1. Hayyam'ın 'kerhane'li tek bir satırı bile yoktur!
Murat Bardakçı/09 Nisan 2012
MÂLÛM piyanist yine bir iş yaptı, bu defa Ömer Hayyam'ı vasıta ederek Twitter'den İslamiyet ve
inananlar hakkında tuhaf mesajlar gönderdi ve ortalığı birbirine kattı.
Piyanistin meyhane-kerhane kafiyeli mesajlarını burada tekrar etmeme lüzum yok...
Ama, meselenin aynı şekilde önemli olan bir başka tarafı var: Bir zamanların harika çocuğunun bütün
bunlardan sonra "Yazdıklarım bana ait değildir, Ömer Hayyam'a aittir" deyip tepki gösterenleri
Hayyam'ı bilmemekle suçlamaya kalkması, yani Hayyam'ın arkasına sığınma hevesi ve etrafın da bu
iddiayı yemesi...
Herşeyden önce şu hususu çok iyi bilelim: Ömer Hayyam'ın piyanistin twit'inde söylediği bir sözü,
rubaisi, şiiri, hattâ tek bir satırı yoktur! Hayyam rübailerinin içerisinde "Sen meyhaneci misin?" yahut
"Kerhaneci misin?" gibisinden bir ifade geçmez, bulamazsınız. Rübailerin ne Farsça'larında, ne batı
dillerine ne de Türkçe'ye yapılmış tercümelerinde böyle bir ifadeye rastlanmaz!
ÖYLE BİR GEYİK Kİ...
Piyanistin naklettiği sözlerin nereden geldiğini merak mı ettiniz? Söyleyeyim: İnternetten! Adamın biri
oturmuş, Hayyam'ın adına böyle birşeyler gevelemiş, gevelediklerini internete koymuş ve sanal
âlemde okudukları herşeyi doğru zannedip Allah kelâmı imişcesine sımsıkı sarılan cühelâ da bu
edepsizlikleri Hayyam'a ait zannederek ve işlerine de geldiği için alıp sahiplenmiş ve tekrarlamışlardır!
İşin aslı, faslı, işte bundan ibarettir. Ortada saçmasapan bir internet geyiği vardır ama eksantrik
kafalar ve entelektüel olma sevdasındaki cühelâ, bu internet geyiğine hiç utanmadan ve de
sıkılmadan sahip çıkmışlardır!
İşin acı olan bir başka tarafı daha var: Piyanistin twit'lerine karşı hakaret mesajları gönderen tarafın ve
"Bu sözler meğerse piyaniste değil, Hayyam'a aitmiş" diye başlıklar atan basınımızın da Hayyam'ın
böyle tek bir satırının dahi bulunmadığından haberdar olmaması ve internette dolaşıp duran aynı
geyiğe inanması!
Velhâsıl sanatçısından entelektüeline, moderninden muhafazakârına kadar okumaktan ve
araştırmaktan uzaklaşmış; ekranda beliren satırların tek bilgi kaynağı olduğunu zanneden tuhaf bir
toplum olduk!
BİLİN VE UNUTMAYIN!
Buradan sonra yazacaklarıma "Hatırlayın" yahut "Unutmayın" sözleri ile başlamak isterdim ama
meseleyi bilmediğimiz için unutmamamız yahut hatırlamamız da imkânsız olduğundan, "Bilin" diye
başlamak zorundayım...
2. Bilin: Ömer Hayyam sadece şair değildir, doğu kültüründe matematikçi ve analitik geometrici olarak
çok daha önemli bir yeri vardır. Üçüncü derecede denklemlerin hallinde, 17. asırda yaşamış olan
Descartes'a kadar Hayyam'ın geometrik yaklaşımından istifade edilmiştir. Ömer Hayyam'ın
matematik ve geometri konusunda kaleme aldığı bazı eserler bugün elyazması olarak elimizdedir,
bunların bir kısmı zaten basılmıştır ama "rubai" dediğimiz dörtlüklerin hakikaten ona ait olup olmadığı
yahut hangisinin onun, hangisinin de düzmece olduğu meselesi hâlâ karanlıktır.
Hayyam'a atfedilen şiirlerin doğu dünyasında Hâfız'ın yahut Sadi'nin eserleri kadar revaç
bulmamasının ve elyazmalarına az rastlanmasının sebebi de hem bu karışıklık, hem de şaire atfedilen
düşüncelerin İslam toplumunda benimsenmemesidir. Türkçe'deki ilk ciddî Hayyam tercümeleri de bu
yüzden 20. asırda yapılmışlardır.
Yine, aynı şekilde bilin: Ömer Hayyam'ın batıdaki yıldızı, temelleri 19. asırda Avrupa'da atılan
varoluşçuluk felsefesi doğrultusunda ve Edward Fitzgerald'ın yaptığı rübailerin meşhur İngilizce
tercümesi ile parlamış, varoluşçuluğun İkinci Dünya Savaşı sonrasında daha da bir revaç bulmasıyla
Hayyam'a atfedilen dörtlükler daha da bilinir olmuştur. Hayyam'a mâledilen dörtlükler, şöhretlerini
işte bu varoluşçuluk akımına borçudurlar.
Meselenin aslı ne, bizim sanatçılarımız, aydınlarımız ve de muhafazakârlarımız neredeler! Ne kadar
güzel değil mi?
haberturk.com
****
Hayyam ve şarap kavramı.
Yazar Sadık Yalsızuçanlar, ‘Şey' isimli kitabında içkiyi yücelten şiirleriyle tanınan Ömer
Hayyam’ın aslında hiç içki içmediğini savunuyor. Yalsızuçanlar’a göre bir mutasavvıf olan
Hayyam, şarap kavramıyla ‘hakikat-i Muhammediyye’yi anlatmıştı.
“Şarap sen benim günüm güneşimsin / Öyle bir dolsun ki seninle içim / Bir bildik görünce
beni sokakta / Ne o şarap, nereye böyle desin.” Şark edebiyatının efsane ismi Ömer
Hayyam, rubailerinde sıkça geçen şarap kavramıyla birlikte anıldı hep. Dinî hükümlere
karşı kayıtsızlığını gösteren ifadeleri de dillerden düşmedi. Minyatürlere bile başındaki
kıvrım kıvrım bükülmüş sarığının, tel tel sakallarının yanısıra elindeki kadehle yansıdı.
Öykücü Sadık Yalsızuçanlar ise son kitabı ‘Şey’de, Hayyam’ı çok farklı bir bakış açısıyla
ele alıyor. Sultanü’l-âşıkîn unvanıyla bilinen Mısırlı şair İbn Fârıd’ın (1181-2/1235) bütün
Batı dillerine tercüme edilen 39 beyitlik ‘Hamriyye’sinin girişindeki, ‘Biz sarhoş iken henüz
üzüm yaratılmamıştı’ mısraından yola çıkan Yalsızuçanlar, Ömer Hayyam’ın şiirlerinde
kastettiği şarabın, hakikat-i Muhammediye olduğu sonucuna ulaşmış. Hayyam’ı sarhoş
eden şarabın üzümle, üzüm suyu ile ilgisi olmadığını söyleyen Yalsızuçanlar, bir anlatı
kitabı olan ‘Şey’de, Hayyam’ın görüşlerini imge düzeyinde ve hikâye üslubuyla
yorumluyor.
3. İranlı matematikçi, astronom, filozof, şair Ömer Hayyam, bir çadırcının oğlu olarak 11.
asrın ortalarında Nişabur kentinde doğdu. Tıp, fizik, astronomi, cebir, geometri ve yüksek
matematik alanlarında önemli çalışmalara imza attı. ‘Zamanın bütün bilgilerini bildiği’
söylenirdi. Ancak yaptığı çalışmaların çoğunu kaleme almadı. Oysa Hayyam, çokça
duyduğumuz teoremlerin isimsiz kahramanıydı. Mesela bilinmeyen manasındaki ‘x’
kavramını, Celali takvimi o icat etti. Kendini ne kadar gizlemeye çalışsa da aşk, şarap ve
insan kavramlarını sık sık dile getirdiği şiirleri sayesinde adı dillerden düşmedi.
Öyle ki şarap denilince akla gelen ilk isim oldu çoğu kez. Sadık Yalsızuçanlar ise Ömer
Hayyam’ın sanıldığı gibi şarapçı kimliğiyle öne çıkan biri değil, bir İslam filozofu, bilim
adamı ve mutasavvıf olarak önemli yere sahip olduğunu söylüyor. Hayyam’ın kaleme
aldığı ‘Varlık Risalesi’nden yola çıkarak farklı tespitlerde bulunan Yalsızuçanlar, “Hayyam
dışında, İbn-il Farıd, Mevlânâ ve Yunus Emre başta olmak üzere Hak âşığı insanlar
şiirlerinde şaraptan çokça bahseder.
Mevlânâ, bu bahsettikleri şarabın, meyhanedeki şarapla ilgisi olmadığını, ‘Bizim
sarhoşluğumuz üzüm sarhoşluğu değildir, bizim sarhoşluğumuzun sonu yok.’ gibi
beyitlerle Mesnevi’sinde sürekli dile getirmiştir.” diyor. Yalsızuçanlar’a göre Hayyam,
şarap kavramıyla daima dolu olduğu hakikât-i Muhammediyye’yi anlatıyor: “Hakikât-i
Muhammediyye ile sermest olanlarda O’nun aşkı ve nuru daima mütecellidir.”
