçe gibi ağaç eksenli olarak kullanılır. Yine bu sözcüğün, “iç çamaşırı, atın çulu, arpa, terazi dirhemi, develere işaret vurma” gibi daha birçok anlamlarda kullanılan türevleri de vardır. ‫[شعار‬şi‘âr], ‫شعيرة‬ [şe‘îra] (çoğulları, ‫شعائر‬ [şe‘âir] sözcüğü), “alâmet” [bilgi sağlayan/belirti] demektir, ki bu sözcük savaşta veya seferde askerlerin arkadaşlarını, bölüklerini, takımlarını bulmaları, kaybetmemeleri için koydukları bir belirtinin adıdır.10 Şe‘âir sözcüğü, Kur’ân'da bu âyetin dışında Mâide/2, Hacc/32, 36. âyetler olmak üzere 3 yerde daha geçer. Hepsinde de, ‫لللل‬ّ‫ ه‬ ‫ا‬ ‫للعائر‬‫ل‬‫ش‬ [şe‘âirillâh/Allah'ın alâmetleri; Allah'ı tanımaya, bilmeye alâmet olan her şey] anlamındadır. Ama her ne hikmetse kelimenin anlamı, araya bir “itaat” sözcüğü eklenmek sûretiyle, “Allah'a itaatin alâmetleri, nişâneleri, sembolleri” şeklinde yaygınlaşmıştır. Oysa âyetlerde, “Allah'ın alâmetleri” diye geçmektedir. Âyette, ‫من‬ [min] edatı getirilerek, ‫من‬ ‫لل‬ّ‫ ه‬ ‫ا‬ ‫شعائر‬ [min şe‘âirillâh/Allah'ın âyetlerinden bir kaçıdır] buyurulmuştur.11 “Şe‘âir”in izahından sonra, büyükbaş hayvanların da şe‘âirden olduğuna dair Yâ-Sîn sûresi'nde yaptığımız açıklamayı naklediyoruz: 71 Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar. 72 Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da. 73 Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler? (Yâ-Sîn/71-73) Bu âyetler, duyarsızlaşmış bir toplumun inkâr sözlerini dile getiren 48. âyetin devamı mahiyetindedir. Sözü edilen duyarsızlar, canlıların yapılarındaki âyetlerden ibret almamaları ve çevrelerindeki delilleri görmemeleri sebebiyle bu âyetlerde de kınanmaya devam edilmektedir. Onlara denilmektedir ki: “Biz size, kendinizden kat kat güçlü, deve, sığır gibi hayvanları boyun eğdirdik, binit yaptık. Sizi o hayvanların etinden, sütünden, derisinden, tüyünden, gücünden ve gübresinden de istifade ettirdik. Bu hayvanları, yüzlercesini bir küçük çocuğun kontrol edebileceği şekilde zelil kıldık. Biz bunu böyle plânladık. Bunların nasıl olduğunu hiç düşündünüz mü?12 Burada büyükbaş hayvanların da Safa ve Merve gibi, Allah'ın varlığına, birliğine ve rabbliğine birer işaret olduğu, bunların kutsanacak şeyler olmadığı 10 Lisânu'l-Arab; c. 5, s. 125-130, “Şa‘r” mad. 11 Tebyînu'l-Kur’ân; c.?????. 12 Tebyînu'l-Kur’ân; c. ????? 21
  • 22. açıklanmaktadır. Klasik kaynaklara göre Araplar, deve, sığır ve her ne hediye ettilerse onu kutsar ve onun etinden yemezlerdi. 38 Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiçbirini sevmez. 39-41 Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir. Bu âyet grubunda Allah, mü’minleri koruyacağını, mağdur etmeyeceğini bildirdikten sonra, buna örnek olarak da kendilerini, yurtlarını ve dinlerini koruyabilmeleri için savaşa izin verdiğini beyân etmiştir. Sonra da sulh ortamında yapılması gerekenleri; mü’minlerin Allah'ın yardımcıları, Kendisinin de mü’minlerin yardımcısı olduğunu; kâfirleri-nankörleri sevmediğini ve onları mutlu etmeyeceğini bildirmiştir: • Şüphesiz Allah, inananları savunur, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiç birini sevmez. • Kendilerine savaş açılan kimselere, zulme uğramaları, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin verildi. • O nedenle zulme uğrayan, saldırıya maruz kalan, özgürlüğü ve insan hakkları elinden alınan Müslümanların, zulüm ortadan kalkıp hakklarını, özgürlüklerini ve onurlu hayat hakklarını garantiye alana kadar kendilerini savunma, zulme başkaldırma hakları vardır. Özgürlüğün, insan hakklarının, adaletin ve güvenliğin garanti altına alınması için savaştan başka seçenek yoktur. Bundan sonra da, Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi” diye savaşın gerekçesi açıklanmış ve mü’minlere de, “Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe 22
