Yaşlanma nedir?
Yaşlanma genel anlamda bir eskime bozulma olayıdır. Bu çok kısa
tanımdan başka tanımlar yapılmış ve bunların tümü de yaşlanmayı
zamanın fonksiyonuna bağlamıştır. Yaşlanma hücrelerden
organlara kadar tüm yapılarda fonksiyonların giderek azaldığı
oldukça karmaşık bir süreçtir. Yaşlanma bir organizma kadar bir
hücre içinde geçerlidir, hatta yıldızlar, galaksiler gibi cansız
maddelerle, kültür gibi nicel olarak ölçülmeyen kavramlar içinde
yaşlanmadan söz edilmektedir.
Çok hücreli organizmalar hücrelerden yapıldığına göre vücudun
yaşlanmasından sorumlu olan birimlerin hücreler olup olmadığı
sorgulanmıştır.
Gerçekten organizmalar hücreleri yaşlandıkları için
mi yaşlanıp ölmektedirler?
Bu sorunun karşılığı bazı durumlar için evet çoğu durumlar için
hayırdır. Yaşlanma ile organizmanın hayatının son bulması (ölüm)
olayları ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Çünkü yaşlanma ve ölüm
birbirlerinden ayrı kavramlardır. Kanser hücreleri gibi tamamen
gençleşmiş görünen, ancak aşırı derecede çoğalan hücrelerde
organizmanın ölümüne neden olmaktadır. Çoğu organizmaların
hücreleri ölümü gerektirecek kadar yaşlanmadıkları halde, değişik
nedenlerle ölmektedir. Organizmanın ölmesi için bir hücre grubunun
yaşlanıp ölmesi gerekmemektedir.
Organizma öldüğünde hücre ve dokuların önemli bir
bölümü, çoğu kez de tamamı yaşayacak durumda
bulunmaktadır. O halde hücre yaşlanması, organizma
yaşlanmasından ayrı olarak incelenmelidir.
Yaşlanma bir süreçtir, doğumla başlar ve bir daha durmaz.
Yaşlanma asla tek boyutlu bir süreç olarak ele
alınmamalıdır.
Yaşlanmanın farklı boyutları vardır:
• Kişinin takvim yaşına göre kronolojik yaşlanması,
• Organizmanın yapı ve fonksiyonlarındaki değişimlere
göre biyolojik yaşlanması,
• Bu değişikliklerin düzenli bir şekilde gelişmesiyle
fizyolojik yaşlanması,
• İnsanın algılama öğrenme ve davranışlarına göre
psikolojik yaşlanması,
• Sosyal alışkanlıkları ile toplum içindeki rolüne göre de
sosyal yaşlanma.
Tüm Canlılar Yaşlanır mı?
• Yaşlanma ile ilgili yapılan tanımlar, bir organizma kadar bir hücreİçinde
geçerlidir. Hatta, yıldızlar, galaksilerin, metallerin, atomların yarı ömürleri
gibi cansız maddeler için bile yaşlanmadan söz edilmektedir.
• Biyolojide yaşlanma; bir organizmadaki doku veya hücredeki fonksiyonel
kapasite de azalmaya sebep olan kümülatif değişikliklerdir. İnsanlarda
yaşlanma, deri, kemikler, kalp, kan damarları, akciğerler, beyin ile diğer
organ ve dokulardaki dejeneratif değişikliklerle ilgili olan süreci tanımlar.
Bir hücrelilerde yaşlanma var
mıdır?
Burada prokoryot ve ökaryotik bir hücrelileri ayrı ayrı ele almak
gerekmektedir. Yaşlanmış hücreyi görev yapamaz ve bölünemez duruma
gelmiş bir hücre olarak kabul edersek,
bakterilerde yaşlanma görülmez. Çünkü, kendilerine uygun bir ortam
buldukları sürece sürekli çoğalırlar.
Amip ve paramezyum gibi ökaryotik bir hücrelilerde sanki ölümsüz gibi
görünseler de, bu hücreler gamet oluşturup eşeysel çoğalan hücrelerdir. Aç
kaldıkları zaman, çoğalma yeteneklerinin sınırlı kalması bunlarda da
yaşlanma olayının varlığına işaret etmektedir.