Yalsızuçanlar, ‘Şey’de Hayyam’ın dilinden derin bir hayıflanmayı dile getiriyor: “Her şarap
anıldığında, her şarap şişesi görüldüğünde, her üzüm hasadı yapıldığında, tuhaf bir
biçimde, ruhum oradaymış gibi beni anıyorlar... Oysa o şarabın etkisiyle sarhoş olmadım
ben. O şarabı hiç ağzıma sürmedim. Onun tadını bilmem. Kırmızı, beyaz, pembe, kızıl,
eski, yeni, ne zaman, nasıl yapılırsa yapılsın, nasıl içilirse içilsin, hiçbir şarapta benim bir
izim, bir gölgem yok. Ama herkes beni anıyor şarap denince. Şarabı sarhoş edici bir içki
olarak hiç tatmadım. Ama sarhoşluğum hep arttı. Öyle bir an geldi, ne kendimi, ne gayrı
bilemedim.”
‘İçip içmediği tartışmalı bir konu’
Yard. Doç. Dr. Mustafa Koç: “Şiirlerinden hareketle, Hayyam’ın şarap içen, sarhoş
olduğunu dile getiren bir düşünce geliştirmek akademik yöntem değildir. Eğer bu yola
girilirse şiirlerinde bol bol şaraptan, meyhaneden bahseden bütün sûfi şairleri töhmet
altında bırakmış oluruz. Nitekim klasik Türk edebiyatında şaraba karşı tavırları ve
dindarlıkları ile maruf bir yığın zevat Hayyam’ı sûfi bağlamda ele alıp, onu bir aşk şairi
olarak görür. Ancak şarap ve şarapla ilgili kavramlara sûfiyane anlamlar yükler. Bu
çerçevede Hayyam ve eserlerine yer verirler. Hayyam’ı melâmî neşvesinde yüksek
seviyeli bir şair olarak görüp şiirini bu şekilde anlamak gerekir.”
Prof. Dr. Cihan Okuyucu: Bizde ve Batı’da Hayyam, içki hakkındaki şiirleri ve felsefesi
bakımından hep ayyaş olarak biliniyor. Yahya Kemal de onu bu yönüyle örnek alıp
şiirlerini tercüme etmiş. Anlaşılan Yalsızuçanlar, bu konuda kesin bir tarihî belge olmadığı
için Hayyam’ın içki içmediği şeklinde yorum yapma imkanı bulmuş.
Prof. Dr. Ahmet Kırkılıç: “Ömer Hayyam, bildiğimiz kadarıyla eyyamcı bir tipti. Dinî
kimliği yoktu. Bu sebeple içki içebilir. Ancak her şarap üzerine yazanın içki içtiğini
söyleyemeyiz. Şeyhülislamlar da şarap üzerine yazmışlardır.
4. Ama şiirlerinde şaraptan bahsettiler diye şarap içtiklerini söylemek yanlış olur.”
Şarap sonsuz hayat kaynağıdir, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.
Can bir şaraptır, insan onun destisi;
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümü varlık:
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.
İçip içmemesinin o kadar büyük bir öneminin oldugunu dusunmuyorum. .Sonuc
itibariyle.. birbirinden eşsiz yüzlerce rubai yazmıştır.. en hoşuma gidense..
Nerdesin? Sana baş kaldırmışım işte,
Karanlıklar içindeyim, ışığın nerde,
Bana cenneti ibadetle sunacaksan,
Senin ne cömertliğin kalır bu işte.
Girme şu alçakların hizmetine:
Konma sinek gibi pislik üstüne.
İki günde bir somun ye, ne olur!
Yüreğinin kanını iç de boyun eğme
Bir damla şarap ver Çin senin olsun;
Bir yudumu bütün dinlerden üstün.
Söyle, ne var dünyada şaraptan hoş?
O acıya tatlılar feda olsun.
Hayyam
Hayyam ve Rubaileri
Geçmiş yüzyılların karanlıkları içinde, olumlu bilimlere bu kadar eğilmiş ve tanınmış olan
Hayyam'ın, önce Batı'da ve Amerika'da, sonra da kendi ülkesiyle birlikte bütün dünyada
bu kadar çok ün yapmasının nedeni, zaman zaman bilimsel çalısmalarının yanı sıra,
ortaya attığı rubaîleridir. (Tam îran söylenişine gore "robaî"dir. Aslı Arapça olan bu
sözcüğü Araplar (o-u) arası bir sesle söylerler.)
Vahid Tabrîzî'nin, Moskova baskısı olup Farsça kaleme alınan, Elmoaccem adlı kitabının
98-104. yaprakları arasında da belirtildiği üzere, rubaî iki beyitten ortaya çıkmış bir nazım
biçimidir. Zaten anlamı da, Arapça "robu" (dörtlü) sözcüğünden üretilmiştir. Ancak, bu
çift beytin rubaî olabilmesi için tek ve bağımsız bir dörtlük halinde bulunması ve kendine
özgü aruz kalıplarıyla yazılması gerekir. Aruzcular "rubaî" biçimi için, özdeyiş halinde,
5. yoğun bir düşünce ve duygu kompozisyonu istedikleri gibi, belirli yirmi dört aruz kalıbını
benimsemişlerdir. Bütün bu kalıplar, ya "mef'ulü", ya da "mef'ulün" diye başlamak
zorundadır. "Mef'ulü" diye başlayanlar "ahreb", "mef'ulün"le başlayanlar da "ahrem" adım
alırlar. On ikisi "mef'ulü", on ikisi de "mef'ulün" diye başlayan bu belli kalıplar, rubaîyi,
divan edebiyatı nazım biçimleri arasında bulunan "kıt'a" ve "tuyuğ"dan ayırıyor. Bu
ayrılıkta, rubaî'nin, olaylan felsefi bir süzgeçten geçirmesi, düşünsel havasından
duygusallığın kaybolmaması şartı da bulunduğu unutulmamalıdır. Rubaîlerin 1, 2 ve 4.
dizeleri kesin olarak birbirleriyle ayakdaş (kafiyeli) olmak zorunda olup 3. dizeler
genellikle serbesttir ya da öteki üç dizeye ayak bakımından uyabilir.
Dünya edebiyatına göz gezdirdiğinizde, dörtlük halinde şiir yazmanın Doğu uluslarına
özgü olduğu görülüyor. Türklerin Orta Asya'da, İslamlığın kabulünden önceki şiirlerinde,
en küçük nazım birimlerinin dörtlük olduğu bir gerçektir. Öyleyse bu biçimde şiir yazmayı,
Ömer Hayyam'dan çok daha öncelere götürmek gerekiyor. Bugün divan, dolayısıyla İran
edebiyatının hiç etkisi altında kalmadan gelişmiş ve günümüze kadar uğraşısını
sürdürmüş olan Anadolu aşık edebiyatının en güzel verileri de hala manilerdir. Onlar da
güzel duyguları özdeyişi halinde sıralanan unutulmaz şiirlerdir:
"Vay bana, vaylar bana,
Yıl oldu aylar bana.
Egildim, su içmeye,
Su vermez çaylar bana."
Dîvan-ı lügat it Türk'te rastladığımız bazı örnekler. Dede Korkut Hikayeleri'nde geçen pek
çok bağımsız dörtlükler de bunu kanıtlar. Bunun gibi, İran edebiyatı, hatta Arap
edebiyatında Hayyam'dan önce ve sonra bağımsız dörtlüklere rastlanır. Ne var ki hepsinin
karakteri, bugün anladığımız anlamda rubaî değildir ve bugünkü rubaî kavramı, dünyaya
ilk defa Hayyam eliyle, onun örnekleri olarak kazandırılmıştır.
Ömer Hayyam'ın ozanlığından ve rubaîlerinden ilk defa söz eden, sağlığındayken onu
tanımış olan Samargand'li Nezamî-ye Aruzi'dir. Onu izleyerek Abu Bekr Razi, "Mersad ol
ebad"ında Hayyam'ın bilimciliği yanında ozanlığına da işaret eder. Ama bütün bu bilgiler,
onun ününü, şiir alanına bugünkü gibi duyurmaya yetmezdi.
19. yüzyılda İngiltere'nin Oxford kentinde, Bodlein kitaplığında "Robaiyyat-e Omar" adlı
bir yazma bulundu. 525 sayı ile deftere işlenmiş olan bu kitabın, Medine'ye göçün 865.
yılında (15. yüzyılın ilk yarısı) yazılmış olduğu görüldü.
Shakespeare'den sonra en güçlü İngilız ozanlarından biri olan Edward Fitzgerald, rubaîleri
ilk defa İngilizceye, dolayısıyla bir batı diline çeviren ozandır. Sözünü ettiğimiz nüshanın
bir tıpkı basımını göremediğimiz için gerçeklik ve etkenlik yanı üzerinde duramıyoruz.
Birkaç kaynakta gözümüze çarpan bu bilgiye, başta Mohammad Ali Forugî olmak üzere
pek çok İranlı ve Batılı araştırıcıda rastlayamadık. İran'ın içinde ve dışında bulunan yazma
Hayyam rubaîlerinin 9. Hicret yılında yazılmış şeyler olduğu, bundan daha eski tarihlerde
yazılmış olanlarına rastlanılamadığı söylenilmektedir.
Ömer Hayyam'ın bütün Avrupa'ya, oradan Amerika'ya ve yeniden kendi vatanına
ve bütün dünyaya yayılması, Fitzgerald'ın yeniden yaratıyormuşcasına yaptığı
bu çeviriler yüzündendir.