  • 23. kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir” buyurularak güvence verilmiştir. ‫صوامع‬SAVAMİU Ayette geçen “ ‫صلوامع‬savamiu” kelimesi klasik kabulle “manastırlar”, “ ‫لع‬‫ل‬‫بي‬ biyeu” kelimesi de “kiliseler” şeklinde tercüme edilmiştir. Sözcüklerin “lam-ı tarifsiz nekre olarak gelişi ve ‫لللوات‬‫ل‬‫ص‬ salavâtü sözcüğünün klasik anlayışta İbraniceden Arapçalaştırılmış olduğunun kabul edilişi, bizi de herkes gibi gaflete düşürdü. Bu nedenle ‫صللوامع‬ savâmiu, ‫بيللع‬biyeu, ifadeleri üzerinde araştırma yapmamıştık. Bu durum karşısında da Allah’ın, kilise ve havralara onay verdiği anlaşılmaktadır. Bu günkü ve Kur’an indiği dönemdeki havralar ve kiliselerin Allah ve Müminler tarafından tasvib edilecek bir yanı olmadığından bu durumu, ilk halleri, yani Musa’nın dönemindeki havralar; İsa’nın dönemindeki kiliseler olarak zorlama bir anlam benimsemiştik. Ne var ki dostlarımızın uyarması nedeniyle yaptığımız araştırmalar sonucu söz konusu kelimeler ile ilgili bazı bulgular elde edip sözcüğün Arapça olduğunu tespit edip ayetteki sözcüklerin de gerçek anlamlarına ulaştık. “ ‫صوامع‬Savâmiu” sözcüğünün kökü, “ ‫صمع‬samea”dır. Yani kök harfler “ ‫ص‬sad ‫م‬mim ve ‫ع‬ayndır. Bu sözcük, “küçük kulak”, “küçük topuk”, “keskin zekâ” anlamlarındadır. Bu sözcüğün türevlerinden olan “ ‫صماء‬samâe” ve ‫صومة‬ savmenin şu anlamları vardır: Dikenli bitki (kediotu), Bitkilerin filizi, Olgunlaşmış, toplanmış, saklanmış bakla (baklagiller), Ağacın en tepesindeki meyve, açılmamış tomurcuk, gonca (Ebu Hanifeye göre), Heybe (yolculukta, özellikle de hayvan üzerinde yapılan yolculukta içine öteberi konulan iki gözlü torba). “ ‫ص‬s ‫م‬m ‫ع‬a” kökünün türevlerinden olan ismi tafdili ( ‫أصمع‬esma’u” kalıbı) şöyle kullanılmaktadır: ‫لصمع‬ ‫الكعب‬El ka’bül esma, Güzel düzgün topuk ‫الصللمع‬ ‫النبللت‬El nebtül essma’, meyve veren, sökülmeyen bitki, meyvesi olgunlaşan, toplanıp saklanan bitki ‫الصمع‬ ‫الريش‬Er Riyşü esma’, yeni, güzel, açılmış uzunca yatak ‫الصمع‬ ‫القلب‬El kalbül esama’, zeki, uyanık kalp. ‫صومة‬Savma, Hıristiyanların evi, rahiplerin fener kulesi. ‫صومة‬ Birbirine yapışık olan her türlü bina. İbn-i Ali, “Savamiu” papazların külahı” demiştir.13 Görülüyor ki Araplar, bu sözcüğün türevlerini farklı şeylere ad yapmışlardır. Bu anlamların alakası; ana ekseni, “küçük bir şeyin büyük bir şeye yapışıklığıdır. Başa kulak, kulağa küpe; binaya kule, baca; başa külah, şapka, ağaca tomurcuk, meyve, toprağa bitki; … gibi. 13 (LİSAN, TAC ve MÜFREDAT ‫ص‬s ‫م‬m ‫ع‬a mad) 23
  • 24. ‫صوامع‬Savâmiu sözcüğünü, ‫صماء‬samâe ve ‫صومة‬ savmenin çoğulu olarak ele aldığımızda, nekreliği de dikkate alarak sözcüğün anlamını “filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi” diye ifade edebiliriz. ‫بيع‬Biyeu Bu sözcük de klasik anlayışta, “ ‫لة‬‫ل‬‫بيع‬biyatın çoğulu olarak ele alınmış ve Hıristiyanların kiliseleri olarak kabul görmüştür. Hatta bazılarına göre de Yahudilerinin kiliseleridir.14 Haddizatında yine kadim lügatlerde “ ‫بيع‬biyeun” sözcüğünün tekili olan “ ‫بيعة‬ biat” sözcüğünün “ ‫اللبيع‬ ‫هيئلة‬hey’tül bey’ı (alış- verişin şekli)” olduğu da yer alır.15 Sözcüğün Arapça kökenli olduğu kesin olduğuna göre “kilise” ile “alış- veriş” ifadesinin arasında bir alaka da bulunmamaktadır. “ ‫بيلللع‬Biyeu” sözcüğü, ezdattan (karşıt anlamın ikisini de ifade eden sözcüklerden) olan, “satın alma ve satma; alış-veriş” anlamındaki “ ‫ب‬b ‫ى‬y ‫ع‬a”nın türevlerinden olup, halliyet (bir mekân içinde bulunan şeyi zikredip mekânını kastetme) mecazı mürseliyle ve sözcüğün nekreliğiyle “tüm alış veriş yerleri; çarşı- pazar” demektir. ‫صلوات‬Salâvat Kılasik kaynaklar ayetteki “Salâvat” sözcünü Arapçadaki “salât” sözcüğünün çoğulu olan “salâvat” olmayıp İbraniceden gelme “Saluta” sözcüğünden Arapçalaşmış bir sözcük olduğunu yazdılar. Birçok yerde açıkladığımız gibi “salâvat”, “salât”ın çoğuludur. Burada da Halliyet mecazi mürseliyle “tüm Salât; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) demektir. Durum bu olunca bir de Rabbimizin Bakara/ 251’deki savaşın gerekçelerinde beyan buyurduğu “Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. ” ifadesi dikkate alındığında ayetteki sözcüklerin gerçek Arapça anlamlarının dikkate alınması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Böylece Rabbimizin Bakara/251’deki “yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi” ifadesi Hacc/40 ta “ … Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salât; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.” şekliyle bizzat Allah tarafından açıkça tefsir edilmiş bulunmaktadır. Bu açıklamalardan sonra kesin olarak diye biliriz ki konumuz olan ayetteki “ ‫فيها‬ ‫يذكر‬ yüzkerü… “cümlesi, sadece ayetteki “ ‫مساجد‬Mesacidü” sözcüğünün sıfatı olup “ ‫فيها‬fiha” zamiri de ‫مساجد‬mesacid sözcüğüne râci olup sıfat cümlenin anlamı “içinde Allah’ın zikredildiği mescitler” şeklindedir. Açıkça birleri, mevcut kiliseleri, havraları ve manastırları meşrulaştırmak için epey vakit harcamış, zemin hazırlamış. Savaşa izin verildiği ilk kez Bakara sûresi'nde zikredilmişti: 14 (Tac ve Lisan) 15 (Lisan ve TAC). 24