İnsan fibroblast hücreleri yaklaşık 50 kez katlandıktan (çoğaldıktan)
sonra ölmektedirler. Her hücre grubunun kendine has bir maksimum
katlanma sayısı vardır. Hücre gruplarına göre değişen bu
maksimum katlanma sayısına “Hayflick limit” denmiştir. Bu limit
sayısı genç bireylerden alınan fibroblastlarda daha yüksek (40 – 50)
yaşlı bireylerden alınanlarda ise daha düşüktür (10 – 20). Daha
uzun ömürlü türlerden alınan fibroblastların katlanma sayıları daha
da fazladır.
Neden canlıların her biri kendine özgü
belirlenmiş bir yaşam uzunluğuna sahiptir?
İki tür veya bir türdeki iki bireyde bile bu durum benzer değildir.
Yaşlanmadaki çeşitlilik türler ve bireyler arasındaki genetik faktörler, çevre
vemetabolizmadaki farklılıklara bağlıdır. Örneğin; bazı insanlar 65 yaşında
olup, 45 yaşında gözükmekte, bazıları 65 yaşında olup 80 yaşında
gözükmektedir. Çünkü insanlar gamet oluşumu sırasında I.mayoz
bölünmenin profaz evresindeki parça alış-verişinden dolayı (krosing-over),
kişilerin herkesten farklı olmasını sağlayacak gen kombinasyonlarına
sahiptirler.
Hiç yaşlanmaz görünen, ölümsüz (katlanma
sayısı sonsuz olan) ökaryot hücre grupları
vardır. Bunlar kontak inhibisyonunu ve hücre içi
sentez kontrollerini yitirmiş kanser hücreleridir.
Ancak, normal ökaryotik hücreler, hem in vivo,
hem de in vitro olarak yaşlanmaktadır.
O halde bir türün ölümsüzlüğünün
sırrı nedir?
Bunun sırrı, mayoz bölünmedir. Bir türün bireyleri,
yaşlanıp ölseler bile, tür kuşaktan kuşağa geçerek
varlığını sürdürebilmektedir. Mayoz bölünme ve
döllenme birbirini takip etmeden hücre gençleşmesi ve
türlerin devamlılığı mümkün görünmemektedir. Bu da
bize mayoz/zigot evrelerinde bir DNA onarımının
(gençleşmenin) olabileceğini düşündürür. Yaşlıdan genç
bu mekanizmalardan sonra doğabilmektedir.
Dünyada inorganik yoldan sentezlenmiş besinler bitince, birçok canlı
çeşidi açlık nedeniyle ortadan kalkmıştır. Ancak bazıları, karmaşık
bir yolla fotosentezi geliştirmiştir. Böylece güneş ışınları kullanılarak
su, serbest oksijen ve hidrojene kadar parçalanmaya başlandı.
Hidrojen, glikozun yapımında kullanıldı. Fakat bu arada O2 gibi çok
tehlikeli olan bir madde ortama veriliyordu. Bu tehlikeli maddeden
dolayı birçok canlı oksitlenerek öldü. Fakat içlerinden bazıları,
karmaşık bir yolla bu zehirli maddeyi metabolizmalarında
kullanmanın yolunu buldu ve böylece mitokondriler evrimleşti.
Hem fotosentez hem de mitokondri özelliği
taşıyan bakterilerin hücre içerisine girmesi
ve simbiyozis yapması ile çok daha
karmaşık hücrelerin geliştiği bir dönem
başlamış oldu.
Evrimleşme sürecinde, mitokondriden çekirdeğe bazı gen göçleri
olmuş ve bu yüzden mitokondrial DNA’nın büyüklüğü ve kodlama
kapasitesi düşüş göstermiştir. Mitokondri ile yapılan bu iş birliği
ödenmesi gereken bir “ölüm faturası” olmuştur. Çünkü mitokontriler
hücre içerisinde eşeyli üreme ya da başka bir yolla gen alışverişi
yapmadıkları için, bireyin (hücrenin) yaşam süreci içerisinde dış
koşulların etkisiyle mutasyona uğramakta ve işlevlerinde bozulmalar
ortaya çıkmaktadır.
İşte “programlanmamış hücre yaşlanması” ilk kez bu
aşamada ortaya çıktı. Daha sonra yapılan araştırmalar,
mitokondrideki mutasyonların kaçınılmaz olduğunu ve
mitokondri bulunduran her canlının, programlanmamış
bir yaşlanma sürecine girdiğini göstermektedir. Böylece,
programlanmış hücre ölümü ve telomer kısalması
olmasa bile, ökaryotik bir hücreliler yani protozoa türleri
ölümle karşı karşıya kalmışlardır. Bu şekilde fazla enerji
elde etmenin faturası; yaşlanma ve ölüm gerçeği ile
ödenmeye başlanmıştır.