6. Ömer Hayyam'ın İran'da tutunmamış, uzun yıllar ya dostları ya da düşmanları eliyle ters
yorumlanmış, Hafez ve Sadi'ye verilen önemin benzerinden pay alamamış olduğu
doğrudur. Ancak bunun nedenini; Avrupalılar ve buna bakarak bazı memleketimiz
yazarları, ozanın asıl adının "Ömer" olmasına ve kendisinin Şiî değil, Sünnî oluşuna
bağlarlar. Hatta Hayyam'ı gerçekten bütün dünyaya tanıtmada öncülük hakkı bulunan
İngiliz ozanı Fitzgerald bile yanılgıya düşerek şöyle demiştir:
Hayyam gibi kimselerin Doğuda, böyle bir ayrıcalık taşırcasına görülmeleri, kırlarda,
çalıların beklenmedik bir köşesinde rastlanan ve ayağımıza takılan yabanî çiçekleri
andırır." Oysa İran edebiyatı Hayyam'dan önce Fardovsî'leri, Hayyam'dan sonra İran
kültürüyle gelişen Mevlana ve Hafez'leri yetiştirmiştir. Bunlarda, Hayyam'dan yer yer izler
buluyoruz.
Rubaîleri, evrene ışıklarını saçıp duran Hayyam'ın ve gerçek İslamlığın bütün dinlere
gönül kapısını açtığı unutularak ve görülmek istenmeyerek O'nu taassupçu bir ortam
içinde incelemeye kalkmak, yanlış ve kişisel bir görüşten ileri gidemez. Hayyam
rubaîlerinden, Avrupalılar, 19. yüzyılda değil de Hıristiyan fanatizminin en koyu
çağlarında haberli olsalardı, acaba bu rubaîleri böylesine rahat çevirip benimseyebilirler
miydi? İnsanların dünyaya gelip gidişleri ve bir daha dönmeyişleriyle ilgili olarak, kuşkucu
bir dille Tanrıya sitemli rubaîler yazan Ömer Hayyam'a ancak 19. yüzyılın Avrupası
hoşgörüyle bakabilirdi. Oysa bu şiirlerin dokunaklı, iğneli havasından yumuşak da olsa
şeriatçılara oklar savuran tutumundan haberli olmalarına rağmen Hayyam, çağının büyük
devlet adamları, vezirleri ve yöneticilerince tutulmuş, kendisine engin bir hoşgörü ve
saygı gösterilmiştir.
Ozanlığının geçmiş yüzyıllarda, bilimci yanına göre geri planda sayılmasının gerçek
nedenleri araştırılırken en başta, İran edebiyatına Araplardan geçtikten sonra birçok
değişikliğe uğrayan ve Fars malı haline getirilen divan yazma geleneğini düşünmeliyiz.
Rubaî ya da dış görünüşçe ona benzeyen kıta yazmanın, bu edebiyat anlayışında ve
zevkinde, öteki nazım türleri yanında o kadar benimsenmemiş olduğunu biliyoruz.
Tanrıya yakarış (münacat) Peygamberden yardım ve aracılık umma (na't) amacıyla
kaleme alınan şiirlerle, büyükleri övmek içın düzülen kaside; aşk, tasavvuf, rintlik ve
şarabı işleyen gazel biçimini, Doğu edebiyatı geleneği her zaman ön planda tutmuş; onu
öteki biçimlere, dörtlüklere üstün görmüştür.
Ne açık öğücülük, ne de hoyrat bir yericilik havası taşıyan, hele nitelikçe hiç alışılmamış
bir nazım türünü dile getiren Hayyam rubaîlerinin, geçmiş yüzyıllar içinde gerekli ilgiyi
görmemesinin nedenini, yalnız İran' daki hoşgörüsüzlüğe bağlamak, hele İran'da
İslamlığın öteki Müslüman ülkelerdekinden ayrı bir özgürlük sistemi içinde geliştiği
bilindiği halde, tersine görüşleri sakız gibi çiğnemek, haksızlıktır.
Ömer Hayyam rubaîlerinin, zamanında tutunmayış nedenini, O'nun, bu işin üstüne pek
düşmemiş olmasına, bilime daha çok ağırlık verişine bağlamada, bir ölçüye kadar haklılık
payı vardır. Bilimsel çalışmaları sırasında, rubaîlerine zaman zaman ruh dinlendirici bir
araç ve ortam olarak bakan Hayyam'ın, bu minik dörtlüklerinin, bir gün dünyayı
tutuşturacağını sezebildiği düşünülemez.
Kabuğuna alışılabilen, ama özünden, ruhundan gelme ilk yabancılığı kolay kolay
kavranılamayan rubaîlerin geleceğinden, ozanın bile kesin bir umudu olacağı ileri
sürülemez. Bu arada Hayyam'ın, rubaîlerini, hiç sanat yapmadan, süs çabasına düşmeden
7. çiziktirivermiş olduğu sanısını da akıldan silmek gerekiyor. Bazı Batı kaynaklarına
dayanarak İran'da ve bizde Hayyam'la ilgili olarak yayınlanmış kitapların pek çoğunda, ne
yazık ki böyle bir görüşe saplanılmıştır. En güzel sanat eserlerinin, özellikle şiirde; en
yalın, en az süslü ve hiç bir çabayı gerektirmeden söylenivermiş eserler olduğu sanısını
verdiği doğrudur. Ancak bu sonuca gelebilmek için ozanın bilgi, duygu ve seziş yollarında
harcadığı çabayı nasıl görmeyiz? Yalın ve süssüz sandığımız eserler, işe en büyük önemle
sarılan ozanlara ilişkin olanlardır. En içtenlikli şiirler, çokluk sanat yalanları ve kutsal
uğraşıların sonunda ortaya çıkmış ve hiç uğraşılmamış sanısını uyandıran örneklerdir.
Hayyam, rubaîlerinin bugünkü değerde bir gelecek sağlayacağından elbette umutlu
olamazdı. Ama onu, bu zevk alma, dinlenme anlarında yazıldığı söylenen rubaîlerinde,
bütün insanoğluna, onun mayasına, toplumların değişmeyen gidişlerine, evrenin
temelindeki kuruluşun verdiği sonsuz saşkınlıklara eğilirken, hiç çaba harcamamış, aklına
gelenleri söyleyivermiş bir bulvar şairi gibi göstermek, bilimsel bir araştırıcı ve
inceleyicinin tutumu değildir...
Kaynak
Rüştü Şardağ, Bütün Yönleriyle Hayyam Rubaileri, Özgür Yayınları, S.21-26.
******
HAYYAM VE RUBÂÎLERİNİN TÜRK EDEBİYATINA YANSIMALARI
Prof. Dr. Ahmet MERMER
Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
ÖZET
Bu makalede kendi ve rubâileri değerlendirilmiş olan Ömer Hayyâm, gerek İran, gerekse
Dünya edebiyatlarında önemli bir şahsiyettir. Bilim adamlığının yanı sıra şâirliğiyle de
enteresan bir kişidir.Rubâî nazım şekli onun adıyla özdeşleşmiştir.
Ömer Hayyâm’ın rubâîleri, hayatın gerçeklerini yansıtan ruh ürperişleridir. Ömer
Hayyâm’a isnat ettirilen rubâîlerden dolayı da şiirleri yanlış anlaşılan, yanlış yorumlanan
bir şâirdir. Türk Edebiyatında önemli bir yeri olan bu şiir tarzının gelişim çizgisi
incelendiğinde tasavvufî konulardaki rubâîlerde Mevlânâ, diğer serbest konularda yazılmış
rubâîlerde Hayyâm etkisi görülür. Hayyâm’ın rubâîlerini devam ettiren en önemli
Türk şâiri Yahya Kemâl’dir.
ABSTRACT
Ömer Hayyâm who was evaleted himself and his rubâies in this essay, is a precious poet
in the worldwide as well as İran’s Literature.As well as his scientific profiency, he is
interesting person. Rubâi poem formact identified to with its name.
His rubâies which shows life’s realities are spirit’s shiveries. He was a poet whose poets
and himself were misunderstood because of the rubâies which were dedicated to himself.
When this kind of poets which is an imp place in Turkish Literature., was alsessed its
8. developmental lane , Mevlânâ’s impact it seen in mystic subjects and Hayyâm’s impact in
other rubâies which were written in freestyl is seen. Yayâ Kemâl is the most important
Turkish poet makes Ömer Hayyâm’s rubâies goes on.
Anahtar Kelimeler: Ömer Hayyam, Rubâî, Türk Edebiyatı
Key Words: Omer Hayyam, Quatrin, Turkish Literature
Giriş
Büyük milletlerin büyük kültür ve medeniyetlerini doğuran, geliştiren önemli şahsiyetler
vardır. Bu büyük şahsiyetlerden biri de Ömer Hayyam’dır. Hayyam, İran’ın kültür,
medeniyet ve ilmine hizmet eden, onları Doğu ve Batı’ya tanıtan bir büyük şahsiyettir.
XI. asrın sonu ile XII. asrın başlarında, Selçuklular döneminde yaşamış olan Hayyam;
Hey’et, Riyâziye, Tıp, Fıkıh, Lisan ve Tarih sahalarında ilim tahsil etmiştir. Hayyam, tabiat
bilgileri de dahil birçok ilim dalında eserler vücuda getirdi. Böylece o, âlimliğiyle tanınır
oldu. Hayyam, bu başarılarıyla devrin Selçuk Sultanı Melikşah ve veziri Nizamülmülk’ün
sevgisini kazanmış, onların sağladığı imkânlarla çeşitli ilim sahalarında hizmetlerde
bulunmuştur. Hayyam, o kadar parlak bir devirde zamanının adı geçen hükümdar ve
vezirleriyle ülfet etmiş ve onları methettiği için değil, belki ilmî kudretine, seciyesindeki
metanete kendilerini hayran bırakmış olduğu için, itibar sahibi olmuştur.
