SlideShare a Scribd company logo
1 of 190
REFERANDUM
GÜNLÜKLERİ


  Ahmet TÜRKAN
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ… 4
Kim Haklı… 6
Televizyon Ekonomisi… 8
Öğrenci Affı Kime… 12
Başörtüsü ve Anayasa Mahkemesi… 14
Suç ve Ceza… 16
Ticari Ahlak… 19
Hasan Cemal’e Mektup… 21
Gazze ve İslam Toplumları… 23
Dünya Halklarının Vebali… 25
Sadabat Paktı… 27
Onurlu duruş - El Zeydi ve Irak’ın Sesi… 29
Seçimler Sonrası Yol Haritamız… 31
İnsanlar ve Cinler… 34
Cindoruk Siyaseti… 36
Peki Ama Neden ?... 38
Ayşe Arman’ın Reina Komedisi Neymiş.?... 40
Uğur Dündar’a Fitre Düşer mi… 42
Darbe Yapacağız da Planımız Yok – 1… 44
Darbe Yapacağız da Planımız Yok – 2… 47
Açılım Yapacağız da Planımız Yok… 52
Ön Yargılardan Kurtulmak Lazım… 54
11 Eylül’ü 12 Eylül’e Bağlarken… 57
Demirel’in Açılım Yorumu… 60
Ortalama İnsanların Aklına Gelen Sorular… 62
İslam Olmak Bir Yük mü… 65
YAŞ Kararları ve AİHM… 68
Öğretmenin Utandıran notu… 70
Hitler Onur ÖYMEN Tunceli Sokaklarında… 72
HEPAR Ya da Osman PAMUKOĞLU… 74
Ben Döverim, Ama Dövdürmem…76
CHP Komutanı Zorgeneral Deniz BAYKAL… 78
Danıştay’dan Katsayı Kararı… 81
TSK ve Diyanet’ten Trabzon Mesajı… 83
29 Şubat… 85
Suikast Plancıları salak mı…?... 88
Sinsi Planlara Devam… 90
Sen Hiç Kartal Gördün mü…?... 92
Anayasa Partisi… 93
Mavi – Kırmızı – Yeşil… 96
Jenerik Senaryolar… 99
Tarifsiz Hisler… 101
Keşke Yaşanmasaydılar… 105


                                               2
Tasfiye… 108
Bizim Abdurrahman… 111
Dengesizliklerin Dengesi… 114
Nah Sendromu… 116
11 Eylül ve Balyoz Darbe Planı… 120
Adı : Rachel Corrıe… 124
Anayasa Değişikliği… 126
Anayasa Paketi ve Talepler… 128
411 El… 132
Açılım Yap… 134
YAŞ Kararları Yargıya Nasıl Açılacak… 136
Pehlivan Tefrikaları… 140
Yargı Pistten Çıkmıştı… 143
Gündemin EN’leri… 146
Bay TOKKAL… 148
Öğrenilmiş Çaresizlik… 150
Eski Kafa Eski Fes, Eski Hamam Eski Tas… 152
Kudurmuş İsrail… 154
Rotamız Filistin… 156
AYM Kararları Yok Sayılabilir mi… 158
Terör Nasıl Bitirilecek… 161
Yahudi Casusları ve Oyunlar… 164
Bilmediğini Okumadan, Bildiğini Okumak… 167
Referandum Günlükleri… 170
TSK ve Terfi Stratejileri… 172
Cevap Hakkı… 175
Referanduma 3 Hafta Kala… 178
Referanduma 2 Hafta Kala… 181
Evet Ya da Hayır… 183
Hep Birlikte Yarınlara…186
ÖZGEÇMİŞ… 188




                                               3
ÖNSÖZ


12 Eylül 1980 ile 12 Eylül 2010 arasındaki süreç Türkiye’de
demokrasinin darbe zihniyeti kıvamında algılandığı bir dönem
olmuştur. Şimdi bu sürecin bir şekilde sonuna gelinmiştir. 2010
YAŞ toplantıları bu sistemin değişmesinde ciddi rol oynamış bir
süreçtir. Türkiye teamüllere göre değil olması gereken şekle göre
yönetilebilirliğin sınavını vermiştir.
HSYK’da alınan kararlar da bir başka direncin kırılmasına vesile
olmuştur.
Darbeden Demokrasiye geçiş.
82 Anayasasında bazı değişiklikleri öngören referandum paketinin
referanduma sunulacağı 12 Eylül 2010 tarihi yaklaşırken kaleme
almış olduğum “REFERANDUM GÜNLÜKLERİ” isimli yazıma ithafen
kitabımı da aynı isimle hazırlamaya karar verdim.

Siyasi yelpazenin gidişatı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin içinde
bulunduğu durum ve yakalandığı açmazlar, ahlaki çöküntü,
ekonomik krizler ve her şeyden önemlisi Türkiye bu süreçte nerede.

Ortadoğu’da takınılan müsbet tavır Türkiye’yi lider konumuna
getirmesi. Bu süreç içinde zaman zaman Gazze, Irak, Sadabat Paktı
gibi ele almış olduğum konuları da büyük fotoğrafı görmek
anlamında kitabıma dahil ettim.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halk iradesinin sandığa yansımış
olması Anayasa Paketi üzerinde olumlu etki yapmış ve gelinen
süreçte referandum kapısı aralanmıştır.
Bu kitapta kaleme almış olduğumuz yazılarımızdan Türkiye’yi
Referanduma doğru akan götüren sürecin iyi bir analizi olacağını
düşünülmektedir. Elbet ki farklı düşünenler olacaktır.
Referandumdan 3 yıl önce Habername’de başladığım ve son olarak
Referanduma 2 hafta kala yayınlanan yazımı almış olduğum yazı
dizisinden derlediğim bu kitabın okuyanlara Referandum sürecine
geçiş konusunda bazı temel bilgiler aktaracağını umuyorum.

Her şey değişebilir.
Siz değerli okuyucularımın takdirlerine saygı ile sunmak istedim.

Ahmet TÜRKAN 31.08.2010




                                                                    4
Her konuda desteklerini esirgemeyen aileme ithaf
olunur.




                                                   5
KİM HAKLI

Bayram öncesi CHP'li Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU ile AKP'li Sayın
Dengir Mir Mehmet FIRAT arasında Mecliste Sayın Uğur DÜNDAR
gözetiminde veya hakemliğinde yapılan açık tartışma o günden beri
halkın ağzına sakız oldu. Konu hakkında yazılar yazıldı, herkes
kendi görüşüne göre desteklediği vekili haklı diğerini haksız buldu.
Adil olduğunu söyleyen kimi yazarlar ise konunun halk önünde
tartışılmasının halk nazarında iyi olduğunu, en azından bazı şeylerin
tartışıldığını söylediler.

Meclisin tatile girdiği günler hariç hemen hemen her gün halkın
vekillerinin önünde tartışan tartışmacı vekillerimiz bu seferde halk
önünde tartıştılar. Değişen bir şey yok. Değişmeyen tek şey
tartışmaya devam ettikleridir. Yetmedi tekrar tartışalım diyorlar.
Çözüm yok, sadece tartışıyorlar. Eskiden ortaokullarda ve liselerde
Türkçe ve edebiyat derslerinde Münazara dersi adı altında
öğrenciler 2 gruba ayrılır ve her gruba bir konu verilir karşılıklı
tartışmaları istenirdi. Kimin doğruyu söylediği değil kimin konuyu
iyi anlattığı veya karşı tarafın açıklarını bulup mat ettiğine bakılırdı.
Bu tartışmada gelinen neticede aslında budur. Kendi konularında
uzman 2 siyasetçinin birbirlerini kolay kolay mat edemeyecekleri
açıktır. Ortada aleni bir problem veya açık yoksa işin uzatmalara
gitmesi gayet normaldir. Nitekim varılan netice budur. Bir İnternet
sitesinde kim haklı diye bir anket yapılmış. Sonuçları görmek adına
oylamaya katıldım. Sonuç berabere yakın. Yani ikisi de haklı mı?..
Sonucu görünce Nasreddin Hocanın meşhur fıkrası aklıma geldi.

Hocanın kadılık yaptığı dönemde 2 kişi gelip birbirlerini şikayet
etmişler. Hoca önce birini dinleyip haklısın demiş. Sonra diğerini
dinlemiş, E.. sende haklısın demiş. Davayı izleyen Hocanın hanımı,

Hoca amma yaptın bir davada 2 tarafta haklı olur mu deyince,
Hanım vallahi sende haklısın demiş.

Şimdi bu davada öyle görünüyor ki her iki tarafta haklı.

İzleyen halk olunca ister istemez sorar herhalde. İkisi de mi haklı.
Bence halkta haklı. Hem de yerden göğe kadar.

Bu tartışmaları halkın gözü önünde yapmanın olayın çözülmesi
adına hiçbir katkısı yoktur. Lüzumsuz tartışmaların halk arasına
inmesinden başka bir işe yaramaz. Zaten halk olarak diyalogdan
çok tartışmaya meyilliyiz. Her fırsatta kavga etmek için bahane
arıyoruz.



                                                                        6
Tarih, ben haklıyım diyen tarafların savaşları ile doludur. Kimse
medeniyet göstergesi yapıp sen haklısın demez. Çünkü herkes
haklıdır. Haklı olmasa zaten tartışmaz.

Tartışmadan diyalog kurmaya buyurun. Zaten Mecliste sürekli
tartışıp duruyorsunuz. Çözemiyorsanız Mahkemeye gidersiniz. Size
konuştuklarınızdan dolayı lehte veya aleyhte cevap verme hakkı
bulunmayan halk, sormak istedikleri konuda cevap alamıyorsa
haklıyı nasıl belirleyecek.

2. tartışmaya hayır. Lütfen Milletin kafasını karıştırmayın. Meclisin
kurumsal yapısını zedelemeyin.

Ahmet TÜRKAN

06.10.2008 Pazartesi




                                                                        7
TELEVİZYON EKONOMİSİ


Dünyada genel bir ekonomik kriz olduğu muhakkak. Pek çok ülkede
yeni diyebilecek kavramlar ve ekonomik açılımlar maalesef
kalmadı. Dünyanın büyük gücü ABD önüne gelen her şeyi
hallederim havası ile Dünyanın pek çok yerinde asker bulundurup
jandarmalık yapmaktadır. Ekonomik gücü elinde bulundurabilmek
ve dünya siyasetini kendi anlayışına göre idare edebilmek için
aklına uymayan her siyasete müdahale etmek ve kendi anlayışına
uygun rejimi yerleştirmek için milyonlarca masumun kanına
girmektedir.

1991 yılında Irak'ın Kuveyt'e müdahalesi ile başlayan süreçte
istediği fırsatı yakaladığını düşünen ABD tek taraflı olarak Irak
üzerinde ilan ettiği paylaşım siyaseti ile önce Irak'ta 32. Paralelin
kuzeyini uçuşa yasak saha ilan etmiş, arkasından da 2003 yılına
kadar sürekli Irak ile ilgili senaryolar üretmiş ve Saddam rejimi ve
Saddam'ı hain ilan etme politikası gütmüştür. Neticede İran- Irak
savaşında Irak'a kendi eli ile verdiği silahların hala Irak'ta olduğu
varsayımı ile kendi ajanlarını kullanarak müdahaleye zemin
hazırlamış ve Saddam'ın kapalı ekonomi ve siyaset anlayışını Dünya
politikasına sipariş ederek zaten elinde olan Birleşmiş Milletlerin
yardımı ile işgal etmiştir.

Uçuşlara kapayarak tecrit ettiği Kuzey Irak'ta kendine yamak
olarak seçtiği Kuzey Irak Kürtlerine teslim ederek istikbalde İsrail
politikalarına hizmet edecek zayıf bir Kuzey Irak Kürt yönetimini
işbaşına getirmiştir.

Bu arada Yahudi Kürtleri Kuzey Irak'a yerleştirmeye devam etmiş,
Irak'ın diğer bölgelerinde ise demokrasi götürmek bahanesi ile
masum halk üzerinde amansız bir katliam başlatmıştır. Şii Sünni
ayrımını başlatmış ve kendi seçtiği sahte liderler vasıtası ile katliamı
hızlandırmıştır. Irak petrollerini sahte Irak yönetimi gözetiminde
ABD'ye taşımaya devam etmiştir.

Irak'ta dökülen kan temizlenmeden, yaralar sarılmadan İran'In
nükleer programı bahane edilerek İran üzerinden politika üretmeye
devam edilmiş ve Büyük Orta Doğu projesinin taşeronu İsrail'e
istediği kadar silah verilerek İran'a saldırıp saldıramayacağı veya bu
işi becerip beceremeyeceği kontrol edilmeye, bunun üzerine
hesaplar yapılmaya çoktan başlanmıştır bile.



                                                                       8
Amaç İsrail'in ileride ele geçirmeyi planladığı Dicle ve Fırat arasında
kalan tarihi Mezopotamya havzasının üzerinde otorite olabilecek
güçlerin yok edilmesi veya en azından zayıflatılması, bölgenin
boşaltılarak hazır hale getirilmesi faaliyetidir. Bunun için Kuzey Irak
şu anda zihniyet olarak İsrail kontrolündedir.

İran nükleer silah üretiyor tehdidi ile yıpratılarak yapabilecekleri bir
saldırı için Dünya kamuoyu nezdinde zemin oluşturma çalışmalarına
devam edilmektedir. Filistin'deki gerilim, Lübnan üzerinde oynanan
oyunlar Suriye'nin de kontrol altında tutulması için fırsat olarak
görülmekte ve elini kolunu bağlayarak Orta doğuda İslami bir
ittifakın önü kesilmeye çalışılmaktadır.

İran'daki nükleer santral çalışmaları ABD müteahhitleri tarafından
yapılamadığı en azından ABD'ye bir kazanç sağlamadığı için silah
tehdidi gibi lanse edilmeye çalışılmaktadır. Halbuki 2 yıl önce
Brezilya'da devreye alınan nükleer enerji santrali dünya basınında
sadece sıradan bir haber olmaktan öteye geçememiştir.

Yaklaşık 1 ay öncesi Türkiye tarafından ihalesi yapılmak istenen
Nükleer santral için neden sadece Rusya teklif verdi de diğer
ülkeler teklif vermediler. Buraya dikkatlerinizi çekmek isterim.
Burada çok önemli bir oyunun başlangıcındayız. İran'daki nükleer
santralde Rusya desteği ile yapılmış ve tamamlanmak üzeredir..

Türkiye ABD'ye ve Avrupa'ya rağmen bu projeyi yapacak mıdır,
yoksa bu teklif vermeme politikası bu işten vaz geçin, sonra İran
gibi yalnız bırakılırsınız mesajı mı verilmek istenmektedir.

Dünyanın taşeronu olmaya çalışan ABD firmaları zaten maliyetleri
ile istedikleri gibi oynadıkları, fakat Türkiye'nin enerji alanında çok
büyük bir ihtiyacını giderecek olan yatırımını engellemekle hala
stratejik ortak olarak kandırmaya çalıştıkları Türkiye'yi daha ne
zamana kadar oyalayacaklardır. Türkiye ne zaman başını kumdan
çıkartacaktır. Masumların kanı üzerine kurulu ABD ekonomisi
batışın ve çöküşün eşiğine gelmiştir. Doların zayıf YTL'nin çok
değerli olduğunu haykıran zavallı yerli televizyon ekonomistleri
Doların yükselmesi karşısında neden batıyoruz yaygarası
kopartmaktadırlar. YTL değerli iken rekor kıran Türkiye ihracatı, Kur
yükselince geri gider mi, yoksa yeni pazarlar sayesinde yükselişine
devam eder mi.

Ekonomik göstergeler, Dünyanın doğusunun yükselişine doğru
kaymakta iken Türkiye neden hala ABD dolarına endeksli bir
politika gütmeye devam etmektedir.




                                                                       9
ABD ve Avrupa Birliği bir çıkmazın içine girmiştir. Bu çıkmazı nasıl
aşacaklarını kendileri de bilememektedirler. ABD meşhur 1929 -30
yıllarında yaptığı gibi sahta para basma projesini çoktan devreye
aldı bile. Son 50 yıldır yemeğe devam ettikleri zenginlik mirası
tükenmeye yüz tutmuştur. Doğu'nun bu durumda bir zıplama
yapma zamanı çoktan gelmiş iken bu fırsatı tepmenin hala Dolara
endeksli bir ekonominin peşinde koşmanın ne anlamı vardır. Senin
ekonomini kurtaracak enerji projene teklif vermeyerek engellemek
isteyen bir siyasete sarılıp, onlar batarsa bizde batarız yaygarası
kopartmanın ne anlamı vardır. Büyük gemiler yara alırsa batar,
ama can salına çıkanlar pekala kurtulabilirler. Can salına çıkma
fırsatı var iken Titanik batmaz diye cansalına çıkmayarak boğulup
giden titanik zedeler gibi ABD batmaz diyerek bizde ABD ile beraber
mi batacağız.

Güneydoğuda terörü destekleyerek yerli halkın yerlerini yurtlarını
terk etmesini sağlayan, ve bu politikaya devam eden zalim ve sinsi
politkayı ne zaman çözeceğiz. En son 17 şehit verdiğimiz menfur
saldırıda öldürülenlerin 4 tanesinin yabancı uyruklu olduğu görüldü.
Bu işi tezgahlayanların Türkiye dışından oldukları, halkı kandırarak
Türk Kürt bölünmesine çalıştıkları ve yukarıda da belirttiğim gibi
Fırat Dicle arasını boşaltmayı amaçladıklarını ne zaman toplum
olarak ve siyaseten algılayacağız acaba. Yerdeki karıncayı izleyen
ABD neden hainlarin saldırısını görmezlikten geldi. Hain Asalanın
bittiği gün PKK terörü başlamıştır. Bunu olayları izleyenler bilecek
ve fark edecektir. Burada işin görünen yüzünde kimler olduğu çok
önemli değildir. Esas problem işin sonunun kimler tarafından
tezgahlandığıdır. Kürt halkı duygusaldır. Çabuk heyecanlanırlar.
Bunu bilen ve kullanmak isteyen başta Ermeni çetecileri ve daha
sonra olayı görüp fırsatı değerlendirmek isteyen Yahudi zihniyetidir.
Güneydoğuda terörün devam etmesi, yavaşta olsa bölgenin
boşaltılması, Kuzey Irak'ta Yahudi Kürtlerin yerleşmesi, ve Barzani
ailesinin Yahudi olması uygulanmaya çalışılan politikalar ve bitmek
bilmeyen terörün sonunun nereye doru gittiğinin anlaşılması
açısından iyi etüd edilmesi ve çözümün bu noktaya göre gözden
geçirilmesi faydalı olacaktır.

Dünyayı sömüren Avrupa ve ABD'nin ekonomik krizde olması,
Türkiye gibi kendine yetebilecek ekonomileri çok etkilememelidir.
Bizimle aynı hisleri paylaşan, Dünyaya açılmak isteyen koskoca bir
Türki Cumhuriyetler ordusu mevcuttur.

Bunun yanında Hristiyan aleminden daima tokat yemiş bir İslam
alemi mevcuttur. Bunun yanında İçinde pek çok Türk unsuru
barındıran ve elele vermeye hazır Rus ve Ukrayna halkları
mevcuttur. Dünyanın çirkef siyasetine bulaşmayan Kanada ve



                                                                   10
Güney Amerika ülkeleri bizleri izliyorlar. Çin ve Japonya bizimle
işbirliği yapmak için çoktan hazırlar. Bizi kapıdan kovan Avrupa ve
projelerimizi desteklemeyen ABD kendi düşünsün.

Aslında her şey ortada değil mi?...

Ahmet TÜRKAN

13.10.2008




                                                                  11
ÖĞRENCİ AFFI KİME

Bir ülke ki yüzyıllarca Dünyaya adaleti ile örnek olmuş bir neslin
evlatları, Bir ülke ki adaleti inancının sonucu, bir ülke ki Dünyaya
adaletli olmak üzere söz vermiş.

Heyhat, kendi evlatları arasında adaleti sağlayamamış. Adalet
divanında sınıfta kalmış. Üniversite öğrencileri için yapılan çalışma
sonucu çıkartılan af kim için. Pek çoğu okulu asmış, zamanında
devam etmemiş, çalışıp, gayret edip başarılı olamamış, aklı başına
yeni gelip siyasi ortamı kullanarak af çıkması için 4 gözle beklemiş,
yaklaşık son 12 yılın sözde mağdurları. Asıl mağdur edilenler,
gerçekten mağdur olanların yüzüne kimsenin baktığı yok.

Kim onlar diye sormayın..? Herkes biliyor. Ama çözemiyor. Çünkü
derin devlet bu işi engelliyor. İşi yormaya gerek yok. Başörtüsü
yüzünden okullara alınmayan sonra da devamsızlık yüzünden
kayıtları silinen gerçek mağdurlardan söz ediyorum. Okulu asıp
devam etmeyen, dersine zamanında çalışıp sınıfını geçmeyerek
okuldan atılanlara tek bir şey söylemek istemiyorum. Hak eden
çalışıp, devam eder ve bitirir demek istiyorum ama işin
görünmeyen yüzünde zulüm gören evlatlarımız var. Derslere
girmek, okullarına devam etmek ve bu Ülkeye faydalı olmak
isteyen masum başörtülü kızlarımız var. Milli eğitim Bakanının
vermiş olduğu 200.000 rakamının içindeki 150.000 aslında bu
mağdurlar. Ama Milli Eğitim Bakanı olsa olsa 50.000 kişi müracaat
eder diyerek başörtülülere hiç şansınız yok, boşuna müracaat
etmeyin demek istiyor.

Aslında demek istiyor ki, kanunsuz olarak uygulanan başörtüsü
zulmü yüzünden okuyamazsınız. Biz hükümet olarak başörtüsünü
serbest bırakmak istedik. Başımıza gelen pişmiş tavuğun başına
gelmedi.

Bize destek vereceğini söyleyen parti bile ayak oyunları çekti, birlik
olup 4 koldan saldırdılar. Hükümetimizi çökertmeye çalıştılar,
partimizi kapatmaya çalıştılar diyemez. Bunu derse, malum
gazetelerin küpürlerinden hazırlanan dava dosyaları servise
sunulmak üzere hazır bekliyor.

Şunu söyleyecekler. Valla biz af çıkarttık. Ne yapalım rektörleri ikna
edemiyoruz. Ama malum çevreler yüzünden okullarınıza
gidemiyorsunuz, diyemezler malum çevreler takipteler.


                                                                       12
Eh yüce ecdadımız, bugünleri görmekte varmış serde. 3-5 soysuzu
ikna edip evlatlarımıza adalet dağıtamıyoruz. Kendi evlatlarımıza
içimiz sancıyarak, ancak üzülme diye tarifi olmayan acı bir teselli
verebiliyoruz.

Bu kader değildir. Bu zulümdür. Girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği
bile buna gülüyor aslında, ama içlerindeki kuyruk acısından dolayı
ses etmiyorlar. Eğer mağdur olan bizim evlatlarımız değil de onların
evlatları olsaydı dünyayı bize zindan ederlerdi. Her şeye maydanoz
olan AB bu konuda, bu sizin iç meseleniz diyerek arkamızdan pis
pis sırıtıyor. Çünkü bu zulmün diğer parçası maalesef onlar.
İnsanımızın adalet duygularından yararlanarak içimize sızan,
azınlıkken çoğunluk görünen hayırsızlar. Boş yere hayıflanmak,
kederlenmekten başka yapacak bir şey gözükmüyor. Toplum olarak
dik durmadıkça, şerefsizlere prim verdikçe bu zulme maruz
kalacağız. Evlatlarımızın gözüne baka baka, içimiz sızlaya sızlaya
kendimizi teselli etmeye çalışacağız. Hiç olmazsa erkek evlatlarımızı
adam gibi yetiştirelim. Yetiştirelim de bu zulmü zamanı gelince ters
yüz edip o zalimlerin suratlarına çarpabilsinler.

Ahmet TÜRKAN
16.10.2008




                                                                   13
BAŞÖRTÜSÜ VE ANAYASA MAHKEMESİ


Başörtüsü yasağı Anayasa Mahkemesi kararının gerekçelerinin
açıklanması ile derin bir çıkmaza girdiği bu günlerde, basında yer
alan bazı açıklamalar oldukça dikkat çekicidir. Kimin kime ve neye
hizmet ettiğinin; dar görüş ve inançsız, pusulasız, kara düzen giden
bir sistemin değiştirilmemesi için gayret sarf edenlerin ne amaca
hizmet ettiğinin anlaşılması ve Türk Halkının aydınlanması gerekir.

Bu kararla özgürlükler çuvala sokulmuştur. Tıpkı Stratejik ortağımız
ABD askerlerinin Kuzey Irak'ta Türk Askerlerine yaptığı gibi.
Gerekçeli karara alkış tutanlardan biride eski Anayasa mahkemesi
başkanlarından Yekta Güngör Özdendir. Eskiden ne söylemiş, şimdi
ne söylüyor maksadı ile 5 dakikayı geçmeyen bir araştırma yaptım.
Meşhur kütüphanemiz Google amca her şeyi kaydettiği için
kütüphaneleri veya sakladığınız dolaplar dolusu arşivlerinizi
karıştırıp ortalığı dağıtmanız da gerekmiyor. Bakın ne demiş
ADD(Bu gün ADD karanlık ilişkilerinden dolayı yöneticileri
Ergenekon davasında yargılanmaktadır) Başkanlığı da yapmış olan
Yekta Güngör Özden 17.10.2008 tarihli bir yazısında.(Emekli olur
olmaz rengini belli etmek ve ispatlamak için Parti kurmaya ve siyasi
demeçler vermeye kadar yaptığı showlar malumdur) Hükümeti AB
ve ABD yanlısı olmakla suçluyor.

Aynı kişi Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararının ise AİHM 'ye
dayandığını bildirerek işine geldiğinde Milli, başka bir konuda ise
Avrupacı kimlikle İslami anlamda kendi sığ fikirlerini öne sürerek,
Anayasa Mahkemesinde karşı görüş öne süren üyelerin fikirlerini de
"zaten fikirleri belli olan kişiler, değerlendirmeye almaya gerek yok"
diyerek aşağılıyor. Halbuki gerekçeli kararda Laikliğin ortaçağ
zihniyetinden kurtulmaya çalışan Avrupa'nın Rönesans ve
Roformlarına dayandığı ve oldukça çağdaş olduğu beyan ediliyor.
Avrupa'nın en karanlık döneminde, insanların feryatları arasında
yapılmaya çalışılan yenilikler ne kadar çağdaştır; artı, bu günkü
Avrupa teknoloji dışında ne kadar çağdaş, o da ayrı bir konudur.Ne
kadar çağdaş olduklarını Çanakkale Savaşlarından ve dünyayı II.
kez kana bulayan Dünya savaşından hatırlarız. Laiklik olmazsa
olmaz ve Cumhuriyetin bir koşulu ise neden pek çok Cumhuriyette
yer almıyor.

Laiklik anayasalarında yer almadığı halde uygulayan ülkelerde var.
Örnek olarak Laiklik ve Ateizm fikrinin kaynağı Fransa olmasına
rağmen, Fransa'da bizdeki gibi totaliter bakışla uygulanmıyor.



                                                                    14
Üstelik onlarda Katolikler laik diğer diğer mezhepler ise sekülerdir.
Katoliklerde de Hristiyan toplum kesinlikle uygulama yönünden bir
baskı altında değil. Yani aslında orada da zulme reva görülenler
Müslümanlar. Laik olan Japonya'da ise bilinen bir din yok. Semavi
dinlerin dışında ne ararsanız var. Bizim totaliter yaklaşımımızın
tersine Onlar kendi toplumuna sahip çıkıyorlar. En azından kendi
milli unsurlarına zulmetmiyorlar.