Mitokondriler neden yumurta hücresi ile kalıtılır
(anneden aktarılır) ?
Ayrıca spermler yaşam boyu sürekli üretilmesine karşın,
yumurta hücresi neden anne karnında ilk 3-4 ay içerisinde
I.mayoz bölünmeyi geçirerek beklemeye geçmekte ve daha
sonraki evrelerde yeni yumurta hücreleri
üretilmemektedir ?
Bunun temelinde, mitokondri ve
DNA’sında oluşacak mutasyonların direk
olarak yavru hücreler aktarılmasını
önlemek için ortaya çıkmış bir
adaptasyonun olduğu düşünülmektedir.
DNA replikasyonu sırasında, DNA kesintili ve kesintisiz
zincir şeklinde sentezlenir ve bu ipliklerin sentezinde
farklılıklar bulunur. Bunlardan biri de somatik hücrelerde
DNA replikasyonu sırasında kesintili sentezlenen iplikte,
telomer denilen (kromozomların uç kısımları) uç
kısımların bir miktar kısalmasıdır. Telomer kısalması
yaşlanmayı ve ölümü hazırlayan faktörlerin başında gelir.
Telomerlerin kısalması dışındaki ölüm nedenine
ek olarak programlanmış ölüm (apopitoz)
sorumlu tutulmaktadır. Bu evreden itibaren
canlılar, saate bağlanmış bir yaşlanma sürecini
ve sonuçta ölüm olayını kaçınılmaz olarak
yaşamaya başlamıştır.
Günümüzde programlanmış ölüm olarak nitelendirilen apopitoz da
tetiğin çekilmesinde rol oynayan organel mitokondridir. Mitokondri
genomu histon proteinleri ile paketlenmemiş haldedir ve enerji üretimi
sonucu ortaya çıkan serbest radikaller; çekirdek DNA’sından 16 kat
daha fazla oranda mitokondri DNA’sına zarar vermekte ve aynı
zamanda mitokondri zarının zayıflamasına, buna bağlı olarak zardan
sitokrom C çıkışına ve de apopitozun başlamasına neden olmaktadır.
Nitekim, sistein proteaz sistemi (CASPAZ) apopitoz denetiminde rol
oynayan bir kaskad olup, bu sürecin başlatılmasında mitokondrinin
anahtar bir rol oyması bir rastlantı olmayıp, evrimsel adaptasyonun bir
işaretidir.
Yaşlanma olgusunu açıklamak çeşitli
teoriler oluşturulmuştur. Ancak bu
teorilerden hiç biri tek başına yaşlanmayı
açıklamaya yeterli görülmemiştir. Bu
teorilerden bazıları şunlardır;
• Somatik Mutasyon Teorisi: Somatik hücre
DNA’sında zamanla çeşitli mutasyonlar
birikerek bu hücrelerin normal
metabolizmalarını devam ettirmelerini önler.
• Yanlışlık felaketi teorisi: Protein sentezi sırasında kendiliğinden
oluşabilen hatalar (polipeptid içine belli bir amino asitin girmesi
yerine hatalı olarak başka bir amino asidin girmesi gibi) RNA ve
DNA sentezleyen enzim ve proteinlerin hatalı çalışmalarına neden
olurlar. Bunun sonucu olarak da hatalı DNA, RNA
sentezleneceğinden sonu gelmez bir hatalar zinciri başlayacak ve
hücre bir felakete doğru sürüklenecektir, hücreler yaşlanıp
öleceklerdir.
• Virüs İşgal Teorisi: Genomda viral kaynaklı yabancı
DNA’ların yığılması sonucunda istenmeyen bazı genler
çalışarak ürün vremeye başlayacaktır. Yine bu yabancı
DNA’lar yüzünden gerekli bazı genlerde ifade edilemez
olacaktır. Bu da h.metabolizmasını bozarak hücre
yaşlanmasına neden olacaktır.
• Hücresel bilgi kaybı: Hücre DNA’sında
zamanla ve gen kaybı ve sonradan devreye
giren zararlı genler vardır. Bu genler hücre
yaşlanması ve ölümüne sebep olur.
• Otoimmün Teori: Yaşlanma ile birlikte vücudumuzun
bağışıklık sistemi zayıfladığı için, viral bakteriyel ve
diğer hastalık yapıcı etkenlere giriş yolu açılmaktadır.