Biz bu yazımızda Hayyam’ın âlimliği, filozofluğundan ziyâde, şairlik yönü ve bu yönünün
Türk edebiyatına akisleri üzerinde durmaya çalışacağız.
Hayam ve Rubâî
Hayyam âlimliği, filozofluğu ve şairliğiyle çok enteresan bir kişidir. Bu
enteresanlıklarından biri de şairlik yönüdür. Ömer Hayyam, şairliğini sadece Doğu
edebiyatında küçük bir şiir olan rubâîde göstermiştir. Bu bakımdan Hayyam, şairliği hiçbir
zaman bir meslek olarak kabul etmiş değildir. Bu şiir şekli, Ömer Hayyam’ın adıyla
özdeşleşmiştir. Rubâî ile, hele yalnız onunla şair olmak, şöhret kazanmak pek güçtür.
İran edebiyatında rubâîleriyle tanınan ve şöhretini İran’dan bütün dünyaya yayan tek şair
Hayyam’dır. Şiir sanatının tek bir nazım şekliyle şair olan Hayyam’ın rubâîlerini
değerlendirmeden önce rubâî nedir, nasıl bir tarzdır? Bunlar üzerinde kısaca durmakta
fayda vardır.
Gerçekten gerek dış yapısı, gerekse iç örgüsü bakımından rubâînin kendine mahsus bir
şekli vardır. Bu, dört satırdan oluşan ve kendine has aruz kalıpları bulunan bir şiirdir.
Ahreb ve ahrem adı verilen on ikişerden toplam yirmi dört kalıptan bir veya bir kaçıyla
yazılan rubâînin birinci, ikinci ve dördüncü satırları birbiriyle kafiyeli, dördüncü mısraı
serbesttir. Ayrıca dört mısraı birbiriyle kafiyeli olanlar da vardır. Bu tip rubâîlere İranlılar
terâne adını vermişlerdir.
Rubâînin bir de iç yapısı vardır. O da, başlı başına bir bütün ifâde eden, tek bir düşünce
etrafında birleşmiş bir şekildir. Çok defa ince bir düşünce, felsefe ve tasavvufa ait
konular, bedbinliğin acılığını hissettirişi rubâîye konu olur. Rubâî, kesin bir fikir bildirir,
ama bu daha ziyade hisle ilgili bir kesinliktir. Kısalığı nispetinde derin, derinliği nispetinde
benliğimizde kökleşecek kadar yoğun bir şiirdir. Rubâî, klasik şark edebiyatında dikkate
değer bir tefekkür manzumesidir. Büyük bir tefekkür konusunu böyle bir söz kalıbı içinde
9. ustalıkla terennüm edebilmek de, rubâîde başarılı olmaktır. Hayli geniş bir tefekkürü,
etraflı bir felsefeyi, zengin bir düşünüş heyecanını, çok kere duygunun da,
coşkunluklarıyla birleştirerek, yalnız dört mısra içine sığdırıp söylemektir rubâî. Bu
şiirlerde âdeta şuuraltımızdaki birikintilerin, elle tutulur şekilde şuura geçtiğini görürüz.
Belki bize heyecan verişi de bundandır.
Gerek İran edebiyatında, gerekse Türk edebiyatındaki rubâîlerde başlıca iki büyük tarz
dikkati çekiyor: Birincisi, burada isimleri sayılamayacak kadar çok şairin yazdığı tasavvufî
rubâiler, ikincisi ise Hayyam’ınkiler ve ona benzeyenlerdir.
Hayyam’ın yaşadığı devir, dinin, tasavvufun ve müspet ilimlerin birbiriyle çarpıştığı bir
zamandı. Hayyam, bu hayatın hazzını tam manasıyla duyarak onu şuurlu bir şekilde
seviyor, manasız dertler ve mahrumiyetler içinde geçirmeğe gönlü razı olmuyordu.
Devrinin büyük bir filozofu, bir matematik ve bir astronomi âlimi olması, Hayyam’ın
rubâîye bir ölçü fikriyle girmesini sağlamıştır. Ölçülü söz söyleme sanatı demek olan
edebiyatta, hele şiirde tefekkür, buhran ve heyecanlarını dört mısra içinde, o kadar
ustalıkla söyleyebilmesi bu büyük rubâî şairinin edebiyata matematik düşüncesiyle
girmesinin neticesidir.
Hayyam’ın rubâîleri gündelik hayatının tam bir ifâdesi değil, ruhundaki ürperişlerin
yankılarıdır. O, yaşamanın hazzını kuvvetle duyan bir hakikat arayıcısı, olgun bir filozof,
aynı zamanda zarif ve hassas bir insandır. O, serbest fikirli olduğu kadar da, felsefesinde
şüpheci sayılmaktan ziyâde latîfe ve nükte yoluyla şikayetçi sayılması doğrudur. İnsana,
akla ve irfâna büyük önem verir, düşüncelerini saklamaz.
Hayyam’ın asıl değeri, bu sahada orijinal fikirlere sahip olmaktan ziyâde, bu fikirleri
kendine mahsus, derin, zarif ve lirik bir şair duygusu hâline getirmiş bulunmasındandır.
O, hayatı sever; tabiatı bütün renkleri ve hazlarıyla görür ve duyar. Dünya tarihinde pek
çok büyük sanatkarı harekete getiren “Hayat sevgisi ve ölüm kaygısı” Ömer Hayyam’ın da
en esaslı ilham kaynağıdır. Bu bakımdan Hayyâm’ın fikirleri, devrin skolastik ve mistik
düşünüşünden ayrılarak dünyanın realist anlayışıyla birleşmektedir.
O, kâinâtın yaratıcısına naz ve sitem eden bir şairdir. Onun nazarında dünya, hayat hep
geçici şeylerdir. Fakat hepsi de hoştur. Eğer dünyada insan bütün güzelliklerden zevk
alıyorsa bu kendi suçudur. Değerli filozof Ömer Hayyam, Metafiziğe dair yazdığı “El-
vücûd, El-Kevn ve’t-teklîf” adlı eserlerinde genellikle şu fikri ileri sürer: “Bir insan için,
kendine en yakın ve en mühim incelenecek varlık insandır. Yani kendisidir” der.
Bu görüş ve bunun etrafındaki düşünceler, Hayyam’ın rubâîlerinde en çok sözü
edilenlerdir.
Derler ki gider cahîme âşık,sarhoş;
Bir söz ki bu, gönlüme gelir pek nâ hoş.
Sarhoş ile âşıksa cehennemlik eğer,
Cennet avucumdur, içi ammâ bomboş.
Ey hilkat u halkın evvel ü âhırı yâr,
10. İster beni afvet, ister eyle âzâr;
Mihrâbda sensiz arzı tâatdansa
Meyhânede yeğ seninle olmak ber kâr
“O kadar şarap içeyim ki bu şarap kokusu toprak altına girdiğim zaman topraktan intişar
etsin. O kadar ki mahmur mezarımın başına gelince benden intişar eden şarap
kokusundan harap olacak kadar sarhoş ve berbat olsun.”
“Eğer ben ölürsem beni şarap ile yıkayınız. Telkin verdiğimiz vakitte şaraptan, kadehten
bahsediniz. Eğer mahşer günü arkamdan koşacak olursanız, meyhanenin toprağından
beni arayıp sorunuz.”
Bunlar ve bunlara benzer rubâîlere bakarak kimi Hayyam’ı zevk-perest ve ayyaş bir şair
zannetmiş, kimi hiçbir şeyi itikat etmez bir nihilist olarak tanımış; kimi mülhid ve münkir,
kimi de küstah rezil bir kalenderi olarak hükmetmiş; kimi de Avrupa filozoflarından
bazılarına benzetmiş, kimi de mükemmel bir sofi olarak telakki etmiştir.
Hayyam, şöhretini rubailerine borçlu olsa da, ne yazık ki İranlılar ve batılı araştırmacılar
onun değerini anlayamamış, ona isnat ettirilen rubailerle haksız imaj yaratılmıştır. Bu
konuda uzun uzadıya münakaşa kapısı açmak, bana göre gereksizdir. Zahmete değecek
bir konu değildir. Çünkü bu hükümler Hayyam’ın adına tetkik olunan bir çok rubâîler
hakkında doğrudur, lakin Hayyam’ın şahsı ve düşünceleri hakkında hiçbiri doğru kabul
edilmemelidir. Çünkü böyle birbirine benzemez, acayip ve bazen de fena halde birbiriyle
zıt ve mütenâkız hükümler ilham eden o rubâîlerin, Hayyam tarafından söylenmiş olduğu
kabul ve teslim olunmuş bir hakikat değildir.
Hayyam’ın hayatı, gayet derli toplu, ilim sahasında otorite sahibi, hatta büyük bir ilim
kuruluşunun başında, matematik ve astronomi alanında zamanımıza kadar önemini
korumuş eser sahibi, ağır başlı, değerli bir insan olduğunu gösteriyor. Şu hâlde,
şiirlerinde geçen şarap bir sembol, kötümserliğe karşı mutluluk, hür insanların
düşüncelerini saran bir huzur hissinin timsali sayılmalıdır. O şarap ekseriya-hatta
tasavvuftaki mânâsında olmasa dahi- yine ruhu sarhoş eden, hayâlî bir şaraptır.