  • 25. 216 Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara/216) 244 Ve Allah yolunda savaşın. Şüphesiz Allah'ın en iyi işiten ve en iyi bilen olduğunu da bilin. (Bakara/244) 190 Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez. 191 Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm; dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar, sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlerin cezası işte böyledir. 192 Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, biliniz ki şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 193 Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. (Bakara/190-193) 251 Sonra da, Allah'ın izniyle/ bilgisiyle Câlût ve ordusunu bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir armağan sahibidir. (Bakara/251) Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu nakledilmiştir: Rivâyete göre bu âyet-i kerîme mü’minler dolayısıyla nâzil olmuştur. Şöyle ki: Mü’minler Mekke'de sayıca çoğalıp kâfirler onlara eziyet ve işkenceler yapınca, onların bir bölümü Habeşistan'a hicret etti. Mekke'de kalan birtakım mü’minler de imkân bulduğu kâfirleri öldürmek, suikast tertiplemek, emanetlerine hâinlik etmek ve hile yapmak istediler. Bunun üzerine bu âyeti kerîme, …nankörlük edenlerin hiç birisini sevmez buyruğuna kadar nâzil oldu.16 Şüphesiz Allah, inanan kullarını, savaşmaksızın da gâlip kılmaya kâdir'dir. Ancak O, kullarının Kendine ne derece itaat edeceklerini denemek için savaşmalarını emretmiştir: 4-6 Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir. (Muhammed/4-6) 16 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 25
  • 26. 14,15 Onlarla savaşın ki, Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 16 Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş/ can dostu edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. (Tevbe/14-16) 142 Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden, sabredenleri de bildirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Âl-i İmrân/142) 31 Ve kesinlikle Biz, içinizden çaba gösterenleri ve sabredenleri bildirmemiz/ ortaya çıkarmamız için sizi yıprandıracağız/ denemeye tâbi tutacağız. Haberlerinizi de yıprandıracağız/denemeye tâbi tutacağız. (Muhammed/31) Burada, Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi buyurularak, savaşın gerekçeleri açıklanmıştır. Bu âyette zikredilen kilise ve havralar, günümüzdeki kilise ve havralar değil, tahrifata uğramadan evvelki mabetler; Mûsâ'nın havraları ve Îsâ'nın kiliseleridir. Âyetin son bölümünde de, Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir buyurularak, gerçek mü’minlere yardım edileceği taahhüt ediliyor: 7 Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. 8 İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve Allah, onların işlerini saptırtmıştır. 9 Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Artık Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. (Muhammed/7-9) 171-173 Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/ elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” (Sâffât/171-173) 21 Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır. (Mücâdele/21) Kur’ân'da, Allah'ın birçok yardımı somut olarak gösterilmiştir: 61 İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı “Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık” dediler. 62 Mûsâ: “Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir” dedi. 64 Ötekilerini de oraya yaklaştırdık. 65,66 Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk. (Şu‘arâ/61-66) 26