Konumuz kendi ülkemizdir. Çünkü biz burada yaşıyoruz. Bir
zamanlar kendimiz şimdi ise evlatlarımızı bu memleketi beklesinler
diye askere gönderiyoruz. İstatistiki olarak %90 nının Müslüman
olduğu kabulü her fırsatta dile getirilen Ülkemizde ise bu paralelde
görüş sunan hukukçular aynı kişi tarafından azınlık olarak
değerlendirilmektedir. Yani şu anlaşılmalıdır ki Yekta Güngör
Özden'in deyimi ile zaten görüşleri belli olan malum 9 kişiden başka
bir fikir çıkması beklenemezdi. Madem 2 kişi malum ise, diğer 9 kişi
de malumdur. Bu fikir durumsallık yaklaşımının sonucudur.
İktidarın bu konuda kanaatimce hatası şudur. Bu sonucun çıkacağı
zaten baştan belli idi. (Yekta Güngör Özden öyle söylüyor. Başka
sonuç çıkması imkansızdır).

Başörtüsü sorunu direk halk oylamasına sunulmalı ve halk oylaması
sonucunda sadece Üniversiteler değil, kadınların bulunabileceği tüm
ortamları kapsayacak şekilde kapsam genişletilmeli idi. Eğer
özgürlük ve kişisel tercihler ön plana alınacak ve Demokratik
hayattan ve Cumhuriyetten söz edilecekse, Cumhurun reyi alınmalı
idi. Veya hiç dokunmasaydınız, zaten resmi yasak yoktu. Keyfi
uygulamaları engelleyemediniz, zorba Rektörlere söz geçiremediniz
ve kötü bir sonuca sebep oldunuz. Yoksa zaten ileride olması
muhtemel durumlar göz önüne alınarak planlı bir şekilde atamaları
ve yerleştirmeleri yapılan kişilerden toplumun yarasına merhem
olacak bir ilacın çıkmayacağını bilmeli idiniz.

Gerekçeli kararda karşı oy kullanarak Anayasa Mahkemesinin görev
ve yetkilerinin açıkça izah eden üyenin itirazlarına rağmen Anayasa
açıkça ihlal edilerek kanunun yürürlüğü durdurulmuş ve tamir
edilemez hale getirilip haklar ve hürriyetler sabote edilmiştir. Hem
de hukuk adına. Bu güne kadar Memleket yararına çivi çakmamış
malum siyasiler ve hukukçular da bayram yapmaktadırlar.

Hayrını görmediğim bir duruma hayırlı olsun diyemeyeceğim.
Maalesef…!

Ahmet TÜRKAN
25.10.2008




                                                                    15
SUÇ VE CEZA
Başlığı okuyunca muhtemelen Dostoyevski'nin ünlü romanından
alınmış pasajlardan veya içerikten bahsedeceğimi düşünmüş
olabilirsiniz.

Aslında isim benzerliği. İlim adamlarımız bakın suçu nasıl
tanımlıyor.

"Suç denilen olaya, yani belirli hareketlerin yasak fiillerden
sayılmaları ile, bunları işleyenlerin çeşitli tepkilere konu olmalarına,
devlet müessesesi şeklinde gelişmiş insan toplumlarının meydana
çıkışından çok önce bile rastlanmıştır. Tarihte hiçbir toplum yoktur
ki, orada belirli fiiller yasaklanmamış ve bunun karşılığı olarak ceza
müeyyidesi var bulunmamış olsun. Suçlar toplumların sosyal,
ekonomik ve manevi şartlarına göre şekillenmiştir.

Toplumbilim (sosyoloji) kişinin, iştirakçisi olduğu toplumun bilinçli
bir üyesi olabilmesi, toplumsal kültürün gereklerine göre hareket
edebilen bir kişilik kazanabilmesi için, sosyalleşmenin gerekli
olduğunu belirtmektedir. Sosyalleşmenin gereğine uygun olarak
gerçekleşmesi zorunludur. Sosyalleşmede ise başta gelen araç
cezalandırma ve ödüllendirmedir."(1)

Suç ve cezanın tanımı böyle olmasına rağmen, ülkemizde özellikle
son yıllarda ceza tanımlarında bir gariplikler var.

Yaklaşık son bir haftadır kamuoyunun kafasını kurcalayan, kamu
vicdanını yaralayan Hüseyin ÜZMEZ olayı var. Olayın faili olarak bir
süre gözaltında tutulan kişi, mağdurenin ruhsal durumunun
bozulmamış olması yönünde verilen rapora istinaden salıverildi ve
ceza almadı. Üstüne üstlük bir takım TV kanallarında verdiği
röportajlar, beyanlar, tartışma programları vesaire ile gerek bilerek
gerekse bilmeyerek bu işin reklamını yaptı.

Bu tavır hiç kimse tarafından hoş görülmez iken bazı yayın
organlarının Hüseyin Üzmez'in İslami söylemlerini baz alarak
İslamın özüne saldırmak maksatlı beyanatlar da bulunmaları hoş
olmamakta ve mensuplarını üzmektedir. İslam dinide evlilik akdine
dayanmayan, yani ne İslami nede hukuki evlilik akdine
dayanmayan her türlü ilişkinin, zina olarak tanımlandığı, haram
olduğu ve cezai müeyyide gerektirdiği ("Zinaya yaklaşmayın.
Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur". İsra Suresi :
32) bilinirken, failin İslami söylemlerine dayanarak bu durumun



                                                                        16
Müslümanların ortak karakteri gibi lanse edilmesi hiç yakışık
almayan bir durumdur.

Kişi ceza almadı ama toplum vicdanı zedelendi. Aslında toplum bu
durumun cezalandırılmasını istiyor, ama yukarıdaki tanımdan
anımsayacak olursak, bir durumun suç olarak tanımlanabilmesi için
hukuki tanımının olması gerekir. Yani hukuk dili ile karine olmadan
ceza olamaz.

Peki burada zedelenmiş kamu vicdanına tekrar soruyorum. Zina suç
sayılsın yönünde verilen kanun teklifine bu kadar itiraz edenler,
yürüyüşler düzenleyenler, bu vicdani durumdan rahatsızlık
duymuyorlar mı.

AKP'nin zinanın suç sayılması ile ilgili verdiği kanun teklifi için
kamuoyunda kopartılan fırtınalardan bir örnek :

  "Yasayla saadet olmaz

  Serpil Savumlu
  AKP hükümetinin zinanın cezalandırılmasına ilişkin düzenlemeyi
Türk Ceza Kanunu'na (TCK) yeniden koyma ısrarı, hukukçular ve
kadın örgütleri tarafından tepkiyle karşılanıyor. İstanbul Valiliği
İnsan Hakları İl Masası Başkanı Vildan Yirmibeşoğlu, Türkiye'nin
insan hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmaması için uluslararası
sözleşmelere imza attığını hatırlatarak, uygulamanın eskiye dönüş
anlamına geldiğini söyledi. Yirmibeşoğlu, eşlerin yasal
düzenlemelerle evliliklerini kurtaramayacaklarını vurgulayarak
uygulamanın namus cinayetlerinin artması anlamına geldiğine
dikkat çekti."(2)d i .!

 Konunun tamamını okumak isteyenler aşağıdaki linki tıklayabilirler.
Bunca eleştiriler ve Anayasa mahkemesine yapılan itirazlar
sonucunda zina Ceza Yasamızda suç olmaktan çıkarılmıştır.
(dipnot: Anayasa Mahkemesi Anayasamıza aykırılığı nedeniyle
zinayı düzenleyen TCK 440,441,442,443 ev 444. maddeleri
1996-1998-1999 yıllarında iptal etti. Yeni Ceza Yasası tasarısında
da zinanın suç olarak düzenlenmesi öngörülmüyor)

Yukarıdaki paragrafta da açıkça belirtildiği üzere ceza talebinin AKP
tarafından olması dolayısı ile bu talebin dini formasyon kaynaklı
olduğunun düşünülmesi ve bunun engellenmesi, hem dindar
toplumumuza hem de hukuk sistemimize zarar verdiği
görülmektedir. Bu konuda Avrupa Birliğinden de menfi yaklaşımlar
geldiği ve iptalde etkili olduğu kanaatindeyim. Avrupa'nın dini ve
sosyal yapısı zinayı affedebilir, fakat büyük çoğunluğun Müslüman
olduğu ve yüzyıllardır düzgün yaşam biçimleri ile şekillenmiş Türk



                                                                      17
toplumunun aile normu, bu tip yaklaşımları kaldıramaz. Zaten
gelen tepkilerde bu durumun bir neticesidir.

Aile ve sosyal yapımızı bozabilecek her türlü ahlaksızlığın önünün
alınması, ve kanunlarda da vazedilen Sosyal Devlet anlayışımızın
düzgün bir zemine oturtulabilmesi için Medeni Hukukumuzun ve
Ceza Yasalarımızın bir an önce gözden geçirilmesi ve asli unsur
yapımıza uygun hale getirilmesi Türk toplumunun bir ferdi olarak
en büyük dileğimdir.


Ahmet TÜRKAN

03.11.2008

Kaynaklar:

(1) Ord.Prof.Dr.Sulhi DÖNMEZER
http://www.kriminoloji.com/Suc%20kavrami.htm

(2) http://www.evrensel.net/04/09/05/politika.html#1




                                                                     18
TİCARİ AHLAK


Son dönemlerde, özellikle ticaret hukuku alanında uluslar üstü
kurallar kavramı giderek artan bir şekilde önem arz etmektedir. Bu
sebeple tüm uluslar için geçerli olan genel (örf ve adet veya ahlak)
kuralları oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu kurallar oluşturulduktan
sonra bunlara aykırı davranan gerçek veya tüzel kişi tacirler bu
konuyla ilgili bir sicile (ticari sabıka) kaydedilebilirler. Bu sayede
hakimler / hakemler önlerine gelen davalarda uyuşmazlığın tarafı
olan tacirlerin bu sicillerdeki kaydına göre, deyim yerindeyse ticaret
ahlakı bakımından sabıkaları olup olmadığını görerek, ceza
davalarındaki gibi ticari davalarda da kararlarını kişiselleştirebilirler
ve böylece tacirlerin bu kurallara uymaya azami özeni göstermeleri
sağlanabilir.(1)

Akademik ve hukuki yaklaşım böyledir. Yani böyle olmalıdır.Ticari
ahlakın; kamu ahlakının bir yansıması olduğu muhakkaktır. Yani
kamu vicdanı paralelinde gelişmelidir. Eğer ticarette bir ahlaksızlık
var ve bu konu sorun teşkil ediyorsa, kamu vicdanı yara almış
demektir. Bunun düzeltilmesi gerekir.

 Global kriz kapımızı çalmadan önce dedikoduları dolaşmaya
başlamıştı çoktan. Dedikodular dolaşırken bir yandan da ödemeler
sarkmaya ve vadeler uzamaya başlamıştı. Firmaların elinde parası
olmadığından değil, mümkün olduğu kadar geç ödeyip, (mümkünse
ödemeyip) kazançlı çıkmak. Bu zincirleme trafik kazası veya duruşu
gibidir. Siz durursanız trafik de durur. Siz devam ederseniz yani
gereksiz durup trafiği tıkamazsanız arkanızdakilerin durması
gerekmez. Tedarikçinizin parasını zamanında ödemiyorsanız, veya
bayisi olduğunuz üreticinizin ödemelerini zamanında yapmıyorsanız
kendi bindiğiniz dalı kesiyorsunuz demektir.

Ne kazanacaksınız. Bankaya yatırdığınız paralardan belli bir miktar
faiz alacaksınız ama sistemin önüne koca bir taş koyup tıkanmasına
sebep olacaksınız. Yani aslında kendinizi düşünüp kazandım
zannederken sistemin çökmesine sebep olacaksınız. Piyasanın
içinden biri olarak gözlemlerim şu ki, ödemeler dengesizliği 2006
Haziran ayından itibaren başlamış oldu. Bunun görünen 2 yüzü
vardı. Dövizin bir ara dalgalanması ve ardından yaklaşık 1 yıl sonra
yapılması planlanan Cumhurbaşkanı seçimleri. Cumhurbaşkanı
normal usullerle seçilmesi gerekirken CHP ve yandaşları bunu
gündeme getirerek bu meclis Cumhurbaşkanı seçemez diyerek



                                                                       19
meşruiyet sorunu çıkartmış ve bu konuda taraftarlarını kışkırtarak
siyasi zemini germiştir. Piyasada muhtemel bir kriz havası esmeye
başlamış ve ödemeler yavaş yavaş sarkıtılmaya başlamıştır.
Muhtemel bir krizle dövizin yükseleceği ve elinde döviz
bulunduranların YTL borçlarını karlı bir şekilde ödeyebileceğinin
hesapları yapılmıştır.

Seçim yaklaştıkça sürekli meşruiyet sorunu gündeme getirilmiş ve
kendileri de aynı seçimin sonucu ile meclise gelmiş CHP'li vekiller
ve daha sonra ANAP ve DYP aynı oyuna ortak olarak bu günkü
krizin zeminini oluşturmuşlardır. Cumhuriyet mitingleri ile halkı
sokağa dökmüşler ve 10 Cumhurbaşkanı seçen meclisi
11.Cumhurbaşkanını seçemez hale getirmişlerdir. Mevcut anayasa
ile seçilen Cumhurbaşkanı Köşkte otururken CHP'nin açtığı davaya
istinaden Anayasa Mahkemesi seçim sürecini durdurarak bu
anayasa ile Cumhurbaşkanı seçilemez diyerek yeni bir kaosa imza
atmıştır. Ardından malum meclis seçimleri ve yeni meclis aritmetiği
sonucunda kanun değişmediği halde 11. Cumhurbaşkanının
seçildiğini gördük. Aslında değişen bir şey olmamasına rağmen
kamu vicdanını yaralamak pahasına Ülke seçim stresine sokulmuş
ve çok yüksek meblağlar gereksiz yere heba edilmiştir. Kanunen
kamu vicdanının yaralanmasına zemin hazırlanmıştır. Kamu
nezdinde kanunlarda olana göre değil birilerinin ne dediğine göre
yapılan yorumlar sonuç olarak ticarete de yansımış ve bu gün
dünyayı sarsan kriz bir bahane ile bizi de sıkıntıya sokmaya
başlamıştır.

Şu anda pek çok firma çalışanlarını işten çıkartmak için fırsat
beklemektedir. Bazıları başladılar bile. Fırsat bu fırsat diyerek İş
kanunu ile zorlaştırılan personel çıkarmaları şu anda kriz bahanesi
ile çok kolay halledilmektedir. Bu iş ahlaki değildir. Kasasında veya
bankasında parası olduğu halde ödemeyerek döviz ve faiz getirisi
hesapları yapanlar sistemden ne kazanacaklar acaba. Bu durumda
zengin daha zengin, fakir daha fakir olacaktır. Eğer hak ve adalet
diyorsak, ticari ahlak diyorsak, sözlerimizde duralım, ahde
vefasızlık etmeyelim. Eğer kendi elimizle krizi büyütmek
istemiyorsak ticari akitlerimize uyalım ve krizi büyümeden
durduralım. Komşum siftah etmedi, diğer ihtiyacını da komşumdan
al diyen Osmanlı esnafının ahlak yapısını hatırlayalım. O zaman
göreceğiz ki krizler bize vız gelir.

Kaynak: http://www.iibf.deu.edu.tr/dergi.php?idm=14 Doc.Dr.
Selma BAKTIR



Ahmet TÜRKAN


                                                                    20
19.11.2008



HASAN CEMAL'E MEKTUP

Sayın Hasan Cemal Bey,
"Gözü dönmüş utanmaz adama çağrı!" başlıklı yazınızı okudum.
Alıntı yaptığınız değerli akademisyeni tanımadığım için önyargılı
olmak istemem, ama Ülkemizde kızlarımız en büyük zulmü, en
büyük saygısızlığı maalesef Eğitim yuvalarımız olan
Üniversitelerden görmektedir. Baş örtüsü ile Üniversitelere girişin
yasaklanması bir zulümdür. Eşinin baş örtüsü yüzünden TSK: dan
ilişiği kesilen askeri personele yapılanlar bir zulümdür. Yapanlar
zalimdir.
İradeye, fikre, inanca saygısızlık, saldırı, belirttiğiniz gibi bir savaş
ve acı bir zulümdür.
Sayın Hocamız böyle bir yazı kaleme aldığına göre zulme karşıdır.
İradeye saygılıdır.
İyiliğe taraftardır. Onu ümit ediyorum. Ama maalesef aynı kürsüleri
paylaşan pek çok meslektaşı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Zalimler güruhu Üniversitelerimizi işgal etmiştir. Önce kadınlarımıza
ve kızlarımıza saygıyı öğrenmeden, fikirlerine saygı duymadan
istismarını önlememiz mümkün değildir.
Örnek verdiğiniz Hürriyet gazetesinin önü, arkası, sağı, solu açık
saçık, pornografik görüntülerle doludur. Bu yaklaşımları maalesef
inandırıcı değildir. Tamamen sahte, tamamen reklam olduğunu
düşünüyorum.
Türkiye’mizde zina suç değildir. Tecavüz ise bir şekilde kılıfına
uydurulmaktadır. Bu gün iş hayatında pek çok kadın cinsel
istismara uğramaktadır. Pek çoğu ekmek parası deyip yapılan
terbiyesizlikleri sineye çekmektedirler. Pek çok örnek var. Ama
bunlar maalesef yazılıp çizilemiyor. Prezantabl sekreterler, üst
yönetimin sex aracı olmaktan kendilerini kurtaramamaktadırlar.
Bunlar tabiki tek yönlü değil, pek çok kadın bu işe ortak, ve
sebebini siz de gayet iyi bilirsiniz, ahlaki çöküntüdür.
Bu çöküntüyü düze çıkartmadığınız sürece tecavüzlerin önünü
alamazsınız.
Peki nasıl olacak.
Asıl mesele bu.
Kim nasıl çözer, Nasıl çıkar bu işin içinden.
İnançlarına saygı yok.
Fikirleri hafife alınıyor, Her fırsatta pazarlama tekniğinin temel
unsuru olarak kullanılıyorlar.
Yarışmalarla, vaatlerle, ödüllerle kadınlar kandırılıp kullanılmaya
müsait hale getiriliyor, dejenere ediliyorlar. Bu kadar dejenerasyon
içinde kadın kadınlığını, erkek erkekliğini kontrol edemiyor.


                                                                       21
Şehvetine mağlup erkekler ordusu ve iffetinden habersiz kadınlar
ordusu olarak çarşı pazar karışmış durumdadır.
Problemin çözümü için, bunların kontrol yöntemlerinin acilen
öğretilmesi ve cezai yaptırımların, tedbirlerin alınması
gerekmektedir.
Sizin yaklaşımınızı anladım ama biraz daha konuyu açarsanız
sanırım iyi olur. Yoksa bu azgın milletin düzeleceği yok.
Bu konuda daha önce tarafımdan kaleme alınmış yazıyı incelemeniz
linkini için göndermek istiyorum. Yorumlarınızı paylaşırsanız ayrıca
çok memnun olurum.

http://www.habername.com/author_article_detail.php?id=1357

Saygılarımla.


Ahmet TÜRKAN
01.12.2008




                                                                  22
GAZZE VE İSLAM TOPLUMLARI

Bu gün Gazze'de yaşananlar, İslam toplumlarına son 200 yıllık
Dünya coğrafyasında görülenler ile paralellik taşımaktadır.
Yaşadığımız Dünyayı kan gölüne çeviren savaşların başlangıç
şekillerine ve nereye varmak istediklerine bakıldığında bir öç alma
duygusunun, çıkarları öne alma duygusunun toplumlar geneline
sirayet etmiş halini görürüz. Bu gün Gazze'de zulme soyunan
Müslüman topluma hunharca saldıran Siyonist İsrail aynı zulümlere
defaten maruz kalmış bir topluluğun varisleridir. Bir farkla,
zulmettikleri toplum tarafından değil. Başka toplumlardan
gördükleri zulmün acısını yanı başlarındaki Müslüman toplumdan
alırcasına.

Tarihe bir bakalım, Firavun tarafından doğacak her Yahudi
çocuğunun öldürülmesi emri verilmişti, uygulandı, ta ki Firavun ve
askerlerinin yok oluşuna kadar devam eden bir süreçti. Kendilerine
bir Peygamber gönderilen ve Firavunun zulmünden selamete
çıkarılan topluluk kendilerine vaat edilmiş topraklara gidin mesajı
verildiği halde sırf korkaklıkları yüzünden emre itaat etmediler ve
ilahi cezaya çarptırıldılar. Bu günde bu kadar saldırgan olmaları bu
korkaklıkları yüzündendir. Korkaklıkları yüzündendir ki yaralanan
köpeğe ağlayıp masum bir çocuğu hunharca katledebilmektedir.

İspanya'dan kovulan (sağ kalarak kaçanlar) Yahudiler yeryüzünde
yerleşecek yer bulamayıp İslam coğrafyasında kendilerine açılan
kucaklara ihanet ederek önce Osmanlıyı arkadan vurdular. Şimdi
ise Filistin'de kana doymaz bir halde zulümlerine devam ediyorlar.

Nazi Almanya'sında kendilerine uygulanan soykırımı hemen
unutuverdiler, Çearlık Rusya'sında başlarına gelenleri unutuverdiler,
şimdi aynı soykırımı masum Filistin halkına karşı uygulamaya
devam ediyorlar.

Yüzyıllarca Yahudileri dışlayan Avrupa devletleri ve Hıristiyan alemi
İslam karşısında olup zulüm tarafına destek vermede adeta yarışa
kalkışmışlardır.

Son 200 yılda İslam alemine olan düşmanlık önce sudan
bahanelerle I. Dünya savaşını başlatmış savaşın bitişi ile beraber
oldu bittilerle Osmanlı Devleti'nin çöküşü sağlanmış ve başıboş
kalan İslam alemini parçalamış, birleşmeler olmasın diye türlü
siyasi oyunlarla her bir İslam devleti bir tarafa savrulmuş ve
kamplara bölünmüştür.


                                                                     23
Bu kaostan yararlanmak isteyen ve Dünyada pek çok ülkede
sömürgeler kurarak dünya halklarının kanını emen hain İngiliz
siyaseti Filistin'in göbeğine Yahudi bombasını bilerek ve isteyerek
koymuştur. İşte size vaat edilen topraklar burada. Bizden uzak
durun, Müslümanlarla boğuşup durun dercesine. Yüzyıllar boyu
dışladıkları Yahudileri atacak yer bulan İngilizler yaptıkları gizli
çalışmalar ile Yahudileri Filistin topraklarında kan içici zalimler
topluluğu haline getirmişlerdir.

Bu oyunda ABD'de yaşayan Yahudi ve İngiliz kökenli Amerikalıların
da çok büyük katkısı ve finans desteği olmuş ve devam
etmektedir. ABD tarafından tasarlanan Büyük Orta Doğu projesinin
bir parçası olarak 11 Eylül saldırıları diye Dünyaya yutturulmaya
çalışılan olaylar da, uydurulan örgüt adları da, sadece ve sadece
oyunun kuralları gereğidir. Yalan olduğu, ve ABD tarafından bilerek
ve isteyerek yaptırıldığı defaten ispatlanmıştır. Orta Doğuyu kan
gölüne çevirmek için hiçbir parasal desteği esirgemeyen zulüm
ortakları bu gün yapılan zulme adeta alkış tutmaktadırlar.

Küçücük bebekleri terörist olarak nitelendirerek, siz bunları bugün
öldürmezseniz bunlar size yarın kurşun sıkar diyerek, Yahudilerin
başına gelen Firavun hadisesinden örnekle azgınlıklarını
artırmaktadırlar. Halbuki Yahudiler Firavunun Allah'a düşman bir
kafir olduğunu unutuyorlar. Zararın Müslümanlardan gelmediğini
unutuyorlar. Müslümanların gereksiz yere, masum insanları ve de
sivilleri öldürmeyeceğini bilmiyorlar.

Yalnız şunu unutmayın ey Yahudi milleti ve Siyonist İsrail toplumu
ve işbirlikçileri. Bu gün türlü entrikalar ile böldüğünüz İslam
toplumları Dünyayı kana bulamak istemedikleri için sabredip sizin
insafınızı bekliyor. Artık bu zulmü durdurun. Bu uğurda şehit olan
evlatlarımızı rahat bırakın. Yoksa azgınlıklarınızdan dolayı, arkasına
saklandığınız taşların dile geleceği zaman yakındır.

Ahmet TÜRKAN
04.01.2009




                                                                       24
DÜNYA HALKLARININ VEBALİ

Dünya halkları bu vebali nasıl taşıyacak. 7 milyarlık nüfusla
mahşere doğru hızla yol alan dünya ve üzerinde taşıdığı halklar,
insanlık var olalıdan bu yana görmediği zulüm, görmediği entrika
kalmadı. İnsan hafızasının alabileceği, aslında almadığı halde
birbirine reva görülen zulümlerin envai çeşidinden nasibini alan
nasipsiz insanoğlu bu vebali nasıl verecek. Kendine gelene feryad
eden, başkasına gelince seyreden insanlık bu vebali nasıl taşıyacak.
Binlerce Firavunlara, Nemrutlara ev sahipliği yapan yaşlı
dünyamızın dili olsa da söylese.

Bu gün insanlık Gazze'de yeni ve akıl almaz bir dramı
seyretmektedir. Vahşi Batıda aslanların önüne atılan insanların
parçalanışını zevkle seyreden insanlık, Siyonist İsrail'in önüne attığı
masum Filistin halkının dramını seyrediyor ve kılı kıpırdamıyor.

Kendi halkı karşısında Krallıklarını ilan eden yöneticiler İsrail zulmü
karşısında sessizliğini, acizliğini sergilerken, acaba korkudan kanları
mı dondu ki bu şerefsizliğe seyirci kalıyorlar.

İslam dünyasını yönetenler neden sessizsiniz. Neden halklar
ayaklanmışken siz sesinizi yükseltmiyor da sadece cılız açıklamalar
yapıyorsunuz. Neden hala zalim İsrail'in başkonsoloslukları açık.
Neden hala ticari ilişkileri durdurmuyorsunuz.

Bu gün Filistin'de Müslüman halkı katleden Siyonist rejim yarın
Lübnan'da yaşayan Hıristiyan topluma acıyacak mı sanıyorsunuz.
Siz kenara çekilin mi diyecek. Hastaneleri vuran, Birleşmiş Milletler
binalarını vuran, basın konseyi binalarını vuran kan emiciler yarın
bu zulmü size yapmayacaklar mı acaba. Bu gün Ortadoğu'yu kana
bulayan Amerika ve yandaşı İsrail yarın diğer milletlere ve
devletlere saldırmayacak mı? Merhum Saddam'ı hain ilan ederek
kendi halkını ihanet ettirerek hain durumuna düşüren sinsi plan, bu
gün Ortadoğu'daki diğer Ülkeler için de geçerli değil midir.

Suriye'yi kaşıyan, İran'ı kaşıyan ABD ve İsrail yarın ilk fırsatta bu
ülkelere saldırmayacak mı.

Peki; aynı tehlike güzel Ülkemiz içinde yok mudur. Bu gün Türkiye
artık bizim stratejik ortağımız değil diyen ABD'li yetkisiz yetkililer
ne demek istiyorlar. Bu ifadelerden ne anlıyorsunuz.

n Sizinle işimiz bitt,i sizi bundan sonra hedef tahtasına yazdık”
diyeceklerini mi bekliyorsunuz? Uyanmak için.




                                                                        25
Açık oynayacaklarını hiç sanmam. İmansızlar ama aptal değiller.
İşlerini son derece sinsi yapıyorlar.

Büyük Orta Doğu Projesine Türkiye'yi ortak ve yönetici yaparak
şimdilik susun, sıra size gelince bakarız demek istediklerini ne
zaman anlayacaksınız Güzel Memleketimin Yöneticileri.

Derhal bu gereksiz görevi iade edin ve ciddi manada düşünün. Bu
zulüm bununla sınırlı kalmaz. Eğer biz aklımızı başımıza almaz isek,
aklımız başımıza geldiğinde son nefeslerimizi veriyor olabiliriz.

Son pişmanlık fayda vermez.

Filistin halkını destekliyorum.

Siyonist İsrail'i lanetliyorum.