Ayrıca vücudun yaşlanma ile beraber tanıma ve ayırt
etme yeteneği de azalmaktadır. Yani immün sistem
yaşlanınca, vücudun kendi hücre ve dokuları ile
yabancı hücreler ve maddeler arasındaki farkı tanıma
yeteneğini kaybetmeye başlar ve kendi vücuduna
saldırarak (otoimmünite) yaşlanma olayı başlar ve
organizma yıkıma gider.
• Zehirlenme Hipotezi: Hücreler kendi
metabolizma atıkları ve çevreden
gelebilen başka toksik maddelerin
içlerinde birikmesi sonucu yaşlanıp
ölürler.
• Oksidatif Hasar (serbest Radikal Teorisi) :
Yaşlanmaya serbest radikallerin sebep olduğunu
savunan bu görüş, en çok kabul gören teoridir. Enerji
elde etme mekanizmalarında, oksijenli solunumu
kullanan tüm hayvanlarda doğal olarak oluşan serbest
radikaller (eşleşmemiş elektrona sahip moleküllerdir)
hücre içindeki proteinler, lipidler ve DNA’da oksidatif
hasara neden olurlar.
Serbest radikaller yaşamsal öneme sahip, protein, lipit ve DNA’ların
normal görevlerini yapmalarını engelleyerek veya hasar oluşturarak
etki gösterirler. Yaşamımızın kaynağı olan oksijen aynı zamanda
yaşamımızın paradoksudur. Besinlerden enerji üretmek için O2
gereklidir. Ama az bir oranda da olsa (% 3-5) kullanılan oksjinenin
bir kısmı biyolojik yapımıza zararlı olan serbest radikallerin
oluşmasına neden olurlar.
Serbest radikaller doğduğumuz günden itibaren
metabolizmamızla birlikte hücrelerimizde oluşmaya
başlamaktadır. Metabolizmamızdan kaynaklananların
yanı sıra olumsuz dış etkenlerde radikal oluşumuna
neden olurlar ve oksidatif hücre hasarına yol
açarlar.Doğal olarak vücudumuzda bu oksidanlara karşı
antioksidan savunma mekanizması gelişmiştir.
Vücudumuzda oksidan / antioksidan arasında denge
vardır.
Antioksidanlar serbest radikallere karşı vücudun
kendisini koruyabilmesini sağlar ve serbest
radikal hasarının çoğunu bloke eder. Bu teoriye
göre vücudumuzda oksidanlar ve antioksidanlar
arasındaki denge yaşla birlikte bozulmaya başlar
ve vücutta birikerek Alzheimer’den kansere
kadar birçok hastalığa neden olurlar.
• DNA Hasarı ve Tamiri: Yaşadığımız her an DNA iç ve
dış etkilerle hasar görmektedir ve hücrelerde bu
hasara karşı DNA tamir mekanizması gelişmiştir.
Ancak bazı durumlarda DNA tamir mekanizmaları
hasarları düzeltmez ve zamanla DNA hasarları
birikmeye başlar. Biriken bu DNA hasarları zaman
içerisinde düzeltilemediği için yaşlanmanın temel
nedeni olarak ileri sürülür. Yaşlanmaya bağlı olarak
DNA tamir kapasitesi azalmıştır ve kan ve deri
hücrelerinin tamir kapasitelerinin gençlere göre
yaşlılarda daha düşük olduğu bulunmuştur.
• Lizozomlarda olan değişikliler: Serbest radikallerin
zamanla lizozom zarlarını etkilemesi, lizozom enzimi
olan hidrolozların sitozole çıkmasına ve hücreye zarar
vermesine neden olur.Lizozoma alınan ve
sindirilmeyen bazı maddelerin lizozomdaki miktarı
zamanla artar ve lizozomların görev yapmasına engel
olur. Hücrede sindirilmeyen maddelerin birikimi de
hücre yaşlanmasının nedenlerinden biridir.
• Mitokondrial Hasar: Mitokondri hücrenin dolayısıyla da canlının
yaşayabilmesi için gerekli olan enerjiyi üreten organeldir.
Mitokondriler, alınan gıdalardan gerçekleştirdikleri enerji
dönüşümü sırasında oksijen kullanırlar ve neticede serbest
radikal oluşumuna sebep olurlar. Oluşan serbest radikaller
zamanla mitokondri zarı ve DNA’sında hasara neden olur.
Mitokondrial DNA nüklear DNA’ya göre daha az korunmaktadır.