  • 27. 40 Eğer siz, Elçi'ye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O'na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani O, arkadaşına “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah, O'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/morallerini içlerine koymuş, O'nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah'ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Tevbe/40) 123-127 Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin. (Âl-i İmrân/123-127) 25 Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız. (Tevbe/25) 114,115 Ve andolsun ki Biz, Mûsâ ile Hârûn'a da nimetler verdik. Ve o ikisini ve toplumlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık. 116 Ve Biz, onlara yardım ettik de onlar galip gelenlerin ta kendileri oldular. (Saffat/114-116) 51 Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51) 139 Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Âl-i İmrân/139) 38. âyette, Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin tümünü sevmez buyurularak, Allah'ın hâinleri sevmediği vurgulanmıştır: 27,28 Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden çıkaracak birer varlık olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin. (Enfâl/27-28) 58 Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri sevmez. 27
  • 28. (Enfâl/58) 42-44 Ve eğer onlar, seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, Semûd, İbrâhîm'in toplumu, Lût'un toplumu, Medyen ashâbı da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da Ben, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış! 45 Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/ yıkıma uğrattık. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış, kireçle/ betonla sağlamlaştırılmış saraylar! 46 Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. 47 Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. 48 Ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapıp duran nice kentler; Ben, kendilerine süre tanıdım, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş, sadece Bana'dır. Bu paragrafta, Rasûlullah teselli edilmekte ve insanlar –gözlem yapmak sûretiyle– akıllarını başlarına almaya çağırılmaktadır. Yalanlanması karşısında Rasûlullah birçok kez teselli edilmiştir: 33 Biz onların söylediklerinin seni kesinlikle üzdüğünü elbette biliyoruz. Ama onlar aslında seni yalanlamıyorlar; ama şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler Allah'ın âyetlerini bile bile reddediyorlar. 34 Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah'ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Hiç şüphesiz ki, sana, elçilerin haberlerinden bir kısmı gelmiştir de. (En‘âm/33-34) Allah için zaman önemli değildir. Kâfirlere mühlet verilmesi, onların ihmal edildiği anlamına gelmez: 42,43 Sakın şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların yaptıklarından Allah'ın duyarsız/bilgisiz olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur. (İbrâhîm/42-43) 61 Ve eğer Allah, yanlış işleri nedeniyle insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünün üstünde irili-ufaklı tüm canlılardan hiçbir şey bırakmazdı. Velâkin onları adı konulmuş bir süreye kadar erteler. Artık onların sürelerinin sonu gelince de ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl/61) 45 Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde küçük-büyük hiçbir canlıyı bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye 28
  • 29. kadar ertelemektedir. Sonunda süre sonları geldiği zaman da artık şüphesiz Allah, Kendi kullarını en iyi görendir. (Fâtır/45) Kırk beşinci ayette ki “45 Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/ yıkıma uğrattık.” ifadesi açıkça gösteriyor ki şirk koşanlar; Alla’ının astlarından otorite kabul edenler, kendi benliklerini sıfırladıkları için yok, yıkıma uğramakta, sonunda da olup gitmektedirler. 46. âyetteki, İşte şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur ifadesi, mecazî anlamdadır. Kalp, bilginin, bilincin, hislerin, zihnî ve ahlâkî niteliklerin merkezi kabul edildiğinden bu ifade kullanılmıştır. Bu pasajın iniş sebebine dair şu nakledilmiştir: İbn Abbâs ve Mukâtil derler ki: Yüce Allah'ın, Kim bunda kör ise, o âhirette de kördür (İsrâ/72) buyruğu nâzil olunca, İbn Umm Mektûm, “Ey Allah'ın Rasûlü!” “Ben dünyada gözleri görmeyen bir kimseyim, âhirette de kör mü olacağım?” diye sorunca, Çünkü gözler kör olmaz. Asıl göğüslerdeki kalpler kör olur buyruğu indi.17 47. âyetteki, Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar ifadesinde gönderme yapılanlar ise Nadr b. el-Hâris ve Ebû Cehl gibi kimselerdir. Bunlar daha önce de konu edilmişti. 