Türkiye Cumhuriyeti'nin değerli yöneticilerini ve Ümmeti olmakla
onur duyduğum İslam dinine sahip diğer Ülkelerin yöneticilerini
dikkatli olmaya ve bu oyunun parçaları olmamaya davet ediyorum.
Dünya ekonomik krizler ile boğuşurken kan içiciler kan içmeye
devam ediyor. Dünyanın Jandarması ABD ise bu zulmü destekliyor
ve nemalanmaya çalışıyor. Irak'tan çaldığı petrolü Dünyaya fahiş
fiyatla pazarlayarak zengin olma hayali güderken, güya petrol
fiyatlarının düşmesi ile ekonomisi rahatlamış gibi gösterip tutmayan
hesaplarını başka mecralara yönlendiren ABD masum Filistin
halkını katlettirip, Orta doğunun Gayrimeşru çocuğuna yer açmaya
çalışmaktadır. İçinden çıkamadığı krizi zulme araç yapmaktadır.

Sırça saraylardaki ömür geçicidir. Yaptığımız her şeyin hesabının
verileceği gün yakındır.

Zulme ortak olmayın ve bu zulme gür seda ile dur deyin. Zulüm ile
abad olunamaz.

Ağaçların ve taşların dile geleceği, arkamda saklanan şu Yahudi'yi
yakalayın diyeceği günün yakın olduğunu bir kez daha hatırlatmak
isterim.



Ahmet TÜRKAN

17.01.2009




                                                                    26
SADABAT PAKTI

2 Ekim 1935’de imzalanan ve yakın komşularımız ile aramızda
oluşturulan fakat daha sonra yürürlükten kalkan bir anlaşmamız
vardı. Sadabat paktı idi. Premature doğmuş gelişemeden ölüp
gitmişti. Belki de terk edilmişti. Ölmesi beklenmişti. Durum zaten
iyi değildi. Aileler de fakirdi. Ortaklar henüz yeni ayrılmış, ayrılığın
acılarını tam hissetmemişlerdi. Şimdi işler değişti. Bu gün dünyada
fiili bir durum var. AB’nin durumu belli. ABD ise stratejik
ortaklığımızı tartışılır hale getirmiş durumdadır. Hal böyle iken
kapalı tuttuğumuz çıkış kapımızı açmak lüzumu doğmuştur. Bu gün
baş gösteren ekonomik krizin arkasından dünya tekrar 2 kutuplu
bir hale dönüşebilir ve Türkiye elindeki potansiyeli
değerlendirmekte geç kalabilir. Bu durumda görünen köy için
kılavuz aramanın anlamı olmadığı gibi krizden çıkış kapısının da
açılması ve aslında yılladır özlemini duyduğumuz Doğu-Batı
köprüsü vazifesini kabullenmekten çok sahiplenmek adına gereken
hamlenin yapılması zamanıdır. Türkiye bir seçim sürecine girmiştir.
Seçim heyecanı dolayısı ile ekonomik krize karşı alınması gereken
tedbirler maalesef gecikmektedir. Hükümetimiz seçim çalışmalarını
yerel yöneticilere bırakıp ekonomik tedbirler üzerine
yoğunlaşmalıdır. Bu tedbirlerden bir tanesi de sıcağı sıcağına
Gazze’nin yaralarının sarılması ile beraber kalıcı tedavinin de bir an
önce başlatılmasıdır. Bu tedavinin birinci aşaması Ortadoğu’da
Türkiye’nin önerliğinde bir çalışma grubunun teşekkül edilerek
İslam Birliğinin Proformasının oluşturulmasıdır. ABD ve AB ne der
diye vakit kaybetmek bizi oyalamaktan başka bir işe yaramaz.
Onların bir çözümü olsa idi bu krize bir çare bulurlardı. Onların da
maalesef bu krizde bir çıkış yolları yoktur. Yani B planları henüz işe
yaramamaktadır.

Ama bizim var.
Adriyatik’ten Çin Denizine kadar, Kuzey Buz denizinden Hint
Okyanusuna kadar bizim etki alanımız içindedir. Biraz gayret, biraz
siyasi manevra ile bu hayal olmaktan gerçek duruma dönüşüverir.
Peşimizden gelen olur mu diyebilirseniz. Hele bir yola çıkıp
yürümeye başlayalım bakalım. Kimler gelecek, kimler gelmeyecek.
Biz emin adımlarla yürümeye başlarsak kesinlikle birileri bu yolda
bize eşlik edecektir. Bu yollarda beraber yürüyeceğimiz birileri
mutlaka çıkacaktır. Yalnız yürümenin nelere mal olduğunu iyi
anlatmamız gerekiyor. Şimdiye kadar başlarının çaresine bakmaya
çalışanların çakallara yem olduklarını anlatmamız gerekiyor.



                                                                      27
Zor ama olması gereken budur. Türkiye burada öncü rol
oynayabilir. Oynamalıdır. Davos’taki kararlı tutum devam
ettirilmelidir. Başımız dik bir şekilde önde yürüyüp arkamızdan
geleceklere yol açmalıyız. Biz bunu yapabiliriz.

İnsanlık tarihi kadar eski Türki soydaşlarımız. İslamın ruhu kadar
eski İslam kardeşliğimiz bu beraberliğe yetmez mi. Buda yetmezse
başımıza geleceklerden nasıl ve ne zaman emin olabiliriz. Eğer
gemisini kurtaran kaptan deniliyorsa, henüz gemi batmadan sahili
selamet rotasına dönmek ve fırtınalardan emin olmak için dümeni
kırmamızın vakti gelmiştir.

Zaman ayrılık zamanı değildir.
Zaman husumet zamanı değildir. Zaman yaraların sarılma,
hastalıkların tedavi edilme zamanıdır. Ameliyat kaçınılmaz ise
kangren olan bölüm kesilebilir. Ama şu anda henüz tedaviye cevap
alınabilir durumdadır. Hasta henüz komada değildir. Halsizlik baş
göstermiş olabilir ama tedavi tez zamanda sağlanır.

Haydi Türkiye. Dünya bizi bekliyor. 21. Yüzyıl bizim yüzyılımız
olacaktır. Bunu derhal değerlendirmeye almalıyız. Global dünyanın
yeni lideri olmak hayal değildir. Batının büyüleyici havası bitmiştir.
Yeni trend yükselen doğu olacaktır. Uygarlıkların beşiğinin ayağa
kalma zamanı bu gündür.
GÖREV BİZİ BEKLİYOR.

Ahmet TÜRKAN
12.02.2009 Perşembe




                                                                     28
ONURLU DURUŞ –EL ZEYDİ VE IRAK’IN SESİ


El Zeydi İşgalci ABD başkanı Bush’a ayakkabı fırlattı diye şimdilerde
yargılanıyor. 1991 Körfez Harekatından 2003 Irakı’ının ABD
tarafından işgaline kadar geçen 12 yıl süre ile işgal planları yapan
ABD kendi güdümündeki Avrupa ve Birleşmiş Milletlere baskı
kurarak işgalini meşru göstermeye çalıştı. Bütün Dünya bu
kepazeliği bir anlamda yedi. Belki de sesini çıkartamadı. Irak halkı
da Saddam’ın zalim olduğuna inandırıldı ve ihanet etmesi sağlandı.
ABD Irak’ı işgal etiği zaman Irak Halkı ve Askerleri neredeyse
savaşmadan Irak’ı ABD’ye teslim ettiler. Şimdi anladılar ne kadar
hata ettiklerini, ama iş işten geçti. El Zeydi bunu geçte olsa
anlayanlardan biri olarak, tepkisini ayakkabısını fırlatarak dile
getirdi.

Elinde silah olsaydı belki de silahla saldırabilirdi. Başka bir şeyi olsa
onunla saldırırdı. Ama yoktu. O bir gazeteciydi. Bir kalemi ve
fırlatabileceği 1 çift ayakkabısı vardı. Belki karnı bile açtı. Aç gözlü
ABD ellerindeki serveti çalıyordu çünkü. El Zeydi bunu anladı.
Tankerlerle kendi öz malı olan petrolün ABD’ye peşkeş çekilmesini
hazmedemedi. Çalınan malına, çalınan, örselenen namusuna bir
başkalıdırı idi bu. Karşısındaki şirrete atılabilecek başka neyi vardı
ki. Hasan Tahsin misali eline geçirebildiği tek varlığı olan, onun
yürümesine, ayakta kalmasına yardımcı olan sermayesini
fırlatmıştı.

Ama derhal derdest edilip hapsedildi, hapiste kendi ırkından
(belkide ABD Askerleri tarafından) polisler tarafından öldüresiye
dövüldü, kemikleri kırıldı. Bakın El Zeyi’nin kardeşi bu konuda ne
diyor.
BAĞDAT - George W. Bush’a ayakkabı fırlatan gazeteci Muntazar El
Zeydi’nin ağabeyi Uday El Zeydi, kardeşinden böyle bir hareket
beklemediklerini, televizyonda izledikleri görüntünün sürpriz
olduğunu belirterek, Muntazar’ın aslında çok sakin bir insan
olduğunu anlattı. Uday El Zeydi, Muntazar’ın olaydan hemen sonra
Bush değil, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin korumaları tarafından
sert bir müdahaleye maruz kalmasını da eleştirerek, şunları
söyledi: “Bush’un korumaları, Maliki’nin korumalarına bağırarak,
Muntazar’a vurmamalarını istedi. Maliki’nin korumaları Iraklı
oldukları için kardeşimi dövdü. Maliki’nin korumaları değil, Bush’un
korumalarının Muntazar’a müdahale etmesi gerekirdi. Bu bizi çok
şaşırttı. Herkes televizyonda kardeşimin nasıl dövüldüğünü izledi.
Görünen bu ise görünmeyen çok daha kötüdür.”



                                                                       29
Ama mahkemede ben bunu bilerek ve isteyerek yaptım diye
onurluca durabildi. Korkmadı, tırsmadı.
Şerefini 2 paralık etmedi.

Şimdi Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanına tavır koydu diye Sayın
Başbakanı eleştirenler var. Bunların çoğu diplomat ve ne yazıktır ki
Dışişlerinde görev yapmış ülkemizi bir şekilde temsil etmiş kişiler.
Bunca yıldır Uluslararası arenada neden adam yerine
konulmadığımız, neden kaale alınmadığımız bu açıklamalardan
sonra aslında çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Adam gibi adam
yetiştirememişiz. 10 paralık çıkarları uğruna Memleket meselelerini
dile getiremeyen basit, pısırık, aşağılık zihniyetli diplomatlar
yüzünden ezilip gitmekteymiş şerefimiz, haysiyetimiz. Cihan Devleti
Osmanlı’nın torunlarının düştüğü maskaralığa bakın. Kanal kanal
gezip, işi gücü bırakıp Katil İsrail’in avukatlığını yapıyorlar. Neymiş
Türkiye Uluslararası Siyasette itibar kaybedermiş, İsrail ile ilişkiler
bozulurmuş. Yeter artık zırvalamayı bırakın da oynanan oyunların
farkında olun.

Ne olacak İsrail ile ilişkiler bozulursa.

19.02.2009 yani dün duruşması vardı El Zeydi’nin. Boyalı basın hiç
değinmedi. Ne olacak ki kendi adamlarından sopa yedi, kimse
arkasında durmadı. Sadece Irak halkı ve bu işin içindeki çetrefili
anlayan aydın görüşlü insanlar destek oldular ve duygularını dile
getirebildiler.

Selam sana El Zeyd. Davan masum Ülkelere ve insanlara örnek
olsun. Biz de zamanında, Sütçü İmamlar, Hasan Tahsinler, Fatma
Bacılar görmüştük. Allahuekber diyerek son mermiyi kovana
yerleştirip koca zırhlı gemiyi Egenin sularına gömen Seyyit
Onbaşılar görmüştük. Şimdilerde bizde sıkıntılıyız. Azıcık dik
durmaya kalksak içimizdeki zavallılar bize saldırıyor.

Davanda sadık ol. Rabbim sana yardımcı olsun. Dualarımız Sen ve
Irak Halkı içindir. Kanayan yara Filistin ve Gazze içindir.

Ahmet TÜRKAN
20.02.2009 Cuma




                                                                     30
SEÇİMLER SONRASI YOL HARİTAMIZ

Türkiye zor zamanda bir seçim süresi yaşadı. Hep birlikte
tercihlerimizi yaptık. Seç,m sonuçlarına bakınca üç aşağı beş yukarı
tablo pek değişmedi.

Basında izlediğimiz kadarı ile herkes kendi görüşüne göre yorumlar
sergiledi. Yok efendim bu iktidara sarı kartmış, yok efendim bu
iktidarın yerinde sağlam durduğunu gösteriyormuş v.s., v.s.,
devam edip durdu. Seçilenlere hayırlı olsun, seçilemeyenlere
geçmiş olsun.

Global krizi İktidar partisinin üstüne yıkmaya çalışanlardan, ne
yapalım kriz vardı böyle oldu diyenlere kadar bir çok tablo serildi.

Her seçimden sonra yaşanan gerginlikler bu seçimde de yaşandı.
Kaybedenler kaybetmenin üzüntüsü ile temsil ettikleri makam
odalarının eşyalarını bile sahiplenip evine götürdü. Devredecek bir
şey bırakmadı. Gerçekten komik ve bir o kadar da vahim durum.

Bana yar olmayanı başkasına yar etmem mantığı veya çılgın aşık
felsefesi deyin.

***
Seçimlerden sonra hızlı bir siyasi koşuşturma başladı. G-20
ardından NATO Genel sekreterinin seçilmesi, bu hafta ise ABD
Başkanı Sayın Barak Obama’nın Ülkemizi ziyareti.
G- 20 toplantıları sonucu Dünya ekonomilerine pompalanacağı
açıklanan devasa kredi.

Kime nasıl yarar, kimin canını nasıl acıtır onu zaman gösterecek.
Payımıza düşecek krediyi alırken hem iyi sayalım, hem de şartları
gözden kaçırmayalım.

Biz bu kadar kredi veririz….

Ancaaaakkkkk….. yaklaşımlarını yemeyelim.
Çünkü o kredileri bedava vermeyeceklerdir. Vardır kendilerine göre
hesapları.

NATO genel sekreteri seçimlerinde Sayın Cumhurbaşkanı’mızın
yaklaşımını Davos yaklaşımı gibi değerlendiren, ve ezilmişlik
psikozundan bir türlü kutulamayan Muhalefetin önde gelen Sayın
yöneticilerine ve başta Sayın Onur Öymen’e şunu söylemek
istiyorum.


                                                                       31
Cesur oynamadığımız her maçı kaybetmiştik. Maçları ara sıra yine
kaybediyoruz ama artık cesur oynayıp kazanmayı da biliyoruz.
Bu davranışta ne gibi eziklik hissediyorsunuz pek anlamak mümkün
değil ama maalesef zamanında Türkiye’yi bu zihniyetle temsil etmiş
olmanız çok vahimdir.

***
Sayın ABD Başkanı Ülkemizi ziyaret ediyor. Bu konuda da pek çok
yorumlar yapılıyor. Herkesin yorumu kendisine ait olduğu gibi
benim yorumumda bana ait. Bu Türkiye siyasetini bağlamaz. Çünkü
ben Türkiye adına konuşmuyorum. Sayın Başkan için aslında O
Müslüman diyenler var, yok Hristiyan diyenler var. Ne olduğu
kendisini ilgilendirir. Başkan oldu diye ahiret hesabından da
kurtulmadı. Müslüman ise seviniriz. Belki İslam ahlakı onu insafa
getirir akan kanlara, kanayan yaralara merhem olur.
Her şeyden önce O ABD Başkanı. Kişisel tercihleri kendini bağlar.
ABD çıkarları için burada. ABD’nin Orta Doğuda oynadığı rolün baş
aktörü. Kendi rolümüzü unutup baş aktörü seyre dalmadan işimize
bakmalıyız.

Bizim rolümüz nedir. Performansımız nasıldır. Onları gözden
kaçırmayalım.

Ağaçlara bakarken ormanı görememek durumuna düşmeyelim.
Orta doğuda kan akmaya devam ediyor. Filistin içten içe kanamaya
devam ediyor. Zulüm devam ediyor.
İki gülücüğe bu dramları unutmayalım. NATO zirvesindeki, Davos’ta
ki ciddi siyasetimizi devam ettirelim. Kararlılığımızı unutup işi
muhabbete dökersek yandığımızın resmidir. O zaman Sayın Öymen
ben zamanında demiştim der ve kötü siyaset başımıza kakınç
oluverir.

***
Global kriz son hızla devam ediyor. Tedbirlerin sürekli gözden
geçirilip ekonomimizi rahatlatmamız lazım. ÖTV indirimi ile
araçlarını değiştirmeye koşanlara bir ikaz mahiyetinde soruyorum.

3-5.000 lira indirim için mi koşturuyorsunuz. Paranız ve ihtiyacınız
varsa zaten almalı idiniz. 50.000 TL’lik aracın 45.000 TL’ye inmiş
olması ekonomide ne gibi değişiklik yaptı da koştura koştura araç
almaya gidiyorsunuz.

ÖTV’nin bu kadar uçuk olması zaten ayrı problem.
Peki araç satamıyoruz battık diyen sektör, nasıl oluyor da 15 gün
gibi kısa bir zamanda stokları tüketip zam yapmaya kalkıyor.



                                                                    32
Bunları sakince düşünelim, kendi kendimize attığımız kazığın
boyutunu belki anlarız.

Demek ki başka problemler var. İşin ahlaki boyutunu daha
anlayamadık.

Bu gidişle G-20 sonrası gelme ihtimali olan kredide birilerinin
cebine girer ve açlar aç, toklar tok olmaya devam eder. Sen yoluna
ben yoluma davası sürer gider.

Ahmet TÜRKAN

07.04.2009 Salı




                                                                33
İNSANLAR VE CİNLER


İnsan, dik duruşa, görece gelişmiş bir beyine, soyut düşünme
yeteneğine, konuşma (dil kullanma) kabiliyetine, alet kullanma ve
üretme becerisine sahip primat türü. Biominal ismi `Homo
sapiens`tir. Homo sapiens Latince "akıllı adam" veya "bilen adam"
anlamına gelir. İnsan, hominoidea (insansılar) üst ailesinin
hominidae (büyük insansılar) ailesine dahildir.1[1]

Cinler, İslam dinine göre, ateşten yaratılmış ve melekler gibi gözle
görülmeyen ruhani varlıklardır. İnsanlar gibi yerler, içerler,
evlenirler ve çoğalırlar. Erkeklik ve dişilikleri vardır. Fani, yani
ölümlüdürler. Fakat insanlardan daha uzun süre yaşadıklarına
inanılır. Geleceği ve gaybı bilmezl Ancak Allah'ın kendilerine
bildirdiği kadar bilgiye sahiptirler. Fakat cinler, ruhani varlıklardan
olduklarından, insanların görmediği ve bilmediği birçok olayları
görür ve bilirler. Cinler de insanlar gibi belli işleri yapmakla
sorumludurlar. İslam inancına göre son peygamber olan
Muhammed, İslam'ı cinlere de anlatmıştır. Bir kısmı kabul ederek
Müslüman olmuş, bir kısmı ise kabul etmemiştir. Cinlerin, kendileri
istemedikleri takdirde, insanların duyu organlarıyla
algılanamayacağına inanılır. Ayrıca çeşitli şekillere girebildiklerine,
kuvvetli ve hızlı olduklarına inanılır.

İslam'da cinler de Allah'a karşı sorumludur, İslam'a inanmak ve
ibadet etmek zorundadırlar. Bu nedenle yaşamları sırasında
yaptıklarının hesabını insanlar gibi vermek zorundadırlar. Böylece,
İslam inancına göre, öldüklerinde, iyi işler yapan ve inanan cinler
cennete, kötü işler yapan ve inanmayan cinler ise cehenneme
gider.

Kuran'da Cin suresi dışında cinlerin bahsi geçen sureler: Zariyat.
Hicr, İsra, Rahman, Kehf, Ahkaf, Enam, Neml, Sad, Saffat, Sebe,
Fussılet, Secde, Araf, Nas.2[2]

İnsanlar ve cinler hakkında wikipedia da geçen tanımlar yukarıda
olduğu gibidir. Amacım insanları ve cinleri araştırmaktan ziyade
insan görünen cinler hakkında araştırma yapmak ve bilgi
toplamak, bilgiyi paylaşmaktır.


1[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsan
2[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/Cin

                                                                     34
İnsan görünen cin nedir. Doğuşta insan olan fakat daha sonra
çevre ve imkanlar sebebi ile değişim geçirerek cinleşen insanlardır.
Konuşmaları insanlar gibidir ama cin gibi düşünürler. Şeytana
pabucu ters giydiren insanlar bu taifedendir.

Nasıl fark edilirler. Normal zamanlarda diğer insanlardan bir farkları
yoktur. Olağan üstü durumlarda hemen cinliklerini göstermeye
başlarlar. Ancak dikkatle izlendiği zaman cin oldukları anlaşılır.

Cinler ile ilgili bazı terimlere göz atalım:

Cingöz: Çok uyanık

Cindemir: Araba tamircisi

Cindoruk : Siyasi cin

Ciner : Zengin cin

Bu örnekleri artırmak mümkün. Diğerlerini araştırıp bulmak
sanıyorum siz değerli okuyucularım tarafından yapılacaktır. Soyadı
tahliline göre de cinleri ayırt edebilirsiniz.

Cin yaşı nasıl hesaplanır: Normal insanlara göre yaklaşık 3 kat fazla
yaşadığına inanılan insan cinlerin yaşını hesaplamak için insan
yaşını 3’e bölmeniz gerekir. 0-100 yaş arası genç cin,100-200 arası
orta yaşlı cin, 200-300 yaş arası yaşlı cin oluyorlar diye bilinir.
İnsanlara göre oldukça yaşlı görünen bir cin gerçekte oldukça
gençtir. Örnek: Cindoruk. Bildiğimiz yaşı 76 iken kendini daha fazla
tutamayarak cin yaşını itiraf etmiştir. (Yani 76/3=25,33 gerçek cin
yaşı) Normal insanlara göre oldukça genç olduğu böylece ortaya
çıkmış oluyor. Dolayısı ile cin yaşının nasıl hesaplandığını da
anlamış oluyoruz.

Cin tavsiyeleri. Zaman sana uymazsa sen zaman uy ve genç
olduğunu söyle.

Cin fikirler. Tarihin her döneminde konuşacak bir şeyler
bulabiliyorsanız kendinize dikkat edin. İnsan cin olabilirsiniz.

Nasıl cin olunur: Bu sorunun cevabı bir hayli zor. Muhtemelen cin
çarpması olabilir. Siyasi ihtiraslarında aynı etkiyi yaptığını
araştırmalar ortaya koymaktadır. Bu yüzden yaşlı siyasilerin cin
olma ihtimalleri yüksektir.

Ahmet TÜRKAN
14.05.2009 Perşembe




                                                                    35
CİNDORUK SİYASETİ


DP Genel Başkanı Sayın Cindoruk AK partiyi darbelerden korkmakla
bir nevi suçladığı beyanında Ak partinin yorulduğu için darbelerden
korktuğunu beyan ediyor. www.habername.com da yayınlanan
haberle ilgili bir yorumum olmuştu.

CİNDORUK SİYASETİ

Sayın Cindoruk AKP'yi darbelerden korkmakla suçluyor. Kendisi
korkmuyor, çünkü darbe ile 6 kere gitmiş 7 kere gelmiş Demirel’in
gölgesinde olduğu için korkmasına gerek yok. Arkası sağlam. Ona
hiç bir şey olmaz. DP'nin başına nasıl Demirel'in bir işareti ile şıp
diye geçiverdi ise bundan böyle de şıp diye iktidar oluverir. Ne de
olsa CİN.

Bu yorumu biraz açıp konuyu derinlemesine analiz etmek istedim.

Yalova’dan kazandığı belediye başkanlığı seçimi öncesi yani yerel
seçimlerden önce Cindoruk DP’den km.lerce uzaktı. Belki de içinden
şeytan görsün yüzlerini diyordu. Ama ne oldu ise Süleyman
SOYLU’nun bir il belediye başkanlığı (YALOVA) kazanması ile
oluverdi. Yani henüz DP ölmemiş ve bir umut vardı. Derhal ne
yapıp edip bu nemayı kapmalı idi. Demirel işaret etti ve Cindoruk
DP’nin başına oturuverdi. Süleyman Soylu’nun çırpınışlarını kimse
duymadı bile.

Sayın Cindoruk darbelerin ne manaya geldiğini iyi bilmeli. 1960
ihtilalinde Rahmetli Menderes’in avukatlığını yapmış biri olarak ne
demek istediğimi sanırım anlayacaktır. Bir başbakan ve 2 bakanın
darbeciler tarafından nasıl ipte sallandırıldığını hatırlar mı acaba.
Yoksa duruşma bitince bavulunu toplayıp gözlerden ırak bir köşeye
mi çekilmiştir. Darbeden korkmasına gerek yok. Çünkü kendisi
hiçbir zaman ipte sallanmak gibi bir riskin altında değildi. O sadece
avukattı. Risk başkasınındı.

12 Eylülde de herhangi bir riski yoktu. Şimdi de herhangi bir riski
yok. Nede olsa dip yapmış bir parti henüz canlanmaya başladığı
zaman ele geçiriverdi. Kimse ona hesap sormaz. Bir kağıt
parçasının ona bir zararı dokunmaz. 1960 ihtilalindeki avukatlığı
kadar rahat. Kılı bile kıpırdamaz. Süleyman SOYLU partiyi
kaptırdığına mı yansın. Bütün başarıları başarısızlıklarına payanda
yapan çıkar çevrelerine mi ..? orasını bilemem.




                                                                      36
Anavatan Partililer Cindoruk’a fazla yanaşmayın. Elinizdekini
avucunuzdakini alıverir. O’nun kimin talebesi olduğunu unutmayın.
Bütün sülalesi hortumcu iken kılı kıpırdamayan, aile fotoğrafındaki
17 kişinin tamamı yargılandığı halde kendisine kimsenin
dokunamadığı Büyük Ombudsman’ın talebesidir O.

DP biraz palazlanırsa kimin genel başkan oluvereceğini anlarsın
Sayın Cindoruk. DYP Genel Başkanlığı hayalleri kurup Tansu Çiller’e
kaptırdığın günleri de unuttun mu acaba.

İnternette biraz araştırma yaparsanız Cindoruk’un ihtilaller
hakkında daha önce neler söylediğini, şimdi neler söylemediğini
bulabilirsiniz.[1] Örnek linki deneyebilirsiniz.

Sayın Cindoruk AK Partiyi kuruntulu buluyormuş. Bende kendisini
buruntulu buluyorum. Muhtemelen hazımsızlıktan midesi
buruluyordur.

Ahmet TÜRKAN

30.06.2009 Salı


[1] http://www.tumgazeteler.com/?a=2249232




                                                                  37
PEKİ AMA NEDEN

Türkiye darbe zihniyetinden bir türlü kurtulamıyor.

İyilere karşı, darbe(27 Mayıs 1960 ihtilali),

kötülere karşı, darbe(12 Eylül 1980 ihtilali),

ekonomi kötüye gidiyor, darbe(Mayıs 2001 krizi; Malum Zamanın
Cumhurbaşkanı Başbakanın kafasına Anayasa kitapçığını fırlatıp
krize neden olmuştu),

dindarlara karşı, darbe (28 Şubat 1997),

Cumhurbaşkanını AK Parti seçecek, darbe (2007 : CHP destekli
Kanadoğlu’nun yargı darbesi).

Darbe olmadan hukuk çalışmaz mı bu memlekette. Liderler feraset
gösterip başarılı olamadıkları zaman koltuklarından feragat
etmezler mi. Seçimle gelenlerin illa darbe ile mi gitmesi gerekir.

6 kere gidip 7 kere gelmek siyasetin şanından mıdır. Bu ne arsız
siyasettir ki o koltuklar birilerine tapulanır. Tapu kaydından düşerse
darbeciler çağrılır.

Darbe davetiyeleri nerede hazırlanır.

Her darbeden sonra mevcut anayasanın yetmediği görüşleri ön
plana çıkartılır, yeni anayasa da darbecilerden nasibini alıp darbe
anayasası oluverir. Sonra kimsenin gücü anayasayı düzeltmeye
yetmez. Çünkü darbe zihniyeti anayasanın belli noktalarına
sigortalar koyar. Zamanı gelince bu sigorta atar ve sistemi korur.