“Bizim bu sarhoşluğumuz kızıl şaraptan değildir; bu şarap bizim sevdamızın kadehinden
başka yerde bulunmaz, sen şarabı dökmek için geldin ama, ben ortada şarabı olmayan
bir sarhoşum” diyen Mevlânâ bu noktayı çok iyi anlatmıştır.
Hayyam’ın rubâîlerinin bir kısmında da rindçe söyleyişler az değildir. Bütün bu
görüşlerimiz hayatı, ilmî çalışmaları ve kendisinin kaleminden çıktığını tahmin ettiğimiz
bazı rubâîlerine dayanmaktadır. Şair ve yazarların eserlerine ait elde sağlam bir metin
olmadığında, onları değerlendirmede birbirine zıt hükümler ve yargıların ortaya çıktığı
görülür. Bunun en tipik örneklerinden biri de, Hayyam’dır.
Hayyam’ın yaşadığı dönem ve ondan sonraki zaman diliminde Tasavvufîhayat ve görüşler
11. ağırlıkta olduğu için, Hayyam’ın rubâîleri uzun süre gölgede kalmıştır. Yine aynı taassup
ile Hayyam’ı farklı anlama daha XIII. asırda başlamış, Necmüddin Râzî’nin yazdığı
Mirsâdü’l-İbâd adlı eserde Hayyam’ı fazla hırpaladığı görülmüştür. Hayyam’ın ölümünden
yedi yüz yıldan fazla bir zamandan sonra İngiliz Edward Fitzgerald, Hayyam’ın ruâîlerini
toplamıştır. Adı geçen araştırmacı Hayyam’ın rubâîlerini tercüme etmekten ziyade, adeta
onları yeniden ibdâ etmiştir. Yakın zamanlardaki araştırmacılar bu araştırmacının eserini
esas aldıkları için, anlama/yorumlamada zaman zaman büyük hatalara düşmüşlerdir.
Hayyam’ın kendi kaleminden çıkan rubâîler, yaklaşık 120-130 civarında iken kendinden
sonra şairin adına isnat edilen pek çok rubâî ile sayıları bine yaklaşmıştır. Bu konuda
Tahranlı Profesör Ali Mazaherî de Ömer Hayyam’ın orijinal şaheserinin yanında başka
şairler tarafından yazıldığını bir eserinde dile getirmiştir.
Türk Edebiyatına Yansımalar
Türk edebiyatında en eski Türk şiirinin dörtlüklerden meydana gelmesi rubâînin Türk
şairleri tarafından kolaylıkla benimsemesine yol açmıştır. Bir araştırmacımızın görüşüne
göre Türkçe rubâînin başlangıcı XII. yüzyıla kadar iner. Yüzyıllar boyunca az veya çok
bütün şairlerce kullanılmıştır. Rubâî’nin de Anadolu’da öncüsü Mevlânâ’dır. Özellikle
rubâîye önem veren şairler Lâmîi, Fuzûlî, Kara Fazlı, Bağdatlı Ruhî ve Azmizâde Haletî,
Cevrî, Nâbî, Sâbit, İbrahim Hakkı, Şeyh Gâlib. Osmanlı dönemindeki bu şairler içinde
Azmîzâde Hâletî rubâî alanında en büyük ustadır. Cumhuriyet döneminde ise, Yahya
Kemal ve Arif Nihat Asya gibi şairler rubâîyi devam ettirenlerdir.
Bunlardan tasavvufî ağırlıklı rubâîlerde Mevlânâ, diğer serbest konularda yazılmış
rubâîlerde de Hayyam etkisi görülür. Bu şairler içerisinde Hayyam hayranı, onu iyi
anlayan ve onun gibi söyleyişlerle rubâî yazan şairimiz Yahya Kemal’dir. Yahya Kemal, bir
şiirinde,
“Hayyam imiş hakîkati az çok fısıldayan” demiştir.
Hayyam rubâîlerinin Yahya Kemal çevirisine ait şu üç örneği sunmak istiyoruz:
Esrâr-ı ezel ki saklı senden benden
Bir bilmecedir ne ben habîrim ne de sen
Biz perdenin arkasında söylenmedeyiz
Vaktâki iner ne sen kalırsın ne de ben
Yezdan bizi balçıktan ederken tahmîr
Bizden çıkacak fi’li de etmiş takdîr
Ben hükmüne ma’kûs günâh işlemedim
Dûzahde niçün yakmağı kılsun tedbîr
Rûh anlasa hakkıyle nedir sırr-ı hayât
Anlardı eğer varsa hafâyâ-yı memât
Aklınla bu gün bilmediğin mânâyı
Kabrinde mi idrâk edeceksin heyhât
Hayyam rubâîlerinin Türkçe çevirilerinde Batılı çevirmenlerin yaptığı tutarsızlıklar
görülmez. Fakat aynı rubâînin değişik çevirmenler tarafından yapılan çevirilerinde az da
olsa farklılıklar göze çarpar. Buna örnek olarak Hayyam’ın bir rubâîsine Feyzullah Sâcid,
12. Hüseyin Dâniş, Rızâ Tevfik ve Âsâf Hâlet Çelebi’nin çevirilerini ayrı ayrı gösterelim:
Dostlar hep birer birer aramızdan gittiler!
Ecelin tekmesiyle çiğnendiler, bittiler!
Hayat sofrasında hep aynı şaraptan içtik;
Lâkin onlar önceden serhoş (olu) gittiler!
“Uygun ve vefâkâr dostlar birer birer elden geçtiler ve ecelin ayağı altında birer birer
çiğnenip gittiler. Hayat meclisinde hepimiz aynı şaraptan içtik; lakin, onlar bizden iki üç
devre daha evvel kendilerinden geçtiler.”
“Uygun dostlar birer birer elden çıktılar ve ecelin ayağı altında birer birer çğnenip gittiler.
Hayat meclisinde hepimiz aynı şaraptan içtik; lakin, onlar bizden iki üç devre (yani kadeh
dönümü) evvel kendilerinden geçip sarhoş oldular (yani göçtüler).”
“Uygun ve vefalı dostlar birer birer elden gitti. Ölümün ayakları altında birer birer
çiğnenip bu dünyadan göçtüler.Hayat meclisinde hepimiz de aynı şaraptan içmiştik. Onlar
bizden bir iki kadeh daha fazla içerek mest oldular.”
Bu örneklerden sonra Hayyam’ın hayatını yazan ve rubâîlerini Türkçeye çeviren
edebiyatçılarımızın öncülüğünü yapan başta Muallim Feyzî Efendi olmak üzere onu takip
eden yıllarda yayımlanan kitapların yayın yılı sırasına göre yazar adları şöyledir:
Yazarların Adları Rubâî Adedi Baskı Yılı
1.Muallim Feyzî Efendi 100 1910
2.Dr. Abdullah Cevdet Bey 575 1916
3. Köprülü Zâde Fuat Bey …. İkdam Gz.
4. Muhammed Bin Ahmed ... 1925
5. Hüseyin Rıfat Bey 129 1926
6. Hüseyin Dâniş Bey 396 1927
7. Hammâmî Zâde İhsan 130 1928
8. Feyzullah Sâcit Bey 591 1929
9. Rıfat Moralı ... 1931
10. Ahmet Hayat ... 1931
11. İbrahim Alâeddin Gövsa 100 1932
12. Nemci Tarkan …. 1932
13. Rıza Tevfik- Hüseyin Dâniş 397 1933
14. Abdürrahim Zapsu …. 1942
15. Ziya Şâkir …. 1943
16. Rıza Tevfik Bölükbaşı ... 1945
17. Muhyiddin Raif Bey ... 1945
18. Orhan Veli Kanık 4 1949
19. Cemil Miroğlu 150 1950
20. Cemal Yeşil 34 1950
21. Asaf Halet Çelebi 400 1954
22. Abdulbâki Gölpınarlı 476 1954
23. Vasfi Mahir Kocatürk 138 1954
13. 24. Ahmet Aymutlu 50 1962
25. A. Kadir 100 1960
26. Rüştü Şardağ 252 1960
27. Hilmi Yücebaş 355 1960
28. Sabahaddin Eyüboğlu 388 1961
29. Yahya Kemal Beyatlı 52 1962
30. Yakup Kenan Necetzade 397 1967
31. H. Necdet Tandoğan … 1986
32. M. Sadık Cennetoğlu 576 1989
Ömer Rıza Doğrul’un Hayyam hakkında yazdığı kitabın baskı tarihi bulunmadığı için sona
eklenmiştir.
Hayyam üzerine yapılan yayınların istatistikî bilgilerini göz önüne alırsak, yapılan
çalışmaların azımsanmayacak seviyede olduğu dikkati çeker. Onu materyalist anlayışla
yorumlayan birkaç eserin dışındaki yaklaşımlar ise, bizim yukarıdaki arz ettiğimiz
düşüncelerle örtüşmektedir.
Bu makalemizi rubâî ustası, insanı yargılayan feylozof Hayyam’ın bir rubâîsiyle bitirmek
istiyoruz:
“Onlar ki fazl u âdâbın denizleri gibi engindiler; marifet ve irfan yolunda herkesin ışığı gibi
idiler. Böyle olduğu halde yine de bu karanlık gecenin dışarısına çıkamadılar; birkaç
efsane mırıldanıp tekrar uykuya daldılar…”
KAYNAKLAR
ABDULLAH CEVDET, Rubâiyyât-ı Hayyâm Türkçe Tercümleleri, İstanbul 1926.