Çünkü histon proteinleri ile paketlenmemiştir. Bu nedenle
radikallerden daha kolay etkilenir ve çeşitli mutasyonlar ortaya
çıkar. Aynı zamanda serbest radikaller mitokondri zarının
hasarlanmasınave sitokrom-c çıkışıyla başlayan apopitoz tetiğinin
çekilmesine öncülük eder.
Genomda önceden programlanmış yaşlanma teorisi (Genetik saat
teorisi): Hücrenin zaman içindeki yaşlanma ve ölümü, kendi genomu
tarafından önceden belirlenmiştir. Yaşlanma ve ölüm bu program
çerçevesinde meydana gelir. Her tür canlının kendine göre az çok
belirlenmiş bir ortalama ömrünün bulunması buteoriyi desteklemektedir.
Canlılarda genetik saat replikasyon sayısına bağlı olarak kurulmuştur.
Dr.Leonard Haylick ve arkadaşları kültürde üretilen birçok memeli hücresinin
kendilerini çoğaltma kapasitelerinin sınırlı olduğunu bulmuşlardır. Fötal,
embriyonik veya yenidoğan dokularından alınarak incelenen hücrelerde bu
hücrelerin yaklaşık 40-60 hücre bölünmesi geçirdiğini ve bundan daha fazla
bölünmediklerini gösterdiler.
Bu sonuçlara göre, hücrelerin maksimum bölünme sayısına Hayflıck
limiti adı verildi. Hayflıck limiti iki tür hücre grubunun varlığını
açıklar. Bunlar;
• Normal ölümlü hücreler,
• Ölümsüz kanser hücreleri
Hücrenin yaşlanma ve ölümünün genetik şifrede yazılı olduğu yapılan
deneylerle gösterilmiştir. Hyflick ve ark; çekirdeği yok edilmiş yaşlı
bir hücre ile, çekirdeği bulunan genç bir hücre hibritlendiğinde, bu
melez hücrenin yaşlanma ve ölüm seyri, çekirdeğin kontrolü
altında olmduğunu, yaşlı sitoplazmanın önemli bir etkisinin
olmadığını göstermişlerdir.
• 12. Telomer – Telomeraz Teorisi (Replikatif Hücre Yaşlanması):
Son yıllarda yapılan çalışmalar, telomerik DNA uzunluğu ile hücre
replikasyonu arasında bağlantının olduğu şeklindedir. Yaşlanmanın
nedeninin genetik şifremizde yazılı olduğunu, yani bizim ne zaman
yaşlanacağımızın belli olduğunu ve bunu kromozomların uç
bölgelerinde bulunan telomer dizilerinin uzunluğu ile ilişkilendiren
görüştür.
Telomerler; kromozom uçlarındaki (TTAGGG baz
dizisinden oluşan) tekrarlanan nükleotid dizileri telomer
bölgeyi oluşturur.
Telomerlerin işlevleri;
• DNA’daki tek zincirli uçları korumak ve ölümsüzlük
sağlamak,
• Kroümozomlar yeni düzenlemelerden korumak,
• Mayozun profazında eşleşme ve hareketi sağlamak,
• Krık kromozom uçlarını yapışmasını önlemek,
Telomerler, doğumda yaklaşık 1000-2000 kez tekrarlanan TTAGGG
DNA dizileridir. Her hücre bölünmesinde telomerler bir pirimer
uzunluğu kadar kısalır ve belli bir noktaya gelinceye kadar her hücre
bölünmesiyle kısalma devam eder. Kritik noktaya gelince hücre bir
daha bölünmez, bölünmesini durdurur. Telomer boyunun kısalması
yaşlılık sinyalidir ve belli noktaya kadar kısalmaya devam eder.
• Telomerazlar; kısalan telomerler (DNA uçları) özel bir enzim
tarafından uzatılır. Bu enzim telomeraz enzimi olarak
adlandırılır.Telomeraz enzimi; ribonükleoprotein ve RNA’dan oluşan
bir revestranskriptaz enzimdir. Yapısında bulunan RNA nükleotid
dizileri ,telomer ucundaki tekraranan dizilere komplementerdir.
Telomeraz, telomeri yaklaşık 10.000 nükleotid çifti kadar uzatır.
Telomer boyu ve telomeraz aktivitesi hücrenin kaç kez bölüneceğini
tayin eden mekanizmadır. Bir çeşit moleküler saat-genetik saat
olarak iş görür.
Tahminen doğumda telomer uzunluğu yaklaşık 15.000 bp’dir ve her
bölünmeden sonra 25- 200 bp kısalır. İnsan hücrelerinde yaklaşık
100 hücre döngüsünden sonra telomer uzunluğu kritik noktaya
ulaşır ve bölünme durur. Ardından hücresel yaşlanma ve ölüm gelir.