Herkes her şeyi bilir, ama düzeltmek kimsenin işine gelmez. Çünkü
düzeltmek demek birilerinin sistemini bozmak demektir. Anayasayı
düzeltip sivilleştirmek darbe zihniyetinin işine gelmez. Bu
zihniyetten nemalananların da işine gelmez.

Kanunları anlaşılır yapmak savcı ve avukatların işine gelmez. Hele
hele Onursal Baş savcıların hiç işine gelmez. Bozuk düzen birilerinin
nemasıdır çünkü. Ekmek parasıdır oradaki bozukluk. Araba
tamircisi gibi. Tamirciler arıza yapmayan arabaları sevmezler.

Bir şeyi düzeltmeye kalkarsanız kendilerince malum bozuk tarafı
önünüze koyarlar ve ne yapacağınızı şaşırırsınız.

Peki ama neden düzeltilemiyor…?

Konusu ekonomi olan bütün akademisyenler sistemin nasıl düze
çıkacağını biliyor.


                                                                      38
Peki ama neden düzeltmek için bir şeyler yapmıyorlar…?

Tansu Çiller ekonomi profesörü idi, ama 1994 krizini bile bile lades
yaptı. 6 ay önce bono faizlerini açıklayarak dövizin tırmanmasına
sebep oldu. Olayı bilenler zengin oldu, seyredenler müflis
durumuna düştü.

Peki ama neden bilinenler uygulanamıyor. Eksik nerede. Aslında
şöyle sorulmalı.

Neden böyle oluyor.

Deniz Baykal darbecileri yargılayalım dedikten sonra neden askerin
sivil mahkemelerde yargılama yolunu açan kanun için Anayasa
mahkemesine gideceğini söylüyor.

Sigortalarda problemi mi var; yoksa işine mi gelmiyor.

Netekim; tek amacı 12 Eylül darbecilerini azıcık ürkütüp siyasi rant
sağlamak mıydı. Netekim, paşa yargılanamadan intihar ederse
sorumlusu kim olacak. Vade gelir eceli ile giderse problem bitecek
mi. Peki yargı ne olacak.

Peki ama neden siyasilerimiz sözlerinde durmuyor.

İyi çocukları yargılamak isteyen savcılar görevden alınırken, her
şeye maydanoz olan Onursal savcılar ortada cirit atıyor. Sistemi
delip yargısal darbeler yapabiliyorlar.

Peki ama neden kurumlar savcılarına sahip çıkmak yerine adamına
göre muamele yapıyor.

Peki ama neden cunta yasasına karşı olanlar düzenlemelere
karşılar.

Bunlar çok zor sorular.

Peki ama ne zaman düzelecek bu düzensizlikler. Neden birileri
ötekileri dışlayıp kanunlara çomak sokmaya devam ediyor.

Türk toplumunu 2 kutuplu hale getirenler ne zaman insafa gelip bu
vatan bizim diyebilecekler.

 Peki ama saman altından yürütülen laik - antilaik çatışması ne
zaman bitecek.

Anlaşılan demokrasi adına daha çok ekmek yememiz lazım.

Ahmet TÜRKAN

12.07.2009 Pazar



                                                                    39
AYŞE ARMAN’IN REİNA KOMEDİSİ NEYMİŞ…?

Bu başlığı Taraf Gazetesinin 16.07.2009 tarihli YA DA isimli köşe
yazarı Yasemin Çongar’ın “Ayşe Arman’ın Reina Komedisi” başlıklı
yazısına atfen kullanıyorum. Yasemin Çongar’ın daha evvelki
yazılarını pek okumazdım. Arasıra göz gezdirdiğim olurdu. Ayşe
Arman’ın Nisan yağmurları gibi bir kapalı bir açık halini hatırlayınca
okumak istedim.

Konu Ayşe Arman’ın fantezileri değil. Madem Türkiye’de demokrasi
var (Pardon herkes için değil) isteyen istediği gibi giyinip
soyunabilir. Hele bunu köşesinde tutunmak amacı ile bir gazeteci
yaparsa herkes tarafından alkışlanabilir.

Bravooo büyük gözlemci, büyük gazeteci….v.s.v.s. gibi iltifata
tutulabilir.

Benim anlamak istediğim Yasemin Çongar’ın üstüne basa basa
yazdığı orta kısımdan bir bölüm. Bilemiyorum okuduğunuzda aynı
şeyleri hisseder misiniz.

“Ancak gettolaşmış bir mahallede kendini “yabancı” hissetmek
başka şey, Belediye’den ruhsatlı bir kulübün kapısından kovulmak
başka...

Bu ikincisini, “Reina komedisi” başlığıyla yazmıştı Ayşe Arman ve
eğer anlattıkları birebir gerçeği yansıtıyorsa, Reina bence
kapatılmalı; nokta!

Ya da şöyle söyleyeyim; Reina’nın, rezervasyon yaptırmış Ayşe
Arman’ı “tesettürlü” diye içeri sokmamasına benzer bir olay,
Amerika’da, Avrupa Birliği’nin herhangi bir yerinde ve hatta bu
konuda çok net bir yasayı 2000’de kabul eden İsrail’de yaşansa, bu
düpedüz “ayrımcı” uygulama nedeniyle işletme önce çok ağır bir
ceza alır ve eğer uygulamasını değiştirmezse, kapatılır.

Ancak...”

Tırnaktan öncesi ve sonrasını linkten okuyabilirsiniz.

(http://ig.haberbaz.com/haberbaz_load.asp?
ur=http://www.taraf.com.tr/&n=1&b=Taraf+Gazetesi )

Tırnak arasına aldığım konuya dikkatinizi çekmek isterim.

Yasemin Çongar; Ayşe Arman’ı uydurma tesettürü ile içeri almayan
Reina’nın kapatılması gerektiğini söylüyor.




                                                                    40
Gerekçe: Daha önceden rezervasyon yaptırmış. Reinayı kapatın
da…..! Diğerleri ne olacak…!

Dikkat : ÖSS’den gerekli puanı alan, Üniversitelere harçlarını yatırıp
kaydını yaptıran genç kızlarımız Üniversite kapılarından içeri
sokulmazken, Devletin kurumları tarafından eğitim, öğrenim hakkı
gasp edilirken siz nerelerdesiniz Yasemin Çongar hanımefendi.
Burada başka kurumlar tarafından mağdur edilen tüm tesettürlüleri
de dahil etmek isterim.

Eşlerinin başörtüsü yüzünden Türk Silahlı Kuvvetlerinden Askeri
Şura kararı ile ihraç edilenleri de dahil etmek isterim.

Tesettür fantezi değildir.

Tesettür insanların inandığı gerekçeler için bir giyiniş tarzıdır.
Tesettür İslamın emridir.

Bu yazılarınızı o zaman neden yazmıyorsunuz.

Hükümetin çıkarttığı kanunun malum çevreler tarafından askıya
alınması karşısında neden tek satır yazmak gereğini
duymuyorsunuz.

Sebep belli. Ayşe Arman bunu rol gereği yapıyor. Bir daha tesettür
giyer mi giymez mi onu Allah bilir. Ve de eli kalem tutan bir yazar.
Desteklenmeli ki bu tip girişimler halk nazarında dikkate değer,
hatta akademik bulunsun.

O sizin taraftan değil mi….?

Savunulması gerekir. Ama verdiğiniz örnekler Türkiye ile uzaktan
yakından alakası olmayan ülkeler ve kanunlar.

Türkiye’de rol de yapsanız tesettüre geçiş yok.

Savunurken tek taraflı olmayın.

Biraz insaf. Hakikatleri görmezlikten gelmenin bir faydası yok.

Eğer bir hak varsa bu herkes için geçerli olmalı. Sadece rol
yapanlara tanınan hak, hak değildir

Ahmet TÜRKAN
16.07.2009 Cuma




                                                                     41
UĞUR DÜNDAR’A FİTRE DÜŞERMİ

Uğur Dündar’a fitre düşer mi diye medyatik alimlerimizden Beyaz
Hocaya sorsaydık alacağımız cevap muhtemelen….

    -       Düşer, düşer olurdu. Sonrada büyük bir ihtimalle Uğur
        Dündar’ın durumu nasıl diye de sorardı.

Yaşar Nuri Hocamıza sorsaydık…

    -         Ben bunu kitaplarımda yazmıştım…şeklinde bir cevap
        alırdık ve cevabını kendimiz bulmak zorunda kalırdık.

Bu edebiyat nereden çıktı diye soracaksınız büyük bir ihtimalle.
Uğur Dündar katıldığı bir radyo programında fitre ile dalga geçmiş.
Bahse konu olay kısaca aşağıdaki gibi. Konunun tamamını merak
edenler verdiğimiz linkten okuyabilirler.

“Geçtiğimiz hafta Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açıklanan
fitrenin "6,5 TL'lik" taban fiyatı Uğur Dündar’ın telefonla katıldığı
radyo programında dalga konusu oldu. Dündar, emekli ve memur
maaşlarına yapılan zamla bağdaştırdığı fitrenin devlet tarafından
verildiğini ima edercesine, "Daha ne versin ki devlet" gafını
yaptı.”3[1]

Yukarıdaki pasajdan anladığım kadarı ile Uğur Dündar’ın her ne
kadar emekli ve memurlarla ilişkilendirdi ise de aslında kafasının
arka planında fitrenin; devletin veya İktidar Partisinin oy toplamak
amacı ile fakire fukaraya dağıttığı bir para gibi düşünmüş olacak ki
bozdur bozdur harca demiş.

Sayın Dündar bu konu; her yıl Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından
4
 [2] açıklanır. Müslümanlar da ona göre fitrelerini verirler.

Araştırmacılığı ile yıllardır gündemde olan bir usta gazetecinin bu
konuda böyle bir gaf yapması akla şu soruları getiriyor.

Her ramazanda köşelerinden ahkam kesenlerin, ramazanlıklar
dağıtanların, ama aynı zamanda ramazan dışında İslami kesime ver
yansın edenlerin aslında bir numara bilmediklerini gösteriyor.

Bildikleri bir şey var.

Karalamak.

Her ramazanda uydurma bir konu bulup imanları sulandırmak.

Sakız çiğnemek orucu bozar mı…?

3[1] http://www.haber7.com/haber/20090805/Ugur-Dundarin-Fitre-dalgasi-VIDEO.php
4[2] http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/Diyanet-Isleri-Baskanligi-Duyuru-2781.aspx

                                                                                       42
Sigara içmek orucu bozar mı…?

Eşini öpmek orucu bozar mı…?

Oruç nasıl açılır….?

Bu konularda fetva vermeye hazır alo fetva hocaları, üzerlerine
vazife imiş gibi her soruya mutlaka bir şeyler söylemek zorunda
olduklarını sanıp sallamadan, test usulü hatta çoktan seçme sorular
karşısında uydurma cevaplarla hem komik duruma düşmekteler
hem de konunun biraz dışında fakat inanç problemi olmayanların
da kafalarının karıştırmaktalar. Üstüne üstlük kanal kanal gezip işi
rantiyeye çevirmekteler.

Ondan sonra araştırmacı gazeteciniz Uğur Dündar fitrenizle, bozdur
bozdur harca diye dalga geçer.

Boşuna endişelenme Uğur Bey sana fitre düşmez.

Onun için harcayamazsın.

Eğer fitre vermek istersen de dokunmaz. Ekonomik durumunun
oldukça iyi olduğu basında epeyce yazıldı çizildi.

Fitre Nedir.

“Ramazan Bayramına kavuşan ve dinen zengin sayılan
Müslümanların, kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler için
fakirlere vermeleri gereken belli miktarda mal ya da paradır.”5[3]

Yanlış anlaşılmasın. Bu konularda diyanet işleri başkanlığı sitesi
www.diyanet.gov.tr

her zaman hizmetinizdedir. Eğer birine sormaktan utanıp
sıkılıyorsanız, diyanet sitesi imdadınıza yetişir.

Ahmet TÜRKAN

10.08.2009




DARBE YAPACAĞIZ DA PLANIMIZ YOK – 1
5[3] http://www.diyanet.gov.tr/turkish/biliyormuyuz/biliyormuyuzoku.asp?id=41&harf=F

                                                                                       43
“Türkiye Cumhuriyeti son 50 yılını darbelerin kaos ve karanlığında
yitirmiş bir ülkedir. Bunun nedenlerini araştırmak için Osmanlı
Devleti’nin son döneminde orduya bulaşan siyaset hastalığının ve
Cumhuriyetin kuruluşundaki tepeden inmeci uygulamaların
hatırlanması gerekir.

Osmanlının son döneminde Ordu içinde fırkalaşma ve masonik
kadrolaşma Balkan harbinde müthiş bozguna ve kısa süre sonra hiç
hazırlıklı olmadığımız halde birinci cihan harbine girerek Osmanlı
Devletinin yok olmasına neden olmuştur.

Osmanlının enkazından Kurtuluş savaşıyla iyice yıpratılmış, 12,5
milyon nüfuslu yeni Cumhuriyetin kurulması için düşmanlarımızın
en önemli istekleri olan islam’dan ve İslam Ülkelerinden
uzaklaşmamız, dinde lakayt yöneticiler tarafından da benimsenerek
yeni devletin batıdan onay alması sağlanmıştır. Bu konuda
İngiltere Avam Kamarasında ‘Türklerin istiklalini ne için
tanıdınız’ diye yükselen itirazlara Lord Gürzon; “Biz onları
maneviyat ve ruh cephesinden öldürmüş bulunuyoruz. Asıl
bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine
kavuşamayacaklardır” demiştir.

Türkler Cumhuriyet sonrası batıya dostça ve samimiyetle
yaklaşırken, batı İslam dünyası üzerindeki kirli emellerinden hiçbir
zaman vazgeçmemiştir. İslam ülkelerindeki zengin enerji
kaynaklarını ele geçirmek, İslam devletlerini parçalayıp bölerek
güçsüz, zayıf, küçük kendilerine bağımlı tutmak için her türlü
entrikalara,   siyasal,   sosyal,  ekonomik,      askeri   baskılara
başvurmuşlardır. Bu baskıları bazen gizli servisleri veya ellerinde
tuttukları medya organlarından sinsice, bazen de ekonomik baskı
ve askeri güç kullanarak yapmaktadırlar.

İkinci Dünya savaşı sonrasında Churcil’e Yalta’da bir basın
toplantısında Türkiye’nin konumu hakkında sorulan bir soruya
“Türkiye’nin belirli bir ağırlığı vardır. Bu kilosunu İslam
alemine ve Sovyet Rusya’ya karşı korumalıdır. Eğer Türkiye
zayıflayacak olursa İslam alemine ve Sovyet Rusya’ya karşı
desteklenerek eski kilosuna çıkarılmalıdır. Fakat Türkiye
şişmanlayacak (fazla güçlenecek ) olursa derhal rejime tabi
tutulup eski kilosuna indirilmelidir” cevabı, İngiltere’nin
Türkiye’ye bakışını yansıtan bir görüştür. Komünist blokun güçlü
olduğu iki kutuplu dünyada Rusya’ya komşu İslam ülkelerini
Batı’nın savunması için Rusya’ya karşı kalkan olarak kullanılmıştır.




                                                                 44
İkinci dünya savaşından sonra batının önderliğinin İngiltere’den
Amerika devralmıştır. Bu nedenle Türkiye ABD’ne yaklaşma
gereğini duydu. 1947 yılında Türkiye ve Yunanistan Sovyetler Birliği
tehdidi altında diye Truman doktrini çerçevesinde ekonomik ve
askeri yardım planına alındı. Genel Kurmay Başkanı Salih
OMURTAK başkanlığında bir Türk heyeti Amerika’ya gitti.
1948’de Türkiye dünya Bankasından ilk borcunu (50 Milyon $)
aldı. Marshall yardımı yürürlüğe sokuldu ve 1948-52 yılları
arası 351 700 000.-$ yardım aldı.Türkiye 1950’de Kore’ye asker
gönderdi. Bu birlik, ABD birliklerini korumak için çok büyük
kayıplar verdi. ABD başkanı Truman yardımı 3 katına çıkardı.
Sonuçta Türkiye 1951 yılında NATO’ya kabul edildi. 1952’de
düşünce, finansman ve techizatını ABD’nin verdiği, Özel Harp
Dairesi, Seferberlik Tedkik Kurulu adıyla kuruldu. Sınavla Türk
Subayları Amerika’ya davet ediliyor, özel harp kursları görüyordu.
İlk giden 16 subay arasında Yüzbaşı Alpaslan TÜRKEŞ’te
vardı. Daha sonra kurulduğu ülkelerde Gladio diye
isimlendirilen özel harpçiler Türkiye’de tüm ihtilallerde ve
kirli işlerde görülecekti.

1927 yılında kurulan Milli Emniyet Hizmeti (MEH) teşkilatının da CIA
ve diğer yabancı batılı istihbarat servislerinden yoğun parasal
destek gördüğü 1955-56’larda Başbakanlık Müsteşarı tarafından
tespit edilmiştir.

5 Eylül 1955’de Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev
bombalanmış ve bir gün sonra İstanbul Beyoğlu’nda
azınlıkların dükkanları çirkin bir şekilde yağmalanmıştı. Bu
olayın Özel harp dairesi tarafından planlandığı yıllar sonra
özel harpçi Orgeneral Sabri YİRMİBEŞOĞLU hatıratında
açıklayacaktı. Planlayıcılar kahraman Türk Subayı olarak terfi
ederken, olaydan haberi olmayan Demokrat Partisi iktidarı
Yassıada’da bu olay nedeni ile de Anayasayı ihlalden mahkum
olacaktı. 21 Ocak 1972 tarihli Daily Telegraph gazetesi CIA’in
hangi ülkede darbe yaptığına açıklarken Türkiye’de 1960
ihtilalini ve 1971 müdahalesini CIA kaynaklarına dayanarak
bildirmiştir. 12 Mart 1971 müdahalesinden birkaç yıl sonra, Eski
Dışişleri Bakanı İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL 12 Mart darbesinden 3
ay önce ABD Büyükelçisi’nin haşhaş ekiminin yasaklanmasını Türk
Hükümetinden istediğini ve Başbakanın bunu kabul etmediğini, ABD
Büyükelçisi’nin ise çok yazık bundan fena neticeler doğacak dediğini
söyleyerek çok fena neticeler belli oldu. 3 ay sonra hükümetimiz
düşürüldü dedi. Darbe sonrası kurulan hükümet haşhaş ekimini
kısa sürede yasaklamıştı. 12 Mart darbesi öncesi Hv.K.K. Muhsin
BATUR bir ödül töreni için ABD’ye gitmişti. Soğuk savaşın en hızlı
olduğu bu yıllarda ABD Türkiye’de kendi kontrolünden çıkmış sol



                                                                  45
eylemlerden rahatsız oluyordu. Bu nedenle komutana darbenin ne
zaman yapılacağını sordukları yazılmıştır. 1971 darbesinde sol
eylemlerde kullanılan pek çok eylemci hapislerde çürür, gizli
köşklerde işkenceye tabi tutulur veya çatışmalarda öldürülürken
CIA ve Özel Harpte bu eylemcileri kullananlar başarıları ile
övünüyorlardı.6[1]”

Konu uzun, sizi sıkmamak için devamını önümüzdeki haftaya
bırakıyorum. Konu bittiğinde ise konu hakkında gereken açıklama
ve yorumlarımı, niçin böyle bir başlık kullandığımı açıklayacağım.



Ahmet TÜRKAN

15.08.2009




6
[1] Kemal ŞAHİN,”Bağımsız Türk Mahkemelerinde Yargılanmak İstiyorum”,Sarıyıldız,
Ankara,2007,S.5-8


                                                                                   46
DARBE YAPACAĞIZ DA PLANIMIZ YOK - 2

1974 Kıbrıs müdahalesinden sonra ABD ile ilişkilerimiz
bozulunca, Org Semih Sancar Başbakan Ecevit’ten örtülü
ödenekten, “ örtülü ödenekteki paranın tümüne yakın olan
birkaç milyon lira istiyor”. Ecevit ne için istediğini sorunca
“Özel Harp Dairesi için istediğini, daha önce bu dairenin
masraflarının ABD tarafından karşılandığını, bu dairenin ABD askeri
yardım kuruluşu ile aynı binada çalıştığını” bildiriyor. Ve Ecevit 12
Mart sonrası Kontrgerilla faaliyetleri ile ilişkili bu teşkilatı tam
öğrenememeden iktidardan ayrılıyor.

1975–80 yılları Türkiye için terörün tırmandığı yıllardı. 1974’de
terörden 4 kişi ölürken, 75 de 35, 76 da 104, 77 de 292 kişi ölüyor.
1978–79 İran,’da Humeyni devrimi ABD’nin gözlerini dört açmasına
ve Türkiye’ye ayrı bil ilgi göstermesine neden oluyor. 7–8 Haziran
1980’de Gn. Kur. Bşk Kenan Evren ABD’ye gidiyor. Başkan Carter’in
milli güvenlik danışmanı Zbigniew Brezinski ile görüşüyor.
Brenzinski “İstikrarlı bir Türkiye istiyoruz. Ama Türkiye bu konuda
iyiye gitmiyor bir şeyler yapmak lazım” diyor. 12 mart darbesinde
olduğu gibi ihtilalden bir hafta kadar önce de Hv. K.K. Tahsin
Şahinkaya (Dünyanın en zengin generali) ABD’de görüşmelerde
bulunuyor. 11 Eylül günü öğle vakti Başbakan Demirel bir
müdahale olacak mı diye etraftan bilgi toplamaya çalışıyor ama
sonuç alamıyor. 12 Eylül sabahı İhtilal başarılmıştır. İhtilal
başlamadan önce Ankara’da basılan taşra baskısı Günaydın
Gazetesinin birinci sayfası alt yarısında üç sütuna basılmış bir yazı
başlığı vardı. Başlıkta “ Ankara’da önemli olaylar bekleniyor.
Avrupa’dan bir uçak dolusu gazeteci geldi.” Yazıyordu. Yani
başbakanın ihtilalden haberi yokken Avrupalı gazeteciler
ihtilali yakından izlemek için tam gününde gelmişti. Brezinski
darbeyi ABD başkanına tiyatroda oyun seyrederken haber veriyor
ve “Bizim çocuklar başardılar” diyordu.

Darbe sonu 11 Eylüle kadar tırmanarak devam eden terör olayları
birden son buldu, Hükümet düşürüldü, Parlamento feshedildi, siyasi
partiler kapatıldı. 650.000 kişi gözaltına alındı. “Asmayıp’da
besleyelim mi?” diyerek 50 kişi idam edildi. 14.000 kişi
vatandaşlıktan çıkarıldı, 229 kişi işkencede can verdiği,
kayıpların sayısının ise bilinmediği yazıldı.
1974 Kıbrıs müdahalesi sonrası NATO’dan ayrılan Yunanistan’ın
tekrar NATO’ya alınması Türkiye tarafından hiçbir engelleme
karşılaşmadan sağlandı. Ana çatısı ile bugünde geçerli olan Anayasa
hazırlandı. Anayasaya yerleştirilen birbirine zıt pek çok tuzak
deyimlerle zalimlere zulüm yapma imkanı sağlandı. İhtilal sonrası


                                                                  47
Türkiye’de görev yapan ABD elçisinin İhtilalin lideri Kenan Evren
hakkında hatıratında yazdıkları çok ilginçtir. Büyükelçi “ Evren çok
hoş bir insandı, diyalogumuz çok iyiydi, Atatürk’e bağlı insandı.
Kendisinden bir istekte bulunacağımız zaman, Atatürk’ün o konu ile
ilgili bir sözünü bulur söylerdik hemen kabul ederdi.” diyor. Acaba
büyükelçi başörtüsü veya bazı lisanların yasaklanması yönünde bir
telkinde bulunmuş mudur?
1980 ihtilalinin Time dergisinde “Dünyanın en zengin generali’ diye
kapak konusu olacak generalleri de Türkiye’ye kazandırdığını
söylemeden geçmeyelim.
1990’lı yıllar Dünya komünist blokun yıkıldığı, NATO yani batı, tek
kutuplu globalizmin benimsenmeye başlandığı, NATO yani batı
tarafından İslam’ın düşman olarak kabul edildiği yepyeni bir
dönemdi. Amerika Irak’la İran’ı 8 yıl savaştırdıktan sonra, Diktatör
Saddam’ın Kuveyt’e girmesine önce ses çıkarmamış. Daha sonra
Saddam’a savaş açarak Orta Doğu’da bütün kontrolleri eline
almıştı. Komünist blokun yıkılması ile tüm dünyada dinlere
yönelmede artış olurken, İslam Ülkelerinde elinde tuttuğu medya
ile halkı İslam’dan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Türkiye’de o yıllarda
Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Aczimendiler, Hizbullah eylemleri,
medyanın günlük senaryolarında yerlerini alıyordu. Bu arada Prof.
Muammer Aksoy, Prof. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi solcu
aydınlar faili meçhul suikastlara kurban gidiyor, bütün bu
cinayetlerin şeriatçılar tarafından işlendiği medyada çeşitli
senaryolarla anlatılıyordu. Bunlardan ilginç olanı Bahriye Üçok
bombalı paketle suikast konusunda MİT tarafından eğitildikten
sonra gönderilen bir bombalı paketle öldürülmüştü. En çok
araştırılan Uğur Mumcu’nun         ölümü arabasına egzostla motor
arasına yerleştirilen askerlerin kullandığı C-4 tahrip kalıbı ile
gerçekleştirilmişti. Cinayeti işleyenler telefonla gazeteleri arayarak
yığınla İslamcı terör örgütü ismi vermişlerdi. Cinayet öncesinde
körfez savaşında türlü numaralar çeviren Amerika’ya karşı tepkiler
artmıştı. İslami yayın yapan radyo TV istasyonları artmaya ve
İslami şuurlanma artmaya başlamıştı. İmam Hatiplilerin Harp
okullarına girişine imkan sağlayacak kanun teklifinin Meclis Milli
Eğitim komisyonunda görüşülmesi kabul edilmişti. Ölümünden
birkaç gün sonra da İran Dış İşleri Bakanı Türkiye’ye gelecekti.
Cenaze büyük bir kalabalığın omuzlarına “Kahrolsun şeriat, Mollalar
İran’a” sloganları ile taşınmış, Uğur’u öldürenler müthiş bir iş
başarmışlardı. Bunun için pek çok provokatif olaylar MGK
toplantılarına yakın olarak uygulamaya konur, MGK’da gündem
konusu olurdu. Bu olay sonrası MGK’nın talebi ile özel radyo ve
TV’lerin yayını durduruldu, İmam Hatiplilerin Harp okullarına
girmesine imkan sağlayacak kanun teklifi reddedildi. İran Dış İşleri
Bakanının ziyareti Uğur’un cenaze merasimi gölgesinde sönük
geçti. Uğur Mumcu’nun şeriatçılar tarafından öldürülmediği ailesi



                                                                   48
tarafından da kabul edildi. Ama bugüne kadar kimin öldürdüğü de
anlaşılamadı.
NATO’nun yeni düşmanımız İslam fikri başlangıçta Türkiye’de
benimsenmedi gibi görünse de NATO’nun bir parçası olan TSK’da
yeni konsept çalışmalar 1994 yılında göze çarpmaya başlamaktadır.
Subay ve astsubaylardan eş ve çocuklarının resimleri istendi.
Özellikle 1996 yılında Deniz Kuvvetlerinde Yunanistan ile yaşanan
Kardak Kayalıkları krizi esnasında Ramazan aynının içine denk
getirilerek fişleme faaliyetlerinin yapılması çok dikkat çekicidir. Eşi
türbanlı başörtülü fotoğraf verenler derhal sakıncalı veya şüpheli
personel listesine alındı. Bir süre sonrası Jn.Gn.Komutanı Teoman
Koman kışlalarda subay ve astsubayların cami ve mescitlere
gitmesini yasaklayan bir emir yayınladı. Aynı dönemde Donanma
Komutanı Güven ERKAYA’da Donanma garnizonuna başörtülü
bayanların girmesini yasakladı. Bu arada sivil hayatta Aczimendiler
gibi provakatif olaylar devamlı gündeme getiriliyordu. Siyasi ortam
ise oldukça karışıktı. ANAP’ta Genel Başkan Mesut Yılmaz güven
sağlayamamıştı. DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ekonomik krizi
atlatmakta zorlanıyor, rüşvet, hortumculuk, haksız mal edinme
dedikoduları iktidarı sarsıyordu. Solcu partiler birbirleri ile
uğraşmaktan başka bir şey yapamıyor, Refah Partisi gittikçe
güçleniyor, yeni konsepte ayak uydurmaya çalışan TSK bu
durumdan çok rahatsız oluyordu.
1995 seçimlerinden Refah Partisi birinci parti olarak çıkmıştı, DYP-
ANAP koalisyonu yürümemiş, ANAP Refah koalisyonu son anda
askerler tarafından engellenmişti. Erbakan Çiller’le anlaşarak 96
yılında Refah-Yol kuruldu. Askerler 96 Ağustos YAŞ toplantısında
Hükümete karşı ilk tavrı koydular. YAŞ’ta irticai nedenlerle diyerek
13 subay-astsubayı ordudan uzaklaştırdılar. Halbuki daha önceki
toplantılarda ordudan YAŞ yolu ile ayrılanlar disiplinsiz diye ilan
edilmekteydi. Bu YAŞ toplantısı sırasında ordudan uzaklaştırmalara
hiç itiraz etmeyen Erbakan başbakanlık konutunda verdiği davette
alkollü içki vermeyince Güven Erkaya ile rakı krizi yaşanmıştı.
Komutanlar bu hükümeti istemiyorlardı. Daha önce baş tacı olan
Tansu Çiller Erbakan’la hükümet kurduğu için tukaka olmuştu.
YAŞ’ta ihraç sorunu çıkarmayan Başbakan’a Aralık şurasında 69 kişi
sundular. İmza yine sorunsuzdu. Askerlere karşı sorunsuz davranan
Başbakan sivil ortamda bu ölçüyü muhafaza edemiyordu.
Konutunda bazı tarikat liderlerine verdiği iftar yemeği medya
tarafından abartılarak kullanıldı. Ardından Sincan’da Kudüs gecesi
nedeniyle provokasyonlar yaşandı. Sincan’da tanklar yürütülerek
28 Şubat 1997’de MGK toplantısı sonucu Refah-Yol’un ipi çekildi.
3,5 ay sonra hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Silahlı Kuvvetler
tarafında çeşitli kurum ve kuruluşlara irtica brifingleri verildi.
Bunların arasında Yüksek Yargı organları da vardı. Oysa yargıyı
etkilemek Anayasamıza göre Anayasal suçtu.