AHMET HAYYAT, Rubâiyyat-ı Ömer Hayyâm, İstanbul 1931.
CENNETOĞLU, M.Sâdık, Ömer Hayyâm Büyük Türk Şâiri ve Filozofu, İstanbul 1992.
ÇELEBİ, Asâf Halet, Ömer Hayyâm, Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul 1954.
FEYZULLAH SACİT, Hayyâm’ın Rubâîleri ve Manzum Tercümeleri, İstanbul 1929.
FİRÛGÎ, Muhammed Ali, Rubâiyyât-ı Ömer Hayyâm, Tahran 1333.
GÖLPINARLI, Abdülbaki, Rubâiyyât-ı Hakîm Hayyâm, İstanbul 1953. , Hayyâm ve
Rubâîleri, İstanbul.
GÖVSA, İbrahim Alaattin, Ömer Hayyâm, İstanbul 1932.
HİDÂYET, Sâdık, Hayyâm’ın Terâneleri, trc.Mehmet Kanar, İstanbul 1999.
HÜSEYİN DANİŞ-RIZA TEVFİK, Rubâiyyât-ı Ömer Hayyâm, İstanbul 1340.
KÂDİR A., Bugünün Diliyle Hayyâm, İstanbul 1964.
KOCATÜRK, Vasfi Mahir, Ömer Hayyâm’ın Rubâîleri-Hayat, Ölüm, Aşk ve Şarap Şiirleri,
Ankara 1954.
MİNORESKY, V. ‘Ömer Hayyâm’, İslam Ansiklopedisi (MEB), C.IX, İstanbul 1964.
ŞAKİR, Ziya, Selçuklu Saraylarında Ömer Hayyâm’ın Hayat ve Maceraları, İstanbul 1943.
YAHYA KEMAL, Rubâîler, İstanbul 1963.
YÜCEBAŞ, Hilmi, Ömer Hayyâm ve Rubâîleri, İstanbul 1960.
ZAPSU, Abdurrahim, Ömer Hayyâm’a Hücum, İstanbul 1942.
14. * Bu Metin 14-24 Mayıs tarihleri arasında İran’a yapılan ziyaret esnasında Nişâbur’da
Ömer Hayyâm toplantısında sunulmuştur.
******
1. Zaman zaman internette Ömer Hayyam’ın oldugu ifade edilen siirler dolasıyor. Ne çevireni
belli, ne kaynagı. Birkaç gün önce gelen bir mesaj söyle baslıyor:
‘……..
"Irmaklarından saraplar akacak" diyorsun
cennet-i alâ meyhane midir?
"her mumin'e iki huri" diyorsun
cennet-i alâ kerhane midir?
….’
Tuhafıma gitti. Çeviriyi yadırgadıgım gibi bu rubainin gerçekten Hayyam’ın olup
olmadıgından da kuskuya düstüm. Rubaileriyle kendisinden sonraki sairleri etkileyen ve
yasadıgı dönemin çok önemli bir bilim adamı olan Hayyam’ın yukarıdaki mısraları yazmıs
olabilecegine inanamadım.
2. Önce evdeki kitapları gözden geçirdim. Sonra baska kaynaklara basvurdum.
Abdullah Cevdet, Hüseyin Danis, Hüseyin Rıfat, Yahya Kemal, Feyzullah Sacit, Ihsan
Hamami, I.Alaeettin Gövsa, Sabahattin Eyüboglu, Orhan Veli Kanık, Abdülbaki Gölpınarlı, M.
Raif Yengin, Ishak Rafet ve Mehmet Kanar’ın çevirdigi yaklasık 1.400 rübaiyi okudum.
‘Bir siir çevrilemez, yeniden yazılır’ özdeyisini dogrularcasına çeviriler arasında çok büyük
farklılıklar oldugunu gördüm. Bir örnek olarak Hayyam’ın çok bilinen bir rubaisini ve
çevirilerini asagıda sunuyorum:
Âmed seheri nidâ zi meyhâne-i mâ
Key rind-i herâbâtî-i dîvâne-i mâ
Berhîz ki por konîm peymâne zi mey
Zan pîs ki por konend peyhâne-i mâ
Dreaming when Dawn’s Left Hand was in the sky
I heard a voice within the tavern cry
"Awake, my Little ones, and fill the Cup
Before Life's Liquor in its Cup be dry."
Fitzgerald (1854)
Bir sabah meyhanemizden söyle bir nida geldi:
Ey bizim divanemiz, rind-i harâbâtî!
Kalk ki peymanemiz doldurulmadan
(yani ömrümüz bitmeden, kafatasımız toprakla
dodurulmadan evvel)
peymanemizi sarapla dolduralım.
Abdullah Cevdet (1914)
15. Seher vakti bizim meyhaneden söyle bir ses geldi:
Ey bizim harâbâtî ve mecnun rindimiz, kalk.
Peymane-i hayatımız dolmadan evvel
(hayattan kısmetimiz kesilmeden evvel)
biz peymanemizi sarap ile dolduralım.
Hüseyin Danis (1922)
Bir sabah vakti bir nida geldi bizim meykededen
Dedi: Ey rind-i harâbât ne durursun sen yahu?
Kalk ki lebriz edelim mey ile peymâneleri
Olmadan bos kafamız hâk-i siyehle memlû
Hüseyin Rıfat (1924)
Meyhaneden gelip bir seheri sâda dedi:
Ey rindi gûse-giri harâbat, ey Ömer!
Artık uyan da câmını doldur sarap ile
Peymanei hayatını doldurmadan kader
I.Alaeettin Gövsa
Fecrin altın bardagı ufukta yükselirken
Uyanık, tatlı bir ses duydum meyhanemizden
Kalk ey deli bekrimiz ! Bardaga sarap doldur
Ömrümüzün bardagı dolup bitmeden
Feyzullah Sacit
Meyhanede bir ses dedi ki : Varken neyimiz
Gün dogdu a sarhos deli külhanbeyimiz
Biz dolduralım sarabı bir ölçege kalk
Binbir acı dolmadan hayat ölçülemez
Ihsan Hamami
Ve Nazım, onu yeniden yazmıs:
‘- Sarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,’ dedi Hayyam.
Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam:
‘-Ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,’ dedi,
‘saraba degil, ekmek almaya bile yetmiyor param…’
3. Bu örnekler de gösteriyor ki siir çevirisi ‘sadık olursa güzel, güzel olursa sadık olmuyor.’
Ama yine de özen göstermek lazım. Aksi halde siir siir olmaktan çıkıp lalettayin, hatta
estetikten uzak, kaba saba bir metne dönüsebiliyor.
4. Okumalarım sonucu ("Irmaklarından saraplar akacak" diyorsun) mısraı ile baslayan
rubainin asagıda metinlerini ve çevirilerini sundugum iki rubaiden birisinin aslından çok uzak
bir çevirisi olabilecegi sonucuna vardım:
Gûyend behist u hûr u kovser bâsed.
Cûy-i mey u sîr u sehd u sekker bâsed.
Por kon kadeh-i bâde vu ber destem nih.
(Yek câm bedih be yâd-i an ey sâki)
Nakdî zi hezâr nisye bihter bâsed.
Derler ki: cennet var, huri ve kevser var.
Mey ırmagı var, süt, bal ve seker var.
16. Doldur bade kadehini, ver elime;
Bin veresiyeden iyi bir pesin var.
Mehmet Kanar
Gûyend, behist u hûri ayn hâhed bud
Vancâ mey-i nâb u engebin hâhed bud
Ger mâ mey u ma’suka perestim, revast
Âhir ne beâkibet hemin hâhed bud
Diyorlar ki öbür dünyada cennet ve huriler olacak.
Hem orada halis sarap ve bal bulunacak. Biz burada
simdiden sarap içer ve güzel seversek ne var?
Sonumuz yine öyle olacak degil mi?
Hüseyin Danis
5. Cennet ve hurilerle ilgili iki rubai birbirine çok benziyor. Bunlardan birisi Hayyam’a ait
olmayabilir.
Ancak her ikisinde de mutedil bir uslupla bu dünyada da cennette vaad edilen nimetlerin
bulundugu düsüncesi ifade ediliyor.
Hayyam çok bilinen bir sair. Kendisinden sonrakileri de çok etkilemis. Onu okurken bizim
divan sairlerimizi, Fuzuli’yi, Nef’i’yi, Seyhülislam Yahya Efendi’yi ve digerlerini hatırlamamak
imkansız.
Üstelik bizimkilerin siirleri daha düzgün ifadelerle günümüz Türkçesine çevrilmis.
Günümüz Türkçesine layıkıyla aktarılan Hayyam’ı okuyalım; Hafız, Firdevsi ve digerlerini de;
bizim divan sairlerini de.
Sözü Hayyam’ın bir rubaisi ile bitirelim:
Serdefter-i âlem-i meânî askest
Serbeyt-i kasîde-yi cevanî askest
Ey anki haber nedârî ez âlem-i ask
In nokte bedan ki zindegânî askest
Anlamlar aleminin serdefteri asktır
Gençlik kasidesinin serbeyiti asktır
Ey ask aleminden habersiz insan
Bil ki her ne var ise hayatta asktır
(Hayat asktır.)