Somatik hücreler telomer tekrarları tam olarak doğarlar.Sağlıklı somatik
hücrelerde telomeraz geni kapalı yani inaktiftir. Bu nedenle her
hücre bölünmesinde telomerin boyu 25-200 nükleotid kısalır. Kritik
noktaya gelindiğinde bölünme durur. Bu olay aynı zamanda
“replikatif hücre yaşlanması” olarak tanımlanır. Bu mekanizma
somatik hücrede bölünmeyi kontrol eden kontrol mekanizması gibi
çalışır ve anormal bölünmelere yani kansere karşı korunmayı
sağlar.
Telomeraz aktivitesi
– Embriyonik hücrelerde
– Germ hücrelerinde
– Sürekli çoğalan hücrelerde (hematopetik kök hücreler, aktif
lenfositler, intestinal hücreler)
– Kanser hücrelerinde görülür.
Normal koşullarda, somatik hücreler telomeraz aktivitesi
göstermezler.Somatik hücrelerde, telomer kaybı ve yaşlılık arasında
yakın ilişki vardır. PROGERIA’da (hızlı yaşlanma hastalığı), ciddi
telomer kaybı ve kısalması görülür.
Progeria Hastalığı: Oldukça nadir görülen bir genetik
hastalığıdır. En belirgin özelliği, bu kişilerin normale
kıyasla hızlanmış bir yaşlanma sürecine girmeleridir.
Örneğin kronolojik yaşı 10 olan progeriali bir hasta
çocuğun biyolojik yaşı 70 olan bir insanın görümünde
olması ve onlarla benzer dolaşım, solunum
rahatsızlıklarını taşıması, gecikmiş diş gelişimi ömür
uzunluklarının 13-18 yıl olması hastalığın en belirgin
özellikleridir.
Yaşlanma ve Apopitozis:
Son zamanlarda yaşlanma konusunda yapılan çalışmalar,
apoptozisin, memeli yaşam uzunluğunu kısıtlayabileceği ihtimali
üzerinde durmuştur. Bunun temel nedeni ise birçok yaşlı insanda
motor ve bilişsel değişiklikler ile karakterize olan nörodejenerasyon
bulgusunun sıklığıdır. Bu değişikliklerin temelinde ilerleyen yaş ile
birlikte artan günlük nöron kayıplarının kümülatif etkisi ile
oluşabileceği ihtimali programlanmış nöron kayıplarının önemini
ortaya çıkarmıştır.
• Apopitozis, hızlı hücre bölünmelerinin
yaşandığı üreme dönemlerinde tümör
denetleyicisi gibi davranırken, üreme
sonrası dönemde ise yaşlanmaya ve
organ fonksiyonlarının bozulmasına neden
olan iki kenarı keskin bir bıçak gibidir.
Yaşlı hücrelerin mikroskobik görünümleri
• Çekirdekler yuvarlak görünümlerini yitirmiş ve loblar
oluşturmuştur.
• Sitoplazmadaki lizozomal aktivite ve otofaji artmıştır.
• vakuoler yapıda artış vardır.
• ER daha az ribozomlu duruma geçmiştir, aralıkları da
daralmıştır.
• İnsan fibroblastlarında hücre hacmi ve çekirdek çapı
artmıştır.
Hücre Yaşlanmasında Etkili Olan Olaylar
– Oksidatif hasar
– Telomer – telomeraz aktivitesi
– DNA hasarı ve tamiri
– Hücresel yaşlanma (Replikatif yaşlanma)
Farklı Yaşam Sürelerine Sahip Olma
Nedenleri
• Genetik farklılıklar
• Beslenme farklılıkları
• Dokular arası farklılık
• Farklı replikasyon aktivitesi
Sonuç olarak; kanserleşmemiş her hücrenin maksimum
bir katlanma sayısı (ömür uzunluğu) vardır. Canlıların,
kendilerini oluşturan hücrelerin maksimum katlanma
sayılarına ulaşmadan öldükleri de bir gerçektir. Ancak,
bu sınıra kadar gelmiş de olsalar, ömürleri bu limitle
sınırlıdır. Bu sınırı yukarı doğru çekmek için, besin olarak
kullanılması mümkün görülen vitamin E, A, C ve diğer
anti-oksidan maddelerle yapılan çalışmalar
Drosophila’da % 65’e varan artışlar olduğunu
göstermiştir.