                                                                    49
TSK’dan 1200 civarında subay ve astsubay YAŞ kararı ile
sorgulanmadan, mahkemeye çıkmadan, savunma hakkından
mahrum ve ne ile suçlandığını bilmeden yargısız infaza
maruz kaldı. Bunu tasvip etmeye 10.000 in üzerinde subay
astsubay da emekliliğini isteyerek ayrıldı.
İrtica fişlemesi askerlerden memurlara, polis,öğretmenlere, hatta
işportacı ve kokoreççilere kadar yaygınlaştırıldı. Türkiye’de
komünist Sovyet rejiminden daha baskıcı bir uygulama görüldü.
Aykırı yazanlar andıçlanarak devre dışı bırakıldı. Pek tabi bu arada
menfaatçi hortumcularda boş durmuyordu.
Bankaların içleri boşaltılıyor, ekonomi alt üst oluyor,
önceden bazıları tarafından birçok maddesi ihlal edilen
Anayasa Cumhurun başı ile Başbakan arasında fırlatılıyordu.
Milli birlik ve beraberlik çok yara almıştı. Ordu, yargı,
Cumhurbaşkanı ve medyanın itibarı her gün biraz daha azalıyordu.
1999 büyük depremi yanında siyasi ortamda yapılan
tahribat Ülkeyi tarihinin en büyük krizine sürükledi. Ve
Türkiye iflas etmişti. 28 Şubat post modern darbesi yapanlar
Ülkeyi IMF’nin kucağına oturttular. Açlık sefalet, ahlaksızlık,
adaletsizlik aldı yürüdü. Batan bankaların her birinin enkazı
altından ordudan irtica nedeni ile subay astsubayları uzaklaştıran
çok disiplinli komutanlar çıktı.
Bazı disiplinli komutanlar ise orduya iş yapan müteahhitten
150.000$ borç alarak, veya kaynağını açıklayamadıkları
paralarla mülk edindikleri tespit edildi.
Milletimiz bu pisliklerin sorumlularını 3 Kasım 2002
seçimlerinde Parlamentonun %95’ni değiştirerek siyasi
mevta haline getirdi. Böylece bundan sonraki siyasetçilere
dürüst davranmaları konusunda gerekli dersini verdi.7[1]
Başından beri anlatmaya çalıştığımız gibi bütün darbeler iç ve
dışarıda bu milletin düşmanlarının ve menfaat çetelerinin işbirliği ile
hazırlanmıştır. Bu arada bazı vatanseverler farkında olmayarak
kullanılmışlardır
Devrimler milletin sosyolojik, psikolojik, ahlaki, hukuki, iktisadi8[2]
yapısını bozmakta tedavisi çok güç sorunlara neden olmaktadır.
İhtilalleri yapanlar cezalandırılmadıkça ihtilal heveslileri daima
olacak, ülke bu tehditle her zaman karşı karşıya kalabilecektir.
Milli iradenin tecellisini sağlamaya çalışmak ve Milletin
sesine kulak vermek her Türk vatandaşı ve yöneticisinin
görevidir. Milletimiz, Meclisimiz, ve Hükümetimiz darbelerin
yaralarını      sarmak    için   üzerlerine     düşen     görevlerini
yapmalıdırlar.


7[1] Kemal ŞAHİN,”Bağımsız Türk Mahkemelerinde Yargılanmak İstiyorum”,Sarıyıldız,
Ankara,2007,S.9-14
8[2] http://www.habername.com/yazi/ahmet-turkan-ticari-ahlak-1464.htm

                                                                                    50
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri
Referandum günlükleri

More Related Content

Similar to Referandum günlükleri

icabihal sayi 5
icabihal sayi 5icabihal sayi 5
icabihal sayi 5kolormatik
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 1 .pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 1 .pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 1 .pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 1 .pdfAhmet Türkan
 
tAYYIP GULEN ELELE-Imamin Ordusu
tAYYIP GULEN ELELE-Imamin OrdusutAYYIP GULEN ELELE-Imamin Ordusu
tAYYIP GULEN ELELE-Imamin Ordusudonektayyip
 
imamin ordusu - dokunan yanar
imamin ordusu - dokunan yanarimamin ordusu - dokunan yanar
imamin ordusu - dokunan yanarimaminordusu
 
Demokrasiye çeyrek kala.pdf
Demokrasiye çeyrek kala.pdfDemokrasiye çeyrek kala.pdf
Demokrasiye çeyrek kala.pdfErdem4
 
Ergenekon Nasıl Çökertilir'in e-kitap
Ergenekon Nasıl Çökertilir'in e-kitapErgenekon Nasıl Çökertilir'in e-kitap
Ergenekon Nasıl Çökertilir'in e-kitapefo
 
Hdp 2015 Kadın bildirgesi
Hdp 2015  Kadın bildirgesiHdp 2015  Kadın bildirgesi
Hdp 2015 Kadın bildirgesiHüseyin Ipek
 
Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk! (2)
Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk! (2)Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk! (2)
Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk! (2)Olgaç Demirkol
 
Chp Parti IçI EğItim Programi
Chp Parti IçI EğItim ProgramiChp Parti IçI EğItim Programi
Chp Parti IçI EğItim Programimuratesen007
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2.pdfAhmet Türkan
 
Dünya İnsan Hakları Günü 2009 TurkMSIC Broşürü
Dünya İnsan Hakları Günü 2009 TurkMSIC BroşürüDünya İnsan Hakları Günü 2009 TurkMSIC Broşürü
Dünya İnsan Hakları Günü 2009 TurkMSIC BroşürüSemih Kucukcankurtaran
 
Siyasetin işletme ve toplum üzerindeki etkisi
Siyasetin işletme ve toplum üzerindeki etkisiSiyasetin işletme ve toplum üzerindeki etkisi
Siyasetin işletme ve toplum üzerindeki etkisiDOU End Muh Sunum
 

Similar to Referandum günlükleri (20)

icabihal sayi 5
icabihal sayi 5icabihal sayi 5
icabihal sayi 5
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 1 .pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 1 .pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 1 .pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 1 .pdf
 
Hatice kpss de
Hatice kpss deHatice kpss de
Hatice kpss de
 
Hatice kpss
Hatice kpssHatice kpss
Hatice kpss
 
Hatice kpss 1
Hatice kpss 1Hatice kpss 1
Hatice kpss 1
 
Hatice kpss
Hatice kpssHatice kpss
Hatice kpss
 
tAYYIP GULEN ELELE-Imamin Ordusu
tAYYIP GULEN ELELE-Imamin OrdusutAYYIP GULEN ELELE-Imamin Ordusu
tAYYIP GULEN ELELE-Imamin Ordusu
 
IMAMIN ORDUSU
IMAMIN ORDUSUIMAMIN ORDUSU
IMAMIN ORDUSU
 
imamin ordusu - dokunan yanar
imamin ordusu - dokunan yanarimamin ordusu - dokunan yanar
imamin ordusu - dokunan yanar
 
Demokrasiye çeyrek kala.pdf
Demokrasiye çeyrek kala.pdfDemokrasiye çeyrek kala.pdf
Demokrasiye çeyrek kala.pdf
 
6 political 7.citizenship
6 political 7.citizenship6 political 7.citizenship
6 political 7.citizenship
 
Ergenekon Nasıl Çökertilir'in e-kitap
Ergenekon Nasıl Çökertilir'in e-kitapErgenekon Nasıl Çökertilir'in e-kitap
Ergenekon Nasıl Çökertilir'in e-kitap
 
Hdp 2015 Kadın bildirgesi
Hdp 2015  Kadın bildirgesiHdp 2015  Kadın bildirgesi
Hdp 2015 Kadın bildirgesi
 
Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk! (2)
Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk! (2)Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk! (2)
Unutturulmak istenen Devrimci Atatürk! (2)
 
Chp Parti IçI EğItim Programi
Chp Parti IçI EğItim ProgramiChp Parti IçI EğItim Programi
Chp Parti IçI EğItim Programi
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2.pdf
 
Dünya İnsan Hakları Günü 2009 TurkMSIC Broşürü
Dünya İnsan Hakları Günü 2009 TurkMSIC BroşürüDünya İnsan Hakları Günü 2009 TurkMSIC Broşürü
Dünya İnsan Hakları Günü 2009 TurkMSIC Broşürü
 
DYP 2007 Entegre İletişim Stratejisi
DYP 2007 Entegre İletişim StratejisiDYP 2007 Entegre İletişim Stratejisi
DYP 2007 Entegre İletişim Stratejisi
 
Atatürkçülük
AtatürkçülükAtatürkçülük
Atatürkçülük
 
Siyasetin işletme ve toplum üzerindeki etkisi
Siyasetin işletme ve toplum üzerindeki etkisiSiyasetin işletme ve toplum üzerindeki etkisi
Siyasetin işletme ve toplum üzerindeki etkisi
 

More from Ahmet Türkan

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Ahmet Türkan
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxAhmet Türkan
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfAhmet Türkan
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfAhmet Türkan
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfAhmet Türkan
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfAhmet Türkan
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfAhmet Türkan
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfAhmet Türkan
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfAhmet Türkan
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfAhmet Türkan
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAhmet Türkan
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfAhmet Türkan
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfAhmet Türkan
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfAhmet Türkan
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfAhmet Türkan
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfAhmet Türkan
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfAhmet Türkan
 

More from Ahmet Türkan (20)

Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
Atalarımız “ibret olma ibret al” demişler. Ne doğru söz.
 
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptxUNUTULMAZ SÖZLER.pptx
UNUTULMAZ SÖZLER.pptx
 
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdfHAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
HAFIZAYI KUVVETLENDİRME YOLLARI.pdf
 
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdfMEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
MEVLANA’DAN ÖZLÜ SÖZLER.pdf
 
TARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdfTARIK BİN ZİYAD.pdf
TARIK BİN ZİYAD.pdf
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
 
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdfGÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
GÖNÜLDEN NAĞMELER.pdf
 
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdfOSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
OSMANLI MİMARİ SÖZLÜĞÜ.pdf
 
ANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdfANNEM BABAM.pdf
ANNEM BABAM.pdf
 
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdfKENDİ GİBİ OLMAK.pdf
KENDİ GİBİ OLMAK.pdf
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
 
AİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdfAİLE OLMAK.pdf
AİLE OLMAK.pdf
 
AŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptxAŞKA GİDEN YOL.pptx
AŞKA GİDEN YOL.pptx
 
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdfHAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
HAYATA DAİR OKUMALAR-1.pdf
 
İŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdfİŞ AHLAKI.pdf
İŞ AHLAKI.pdf
 
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdfGECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
GECIM DUNYASI E- KITAP.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP-1 docx.pdf
 
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdfÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
ÇOCUK EĞİTİMİ. E KİTAP -2 docx.pdf
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
 
EVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdfEVLİLİK HAYALİ.pdf
EVLİLİK HAYALİ.pdf
 