Ihsan Feyzibeyoglu
Yazı derleme, Ahmet Dursun
Elinize geçerse okunmasını tavsiye edeceğim eser tanıtımı…
Osmanlılar’da Semâ, Devrân, Raks Tartışmaları ve İki Şeyhülislâm Risâlesi
17. Yıl : 11
Sayı : 26
2010
2010/2
ISSN 1302-3543
20 TL
Tasavvuf
makaleler / articles
Osmanlılar’da Semâ, Devrân, Raks Tartışmaları ve İki Şeyhülislâm Risâlesi
Two Treaties by Two Ottoman Sheikh al-Islam and Discussions during the
Ottoman Empire on Sufi Dance (Sama and Dawran)
Dilaver GÜRER
Tâhirü’l-Mevlevî’nin Mahfil Dergisindeki Hâtırâtı Işığında Mesnevîhân
Selânikli Mehmed Es’ad Dede Mathnawi-Reciter Mehmed Es’ad Dede of
Salonika: Under the Light of Tahir al-Mevlevi’s Memoirs published in
Mahfil Magazine
Semih CEYHAN
18. Ölümsüzlük Düşüncesi ve Ölüm Sezgisi Üzerine
On the Idea of Immortality and Intuition of Death
Mehmet Necmettin BARDAKÇI
Şamlı Bir Sûfî: Şeyh Arslan Dımaşkî ve Tevhîd Risâlesi
Sheikh Arslan of Damascus and his Epistle on Tawhîd
Süleyman DERİN
Beyzâvî Tefsirinde Nefs Tezkiyesi ve Takva
Spiritual Purification and Piety in the Exegesis of Baidawi
Dilaver SELVİ
Bir Tasavvuf Klasiği Olarak Mirsâdü’l-ibâd
Mirsâdü’l-ibâd As a Sufi Classic
Halil BALTACI
Karabâş-ı Velî’nin Elifbânın İlk Dört Harfini İbn Arabî Perspektifinden
Yorumlaması Üzerine
On Karabâş-ı Velî’s Interpretation of the First Four letters of the Arabic
Alphabet through Ibn Arabi’s Perspective
Kerim KARA
رئازجلا خيرات يف فوصتلا
يوالشنخ ميعز
İÇİNDEKİLER
Editör’den.........................................................................
............... XI
Selçuk Eraydın’a Armağan
Yuzu, Sozu ve Ozu ile Guzel Bir İnsan: Muhterem Selcuk Eraydın Hocam
H. Kâmil YILMAZ.................................................................................... 3-10
“Sanman Taleb-i Devlet u Cah Etmeğe Geldik”: Selcuk Eraydın’ın (1937-1995)
Hayatı ve Calışmaları
Ercan ALKAN........................................................................................... 11-22
Selcuk Eraydın’ın Ahlaki Şahsiyeti
Emin IŞIK.................................................................................................. 23-30
Arkadaşım Selcuk Eraydın
Mehmet Yaşar KANDEMİR.................................................................... 31-36
Sınıf Arkadaşım Selcuk Eraydın
Osman Nûri TOPBAŞ.............................................................................. 37-38
Bir Guzel İnsan: Selcuk Eraydın
Mehmet DEMİRCİ................................................................................... 39-43
Mustafa Tahralı ile Merhum Selcuk Eraydın’a Dair
K. Yusuf ÜNAL ........................................................................................ 45-56
Hocam Selcuk Eraydın
Mehmet ERKAL....................................................................................... 57-58
Bir Mirac Gecesiydi
Sadrettin GÜMÜŞ.................................................................................... 59-68
Selcuk Eraydın Hocamızı Anarken
19. Yakup ÇİÇEK............................................................................................. 69-74
İrfan Gunduz ile Merhum Selcuk Eraydın Hakkında
Ali Namlı-Necdet TOSUN....................................................................... 75-79
Mahir Hoca’mın Er ve Aydın Bir Hayru’l-Halefi: Selcuk Bey Hocam
Mustafa İsmet UZUN.............................................................................. 81-106
Sohbet ile Ders Arasında
İsmail KARA............................................................................................ 107-113
Daima Rahmetle Andığım Hocamız Selcuk Eraydın
Ali HÜSREVOĞLU.................................................................................. 115-117
Merhum Selcuk Eraydın Hocamla Bir/Son Gun
Necdet YILMAZ ..................................................................................... 119-120
İlim yolunda Harcanan Emek Asla Zayi Olmaz
Hür Mahmut YÜCER.............................................................................. 121-123
“Biz aleme bir yar icin ah etmeğe geldik!”
Sâfi ARPAGUŞ ........................................................................................ 125-130
Şiiri Yaşayan Adam
Medet BALA............................................................................................ 131-133
Selcuk Eraydın Hocamız
Ali NAMLI................................................................................................ 135-138
Hocam Selcuk Eraydın
Şeyda ÖZTÜRK....................................................................................... 139-143
Babam Selcuk Eraydın
Tuba İMİK................................................................................................ 145
Gazi Dervişler ve Balkanlar
Mehmet DEMİRCİ.................................................................................. 147-159
Mustafa Eşref Paşa ve Divan’ındaki Tasavvufi Kultur
Mustafa KARA......................................................................................... 161-168
Mutasavvıfların Ashab-ı Kehf Kıssası Hakkındaki Bazı Yorumları
Mustafa AŞKAR...................................................................................... 169-178
Albüm........................................................................................................ 179-202
Makaleler
Studies on Shams-e Tabrizi in the Sub-Continent
Moeen NİZAMİ....................................................................................... 203-218
Benedict’in The Rule İsimli Eseri Cercevesinde Ruhbanlık ve Tekke Hayatına bir
Bakış
Süleyman DERİN.................................................................................... 219-252
Lamaist ve Sufi Gelenek Uzerinden “Kutsal Yolculuğu” Yeniden Duşunmek
Nermin ÖZTÜRK.................................................................................... 253-268
Mecmua-i Tekayaların Serencamı ve Yeni Bir Liste Neşri
Erkan ÖVÜÇ............................................................................................ 269-320
Tercüme
Vahdet-i Vucuda Dair On Kāide: Şeyhu’l-Ekber Muhyiddin İbnu’l-Arabi’ye Ait Bir
Rubai’nin Şerhi
Molla FENÂRÎ (trc. Semih CEYHAN)................................................... 321-327
İslam’da Tasavvuf ve Hukuk: Zimmiler Hakkında İbn Arabi’nin (560/1165-
638/1240) Bir Metni
Giuseppe SCATTOLIN (trc. Ercan ALKAN)......................................... 329-350
Şah Veliyyullah Dihlevi: Tasavvufi Duşuncelerinin Bir Değerlendirmesi
Abdur Rashid BHAT (trc. Süleyman GÖKBULUT).............................. 351-361
Kitap Değerlendirmeleri
Açıklamalı Eski Harfli Türkçe Matbu
Tasavvuf Kitapları Bibliyografyası................................................................... 363-407
20. H. Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat
Yusuf Turan GÜNAYDIN....................................................................... 409-414
Muhsin Keyani, Tarih-i Hankāh Der İran
Süleyman GÖKBULUT........................................................................... 415-416
Mahmud Erol Kılıc, Sufi ve Şiir
Afaq ESEDOVA........................................................................................ 417-421
Necmeddin Daye, Sufi Diliyle Siyaset -İrşadu’l-murid ile’l-murad fi tercemeti
Mirsadu’l-‘ibad, haz. Ozgur Kavak
Halil BALTACI.......................................................................................... 423-426
Omer Mahir Alper, Varlık ve İnsan: Kemalpaşazade Bağlamında Bir Tasavvurun
Yeniden İnşası
Orkhan MUSAKHANOV....................................................................... 427-432
Suleyman Derin, İngiliz Oryantalizmi ve Tasavvuf
Fatma Sena YÖNLÜER........................................................................... 433-439
Halil Baltacı, Necmeddin Daye Razi Hayatı-Eserleri-Goruşleri
M. Akif KOÇ............................................................................................ 441-446
Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar
Safa AĞIRKAN........................................................................................ 447-452
Savaş Ş. Barkcin, Gorunmeyen Umman-Ahmed Avni Konuk
Ali İhsan KILIÇ........................................................................................ 453-457
CONTENTS
From the Editor..........................................................................XI
A Tribute to Asst. Prof. Selçuk Eraydın......................................