70 Onlar dediler ki: “Demek sen Allah'a; başkasını karıştırmadan kulluk edelim ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!” (A‘râf/70) 102 Ve Rabbin, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olan kentleri yakaladığında, O'nun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz O'nun yakalaması pek acıklıdır, çok çetindir! (Hûd/102) 77,78 Kendilerine, “Elinizi çekin, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/vergiyi verin” denilenleri görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah'a duydukları saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti gibi yahut daha şiddetli olarak insanlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyarlar. Ve “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın kazanımı, çok azdır. Âhiret ise Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için daha hayırlıdır ve siz “bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar” bile haksızlığa uğratılmayacaksınız. Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile.” Ve onlara bir iyilik isabet ederse, “Bu Allah'tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu sendendir” derler. De ki: “Hepsi Allah'tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hepten söz anlamayacaklar? (Nisâ/77-78) 32 Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi. (Enfâl/32) 16 Ve dediler ki: “Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver bize!” (Sâd/16) 17 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 29
  • 30. 49,50 De ki: “Ey insanlar! Ben, sizin için sadece apaçık/ açıklayan anlatan bir uyarıcıyım. Artık, iman etmiş olanlar ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; bağışlanma ve hatırı sayılır rızık sadece onlar içindir.” 51 Âcizleştirme yarışı yaparak âyetlerimiz hakkında koşan kimseler; işte onlar, cehennemin yârânıdır. İnsanlar için bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde, Rasûlullah'ın insanların menfaati için görevlendirilmiş bir uyarıcı olduğu, tebliğ ettiği mesajdan herhangi bir çıkarı olmadığı; iman eden ve sâlihâtı işleyenlerin mağfiret ve kerîm bir rızka nail olacakları, Allah ve Rasûlü'yle boy ölçüşmeye kalkanların ise cehennemi boylayacakları bildirilmektedir. Bu hususa 15. âyette de işaret edilmişti. 41 Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı çok hızlı görendir. (Ra‘d/41) 88 Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve Allah yolundan çeviren şu kimseler, Biz yaptıkları bozgunculuk nedeniyle onlara azap üstüne azap artırdık. (Nahl/88) 52-54 Ve Biz, senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah, şeytanın/İblis'in attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, şeytanın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için dinden çıkarmak için, –şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler–, kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler, Kur’ân'ın şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona saygı duysun diye âyetlerini güçlendirir, korur. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasalar koyan, güçlendirendir. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri dosdoğru yola kılavuzlayandır. 55 Küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişiler de, kendilerine ansızın kıyâmetin kopuş anı veya kısır [yararsız, verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, Kur’ân'dan kuşku duymaya devam edeceklerdir. 56 O gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında O, hüküm verir. Artık iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler, nimet cennetlerindedirler. 57 Ve Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; artık işte bunlar, alçaltıcı azap kendileri için olanlardır. Bu âyetlerde, vahye hiçbir şeyin karışmadığı-karıştırılmadığı ve karıştırılamayacağı, Elçi'nin ve vahyin korunduğu vurgulanıyor. 30