Referandum günlükleri

  • 2. İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ… 4 Kim Haklı… 6 Televizyon Ekonomisi… 8 Öğrenci Affı Kime… 12 Başörtüsü ve Anayasa Mahkemesi… 14 Suç ve Ceza… 16 Ticari Ahlak… 19 Hasan Cemal’e Mektup… 21 Gazze ve İslam Toplumları… 23 Dünya Halklarının Vebali… 25 Sadabat Paktı… 27 Onurlu duruş - El Zeydi ve Irak’ın Sesi… 29 Seçimler Sonrası Yol Haritamız… 31 İnsanlar ve Cinler… 34 Cindoruk Siyaseti… 36 Peki Ama Neden ?... 38 Ayşe Arman’ın Reina Komedisi Neymiş.?... 40 Uğur Dündar’a Fitre Düşer mi… 42 Darbe Yapacağız da Planımız Yok – 1… 44 Darbe Yapacağız da Planımız Yok – 2… 47 Açılım Yapacağız da Planımız Yok… 52 Ön Yargılardan Kurtulmak Lazım… 54 11 Eylül’ü 12 Eylül’e Bağlarken… 57 Demirel’in Açılım Yorumu… 60 Ortalama İnsanların Aklına Gelen Sorular… 62 İslam Olmak Bir Yük mü… 65 YAŞ Kararları ve AİHM… 68 Öğretmenin Utandıran notu… 70 Hitler Onur ÖYMEN Tunceli Sokaklarında… 72 HEPAR Ya da Osman PAMUKOĞLU… 74 Ben Döverim, Ama Dövdürmem…76 CHP Komutanı Zorgeneral Deniz BAYKAL… 78 Danıştay’dan Katsayı Kararı… 81 TSK ve Diyanet’ten Trabzon Mesajı… 83 29 Şubat… 85 Suikast Plancıları salak mı…?... 88 Sinsi Planlara Devam… 90 Sen Hiç Kartal Gördün mü…?... 92 Anayasa Partisi… 93 Mavi – Kırmızı – Yeşil… 96 Jenerik Senaryolar… 99 Tarifsiz Hisler… 101 Keşke Yaşanmasaydılar… 105 2
  • 3. Tasfiye… 108 Bizim Abdurrahman… 111 Dengesizliklerin Dengesi… 114 Nah Sendromu… 116 11 Eylül ve Balyoz Darbe Planı… 120 Adı : Rachel Corrıe… 124 Anayasa Değişikliği… 126 Anayasa Paketi ve Talepler… 128 411 El… 132 Açılım Yap… 134 YAŞ Kararları Yargıya Nasıl Açılacak… 136 Pehlivan Tefrikaları… 140 Yargı Pistten Çıkmıştı… 143 Gündemin EN’leri… 146 Bay TOKKAL… 148 Öğrenilmiş Çaresizlik… 150 Eski Kafa Eski Fes, Eski Hamam Eski Tas… 152 Kudurmuş İsrail… 154 Rotamız Filistin… 156 AYM Kararları Yok Sayılabilir mi… 158 Terör Nasıl Bitirilecek… 161 Yahudi Casusları ve Oyunlar… 164 Bilmediğini Okumadan, Bildiğini Okumak… 167 Referandum Günlükleri… 170 TSK ve Terfi Stratejileri… 172 Cevap Hakkı… 175 Referanduma 3 Hafta Kala… 178 Referanduma 2 Hafta Kala… 181 Evet Ya da Hayır… 183 Hep Birlikte Yarınlara…186 ÖZGEÇMİŞ… 188 3
  • 4. ÖNSÖZ 12 Eylül 1980 ile 12 Eylül 2010 arasındaki süreç Türkiye’de demokrasinin darbe zihniyeti kıvamında algılandığı bir dönem olmuştur. Şimdi bu sürecin bir şekilde sonuna gelinmiştir. 2010 YAŞ toplantıları bu sistemin değişmesinde ciddi rol oynamış bir süreçtir. Türkiye teamüllere göre değil olması gereken şekle göre yönetilebilirliğin sınavını vermiştir. HSYK’da alınan kararlar da bir başka direncin kırılmasına vesile olmuştur. Darbeden Demokrasiye geçiş. 82 Anayasasında bazı değişiklikleri öngören referandum paketinin referanduma sunulacağı 12 Eylül 2010 tarihi yaklaşırken kaleme almış olduğum “REFERANDUM GÜNLÜKLERİ” isimli yazıma ithafen kitabımı da aynı isimle hazırlamaya karar verdim. Siyasi yelpazenin gidişatı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin içinde bulunduğu durum ve yakalandığı açmazlar, ahlaki çöküntü, ekonomik krizler ve her şeyden önemlisi Türkiye bu süreçte nerede. Ortadoğu’da takınılan müsbet tavır Türkiye’yi lider konumuna getirmesi. Bu süreç içinde zaman zaman Gazze, Irak, Sadabat Paktı gibi ele almış olduğum konuları da büyük fotoğrafı görmek anlamında kitabıma dahil ettim. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halk iradesinin sandığa yansımış olması Anayasa Paketi üzerinde olumlu etki yapmış ve gelinen süreçte referandum kapısı aralanmıştır. Bu kitapta kaleme almış olduğumuz yazılarımızdan Türkiye’yi Referanduma doğru akan götüren sürecin iyi bir analizi olacağını düşünülmektedir. Elbet ki farklı düşünenler olacaktır. Referandumdan 3 yıl önce Habername’de başladığım ve son olarak Referanduma 2 hafta kala yayınlanan yazımı almış olduğum yazı dizisinden derlediğim bu kitabın okuyanlara Referandum sürecine geçiş konusunda bazı temel bilgiler aktaracağını umuyorum. Her şey değişebilir. Siz değerli okuyucularımın takdirlerine saygı ile sunmak istedim. Ahmet TÜRKAN 31.08.2010 4
  • 5. Her konuda desteklerini esirgemeyen aileme ithaf olunur. 5
  • 6. KİM HAKLI Bayram öncesi CHP'li Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU ile AKP'li Sayın Dengir Mir Mehmet FIRAT arasında Mecliste Sayın Uğur DÜNDAR gözetiminde veya hakemliğinde yapılan açık tartışma o günden beri halkın ağzına sakız oldu. Konu hakkında yazılar yazıldı, herkes kendi görüşüne göre desteklediği vekili haklı diğerini haksız buldu. Adil olduğunu söyleyen kimi yazarlar ise konunun halk önünde tartışılmasının halk nazarında iyi olduğunu, en azından bazı şeylerin tartışıldığını söylediler. Meclisin tatile girdiği günler hariç hemen hemen her gün halkın vekillerinin önünde tartışan tartışmacı vekillerimiz bu seferde halk önünde tartıştılar. Değişen bir şey yok. Değişmeyen tek şey tartışmaya devam ettikleridir. Yetmedi tekrar tartışalım diyorlar. Çözüm yok, sadece tartışıyorlar. Eskiden ortaokullarda ve liselerde Türkçe ve edebiyat derslerinde Münazara dersi adı altında öğrenciler 2 gruba ayrılır ve her gruba bir konu verilir karşılıklı tartışmaları istenirdi. Kimin doğruyu söylediği değil kimin konuyu iyi anlattığı veya karşı tarafın açıklarını bulup mat ettiğine bakılırdı. Bu tartışmada gelinen neticede aslında budur. Kendi konularında uzman 2 siyasetçinin birbirlerini kolay kolay mat edemeyecekleri açıktır. Ortada aleni bir problem veya açık yoksa işin uzatmalara gitmesi gayet normaldir. Nitekim varılan netice budur. Bir İnternet sitesinde kim haklı diye bir anket yapılmış. Sonuçları görmek adına oylamaya katıldım. Sonuç berabere yakın. Yani ikisi de haklı mı?.. Sonucu görünce Nasreddin Hocanın meşhur fıkrası aklıma geldi. Hocanın kadılık yaptığı dönemde 2 kişi gelip birbirlerini şikayet etmişler. Hoca önce birini dinleyip haklısın demiş. Sonra diğerini dinlemiş, E.. sende haklısın demiş. Davayı izleyen Hocanın hanımı, Hoca amma yaptın bir davada 2 tarafta haklı olur mu deyince, Hanım vallahi sende haklısın demiş. Şimdi bu davada öyle görünüyor ki her iki tarafta haklı. İzleyen halk olunca ister istemez sorar herhalde. İkisi de mi haklı. Bence halkta haklı. Hem de yerden göğe kadar. Bu tartışmaları halkın gözü önünde yapmanın olayın çözülmesi adına hiçbir katkısı yoktur. Lüzumsuz tartışmaların halk arasına inmesinden başka bir işe yaramaz. Zaten halk olarak diyalogdan çok tartışmaya meyilliyiz. Her fırsatta kavga etmek için bahane arıyoruz. 6
  • 7. Tarih, ben haklıyım diyen tarafların savaşları ile doludur. Kimse medeniyet göstergesi yapıp sen haklısın demez. Çünkü herkes haklıdır. Haklı olmasa zaten tartışmaz. Tartışmadan diyalog kurmaya buyurun. Zaten Mecliste sürekli tartışıp duruyorsunuz. Çözemiyorsanız Mahkemeye gidersiniz. Size konuştuklarınızdan dolayı lehte veya aleyhte cevap verme hakkı bulunmayan halk, sormak istedikleri konuda cevap alamıyorsa haklıyı nasıl belirleyecek. 2. tartışmaya hayır. Lütfen Milletin kafasını karıştırmayın. Meclisin kurumsal yapısını zedelemeyin. Ahmet TÜRKAN 06.10.2008 Pazartesi 7
  • 8. TELEVİZYON EKONOMİSİ Dünyada genel bir ekonomik kriz olduğu muhakkak. Pek çok ülkede yeni diyebilecek kavramlar ve ekonomik açılımlar maalesef kalmadı. Dünyanın büyük gücü ABD önüne gelen her şeyi hallederim havası ile Dünyanın pek çok yerinde asker bulundurup jandarmalık yapmaktadır. Ekonomik gücü elinde bulundurabilmek ve dünya siyasetini kendi anlayışına göre idare edebilmek için aklına uymayan her siyasete müdahale etmek ve kendi anlayışına uygun rejimi yerleştirmek için milyonlarca masumun kanına girmektedir. 1991 yılında Irak'ın Kuveyt'e müdahalesi ile başlayan süreçte istediği fırsatı yakaladığını düşünen ABD tek taraflı olarak Irak üzerinde ilan ettiği paylaşım siyaseti ile önce Irak'ta 32. Paralelin kuzeyini uçuşa yasak saha ilan etmiş, arkasından da 2003 yılına kadar sürekli Irak ile ilgili senaryolar üretmiş ve Saddam rejimi ve Saddam'ı hain ilan etme politikası gütmüştür. Neticede İran- Irak savaşında Irak'a kendi eli ile verdiği silahların hala Irak'ta olduğu varsayımı ile kendi ajanlarını kullanarak müdahaleye zemin hazırlamış ve Saddam'ın kapalı ekonomi ve siyaset anlayışını Dünya politikasına sipariş ederek zaten elinde olan Birleşmiş Milletlerin yardımı ile işgal etmiştir. Uçuşlara kapayarak tecrit ettiği Kuzey Irak'ta kendine yamak olarak seçtiği Kuzey Irak Kürtlerine teslim ederek istikbalde İsrail politikalarına hizmet edecek zayıf bir Kuzey Irak Kürt yönetimini işbaşına getirmiştir. Bu arada Yahudi Kürtleri Kuzey Irak'a yerleştirmeye devam etmiş, Irak'ın diğer bölgelerinde ise demokrasi götürmek bahanesi ile masum halk üzerinde amansız bir katliam başlatmıştır. Şii Sünni ayrımını başlatmış ve kendi seçtiği sahte liderler vasıtası ile katliamı hızlandırmıştır. Irak petrollerini sahte Irak yönetimi gözetiminde ABD'ye taşımaya devam etmiştir. Irak'ta dökülen kan temizlenmeden, yaralar sarılmadan İran'In nükleer programı bahane edilerek İran üzerinden politika üretmeye devam edilmiş ve Büyük Orta Doğu projesinin taşeronu İsrail'e istediği kadar silah verilerek İran'a saldırıp saldıramayacağı veya bu işi becerip beceremeyeceği kontrol edilmeye, bunun üzerine hesaplar yapılmaya çoktan başlanmıştır bile. 8
  • 9. Amaç İsrail'in ileride ele geçirmeyi planladığı Dicle ve Fırat arasında kalan tarihi Mezopotamya havzasının üzerinde otorite olabilecek güçlerin yok edilmesi veya en azından zayıflatılması, bölgenin boşaltılarak hazır hale getirilmesi faaliyetidir. Bunun için Kuzey Irak şu anda zihniyet olarak İsrail kontrolündedir. İran nükleer silah üretiyor tehdidi ile yıpratılarak yapabilecekleri bir saldırı için Dünya kamuoyu nezdinde zemin oluşturma çalışmalarına devam edilmektedir. Filistin'deki gerilim, Lübnan üzerinde oynanan oyunlar Suriye'nin de kontrol altında tutulması için fırsat olarak görülmekte ve elini kolunu bağlayarak Orta doğuda İslami bir ittifakın önü kesilmeye çalışılmaktadır. İran'daki nükleer santral çalışmaları ABD müteahhitleri tarafından yapılamadığı en azından ABD'ye bir kazanç sağlamadığı için silah tehdidi gibi lanse edilmeye çalışılmaktadır. Halbuki 2 yıl önce Brezilya'da devreye alınan nükleer enerji santrali dünya basınında sadece sıradan bir haber olmaktan öteye geçememiştir. Yaklaşık 1 ay öncesi Türkiye tarafından ihalesi yapılmak istenen Nükleer santral için neden sadece Rusya teklif verdi de diğer ülkeler teklif vermediler. Buraya dikkatlerinizi çekmek isterim. Burada çok önemli bir oyunun başlangıcındayız. İran'daki nükleer santralde Rusya desteği ile yapılmış ve tamamlanmak üzeredir.. Türkiye ABD'ye ve Avrupa'ya rağmen bu projeyi yapacak mıdır, yoksa bu teklif vermeme politikası bu işten vaz geçin, sonra İran gibi yalnız bırakılırsınız mesajı mı verilmek istenmektedir. Dünyanın taşeronu olmaya çalışan ABD firmaları zaten maliyetleri ile istedikleri gibi oynadıkları, fakat Türkiye'nin enerji alanında çok büyük bir ihtiyacını giderecek olan yatırımını engellemekle hala stratejik ortak olarak kandırmaya çalıştıkları Türkiye'yi daha ne zamana kadar oyalayacaklardır. Türkiye ne zaman başını kumdan çıkartacaktır. Masumların kanı üzerine kurulu ABD ekonomisi batışın ve çöküşün eşiğine gelmiştir. Doların zayıf YTL'nin çok değerli olduğunu haykıran zavallı yerli televizyon ekonomistleri Doların yükselmesi karşısında neden batıyoruz yaygarası kopartmaktadırlar. YTL değerli iken rekor kıran Türkiye ihracatı, Kur yükselince geri gider mi, yoksa yeni pazarlar sayesinde yükselişine devam eder mi. Ekonomik göstergeler, Dünyanın doğusunun yükselişine doğru kaymakta iken Türkiye neden hala ABD dolarına endeksli bir politika gütmeye devam etmektedir. 9
  • 10. ABD ve Avrupa Birliği bir çıkmazın içine girmiştir. Bu çıkmazı nasıl aşacaklarını kendileri de bilememektedirler. ABD meşhur 1929 -30 yıllarında yaptığı gibi sahta para basma projesini çoktan devreye aldı bile. Son 50 yıldır yemeğe devam ettikleri zenginlik mirası tükenmeye yüz tutmuştur. Doğu'nun bu durumda bir zıplama yapma zamanı çoktan gelmiş iken bu fırsatı tepmenin hala Dolara endeksli bir ekonominin peşinde koşmanın ne anlamı vardır. Senin ekonomini kurtaracak enerji projene teklif vermeyerek engellemek isteyen bir siyasete sarılıp, onlar batarsa bizde batarız yaygarası kopartmanın ne anlamı vardır. Büyük gemiler yara alırsa batar, ama can salına çıkanlar pekala kurtulabilirler. Can salına çıkma fırsatı var iken Titanik batmaz diye cansalına çıkmayarak boğulup giden titanik zedeler gibi ABD batmaz diyerek bizde ABD ile beraber mi batacağız. Güneydoğuda terörü destekleyerek yerli halkın yerlerini yurtlarını terk etmesini sağlayan, ve bu politikaya devam eden zalim ve sinsi politkayı ne zaman çözeceğiz. En son 17 şehit verdiğimiz menfur saldırıda öldürülenlerin 4 tanesinin yabancı uyruklu olduğu görüldü. Bu işi tezgahlayanların Türkiye dışından oldukları, halkı kandırarak Türk Kürt bölünmesine çalıştıkları ve yukarıda da belirttiğim gibi Fırat Dicle arasını boşaltmayı amaçladıklarını ne zaman toplum olarak ve siyaseten algılayacağız acaba. Yerdeki karıncayı izleyen ABD neden hainlarin saldırısını görmezlikten geldi. Hain Asalanın bittiği gün PKK terörü başlamıştır. Bunu olayları izleyenler bilecek ve fark edecektir. Burada işin görünen yüzünde kimler olduğu çok önemli değildir. Esas problem işin sonunun kimler tarafından tezgahlandığıdır. Kürt halkı duygusaldır. Çabuk heyecanlanırlar. Bunu bilen ve kullanmak isteyen başta Ermeni çetecileri ve daha sonra olayı görüp fırsatı değerlendirmek isteyen Yahudi zihniyetidir. Güneydoğuda terörün devam etmesi, yavaşta olsa bölgenin boşaltılması, Kuzey Irak'ta Yahudi Kürtlerin yerleşmesi, ve Barzani ailesinin Yahudi olması uygulanmaya çalışılan politikalar ve bitmek bilmeyen terörün sonunun nereye doru gittiğinin anlaşılması açısından iyi etüd edilmesi ve çözümün bu noktaya göre gözden geçirilmesi faydalı olacaktır. Dünyayı sömüren Avrupa ve ABD'nin ekonomik krizde olması, Türkiye gibi kendine yetebilecek ekonomileri çok etkilememelidir. Bizimle aynı hisleri paylaşan, Dünyaya açılmak isteyen koskoca bir Türki Cumhuriyetler ordusu mevcuttur. Bunun yanında Hristiyan aleminden daima tokat yemiş bir İslam alemi mevcuttur. Bunun yanında İçinde pek çok Türk unsuru barındıran ve elele vermeye hazır Rus ve Ukrayna halkları mevcuttur. Dünyanın çirkef siyasetine bulaşmayan Kanada ve 10
  • 11. Güney Amerika ülkeleri bizleri izliyorlar. Çin ve Japonya bizimle işbirliği yapmak için çoktan hazırlar. Bizi kapıdan kovan Avrupa ve projelerimizi desteklemeyen ABD kendi düşünsün. Aslında her şey ortada değil mi?... Ahmet TÜRKAN 13.10.2008 11
  • 12. ÖĞRENCİ AFFI KİME Bir ülke ki yüzyıllarca Dünyaya adaleti ile örnek olmuş bir neslin evlatları, Bir ülke ki adaleti inancının sonucu, bir ülke ki Dünyaya adaletli olmak üzere söz vermiş. Heyhat, kendi evlatları arasında adaleti sağlayamamış. Adalet divanında sınıfta kalmış. Üniversite öğrencileri için yapılan çalışma sonucu çıkartılan af kim için. Pek çoğu okulu asmış, zamanında devam etmemiş, çalışıp, gayret edip başarılı olamamış, aklı başına yeni gelip siyasi ortamı kullanarak af çıkması için 4 gözle beklemiş, yaklaşık son 12 yılın sözde mağdurları. Asıl mağdur edilenler, gerçekten mağdur olanların yüzüne kimsenin baktığı yok. Kim onlar diye sormayın..? Herkes biliyor. Ama çözemiyor. Çünkü derin devlet bu işi engelliyor. İşi yormaya gerek yok. Başörtüsü yüzünden okullara alınmayan sonra da devamsızlık yüzünden kayıtları silinen gerçek mağdurlardan söz ediyorum. Okulu asıp devam etmeyen, dersine zamanında çalışıp sınıfını geçmeyerek okuldan atılanlara tek bir şey söylemek istemiyorum. Hak eden çalışıp, devam eder ve bitirir demek istiyorum ama işin görünmeyen yüzünde zulüm gören evlatlarımız var. Derslere girmek, okullarına devam etmek ve bu Ülkeye faydalı olmak isteyen masum başörtülü kızlarımız var. Milli eğitim Bakanının vermiş olduğu 200.000 rakamının içindeki 150.000 aslında bu mağdurlar. Ama Milli Eğitim Bakanı olsa olsa 50.000 kişi müracaat eder diyerek başörtülülere hiç şansınız yok, boşuna müracaat etmeyin demek istiyor. Aslında demek istiyor ki, kanunsuz olarak uygulanan başörtüsü zulmü yüzünden okuyamazsınız. Biz hükümet olarak başörtüsünü serbest bırakmak istedik. Başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Bize destek vereceğini söyleyen parti bile ayak oyunları çekti, birlik olup 4 koldan saldırdılar. Hükümetimizi çökertmeye çalıştılar, partimizi kapatmaya çalıştılar diyemez. Bunu derse, malum gazetelerin küpürlerinden hazırlanan dava dosyaları servise sunulmak üzere hazır bekliyor. Şunu söyleyecekler. Valla biz af çıkarttık. Ne yapalım rektörleri ikna edemiyoruz. Ama malum çevreler yüzünden okullarınıza gidemiyorsunuz, diyemezler malum çevreler takipteler. 12
  • 13. Eh yüce ecdadımız, bugünleri görmekte varmış serde. 3-5 soysuzu ikna edip evlatlarımıza adalet dağıtamıyoruz. Kendi evlatlarımıza içimiz sancıyarak, ancak üzülme diye tarifi olmayan acı bir teselli verebiliyoruz. Bu kader değildir. Bu zulümdür. Girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği bile buna gülüyor aslında, ama içlerindeki kuyruk acısından dolayı ses etmiyorlar. Eğer mağdur olan bizim evlatlarımız değil de onların evlatları olsaydı dünyayı bize zindan ederlerdi. Her şeye maydanoz olan AB bu konuda, bu sizin iç meseleniz diyerek arkamızdan pis pis sırıtıyor. Çünkü bu zulmün diğer parçası maalesef onlar. İnsanımızın adalet duygularından yararlanarak içimize sızan, azınlıkken çoğunluk görünen hayırsızlar. Boş yere hayıflanmak, kederlenmekten başka yapacak bir şey gözükmüyor. Toplum olarak dik durmadıkça, şerefsizlere prim verdikçe bu zulme maruz kalacağız. Evlatlarımızın gözüne baka baka, içimiz sızlaya sızlaya kendimizi teselli etmeye çalışacağız. Hiç olmazsa erkek evlatlarımızı adam gibi yetiştirelim. Yetiştirelim de bu zulmü zamanı gelince ters yüz edip o zalimlerin suratlarına çarpabilsinler. Ahmet TÜRKAN 16.10.2008 13
  • 14. BAŞÖRTÜSÜ VE ANAYASA MAHKEMESİ Başörtüsü yasağı Anayasa Mahkemesi kararının gerekçelerinin açıklanması ile derin bir çıkmaza girdiği bu günlerde, basında yer alan bazı açıklamalar oldukça dikkat çekicidir. Kimin kime ve neye hizmet ettiğinin; dar görüş ve inançsız, pusulasız, kara düzen giden bir sistemin değiştirilmemesi için gayret sarf edenlerin ne amaca hizmet ettiğinin anlaşılması ve Türk Halkının aydınlanması gerekir. Bu kararla özgürlükler çuvala sokulmuştur. Tıpkı Stratejik ortağımız ABD askerlerinin Kuzey Irak'ta Türk Askerlerine yaptığı gibi. Gerekçeli karara alkış tutanlardan biride eski Anayasa mahkemesi başkanlarından Yekta Güngör Özdendir. Eskiden ne söylemiş, şimdi ne söylüyor maksadı ile 5 dakikayı geçmeyen bir araştırma yaptım. Meşhur kütüphanemiz Google amca her şeyi kaydettiği için kütüphaneleri veya sakladığınız dolaplar dolusu arşivlerinizi karıştırıp ortalığı dağıtmanız da gerekmiyor. Bakın ne demiş ADD(Bu gün ADD karanlık ilişkilerinden dolayı yöneticileri Ergenekon davasında yargılanmaktadır) Başkanlığı da yapmış olan Yekta Güngör Özden 17.10.2008 tarihli bir yazısında.(Emekli olur olmaz rengini belli etmek ve ispatlamak için Parti kurmaya ve siyasi demeçler vermeye kadar yaptığı showlar malumdur) Hükümeti AB ve ABD yanlısı olmakla suçluyor. Aynı kişi Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararının ise AİHM 'ye dayandığını bildirerek işine geldiğinde Milli, başka bir konuda ise Avrupacı kimlikle İslami anlamda kendi sığ fikirlerini öne sürerek, Anayasa Mahkemesinde karşı görüş öne süren üyelerin fikirlerini de "zaten fikirleri belli olan kişiler, değerlendirmeye almaya gerek yok" diyerek aşağılıyor. Halbuki gerekçeli kararda Laikliğin ortaçağ zihniyetinden kurtulmaya çalışan Avrupa'nın Rönesans ve Roformlarına dayandığı ve oldukça çağdaş olduğu beyan ediliyor. Avrupa'nın en karanlık döneminde, insanların feryatları arasında yapılmaya çalışılan yenilikler ne kadar çağdaştır; artı, bu günkü Avrupa teknoloji dışında ne kadar çağdaş, o da ayrı bir konudur.Ne kadar çağdaş olduklarını Çanakkale Savaşlarından ve dünyayı II. kez kana bulayan Dünya savaşından hatırlarız. Laiklik olmazsa olmaz ve Cumhuriyetin bir koşulu ise neden pek çok Cumhuriyette yer almıyor. Laiklik anayasalarında yer almadığı halde uygulayan ülkelerde var. Örnek olarak Laiklik ve Ateizm fikrinin kaynağı Fransa olmasına rağmen, Fransa'da bizdeki gibi totaliter bakışla uygulanmıyor. 14
  • 15. Üstelik onlarda Katolikler laik diğer diğer mezhepler ise sekülerdir. Katoliklerde de Hristiyan toplum kesinlikle uygulama yönünden bir baskı altında değil. Yani aslında orada da zulme reva görülenler Müslümanlar. Laik olan Japonya'da ise bilinen bir din yok. Semavi dinlerin dışında ne ararsanız var. Bizim totaliter yaklaşımımızın tersine Onlar kendi toplumuna sahip çıkıyorlar. En azından kendi milli unsurlarına zulmetmiyorlar. Konumuz kendi ülkemizdir. Çünkü biz burada yaşıyoruz. Bir zamanlar kendimiz şimdi ise evlatlarımızı bu memleketi beklesinler diye askere gönderiyoruz. İstatistiki olarak %90 nının Müslüman olduğu kabulü her fırsatta dile getirilen Ülkemizde ise bu paralelde görüş sunan hukukçular aynı kişi tarafından azınlık olarak değerlendirilmektedir. Yani şu anlaşılmalıdır ki Yekta Güngör Özden'in deyimi ile zaten görüşleri belli olan malum 9 kişiden başka bir fikir çıkması beklenemezdi. Madem 2 kişi malum ise, diğer 9 kişi de malumdur. Bu fikir durumsallık yaklaşımının sonucudur. İktidarın bu konuda kanaatimce hatası şudur. Bu sonucun çıkacağı zaten baştan belli idi. (Yekta Güngör Özden öyle söylüyor. Başka sonuç çıkması imkansızdır). Başörtüsü sorunu direk halk oylamasına sunulmalı ve halk oylaması sonucunda sadece Üniversiteler değil, kadınların bulunabileceği tüm ortamları kapsayacak şekilde kapsam genişletilmeli idi. Eğer özgürlük ve kişisel tercihler ön plana alınacak ve Demokratik hayattan ve Cumhuriyetten söz edilecekse, Cumhurun reyi alınmalı idi. Veya hiç dokunmasaydınız, zaten resmi yasak yoktu. Keyfi uygulamaları engelleyemediniz, zorba Rektörlere söz geçiremediniz ve kötü bir sonuca sebep oldunuz. Yoksa zaten ileride olması muhtemel durumlar göz önüne alınarak planlı bir şekilde atamaları ve yerleştirmeleri yapılan kişilerden toplumun yarasına merhem olacak bir ilacın çıkmayacağını bilmeli idiniz. Gerekçeli kararda karşı oy kullanarak Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin açıkça izah eden üyenin itirazlarına rağmen Anayasa açıkça ihlal edilerek kanunun yürürlüğü durdurulmuş ve tamir edilemez hale getirilip haklar ve hürriyetler sabote edilmiştir. Hem de hukuk adına. Bu güne kadar Memleket yararına çivi çakmamış malum siyasiler ve hukukçular da bayram yapmaktadırlar. Hayrını görmediğim bir duruma hayırlı olsun diyemeyeceğim. Maalesef…! Ahmet TÜRKAN 25.10.2008 15
  • 16. SUÇ VE CEZA Başlığı okuyunca muhtemelen Dostoyevski'nin ünlü romanından alınmış pasajlardan veya içerikten bahsedeceğimi düşünmüş olabilirsiniz. Aslında isim benzerliği. İlim adamlarımız bakın suçu nasıl tanımlıyor. "Suç denilen olaya, yani belirli hareketlerin yasak fiillerden sayılmaları ile, bunları işleyenlerin çeşitli tepkilere konu olmalarına, devlet müessesesi şeklinde gelişmiş insan toplumlarının meydana çıkışından çok önce bile rastlanmıştır. Tarihte hiçbir toplum yoktur ki, orada belirli fiiller yasaklanmamış ve bunun karşılığı olarak ceza müeyyidesi var bulunmamış olsun. Suçlar toplumların sosyal, ekonomik ve manevi şartlarına göre şekillenmiştir. Toplumbilim (sosyoloji) kişinin, iştirakçisi olduğu toplumun bilinçli bir üyesi olabilmesi, toplumsal kültürün gereklerine göre hareket edebilen bir kişilik kazanabilmesi için, sosyalleşmenin gerekli olduğunu belirtmektedir. Sosyalleşmenin gereğine uygun olarak gerçekleşmesi zorunludur. Sosyalleşmede ise başta gelen araç cezalandırma ve ödüllendirmedir."(1) Suç ve cezanın tanımı böyle olmasına rağmen, ülkemizde özellikle son yıllarda ceza tanımlarında bir gariplikler var. Yaklaşık son bir haftadır kamuoyunun kafasını kurcalayan, kamu vicdanını yaralayan Hüseyin ÜZMEZ olayı var. Olayın faili olarak bir süre gözaltında tutulan kişi, mağdurenin ruhsal durumunun bozulmamış olması yönünde verilen rapora istinaden salıverildi ve ceza almadı. Üstüne üstlük bir takım TV kanallarında verdiği röportajlar, beyanlar, tartışma programları vesaire ile gerek bilerek gerekse bilmeyerek bu işin reklamını yaptı. Bu tavır hiç kimse tarafından hoş görülmez iken bazı yayın organlarının Hüseyin Üzmez'in İslami söylemlerini baz alarak İslamın özüne saldırmak maksatlı beyanatlar da bulunmaları hoş olmamakta ve mensuplarını üzmektedir. İslam dinide evlilik akdine dayanmayan, yani ne İslami nede hukuki evlilik akdine dayanmayan her türlü ilişkinin, zina olarak tanımlandığı, haram olduğu ve cezai müeyyide gerektirdiği ("Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur". İsra Suresi : 32) bilinirken, failin İslami söylemlerine dayanarak bu durumun 16