A Beautiful Man in Face, Words, and Soul: My Teacher Selcuk Eraydın
H. Kâmil YILMAZ.................................................................................... 3-10
“Sanman Taleb-i Devlet u Cah Etmeğe Geldik”: Selcuk Eraydın’s (1937-1995)
Life and Works
Ercan ALKAN........................................................................................... 11-22
Selcuk Eraydın’s Moral Personality
Emin IŞIK.................................................................................................. 23-30
My Friend Selcuk Eraydın
Mehmet Yaşar KANDEMİR.................................................................... 31-36
My Classmate Selcuk Eraydın
Osman Nûri TOPBAŞ.............................................................................. 37-38
A Beautiful Man: Selcuk Eraydın
Mehmet DEMİRCİ................................................................................... 39-43
Interview with Mustafa Tahralı about Selcuk Eraydın
K. Yusuf ÜNAL ........................................................................................ 45-56
My Teacher Selcuk Eraydın
Mehmet ERKAL....................................................................................... 57-58
It was Night of Ascension
Sadrettin GÜMÜŞ.................................................................................... 59-68
Commemorating Our Teacher Selcuk Eraydın
Yakup ÇİÇEK............................................................................................. 69-74
Interview with İrfan Gunduz about Selcuk Eraydın
Ali Namlı-Necdet TOSUN....................................................................... 75-79
A Brave (Er) and Enlightened (Aydın) Successor of My Teacher Mahir: My Teacher
Selcuk Eraydın
Mustafa İsmet UZUN.............................................................................. 81-106
Between Conversation and Lesson
İsmail KARA........................................................................................... 107-113
21. Our Teacher Selcuk Eraydın Whom I always Remember with Gratitude
Ali HÜSREVOĞLU................................................................................. 115-117
A/Last Day with My Late Teacher Selcuk Eraydın
Necdet YILMAZ .................................................................................... 119-120
“Efforts Spent on the Path of Knowledge will Never Be in Vain”
Hür Mahmut YÜCER............................................................................. 121-123
“We Came to This World to Sigh for a Beloved”
Sâfi ARPAGUŞ ....................................................................................... 125-130
A Man Who Lives the Poetry
Medet BALA........................................................................................... 131-133
Our Teacher Selcuk Eraydın
Ali NAMLI............................................................................................... 135-138
My Teacher Selcuk Eraydın
Şeyda ÖZTÜRK...................................................................................... 139-143
My Father Selcuk Eraydın
Tuba İMİK............................................................................................... 145
Ghazi Dervishes and Balkans
Mehmet DEMİRCİ................................................................................. 147-159
Mustafa Eshref Pasha and Sufi Culture in his Diwan
Mustafa KARA........................................................................................ 161-168
Some Commentaries of the Sufis about the Parable of the Companions of the Cave
Mustafa AŞKAR..................................................................................... 169-178
Album................................................................................................................ 179-202
Articles
Studies on Shams-e Tabrizi in the Indian Sub-Continent
Moeen NİZAMİ...................................................................................... 203-218
Revisiting the Priesthood and Monastic Life from the Scope of Benedict’s Work
Titled The Rule
Süleyman DERİN................................................................................... 219-252
Rethinking the Sacred Journey from Lamaist and Sufi Traditional Perspectives
Nermin ÖZTÜRK................................................................................... 253-268
The End of Majmua-i Takaya (List of the dervish lodges) and Publication of a
New List
Erkan ÖVÜÇ........................................................................................... 269-320
Translations
Ten Principles about the Oneness of Being: Commentary of a Quatrain of Sheikh
Muhyiddin ibn Arabi
Molla FENÂRÎ (translated by Semih CEYHAN)................................. 321-327
Sufism and Law in Islam: A Text of Ibn ‘Arabi (560/1165 – 638/1240) on ‘
Protected
People’ (Ahl al-Dhimma)
Giuseppe SCATTOLIN (translated by Ercan ALKAN)....................... 329-350
Shah Waliyullah al-Dihlawi: Evaluation of His Sufi Views
Abdur Rashid BHAT (translated by Süleyman GÖKBULUT)............ 351-361
Book Reviews
Bibliography of Sufi Literature with Commentary Published in Turkish with
Arabic Script........................................................................................... 357-401
H. Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat
Yusuf Turan GÜNAYDIN....................................................................... 409-414
Muhsin Keyani, Tarih-i Hankāh Der İran
Süleyman GÖKBULUT........................................................................... 415-416
Mahmud Erol Kılıc, Sufi ve Şiir
22. Afaq ESEDOVA........................................................................................ 417-421
Necmeddin Daye, Sufi Diliyle Siyaset -İrşadu’l-murid ile’l-murad fi tercemeti
Mirsadu’l-‘ibad, haz. Ozgur Kavak
Halil BALTACI.......................................................................................... 423-426
Omer Mahir Alper, Varlık ve İnsan: Kemalpaşazade Bağlamında Bir Tasavvurun
Yeniden İnşası
Orkhan MUSAKHANOV....................................................................... 427-432
Suleyman Derin, İngiliz Oryantalizmi ve Tasavvuf
Fatma Sena YÖNLÜER........................................................................... 433-439
Halil Baltacı, Necmeddin Daye Razi Hayatı-Eserleri-Goruşleri
M. Akif KOÇ............................................................................................ 441-446
Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar
Safa AĞIRKAN........................................................................................ 447-452
Savaş Ş. Barkcin, Gorunmeyen Umman-Ahmed Avni Konuk
Ali İhsan KILIÇ........................................................................................ 453-457
Editör’den
Tasavvuf Dergisi’nin değerli okuyucuları,
Dergimzin 27. sayısııyla huzurlarınızda bulunmaktan mutluyuz... Gecen yılki Ocak-
Haziran sayımızı emekli olan hocamız Prof. Dr. Mustafa Tahralı’ya armağan
etmiştik. Bu yılki Ocak-Haziran sayımızı da muhterem hocamız merhum Selcuk
Eraydın’ın ruhunu şad etmek maksadıyla hazırlamış
bulunmaktayız.
Dergimizin birinci bolumunde “Selcuk Eraydın’a Armağan” başlığı altında H.
Kamil Yılmaz’ın “Yuzu, Sozu ve Ozu ile Guzel Bir İnsan: Muhterem Selcuk Eraydın
Hocam”, Ercan Alkan’ın “‘Sanman Taleb-i Devlet u Cah Etmeğe Geldik”: Selcuk
Eraydın’ın (1937-1995) Hayatı ve Calışmaları”, Emin Işık’ın “Selcuk
Eraydın’ın Ahlaki Şahsiyeti”, M. Yaşar Kandemir’in
“Arkadaşım Selcuk Eraydın”, Osman Nuri Topbaş’ın “Sınıf Arkadaşım Selcuk
Eraydın”, Mehmet Demirci’nin “Bir Guzel İnsan: Selcuk Eraydın”, Mehmet
Erkal’ın “Hocam Selcuk Eraydın”, Sadrettin Gumuş’un “Bir Mirac Gecesiydi”,
Yakup Cicek’in “Selcuk Eraydın Hocamızı Anarken”, Mustafa İsmet Uzun’un
“Mahir Hoca’mın Er ve Aydın Bir Hayru’l-Halefi: Selcuk Bey Hocam”, İsmail
Kara’nın “Sohbet ile Ders Arasında”, Ali Husrevoğlu’nun “Daima Rahmetle
Andığım Hocamız Selcuk Eraydın”, Necdet Yılmaz’ın “Merhum Selcuk Eraydın
Hocamla Bir/Son Gun”, Hur Mahmut Yucer’in “İlim yolunda Harcanan Emek Asla Zayi
Olmaz”, Safi Arpaguş’un “‘Biz aleme bir yar icin ah etmeğe geldik!”, Medet
Bala’nın “Şiiri Yaşayan Adam”, Ali Namlı’nın “Selcuk Eraydın Hocamız”, Şeyda
Ozturk’un “Hocam Selcuk Eraydın”, Selcuk hocamızın kızı Tuba İmik’in “Babam
Selcuk Eraydın” hatıra yazıları ile K. Yusuf Unal’ın “Mustafa Tahralı ile
Merhum Selcuk Eraydın’a
Dair”, Ali Namlı-Necdet Tosun’un “İrfan Gunduz ile Merhum Selcuk Eraydın
Hakkında” başlık mulakatlarını bulacaksınız. Hatıra yazıların akabinde Mehmet
Demirci, Mustafa Kara ve Mustafa Aşkar’ın armağan sayımız icin yazdıkları
makāleleri yer almaktadır.
23. İkinci bolumde Moeen Nizami’nin “Studies on Shams-e Tabrizi in the Sub-
Continent”, Suleyman Derin’in “Benedict’in The Rule İsimli Eseri Cercevesinde
Ruhbanlık ve Tekke Hayatına Bir Bakış”, Nermin Ozturk’un “Lamaist ve Sufi
Gelenek Uzerinden “Kutsal Yolculuğu” Yeniden Duşunmek”,
XII Erkan Ovuc’un “Mecmua-i Tekayaların Serencamı ve Yeni Bir Liste Neşri”
başlıklı sayı hakemleri tarafından incelenen hakemli yazılar mevcuttur.
Ucuncu bolumde; Semih Ceyhan’ın Molla Fenari’den “Vahdet-i Vucuda Dair On
Kāide: Şeyhu’l-Ekber Muhyiddin İbnu’l-Arabi’ye Ait Bir Rubai’Nil Şerhi”,
Ercan Alkan’ın Giuseppe Scattolin’den “İslam’da Tasavvuf ve Hukuk: Zimmiler
Hakkında İbn Arabi’nin (560/1165-638/1240) Bir Metni”
ve Suleyman Gokbulut’un Abdur Rashid Bhat’tan “Şah Veliyyullah Dihlevi:
Tasavvufi Duşuncelerinin Bir Değerlendirmesi” başlıklı tercumelerini
okuyacaksınız.
Gecen sayıda yayınına başlanan “Acıklamalı Eski Harfli Turkce Matbu Tasavvuf
Kitapları Bibliyografyası”na gosterilen ilgiden ayrıca memnunuz.
Bu ilginin devamı olması halinde duşunce hayatımız icin onemli bir literatur
ortaya cıkacağını duşunuyoruz.
Dergimizin bu sayısında makāle ve hatıra yazılarıyla bizlere destek veren
meslektaşlarımız başta olmak uzere, albumun hazırlanmasında istifade ettiğimiz
fotoğraf ve bazı belgelerin temininde bizlerden yardımlarını esirgemeyen Selcuk
hocamızın refikası Zehra hanıma ve İngilizce ozetlerin
cevirisinde İsmail Eriş’e medyun-i şukranız.
Bir sonraki sayımızda buluşmak duasıyla…
Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