  • 17. Müslümanların ortak karakteri gibi lanse edilmesi hiç yakışık almayan bir durumdur. Kişi ceza almadı ama toplum vicdanı zedelendi. Aslında toplum bu durumun cezalandırılmasını istiyor, ama yukarıdaki tanımdan anımsayacak olursak, bir durumun suç olarak tanımlanabilmesi için hukuki tanımının olması gerekir. Yani hukuk dili ile karine olmadan ceza olamaz. Peki burada zedelenmiş kamu vicdanına tekrar soruyorum. Zina suç sayılsın yönünde verilen kanun teklifine bu kadar itiraz edenler, yürüyüşler düzenleyenler, bu vicdani durumdan rahatsızlık duymuyorlar mı. AKP'nin zinanın suç sayılması ile ilgili verdiği kanun teklifi için kamuoyunda kopartılan fırtınalardan bir örnek : "Yasayla saadet olmaz Serpil Savumlu AKP hükümetinin zinanın cezalandırılmasına ilişkin düzenlemeyi Türk Ceza Kanunu'na (TCK) yeniden koyma ısrarı, hukukçular ve kadın örgütleri tarafından tepkiyle karşılanıyor. İstanbul Valiliği İnsan Hakları İl Masası Başkanı Vildan Yirmibeşoğlu, Türkiye'nin insan hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmaması için uluslararası sözleşmelere imza attığını hatırlatarak, uygulamanın eskiye dönüş anlamına geldiğini söyledi. Yirmibeşoğlu, eşlerin yasal düzenlemelerle evliliklerini kurtaramayacaklarını vurgulayarak uygulamanın namus cinayetlerinin artması anlamına geldiğine dikkat çekti."(2)d i .! Konunun tamamını okumak isteyenler aşağıdaki linki tıklayabilirler. Bunca eleştiriler ve Anayasa mahkemesine yapılan itirazlar sonucunda zina Ceza Yasamızda suç olmaktan çıkarılmıştır. (dipnot: Anayasa Mahkemesi Anayasamıza aykırılığı nedeniyle zinayı düzenleyen TCK 440,441,442,443 ev 444. maddeleri 1996-1998-1999 yıllarında iptal etti. Yeni Ceza Yasası tasarısında da zinanın suç olarak düzenlenmesi öngörülmüyor) Yukarıdaki paragrafta da açıkça belirtildiği üzere ceza talebinin AKP tarafından olması dolayısı ile bu talebin dini formasyon kaynaklı olduğunun düşünülmesi ve bunun engellenmesi, hem dindar toplumumuza hem de hukuk sistemimize zarar verdiği görülmektedir. Bu konuda Avrupa Birliğinden de menfi yaklaşımlar geldiği ve iptalde etkili olduğu kanaatindeyim. Avrupa'nın dini ve sosyal yapısı zinayı affedebilir, fakat büyük çoğunluğun Müslüman olduğu ve yüzyıllardır düzgün yaşam biçimleri ile şekillenmiş Türk 17
  • 18. toplumunun aile normu, bu tip yaklaşımları kaldıramaz. Zaten gelen tepkilerde bu durumun bir neticesidir. Aile ve sosyal yapımızı bozabilecek her türlü ahlaksızlığın önünün alınması, ve kanunlarda da vazedilen Sosyal Devlet anlayışımızın düzgün bir zemine oturtulabilmesi için Medeni Hukukumuzun ve Ceza Yasalarımızın bir an önce gözden geçirilmesi ve asli unsur yapımıza uygun hale getirilmesi Türk toplumunun bir ferdi olarak en büyük dileğimdir. Ahmet TÜRKAN 03.11.2008 Kaynaklar: (1) Ord.Prof.Dr.Sulhi DÖNMEZER http://www.kriminoloji.com/Suc%20kavrami.htm (2) http://www.evrensel.net/04/09/05/politika.html#1 18
  • 19. TİCARİ AHLAK Son dönemlerde, özellikle ticaret hukuku alanında uluslar üstü kurallar kavramı giderek artan bir şekilde önem arz etmektedir. Bu sebeple tüm uluslar için geçerli olan genel (örf ve adet veya ahlak) kuralları oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu kurallar oluşturulduktan sonra bunlara aykırı davranan gerçek veya tüzel kişi tacirler bu konuyla ilgili bir sicile (ticari sabıka) kaydedilebilirler. Bu sayede hakimler / hakemler önlerine gelen davalarda uyuşmazlığın tarafı olan tacirlerin bu sicillerdeki kaydına göre, deyim yerindeyse ticaret ahlakı bakımından sabıkaları olup olmadığını görerek, ceza davalarındaki gibi ticari davalarda da kararlarını kişiselleştirebilirler ve böylece tacirlerin bu kurallara uymaya azami özeni göstermeleri sağlanabilir.(1) Akademik ve hukuki yaklaşım böyledir. Yani böyle olmalıdır.Ticari ahlakın; kamu ahlakının bir yansıması olduğu muhakkaktır. Yani kamu vicdanı paralelinde gelişmelidir. Eğer ticarette bir ahlaksızlık var ve bu konu sorun teşkil ediyorsa, kamu vicdanı yara almış demektir. Bunun düzeltilmesi gerekir. Global kriz kapımızı çalmadan önce dedikoduları dolaşmaya başlamıştı çoktan. Dedikodular dolaşırken bir yandan da ödemeler sarkmaya ve vadeler uzamaya başlamıştı. Firmaların elinde parası olmadığından değil, mümkün olduğu kadar geç ödeyip, (mümkünse ödemeyip) kazançlı çıkmak. Bu zincirleme trafik kazası veya duruşu gibidir. Siz durursanız trafik de durur. Siz devam ederseniz yani gereksiz durup trafiği tıkamazsanız arkanızdakilerin durması gerekmez. Tedarikçinizin parasını zamanında ödemiyorsanız, veya bayisi olduğunuz üreticinizin ödemelerini zamanında yapmıyorsanız kendi bindiğiniz dalı kesiyorsunuz demektir. Ne kazanacaksınız. Bankaya yatırdığınız paralardan belli bir miktar faiz alacaksınız ama sistemin önüne koca bir taş koyup tıkanmasına sebep olacaksınız. Yani aslında kendinizi düşünüp kazandım zannederken sistemin çökmesine sebep olacaksınız. Piyasanın içinden biri olarak gözlemlerim şu ki, ödemeler dengesizliği 2006 Haziran ayından itibaren başlamış oldu. Bunun görünen 2 yüzü vardı. Dövizin bir ara dalgalanması ve ardından yaklaşık 1 yıl sonra yapılması planlanan Cumhurbaşkanı seçimleri. Cumhurbaşkanı normal usullerle seçilmesi gerekirken CHP ve yandaşları bunu gündeme getirerek bu meclis Cumhurbaşkanı seçemez diyerek 19
  • 20. meşruiyet sorunu çıkartmış ve bu konuda taraftarlarını kışkırtarak siyasi zemini germiştir. Piyasada muhtemel bir kriz havası esmeye başlamış ve ödemeler yavaş yavaş sarkıtılmaya başlamıştır. Muhtemel bir krizle dövizin yükseleceği ve elinde döviz bulunduranların YTL borçlarını karlı bir şekilde ödeyebileceğinin hesapları yapılmıştır. Seçim yaklaştıkça sürekli meşruiyet sorunu gündeme getirilmiş ve kendileri de aynı seçimin sonucu ile meclise gelmiş CHP'li vekiller ve daha sonra ANAP ve DYP aynı oyuna ortak olarak bu günkü krizin zeminini oluşturmuşlardır. Cumhuriyet mitingleri ile halkı sokağa dökmüşler ve 10 Cumhurbaşkanı seçen meclisi 11.Cumhurbaşkanını seçemez hale getirmişlerdir. Mevcut anayasa ile seçilen Cumhurbaşkanı Köşkte otururken CHP'nin açtığı davaya istinaden Anayasa Mahkemesi seçim sürecini durdurarak bu anayasa ile Cumhurbaşkanı seçilemez diyerek yeni bir kaosa imza atmıştır. Ardından malum meclis seçimleri ve yeni meclis aritmetiği sonucunda kanun değişmediği halde 11. Cumhurbaşkanının seçildiğini gördük. Aslında değişen bir şey olmamasına rağmen kamu vicdanını yaralamak pahasına Ülke seçim stresine sokulmuş ve çok yüksek meblağlar gereksiz yere heba edilmiştir. Kanunen kamu vicdanının yaralanmasına zemin hazırlanmıştır. Kamu nezdinde kanunlarda olana göre değil birilerinin ne dediğine göre yapılan yorumlar sonuç olarak ticarete de yansımış ve bu gün dünyayı sarsan kriz bir bahane ile bizi de sıkıntıya sokmaya başlamıştır. Şu anda pek çok firma çalışanlarını işten çıkartmak için fırsat beklemektedir. Bazıları başladılar bile. Fırsat bu fırsat diyerek İş kanunu ile zorlaştırılan personel çıkarmaları şu anda kriz bahanesi ile çok kolay halledilmektedir. Bu iş ahlaki değildir. Kasasında veya bankasında parası olduğu halde ödemeyerek döviz ve faiz getirisi hesapları yapanlar sistemden ne kazanacaklar acaba. Bu durumda zengin daha zengin, fakir daha fakir olacaktır. Eğer hak ve adalet diyorsak, ticari ahlak diyorsak, sözlerimizde duralım, ahde vefasızlık etmeyelim. Eğer kendi elimizle krizi büyütmek istemiyorsak ticari akitlerimize uyalım ve krizi büyümeden durduralım. Komşum siftah etmedi, diğer ihtiyacını da komşumdan al diyen Osmanlı esnafının ahlak yapısını hatırlayalım. O zaman göreceğiz ki krizler bize vız gelir. Kaynak: http://www.iibf.deu.edu.tr/dergi.php?idm=14 Doc.Dr. Selma BAKTIR Ahmet TÜRKAN 20
  • 21. 19.11.2008 HASAN CEMAL'E MEKTUP Sayın Hasan Cemal Bey, "Gözü dönmüş utanmaz adama çağrı!" başlıklı yazınızı okudum. Alıntı yaptığınız değerli akademisyeni tanımadığım için önyargılı olmak istemem, ama Ülkemizde kızlarımız en büyük zulmü, en büyük saygısızlığı maalesef Eğitim yuvalarımız olan Üniversitelerden görmektedir. Baş örtüsü ile Üniversitelere girişin yasaklanması bir zulümdür. Eşinin baş örtüsü yüzünden TSK: dan ilişiği kesilen askeri personele yapılanlar bir zulümdür. Yapanlar zalimdir. İradeye, fikre, inanca saygısızlık, saldırı, belirttiğiniz gibi bir savaş ve acı bir zulümdür. Sayın Hocamız böyle bir yazı kaleme aldığına göre zulme karşıdır. İradeye saygılıdır. İyiliğe taraftardır. Onu ümit ediyorum. Ama maalesef aynı kürsüleri paylaşan pek çok meslektaşı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Zalimler güruhu Üniversitelerimizi işgal etmiştir. Önce kadınlarımıza ve kızlarımıza saygıyı öğrenmeden, fikirlerine saygı duymadan istismarını önlememiz mümkün değildir. Örnek verdiğiniz Hürriyet gazetesinin önü, arkası, sağı, solu açık saçık, pornografik görüntülerle doludur. Bu yaklaşımları maalesef inandırıcı değildir. Tamamen sahte, tamamen reklam olduğunu düşünüyorum. Türkiye’mizde zina suç değildir. Tecavüz ise bir şekilde kılıfına uydurulmaktadır. Bu gün iş hayatında pek çok kadın cinsel istismara uğramaktadır. Pek çoğu ekmek parası deyip yapılan terbiyesizlikleri sineye çekmektedirler. Pek çok örnek var. Ama bunlar maalesef yazılıp çizilemiyor. Prezantabl sekreterler, üst yönetimin sex aracı olmaktan kendilerini kurtaramamaktadırlar. Bunlar tabiki tek yönlü değil, pek çok kadın bu işe ortak, ve sebebini siz de gayet iyi bilirsiniz, ahlaki çöküntüdür. Bu çöküntüyü düze çıkartmadığınız sürece tecavüzlerin önünü alamazsınız. Peki nasıl olacak. Asıl mesele bu. Kim nasıl çözer, Nasıl çıkar bu işin içinden. İnançlarına saygı yok. Fikirleri hafife alınıyor, Her fırsatta pazarlama tekniğinin temel unsuru olarak kullanılıyorlar. Yarışmalarla, vaatlerle, ödüllerle kadınlar kandırılıp kullanılmaya müsait hale getiriliyor, dejenere ediliyorlar. Bu kadar dejenerasyon içinde kadın kadınlığını, erkek erkekliğini kontrol edemiyor. 21
  • 22. Şehvetine mağlup erkekler ordusu ve iffetinden habersiz kadınlar ordusu olarak çarşı pazar karışmış durumdadır. Problemin çözümü için, bunların kontrol yöntemlerinin acilen öğretilmesi ve cezai yaptırımların, tedbirlerin alınması gerekmektedir. Sizin yaklaşımınızı anladım ama biraz daha konuyu açarsanız sanırım iyi olur. Yoksa bu azgın milletin düzeleceği yok. Bu konuda daha önce tarafımdan kaleme alınmış yazıyı incelemeniz linkini için göndermek istiyorum. Yorumlarınızı paylaşırsanız ayrıca çok memnun olurum. http://www.habername.com/author_article_detail.php?id=1357 Saygılarımla. Ahmet TÜRKAN 01.12.2008 22
  • 23. GAZZE VE İSLAM TOPLUMLARI Bu gün Gazze'de yaşananlar, İslam toplumlarına son 200 yıllık Dünya coğrafyasında görülenler ile paralellik taşımaktadır. Yaşadığımız Dünyayı kan gölüne çeviren savaşların başlangıç şekillerine ve nereye varmak istediklerine bakıldığında bir öç alma duygusunun, çıkarları öne alma duygusunun toplumlar geneline sirayet etmiş halini görürüz. Bu gün Gazze'de zulme soyunan Müslüman topluma hunharca saldıran Siyonist İsrail aynı zulümlere defaten maruz kalmış bir topluluğun varisleridir. Bir farkla, zulmettikleri toplum tarafından değil. Başka toplumlardan gördükleri zulmün acısını yanı başlarındaki Müslüman toplumdan alırcasına. Tarihe bir bakalım, Firavun tarafından doğacak her Yahudi çocuğunun öldürülmesi emri verilmişti, uygulandı, ta ki Firavun ve askerlerinin yok oluşuna kadar devam eden bir süreçti. Kendilerine bir Peygamber gönderilen ve Firavunun zulmünden selamete çıkarılan topluluk kendilerine vaat edilmiş topraklara gidin mesajı verildiği halde sırf korkaklıkları yüzünden emre itaat etmediler ve ilahi cezaya çarptırıldılar. Bu günde bu kadar saldırgan olmaları bu korkaklıkları yüzündendir. Korkaklıkları yüzündendir ki yaralanan köpeğe ağlayıp masum bir çocuğu hunharca katledebilmektedir. İspanya'dan kovulan (sağ kalarak kaçanlar) Yahudiler yeryüzünde yerleşecek yer bulamayıp İslam coğrafyasında kendilerine açılan kucaklara ihanet ederek önce Osmanlıyı arkadan vurdular. Şimdi ise Filistin'de kana doymaz bir halde zulümlerine devam ediyorlar. Nazi Almanya'sında kendilerine uygulanan soykırımı hemen unutuverdiler, Çearlık Rusya'sında başlarına gelenleri unutuverdiler, şimdi aynı soykırımı masum Filistin halkına karşı uygulamaya devam ediyorlar. Yüzyıllarca Yahudileri dışlayan Avrupa devletleri ve Hıristiyan alemi İslam karşısında olup zulüm tarafına destek vermede adeta yarışa kalkışmışlardır. Son 200 yılda İslam alemine olan düşmanlık önce sudan bahanelerle I. Dünya savaşını başlatmış savaşın bitişi ile beraber oldu bittilerle Osmanlı Devleti'nin çöküşü sağlanmış ve başıboş kalan İslam alemini parçalamış, birleşmeler olmasın diye türlü siyasi oyunlarla her bir İslam devleti bir tarafa savrulmuş ve kamplara bölünmüştür. 23
  • 24. Bu kaostan yararlanmak isteyen ve Dünyada pek çok ülkede sömürgeler kurarak dünya halklarının kanını emen hain İngiliz siyaseti Filistin'in göbeğine Yahudi bombasını bilerek ve isteyerek koymuştur. İşte size vaat edilen topraklar burada. Bizden uzak durun, Müslümanlarla boğuşup durun dercesine. Yüzyıllar boyu dışladıkları Yahudileri atacak yer bulan İngilizler yaptıkları gizli çalışmalar ile Yahudileri Filistin topraklarında kan içici zalimler topluluğu haline getirmişlerdir. Bu oyunda ABD'de yaşayan Yahudi ve İngiliz kökenli Amerikalıların da çok büyük katkısı ve finans desteği olmuş ve devam etmektedir. ABD tarafından tasarlanan Büyük Orta Doğu projesinin bir parçası olarak 11 Eylül saldırıları diye Dünyaya yutturulmaya çalışılan olaylar da, uydurulan örgüt adları da, sadece ve sadece oyunun kuralları gereğidir. Yalan olduğu, ve ABD tarafından bilerek ve isteyerek yaptırıldığı defaten ispatlanmıştır. Orta Doğuyu kan gölüne çevirmek için hiçbir parasal desteği esirgemeyen zulüm ortakları bu gün yapılan zulme adeta alkış tutmaktadırlar. Küçücük bebekleri terörist olarak nitelendirerek, siz bunları bugün öldürmezseniz bunlar size yarın kurşun sıkar diyerek, Yahudilerin başına gelen Firavun hadisesinden örnekle azgınlıklarını artırmaktadırlar. Halbuki Yahudiler Firavunun Allah'a düşman bir kafir olduğunu unutuyorlar. Zararın Müslümanlardan gelmediğini unutuyorlar. Müslümanların gereksiz yere, masum insanları ve de sivilleri öldürmeyeceğini bilmiyorlar. Yalnız şunu unutmayın ey Yahudi milleti ve Siyonist İsrail toplumu ve işbirlikçileri. Bu gün türlü entrikalar ile böldüğünüz İslam toplumları Dünyayı kana bulamak istemedikleri için sabredip sizin insafınızı bekliyor. Artık bu zulmü durdurun. Bu uğurda şehit olan evlatlarımızı rahat bırakın. Yoksa azgınlıklarınızdan dolayı, arkasına saklandığınız taşların dile geleceği zaman yakındır. Ahmet TÜRKAN 04.01.2009 24
  • 25. DÜNYA HALKLARININ VEBALİ Dünya halkları bu vebali nasıl taşıyacak. 7 milyarlık nüfusla mahşere doğru hızla yol alan dünya ve üzerinde taşıdığı halklar, insanlık var olalıdan bu yana görmediği zulüm, görmediği entrika kalmadı. İnsan hafızasının alabileceği, aslında almadığı halde birbirine reva görülen zulümlerin envai çeşidinden nasibini alan nasipsiz insanoğlu bu vebali nasıl verecek. Kendine gelene feryad eden, başkasına gelince seyreden insanlık bu vebali nasıl taşıyacak. Binlerce Firavunlara, Nemrutlara ev sahipliği yapan yaşlı dünyamızın dili olsa da söylese. Bu gün insanlık Gazze'de yeni ve akıl almaz bir dramı seyretmektedir. Vahşi Batıda aslanların önüne atılan insanların parçalanışını zevkle seyreden insanlık, Siyonist İsrail'in önüne attığı masum Filistin halkının dramını seyrediyor ve kılı kıpırdamıyor. Kendi halkı karşısında Krallıklarını ilan eden yöneticiler İsrail zulmü karşısında sessizliğini, acizliğini sergilerken, acaba korkudan kanları mı dondu ki bu şerefsizliğe seyirci kalıyorlar. İslam dünyasını yönetenler neden sessizsiniz. Neden halklar ayaklanmışken siz sesinizi yükseltmiyor da sadece cılız açıklamalar yapıyorsunuz. Neden hala zalim İsrail'in başkonsoloslukları açık. Neden hala ticari ilişkileri durdurmuyorsunuz. Bu gün Filistin'de Müslüman halkı katleden Siyonist rejim yarın Lübnan'da yaşayan Hıristiyan topluma acıyacak mı sanıyorsunuz. Siz kenara çekilin mi diyecek. Hastaneleri vuran, Birleşmiş Milletler binalarını vuran, basın konseyi binalarını vuran kan emiciler yarın bu zulmü size yapmayacaklar mı acaba. Bu gün Ortadoğu'yu kana bulayan Amerika ve yandaşı İsrail yarın diğer milletlere ve devletlere saldırmayacak mı? Merhum Saddam'ı hain ilan ederek kendi halkını ihanet ettirerek hain durumuna düşüren sinsi plan, bu gün Ortadoğu'daki diğer Ülkeler için de geçerli değil midir. Suriye'yi kaşıyan, İran'ı kaşıyan ABD ve İsrail yarın ilk fırsatta bu ülkelere saldırmayacak mı. Peki; aynı tehlike güzel Ülkemiz içinde yok mudur. Bu gün Türkiye artık bizim stratejik ortağımız değil diyen ABD'li yetkisiz yetkililer ne demek istiyorlar. Bu ifadelerden ne anlıyorsunuz. n Sizinle işimiz bitt,i sizi bundan sonra hedef tahtasına yazdık” diyeceklerini mi bekliyorsunuz? Uyanmak için. 25
  • 26. Açık oynayacaklarını hiç sanmam. İmansızlar ama aptal değiller. İşlerini son derece sinsi yapıyorlar. Büyük Orta Doğu Projesine Türkiye'yi ortak ve yönetici yaparak şimdilik susun, sıra size gelince bakarız demek istediklerini ne zaman anlayacaksınız Güzel Memleketimin Yöneticileri. Derhal bu gereksiz görevi iade edin ve ciddi manada düşünün. Bu zulüm bununla sınırlı kalmaz. Eğer biz aklımızı başımıza almaz isek, aklımız başımıza geldiğinde son nefeslerimizi veriyor olabiliriz. Son pişmanlık fayda vermez. Filistin halkını destekliyorum. Siyonist İsrail'i lanetliyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nin değerli yöneticilerini ve Ümmeti olmakla onur duyduğum İslam dinine sahip diğer Ülkelerin yöneticilerini dikkatli olmaya ve bu oyunun parçaları olmamaya davet ediyorum. Dünya ekonomik krizler ile boğuşurken kan içiciler kan içmeye devam ediyor. Dünyanın Jandarması ABD ise bu zulmü destekliyor ve nemalanmaya çalışıyor. Irak'tan çaldığı petrolü Dünyaya fahiş fiyatla pazarlayarak zengin olma hayali güderken, güya petrol fiyatlarının düşmesi ile ekonomisi rahatlamış gibi gösterip tutmayan hesaplarını başka mecralara yönlendiren ABD masum Filistin halkını katlettirip, Orta doğunun Gayrimeşru çocuğuna yer açmaya çalışmaktadır. İçinden çıkamadığı krizi zulme araç yapmaktadır. Sırça saraylardaki ömür geçicidir. Yaptığımız her şeyin hesabının verileceği gün yakındır. Zulme ortak olmayın ve bu zulme gür seda ile dur deyin. Zulüm ile abad olunamaz. Ağaçların ve taşların dile geleceği, arkamda saklanan şu Yahudi'yi yakalayın diyeceği günün yakın olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim. Ahmet TÜRKAN 17.01.2009 26
  • 27. SADABAT PAKTI 2 Ekim 1935’de imzalanan ve yakın komşularımız ile aramızda oluşturulan fakat daha sonra yürürlükten kalkan bir anlaşmamız vardı. Sadabat paktı idi. Premature doğmuş gelişemeden ölüp gitmişti. Belki de terk edilmişti. Ölmesi beklenmişti. Durum zaten iyi değildi. Aileler de fakirdi. Ortaklar henüz yeni ayrılmış, ayrılığın acılarını tam hissetmemişlerdi. Şimdi işler değişti. Bu gün dünyada fiili bir durum var. AB’nin durumu belli. ABD ise stratejik ortaklığımızı tartışılır hale getirmiş durumdadır. Hal böyle iken kapalı tuttuğumuz çıkış kapımızı açmak lüzumu doğmuştur. Bu gün baş gösteren ekonomik krizin arkasından dünya tekrar 2 kutuplu bir hale dönüşebilir ve Türkiye elindeki potansiyeli değerlendirmekte geç kalabilir. Bu durumda görünen köy için kılavuz aramanın anlamı olmadığı gibi krizden çıkış kapısının da açılması ve aslında yılladır özlemini duyduğumuz Doğu-Batı köprüsü vazifesini kabullenmekten çok sahiplenmek adına gereken hamlenin yapılması zamanıdır. Türkiye bir seçim sürecine girmiştir. Seçim heyecanı dolayısı ile ekonomik krize karşı alınması gereken tedbirler maalesef gecikmektedir. Hükümetimiz seçim çalışmalarını yerel yöneticilere bırakıp ekonomik tedbirler üzerine yoğunlaşmalıdır. Bu tedbirlerden bir tanesi de sıcağı sıcağına Gazze’nin yaralarının sarılması ile beraber kalıcı tedavinin de bir an önce başlatılmasıdır. Bu tedavinin birinci aşaması Ortadoğu’da Türkiye’nin önerliğinde bir çalışma grubunun teşekkül edilerek İslam Birliğinin Proformasının oluşturulmasıdır. ABD ve AB ne der diye vakit kaybetmek bizi oyalamaktan başka bir işe yaramaz. Onların bir çözümü olsa idi bu krize bir çare bulurlardı. Onların da maalesef bu krizde bir çıkış yolları yoktur. Yani B planları henüz işe yaramamaktadır. Ama bizim var. Adriyatik’ten Çin Denizine kadar, Kuzey Buz denizinden Hint Okyanusuna kadar bizim etki alanımız içindedir. Biraz gayret, biraz siyasi manevra ile bu hayal olmaktan gerçek duruma dönüşüverir. Peşimizden gelen olur mu diyebilirseniz. Hele bir yola çıkıp yürümeye başlayalım bakalım. Kimler gelecek, kimler gelmeyecek. Biz emin adımlarla yürümeye başlarsak kesinlikle birileri bu yolda bize eşlik edecektir. Bu yollarda beraber yürüyeceğimiz birileri mutlaka çıkacaktır. Yalnız yürümenin nelere mal olduğunu iyi anlatmamız gerekiyor. Şimdiye kadar başlarının çaresine bakmaya çalışanların çakallara yem olduklarını anlatmamız gerekiyor. 27
  • 28. Zor ama olması gereken budur. Türkiye burada öncü rol oynayabilir. Oynamalıdır. Davos’taki kararlı tutum devam ettirilmelidir. Başımız dik bir şekilde önde yürüyüp arkamızdan geleceklere yol açmalıyız. Biz bunu yapabiliriz. İnsanlık tarihi kadar eski Türki soydaşlarımız. İslamın ruhu kadar eski İslam kardeşliğimiz bu beraberliğe yetmez mi. Buda yetmezse başımıza geleceklerden nasıl ve ne zaman emin olabiliriz. Eğer gemisini kurtaran kaptan deniliyorsa, henüz gemi batmadan sahili selamet rotasına dönmek ve fırtınalardan emin olmak için dümeni kırmamızın vakti gelmiştir. Zaman ayrılık zamanı değildir. Zaman husumet zamanı değildir. Zaman yaraların sarılma, hastalıkların tedavi edilme zamanıdır. Ameliyat kaçınılmaz ise kangren olan bölüm kesilebilir. Ama şu anda henüz tedaviye cevap alınabilir durumdadır. Hasta henüz komada değildir. Halsizlik baş göstermiş olabilir ama tedavi tez zamanda sağlanır. Haydi Türkiye. Dünya bizi bekliyor. 21. Yüzyıl bizim yüzyılımız olacaktır. Bunu derhal değerlendirmeye almalıyız. Global dünyanın yeni lideri olmak hayal değildir. Batının büyüleyici havası bitmiştir. Yeni trend yükselen doğu olacaktır. Uygarlıkların beşiğinin ayağa kalma zamanı bu gündür. GÖREV BİZİ BEKLİYOR. Ahmet TÜRKAN 12.02.2009 Perşembe 28
  • 29. ONURLU DURUŞ –EL ZEYDİ VE IRAK’IN SESİ El Zeydi İşgalci ABD başkanı Bush’a ayakkabı fırlattı diye şimdilerde yargılanıyor. 1991 Körfez Harekatından 2003 Irakı’ının ABD tarafından işgaline kadar geçen 12 yıl süre ile işgal planları yapan ABD kendi güdümündeki Avrupa ve Birleşmiş Milletlere baskı kurarak işgalini meşru göstermeye çalıştı. Bütün Dünya bu kepazeliği bir anlamda yedi. Belki de sesini çıkartamadı. Irak halkı da Saddam’ın zalim olduğuna inandırıldı ve ihanet etmesi sağlandı. ABD Irak’ı işgal etiği zaman Irak Halkı ve Askerleri neredeyse savaşmadan Irak’ı ABD’ye teslim ettiler. Şimdi anladılar ne kadar hata ettiklerini, ama iş işten geçti. El Zeydi bunu geçte olsa anlayanlardan biri olarak, tepkisini ayakkabısını fırlatarak dile getirdi. Elinde silah olsaydı belki de silahla saldırabilirdi. Başka bir şeyi olsa onunla saldırırdı. Ama yoktu. O bir gazeteciydi. Bir kalemi ve fırlatabileceği 1 çift ayakkabısı vardı. Belki karnı bile açtı. Aç gözlü ABD ellerindeki serveti çalıyordu çünkü. El Zeydi bunu anladı. Tankerlerle kendi öz malı olan petrolün ABD’ye peşkeş çekilmesini hazmedemedi. Çalınan malına, çalınan, örselenen namusuna bir başkalıdırı idi bu. Karşısındaki şirrete atılabilecek başka neyi vardı ki. Hasan Tahsin misali eline geçirebildiği tek varlığı olan, onun yürümesine, ayakta kalmasına yardımcı olan sermayesini fırlatmıştı. Ama derhal derdest edilip hapsedildi, hapiste kendi ırkından (belkide ABD Askerleri tarafından) polisler tarafından öldüresiye dövüldü, kemikleri kırıldı. Bakın El Zeyi’nin kardeşi bu konuda ne diyor. BAĞDAT - George W. Bush’a ayakkabı fırlatan gazeteci Muntazar El Zeydi’nin ağabeyi Uday El Zeydi, kardeşinden böyle bir hareket beklemediklerini, televizyonda izledikleri görüntünün sürpriz olduğunu belirterek, Muntazar’ın aslında çok sakin bir insan olduğunu anlattı. Uday El Zeydi, Muntazar’ın olaydan hemen sonra Bush değil, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin korumaları tarafından sert bir müdahaleye maruz kalmasını da eleştirerek, şunları söyledi: “Bush’un korumaları, Maliki’nin korumalarına bağırarak, Muntazar’a vurmamalarını istedi. Maliki’nin korumaları Iraklı oldukları için kardeşimi dövdü. Maliki’nin korumaları değil, Bush’un korumalarının Muntazar’a müdahale etmesi gerekirdi. Bu bizi çok şaşırttı. Herkes televizyonda kardeşimin nasıl dövüldüğünü izledi. Görünen bu ise görünmeyen çok daha kötüdür.” 29
  • 30. Ama mahkemede ben bunu bilerek ve isteyerek yaptım diye onurluca durabildi. Korkmadı, tırsmadı. Şerefini 2 paralık etmedi. Şimdi Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanına tavır koydu diye Sayın Başbakanı eleştirenler var. Bunların çoğu diplomat ve ne yazıktır ki Dışişlerinde görev yapmış ülkemizi bir şekilde temsil etmiş kişiler. Bunca yıldır Uluslararası arenada neden adam yerine konulmadığımız, neden kaale alınmadığımız bu açıklamalardan sonra aslında çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Adam gibi adam yetiştirememişiz. 10 paralık çıkarları uğruna Memleket meselelerini dile getiremeyen basit, pısırık, aşağılık zihniyetli diplomatlar yüzünden ezilip gitmekteymiş şerefimiz, haysiyetimiz. Cihan Devleti Osmanlı’nın torunlarının düştüğü maskaralığa bakın. Kanal kanal gezip, işi gücü bırakıp Katil İsrail’in avukatlığını yapıyorlar. Neymiş Türkiye Uluslararası Siyasette itibar kaybedermiş, İsrail ile ilişkiler bozulurmuş. Yeter artık zırvalamayı bırakın da oynanan oyunların farkında olun. Ne olacak İsrail ile ilişkiler bozulursa. 19.02.2009 yani dün duruşması vardı El Zeydi’nin. Boyalı basın hiç değinmedi. Ne olacak ki kendi adamlarından sopa yedi, kimse arkasında durmadı. Sadece Irak halkı ve bu işin içindeki çetrefili anlayan aydın görüşlü insanlar destek oldular ve duygularını dile getirebildiler. Selam sana El Zeyd. Davan masum Ülkelere ve insanlara örnek olsun. Biz de zamanında, Sütçü İmamlar, Hasan Tahsinler, Fatma Bacılar görmüştük. Allahuekber diyerek son mermiyi kovana yerleştirip koca zırhlı gemiyi Egenin sularına gömen Seyyit Onbaşılar görmüştük. Şimdilerde bizde sıkıntılıyız. Azıcık dik durmaya kalksak içimizdeki zavallılar bize saldırıyor. Davanda sadık ol. Rabbim sana yardımcı olsun. Dualarımız Sen ve Irak Halkı içindir. Kanayan yara Filistin ve Gazze içindir. Ahmet TÜRKAN 20.02.2009 Cuma 30
  • 31. SEÇİMLER SONRASI YOL HARİTAMIZ Türkiye zor zamanda bir seçim süresi yaşadı. Hep birlikte tercihlerimizi yaptık. Seç,m sonuçlarına bakınca üç aşağı beş yukarı tablo pek değişmedi. Basında izlediğimiz kadarı ile herkes kendi görüşüne göre yorumlar sergiledi. Yok efendim bu iktidara sarı kartmış, yok efendim bu iktidarın yerinde sağlam durduğunu gösteriyormuş v.s., v.s., devam edip durdu. Seçilenlere hayırlı olsun, seçilemeyenlere geçmiş olsun. Global krizi İktidar partisinin üstüne yıkmaya çalışanlardan, ne yapalım kriz vardı böyle oldu diyenlere kadar bir çok tablo serildi. Her seçimden sonra yaşanan gerginlikler bu seçimde de yaşandı. Kaybedenler kaybetmenin üzüntüsü ile temsil ettikleri makam odalarının eşyalarını bile sahiplenip evine götürdü. Devredecek bir şey bırakmadı. Gerçekten komik ve bir o kadar da vahim durum. Bana yar olmayanı başkasına yar etmem mantığı veya çılgın aşık felsefesi deyin. *** Seçimlerden sonra hızlı bir siyasi koşuşturma başladı. G-20 ardından NATO Genel sekreterinin seçilmesi, bu hafta ise ABD Başkanı Sayın Barak Obama’nın Ülkemizi ziyareti. G- 20 toplantıları sonucu Dünya ekonomilerine pompalanacağı açıklanan devasa kredi. Kime nasıl yarar, kimin canını nasıl acıtır onu zaman gösterecek. Payımıza düşecek krediyi alırken hem iyi sayalım, hem de şartları gözden kaçırmayalım. Biz bu kadar kredi veririz…. Ancaaaakkkkk….. yaklaşımlarını yemeyelim. Çünkü o kredileri bedava vermeyeceklerdir. Vardır kendilerine göre hesapları. NATO genel sekreteri seçimlerinde Sayın Cumhurbaşkanı’mızın yaklaşımını Davos yaklaşımı gibi değerlendiren, ve ezilmişlik psikozundan bir türlü kutulamayan Muhalefetin önde gelen Sayın yöneticilerine ve başta Sayın Onur Öymen’e şunu söylemek istiyorum. 31
  • 32. Cesur oynamadığımız her maçı kaybetmiştik. Maçları ara sıra yine kaybediyoruz ama artık cesur oynayıp kazanmayı da biliyoruz. Bu davranışta ne gibi eziklik hissediyorsunuz pek anlamak mümkün değil ama maalesef zamanında Türkiye’yi bu zihniyetle temsil etmiş olmanız çok vahimdir. *** Sayın ABD Başkanı Ülkemizi ziyaret ediyor. Bu konuda da pek çok yorumlar yapılıyor. Herkesin yorumu kendisine ait olduğu gibi benim yorumumda bana ait. Bu Türkiye siyasetini bağlamaz. Çünkü ben Türkiye adına konuşmuyorum. Sayın Başkan için aslında O Müslüman diyenler var, yok Hristiyan diyenler var. Ne olduğu kendisini ilgilendirir. Başkan oldu diye ahiret hesabından da kurtulmadı. Müslüman ise seviniriz. Belki İslam ahlakı onu insafa getirir akan kanlara, kanayan yaralara merhem olur. Her şeyden önce O ABD Başkanı. Kişisel tercihleri kendini bağlar. ABD çıkarları için burada. ABD’nin Orta Doğuda oynadığı rolün baş aktörü. Kendi rolümüzü unutup baş aktörü seyre dalmadan işimize bakmalıyız. Bizim rolümüz nedir. Performansımız nasıldır. Onları gözden kaçırmayalım. Ağaçlara bakarken ormanı görememek durumuna düşmeyelim. Orta doğuda kan akmaya devam ediyor. Filistin içten içe kanamaya devam ediyor. Zulüm devam ediyor. İki gülücüğe bu dramları unutmayalım. NATO zirvesindeki, Davos’ta ki ciddi siyasetimizi devam ettirelim. Kararlılığımızı unutup işi muhabbete dökersek yandığımızın resmidir. O zaman Sayın Öymen ben zamanında demiştim der ve kötü siyaset başımıza kakınç oluverir. *** Global kriz son hızla devam ediyor. Tedbirlerin sürekli gözden geçirilip ekonomimizi rahatlatmamız lazım. ÖTV indirimi ile araçlarını değiştirmeye koşanlara bir ikaz mahiyetinde soruyorum. 3-5.000 lira indirim için mi koşturuyorsunuz. Paranız ve ihtiyacınız varsa zaten almalı idiniz. 50.000 TL’lik aracın 45.000 TL’ye inmiş olması ekonomide ne gibi değişiklik yaptı da koştura koştura araç almaya gidiyorsunuz. ÖTV’nin bu kadar uçuk olması zaten ayrı problem. Peki araç satamıyoruz battık diyen sektör, nasıl oluyor da 15 gün gibi kısa bir zamanda stokları tüketip zam yapmaya kalkıyor. 32
  • 33. Bunları sakince düşünelim, kendi kendimize attığımız kazığın boyutunu belki anlarız. Demek ki başka problemler var. İşin ahlaki boyutunu daha anlayamadık. Bu gidişle G-20 sonrası gelme ihtimali olan kredide birilerinin cebine girer ve açlar aç, toklar tok olmaya devam eder. Sen yoluna ben yoluma davası sürer gider. Ahmet TÜRKAN 07.04.2009 Salı 33
  • 34. İNSANLAR VE CİNLER İnsan, dik duruşa, görece gelişmiş bir beyine, soyut düşünme yeteneğine, konuşma (dil kullanma) kabiliyetine, alet kullanma ve üretme becerisine sahip primat türü. Biominal ismi `Homo sapiens`tir. Homo sapiens Latince "akıllı adam" veya "bilen adam" anlamına gelir. İnsan, hominoidea (insansılar) üst ailesinin hominidae (büyük insansılar) ailesine dahildir.1[1] Cinler, İslam dinine göre, ateşten yaratılmış ve melekler gibi gözle görülmeyen ruhani varlıklardır. İnsanlar gibi yerler, içerler, evlenirler ve çoğalırlar. Erkeklik ve dişilikleri vardır. Fani, yani ölümlüdürler. Fakat insanlardan daha uzun süre yaşadıklarına inanılır. Geleceği ve gaybı bilmezl Ancak Allah'ın kendilerine bildirdiği kadar bilgiye sahiptirler. Fakat cinler, ruhani varlıklardan olduklarından, insanların görmediği ve bilmediği birçok olayları görür ve bilirler. Cinler de insanlar gibi belli işleri yapmakla sorumludurlar. İslam inancına göre son peygamber olan Muhammed, İslam'ı cinlere de anlatmıştır. Bir kısmı kabul ederek Müslüman olmuş, bir kısmı ise kabul etmemiştir. Cinlerin, kendileri istemedikleri takdirde, insanların duyu organlarıyla algılanamayacağına inanılır. Ayrıca çeşitli şekillere girebildiklerine, kuvvetli ve hızlı olduklarına inanılır. İslam'da cinler de Allah'a karşı sorumludur, İslam'a inanmak ve ibadet etmek zorundadırlar. Bu nedenle yaşamları sırasında yaptıklarının hesabını insanlar gibi vermek zorundadırlar. Böylece, İslam inancına göre, öldüklerinde, iyi işler yapan ve inanan cinler cennete, kötü işler yapan ve inanmayan cinler ise cehenneme gider. Kuran'da Cin suresi dışında cinlerin bahsi geçen sureler: Zariyat. Hicr, İsra, Rahman, Kehf, Ahkaf, Enam, Neml, Sad, Saffat, Sebe, Fussılet, Secde, Araf, Nas.2[2] İnsanlar ve cinler hakkında wikipedia da geçen tanımlar yukarıda olduğu gibidir. Amacım insanları ve cinleri araştırmaktan ziyade insan görünen cinler hakkında araştırma yapmak ve bilgi toplamak, bilgiyi paylaşmaktır. 1[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsan 2[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/Cin 34
  • 35. İnsan görünen cin nedir. Doğuşta insan olan fakat daha sonra çevre ve imkanlar sebebi ile değişim geçirerek cinleşen insanlardır. Konuşmaları insanlar gibidir ama cin gibi düşünürler. Şeytana pabucu ters giydiren insanlar bu taifedendir. Nasıl fark edilirler. Normal zamanlarda diğer insanlardan bir farkları yoktur. Olağan üstü durumlarda hemen cinliklerini göstermeye başlarlar. Ancak dikkatle izlendiği zaman cin oldukları anlaşılır. Cinler ile ilgili bazı terimlere göz atalım: Cingöz: Çok uyanık Cindemir: Araba tamircisi Cindoruk : Siyasi cin Ciner : Zengin cin Bu örnekleri artırmak mümkün. Diğerlerini araştırıp bulmak sanıyorum siz değerli okuyucularım tarafından yapılacaktır. Soyadı tahliline göre de cinleri ayırt edebilirsiniz. Cin yaşı nasıl hesaplanır: Normal insanlara göre yaklaşık 3 kat fazla yaşadığına inanılan insan cinlerin yaşını hesaplamak için insan yaşını 3’e bölmeniz gerekir. 0-100 yaş arası genç cin,100-200 arası orta yaşlı cin, 200-300 yaş arası yaşlı cin oluyorlar diye bilinir. İnsanlara göre oldukça yaşlı görünen bir cin gerçekte oldukça gençtir. Örnek: Cindoruk. Bildiğimiz yaşı 76 iken kendini daha fazla tutamayarak cin yaşını itiraf etmiştir. (Yani 76/3=25,33 gerçek cin yaşı) Normal insanlara göre oldukça genç olduğu böylece ortaya çıkmış oluyor. Dolayısı ile cin yaşının nasıl hesaplandığını da anlamış oluyoruz. Cin tavsiyeleri. Zaman sana uymazsa sen zaman uy ve genç olduğunu söyle. Cin fikirler. Tarihin her döneminde konuşacak bir şeyler bulabiliyorsanız kendinize dikkat edin. İnsan cin olabilirsiniz. Nasıl cin olunur: Bu sorunun cevabı bir hayli zor. Muhtemelen cin çarpması olabilir. Siyasi ihtiraslarında aynı etkiyi yaptığını araştırmalar ortaya koymaktadır. Bu yüzden yaşlı siyasilerin cin olma ihtimalleri yüksektir. Ahmet TÜRKAN 14.05.2009 Perşembe 35
  • 36. CİNDORUK SİYASETİ DP Genel Başkanı Sayın Cindoruk AK partiyi darbelerden korkmakla bir nevi suçladığı beyanında Ak partinin yorulduğu için darbelerden korktuğunu beyan ediyor. www.habername.com da yayınlanan haberle ilgili bir yorumum olmuştu. CİNDORUK SİYASETİ Sayın Cindoruk AKP'yi darbelerden korkmakla suçluyor. Kendisi korkmuyor, çünkü darbe ile 6 kere gitmiş 7 kere gelmiş Demirel’in gölgesinde olduğu için korkmasına gerek yok. Arkası sağlam. Ona hiç bir şey olmaz. DP'nin başına nasıl Demirel'in bir işareti ile şıp diye geçiverdi ise bundan böyle de şıp diye iktidar oluverir. Ne de olsa CİN. Bu yorumu biraz açıp konuyu derinlemesine analiz etmek istedim. Yalova’dan kazandığı belediye başkanlığı seçimi öncesi yani yerel seçimlerden önce Cindoruk DP’den km.lerce uzaktı. Belki de içinden şeytan görsün yüzlerini diyordu. Ama ne oldu ise Süleyman SOYLU’nun bir il belediye başkanlığı (YALOVA) kazanması ile oluverdi. Yani henüz DP ölmemiş ve bir umut vardı. Derhal ne yapıp edip bu nemayı kapmalı idi. Demirel işaret etti ve Cindoruk DP’nin başına oturuverdi. Süleyman Soylu’nun çırpınışlarını kimse duymadı bile. Sayın Cindoruk darbelerin ne manaya geldiğini iyi bilmeli. 1960 ihtilalinde Rahmetli Menderes’in avukatlığını yapmış biri olarak ne demek istediğimi sanırım anlayacaktır. Bir başbakan ve 2 bakanın darbeciler tarafından nasıl ipte sallandırıldığını hatırlar mı acaba. Yoksa duruşma bitince bavulunu toplayıp gözlerden ırak bir köşeye mi çekilmiştir. Darbeden korkmasına gerek yok. Çünkü kendisi hiçbir zaman ipte sallanmak gibi bir riskin altında değildi. O sadece avukattı. Risk başkasınındı. 12 Eylülde de herhangi bir riski yoktu. Şimdi de herhangi bir riski yok. Nede olsa dip yapmış bir parti henüz canlanmaya başladığı zaman ele geçiriverdi. Kimse ona hesap sormaz. Bir kağıt parçasının ona bir zararı dokunmaz. 1960 ihtilalindeki avukatlığı kadar rahat. Kılı bile kıpırdamaz. Süleyman SOYLU partiyi kaptırdığına mı yansın. Bütün başarıları başarısızlıklarına payanda yapan çıkar çevrelerine mi ..? orasını bilemem. 36
  • 37. Anavatan Partililer Cindoruk’a fazla yanaşmayın. Elinizdekini avucunuzdakini alıverir. O’nun kimin talebesi olduğunu unutmayın. Bütün sülalesi hortumcu iken kılı kıpırdamayan, aile fotoğrafındaki 17 kişinin tamamı yargılandığı halde kendisine kimsenin dokunamadığı Büyük Ombudsman’ın talebesidir O. DP biraz palazlanırsa kimin genel başkan oluvereceğini anlarsın Sayın Cindoruk. DYP Genel Başkanlığı hayalleri kurup Tansu Çiller’e kaptırdığın günleri de unuttun mu acaba. İnternette biraz araştırma yaparsanız Cindoruk’un ihtilaller hakkında daha önce neler söylediğini, şimdi neler söylemediğini bulabilirsiniz.[1] Örnek linki deneyebilirsiniz. Sayın Cindoruk AK Partiyi kuruntulu buluyormuş. Bende kendisini buruntulu buluyorum. Muhtemelen hazımsızlıktan midesi buruluyordur. Ahmet TÜRKAN 30.06.2009 Salı [1] http://www.tumgazeteler.com/?a=2249232 37
  • 38. PEKİ AMA NEDEN Türkiye darbe zihniyetinden bir türlü kurtulamıyor. İyilere karşı, darbe(27 Mayıs 1960 ihtilali), kötülere karşı, darbe(12 Eylül 1980 ihtilali), ekonomi kötüye gidiyor, darbe(Mayıs 2001 krizi; Malum Zamanın Cumhurbaşkanı Başbakanın kafasına Anayasa kitapçığını fırlatıp krize neden olmuştu), dindarlara karşı, darbe (28 Şubat 1997), Cumhurbaşkanını AK Parti seçecek, darbe (2007 : CHP destekli Kanadoğlu’nun yargı darbesi). Darbe olmadan hukuk çalışmaz mı bu memlekette. Liderler feraset gösterip başarılı olamadıkları zaman koltuklarından feragat etmezler mi. Seçimle gelenlerin illa darbe ile mi gitmesi gerekir. 6 kere gidip 7 kere gelmek siyasetin şanından mıdır. Bu ne arsız siyasettir ki o koltuklar birilerine tapulanır. Tapu kaydından düşerse darbeciler çağrılır. Darbe davetiyeleri nerede hazırlanır. Her darbeden sonra mevcut anayasanın yetmediği görüşleri ön plana çıkartılır, yeni anayasa da darbecilerden nasibini alıp darbe anayasası oluverir. Sonra kimsenin gücü anayasayı düzeltmeye yetmez. Çünkü darbe zihniyeti anayasanın belli noktalarına sigortalar koyar. Zamanı gelince bu sigorta atar ve sistemi korur. Herkes her şeyi bilir, ama düzeltmek kimsenin işine gelmez. Çünkü düzeltmek demek birilerinin sistemini bozmak demektir. Anayasayı düzeltip sivilleştirmek darbe zihniyetinin işine gelmez. Bu zihniyetten nemalananların da işine gelmez. Kanunları anlaşılır yapmak savcı ve avukatların işine gelmez. Hele hele Onursal Baş savcıların hiç işine gelmez. Bozuk düzen birilerinin nemasıdır çünkü. Ekmek parasıdır oradaki bozukluk. Araba tamircisi gibi. Tamirciler arıza yapmayan arabaları sevmezler. Bir şeyi düzeltmeye kalkarsanız kendilerince malum bozuk tarafı önünüze koyarlar ve ne yapacağınızı şaşırırsınız. Peki ama neden düzeltilemiyor…? Konusu ekonomi olan bütün akademisyenler sistemin nasıl düze çıkacağını biliyor. 38
  • 39. Peki ama neden düzeltmek için bir şeyler yapmıyorlar…? Tansu Çiller ekonomi profesörü idi, ama 1994 krizini bile bile lades yaptı. 6 ay önce bono faizlerini açıklayarak dövizin tırmanmasına sebep oldu. Olayı bilenler zengin oldu, seyredenler müflis durumuna düştü. Peki ama neden bilinenler uygulanamıyor. Eksik nerede. Aslında şöyle sorulmalı. Neden böyle oluyor. Deniz Baykal darbecileri yargılayalım dedikten sonra neden askerin sivil mahkemelerde yargılama yolunu açan kanun için Anayasa mahkemesine gideceğini söylüyor. Sigortalarda problemi mi var; yoksa işine mi gelmiyor. Netekim; tek amacı 12 Eylül darbecilerini azıcık ürkütüp siyasi rant sağlamak mıydı. Netekim, paşa yargılanamadan intihar ederse sorumlusu kim olacak. Vade gelir eceli ile giderse problem bitecek mi. Peki yargı ne olacak. Peki ama neden siyasilerimiz sözlerinde durmuyor. İyi çocukları yargılamak isteyen savcılar görevden alınırken, her şeye maydanoz olan Onursal savcılar ortada cirit atıyor. Sistemi delip yargısal darbeler yapabiliyorlar. Peki ama neden kurumlar savcılarına sahip çıkmak yerine adamına göre muamele yapıyor. Peki ama neden cunta yasasına karşı olanlar düzenlemelere karşılar. Bunlar çok zor sorular. Peki ama ne zaman düzelecek bu düzensizlikler. Neden birileri ötekileri dışlayıp kanunlara çomak sokmaya devam ediyor. Türk toplumunu 2 kutuplu hale getirenler ne zaman insafa gelip bu vatan bizim diyebilecekler. Peki ama saman altından yürütülen laik - antilaik çatışması ne zaman bitecek. Anlaşılan demokrasi adına daha çok ekmek yememiz lazım. Ahmet TÜRKAN 12.07.2009 Pazar 39
  • 40. AYŞE ARMAN’IN REİNA KOMEDİSİ NEYMİŞ…? Bu başlığı Taraf Gazetesinin 16.07.2009 tarihli YA DA isimli köşe yazarı Yasemin Çongar’ın “Ayşe Arman’ın Reina Komedisi” başlıklı yazısına atfen kullanıyorum. Yasemin Çongar’ın daha evvelki yazılarını pek okumazdım. Arasıra göz gezdirdiğim olurdu. Ayşe Arman’ın Nisan yağmurları gibi bir kapalı bir açık halini hatırlayınca okumak istedim. Konu Ayşe Arman’ın fantezileri değil. Madem Türkiye’de demokrasi var (Pardon herkes için değil) isteyen istediği gibi giyinip soyunabilir. Hele bunu köşesinde tutunmak amacı ile bir gazeteci yaparsa herkes tarafından alkışlanabilir. Bravooo büyük gözlemci, büyük gazeteci….v.s.v.s. gibi iltifata tutulabilir. Benim anlamak istediğim Yasemin Çongar’ın üstüne basa basa yazdığı orta kısımdan bir bölüm. Bilemiyorum okuduğunuzda aynı şeyleri hisseder misiniz. “Ancak gettolaşmış bir mahallede kendini “yabancı” hissetmek başka şey, Belediye’den ruhsatlı bir kulübün kapısından kovulmak başka... Bu ikincisini, “Reina komedisi” başlığıyla yazmıştı Ayşe Arman ve eğer anlattıkları birebir gerçeği yansıtıyorsa, Reina bence kapatılmalı; nokta! Ya da şöyle söyleyeyim; Reina’nın, rezervasyon yaptırmış Ayşe Arman’ı “tesettürlü” diye içeri sokmamasına benzer bir olay, Amerika’da, Avrupa Birliği’nin herhangi bir yerinde ve hatta bu konuda çok net bir yasayı 2000’de kabul eden İsrail’de yaşansa, bu düpedüz “ayrımcı” uygulama nedeniyle işletme önce çok ağır bir ceza alır ve eğer uygulamasını değiştirmezse, kapatılır. Ancak...” Tırnaktan öncesi ve sonrasını linkten okuyabilirsiniz. (http://ig.haberbaz.com/haberbaz_load.asp? ur=http://www.taraf.com.tr/&n=1&b=Taraf+Gazetesi ) Tırnak arasına aldığım konuya dikkatinizi çekmek isterim. Yasemin Çongar; Ayşe Arman’ı uydurma tesettürü ile içeri almayan Reina’nın kapatılması gerektiğini söylüyor. 40
  • 41. Gerekçe: Daha önceden rezervasyon yaptırmış. Reinayı kapatın da…..! Diğerleri ne olacak…! Dikkat : ÖSS’den gerekli puanı alan, Üniversitelere harçlarını yatırıp kaydını yaptıran genç kızlarımız Üniversite kapılarından içeri sokulmazken, Devletin kurumları tarafından eğitim, öğrenim hakkı gasp edilirken siz nerelerdesiniz Yasemin Çongar hanımefendi. Burada başka kurumlar tarafından mağdur edilen tüm tesettürlüleri de dahil etmek isterim. Eşlerinin başörtüsü yüzünden Türk Silahlı Kuvvetlerinden Askeri Şura kararı ile ihraç edilenleri de dahil etmek isterim. Tesettür fantezi değildir. Tesettür insanların inandığı gerekçeler için bir giyiniş tarzıdır. Tesettür İslamın emridir. Bu yazılarınızı o zaman neden yazmıyorsunuz. Hükümetin çıkarttığı kanunun malum çevreler tarafından askıya alınması karşısında neden tek satır yazmak gereğini duymuyorsunuz. Sebep belli. Ayşe Arman bunu rol gereği yapıyor. Bir daha tesettür giyer mi giymez mi onu Allah bilir. Ve de eli kalem tutan bir yazar. Desteklenmeli ki bu tip girişimler halk nazarında dikkate değer, hatta akademik bulunsun. O sizin taraftan değil mi….? Savunulması gerekir. Ama verdiğiniz örnekler Türkiye ile uzaktan yakından alakası olmayan ülkeler ve kanunlar. Türkiye’de rol de yapsanız tesettüre geçiş yok. Savunurken tek taraflı olmayın. Biraz insaf. Hakikatleri görmezlikten gelmenin bir faydası yok. Eğer bir hak varsa bu herkes için geçerli olmalı. Sadece rol yapanlara tanınan hak, hak değildir Ahmet TÜRKAN 16.07.2009 Cuma 41
  • 42. UĞUR DÜNDAR’A FİTRE DÜŞERMİ Uğur Dündar’a fitre düşer mi diye medyatik alimlerimizden Beyaz Hocaya sorsaydık alacağımız cevap muhtemelen…. - Düşer, düşer olurdu. Sonrada büyük bir ihtimalle Uğur Dündar’ın durumu nasıl diye de sorardı. Yaşar Nuri Hocamıza sorsaydık… - Ben bunu kitaplarımda yazmıştım…şeklinde bir cevap alırdık ve cevabını kendimiz bulmak zorunda kalırdık. Bu edebiyat nereden çıktı diye soracaksınız büyük bir ihtimalle. Uğur Dündar katıldığı bir radyo programında fitre ile dalga geçmiş. Bahse konu olay kısaca aşağıdaki gibi. Konunun tamamını merak edenler verdiğimiz linkten okuyabilirler. “Geçtiğimiz hafta Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açıklanan fitrenin "6,5 TL'lik" taban fiyatı Uğur Dündar’ın telefonla katıldığı radyo programında dalga konusu oldu. Dündar, emekli ve memur maaşlarına yapılan zamla bağdaştırdığı fitrenin devlet tarafından verildiğini ima edercesine, "Daha ne versin ki devlet" gafını yaptı.”3[1] Yukarıdaki pasajdan anladığım kadarı ile Uğur Dündar’ın her ne kadar emekli ve memurlarla ilişkilendirdi ise de aslında kafasının arka planında fitrenin; devletin veya İktidar Partisinin oy toplamak amacı ile fakire fukaraya dağıttığı bir para gibi düşünmüş olacak ki bozdur bozdur harca demiş. Sayın Dündar bu konu; her yıl Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 4 [2] açıklanır. Müslümanlar da ona göre fitrelerini verirler. Araştırmacılığı ile yıllardır gündemde olan bir usta gazetecinin bu konuda böyle bir gaf yapması akla şu soruları getiriyor. Her ramazanda köşelerinden ahkam kesenlerin, ramazanlıklar dağıtanların, ama aynı zamanda ramazan dışında İslami kesime ver yansın edenlerin aslında bir numara bilmediklerini gösteriyor. Bildikleri bir şey var. Karalamak. Her ramazanda uydurma bir konu bulup imanları sulandırmak. Sakız çiğnemek orucu bozar mı…? 3[1] http://www.haber7.com/haber/20090805/Ugur-Dundarin-Fitre-dalgasi-VIDEO.php 4[2] http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/Diyanet-Isleri-Baskanligi-Duyuru-2781.aspx 42
  • 43. Sigara içmek orucu bozar mı…? Eşini öpmek orucu bozar mı…? Oruç nasıl açılır….? Bu konularda fetva vermeye hazır alo fetva hocaları, üzerlerine vazife imiş gibi her soruya mutlaka bir şeyler söylemek zorunda olduklarını sanıp sallamadan, test usulü hatta çoktan seçme sorular karşısında uydurma cevaplarla hem komik duruma düşmekteler hem de konunun biraz dışında fakat inanç problemi olmayanların da kafalarının karıştırmaktalar. Üstüne üstlük kanal kanal gezip işi rantiyeye çevirmekteler. Ondan sonra araştırmacı gazeteciniz Uğur Dündar fitrenizle, bozdur bozdur harca diye dalga geçer. Boşuna endişelenme Uğur Bey sana fitre düşmez. Onun için harcayamazsın. Eğer fitre vermek istersen de dokunmaz. Ekonomik durumunun oldukça iyi olduğu basında epeyce yazıldı çizildi. Fitre Nedir. “Ramazan Bayramına kavuşan ve dinen zengin sayılan Müslümanların, kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler için fakirlere vermeleri gereken belli miktarda mal ya da paradır.”5[3] Yanlış anlaşılmasın. Bu konularda diyanet işleri başkanlığı sitesi www.diyanet.gov.tr her zaman hizmetinizdedir. Eğer birine sormaktan utanıp sıkılıyorsanız, diyanet sitesi imdadınıza yetişir. Ahmet TÜRKAN 10.08.2009 DARBE YAPACAĞIZ DA PLANIMIZ YOK – 1 5[3] http://www.diyanet.gov.tr/turkish/biliyormuyuz/biliyormuyuzoku.asp?id=41&harf=F 43
  • 44. “Türkiye Cumhuriyeti son 50 yılını darbelerin kaos ve karanlığında yitirmiş bir ülkedir. Bunun nedenlerini araştırmak için Osmanlı Devleti’nin son döneminde orduya bulaşan siyaset hastalığının ve Cumhuriyetin kuruluşundaki tepeden inmeci uygulamaların hatırlanması gerekir. Osmanlının son döneminde Ordu içinde fırkalaşma ve masonik kadrolaşma Balkan harbinde müthiş bozguna ve kısa süre sonra hiç hazırlıklı olmadığımız halde birinci cihan harbine girerek Osmanlı Devletinin yok olmasına neden olmuştur. Osmanlının enkazından Kurtuluş savaşıyla iyice yıpratılmış, 12,5 milyon nüfuslu yeni Cumhuriyetin kurulması için düşmanlarımızın en önemli istekleri olan islam’dan ve İslam Ülkelerinden uzaklaşmamız, dinde lakayt yöneticiler tarafından da benimsenerek yeni devletin batıdan onay alması sağlanmıştır. Bu konuda İngiltere Avam Kamarasında ‘Türklerin istiklalini ne için tanıdınız’ diye yükselen itirazlara Lord Gürzon; “Biz onları maneviyat ve ruh cephesinden öldürmüş bulunuyoruz. Asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır” demiştir. Türkler Cumhuriyet sonrası batıya dostça ve samimiyetle yaklaşırken, batı İslam dünyası üzerindeki kirli emellerinden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. İslam ülkelerindeki zengin enerji kaynaklarını ele geçirmek, İslam devletlerini parçalayıp bölerek güçsüz, zayıf, küçük kendilerine bağımlı tutmak için her türlü entrikalara, siyasal, sosyal, ekonomik, askeri baskılara başvurmuşlardır. Bu baskıları bazen gizli servisleri veya ellerinde tuttukları medya organlarından sinsice, bazen de ekonomik baskı ve askeri güç kullanarak yapmaktadırlar. İkinci Dünya savaşı sonrasında Churcil’e Yalta’da bir basın toplantısında Türkiye’nin konumu hakkında sorulan bir soruya “Türkiye’nin belirli bir ağırlığı vardır. Bu kilosunu İslam alemine ve Sovyet Rusya’ya karşı korumalıdır. Eğer Türkiye zayıflayacak olursa İslam alemine ve Sovyet Rusya’ya karşı desteklenerek eski kilosuna çıkarılmalıdır. Fakat Türkiye şişmanlayacak (fazla güçlenecek ) olursa derhal rejime tabi tutulup eski kilosuna indirilmelidir” cevabı, İngiltere’nin Türkiye’ye bakışını yansıtan bir görüştür. Komünist blokun güçlü olduğu iki kutuplu dünyada Rusya’ya komşu İslam ülkelerini Batı’nın savunması için Rusya’ya karşı kalkan olarak kullanılmıştır. 44
  • 45. İkinci dünya savaşından sonra batının önderliğinin İngiltere’den Amerika devralmıştır. Bu nedenle Türkiye ABD’ne yaklaşma gereğini duydu. 1947 yılında Türkiye ve Yunanistan Sovyetler Birliği tehdidi altında diye Truman doktrini çerçevesinde ekonomik ve askeri yardım planına alındı. Genel Kurmay Başkanı Salih OMURTAK başkanlığında bir Türk heyeti Amerika’ya gitti. 1948’de Türkiye dünya Bankasından ilk borcunu (50 Milyon $) aldı. Marshall yardımı yürürlüğe sokuldu ve 1948-52 yılları arası 351 700 000.-$ yardım aldı.Türkiye 1950’de Kore’ye asker gönderdi. Bu birlik, ABD birliklerini korumak için çok büyük kayıplar verdi. ABD başkanı Truman yardımı 3 katına çıkardı. Sonuçta Türkiye 1951 yılında NATO’ya kabul edildi. 1952’de düşünce, finansman ve techizatını ABD’nin verdiği, Özel Harp Dairesi, Seferberlik Tedkik Kurulu adıyla kuruldu. Sınavla Türk Subayları Amerika’ya davet ediliyor, özel harp kursları görüyordu. İlk giden 16 subay arasında Yüzbaşı Alpaslan TÜRKEŞ’te vardı. Daha sonra kurulduğu ülkelerde Gladio diye isimlendirilen özel harpçiler Türkiye’de tüm ihtilallerde ve kirli işlerde görülecekti. 1927 yılında kurulan Milli Emniyet Hizmeti (MEH) teşkilatının da CIA ve diğer yabancı batılı istihbarat servislerinden yoğun parasal destek gördüğü 1955-56’larda Başbakanlık Müsteşarı tarafından tespit edilmiştir. 5 Eylül 1955’de Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev bombalanmış ve bir gün sonra İstanbul Beyoğlu’nda azınlıkların dükkanları çirkin bir şekilde yağmalanmıştı. Bu olayın Özel harp dairesi tarafından planlandığı yıllar sonra özel harpçi Orgeneral Sabri YİRMİBEŞOĞLU hatıratında açıklayacaktı. Planlayıcılar kahraman Türk Subayı olarak terfi ederken, olaydan haberi olmayan Demokrat Partisi iktidarı Yassıada’da bu olay nedeni ile de Anayasayı ihlalden mahkum olacaktı. 21 Ocak 1972 tarihli Daily Telegraph gazetesi CIA’in hangi ülkede darbe yaptığına açıklarken Türkiye’de 1960 ihtilalini ve 1971 müdahalesini CIA kaynaklarına dayanarak bildirmiştir. 12 Mart 1971 müdahalesinden birkaç yıl sonra, Eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL 12 Mart darbesinden 3 ay önce ABD Büyükelçisi’nin haşhaş ekiminin yasaklanmasını Türk Hükümetinden istediğini ve Başbakanın bunu kabul etmediğini, ABD Büyükelçisi’nin ise çok yazık bundan fena neticeler doğacak dediğini söyleyerek çok fena neticeler belli oldu. 3 ay sonra hükümetimiz düşürüldü dedi. Darbe sonrası kurulan hükümet haşhaş ekimini kısa sürede yasaklamıştı. 12 Mart darbesi öncesi Hv.K.K. Muhsin BATUR bir ödül töreni için ABD’ye gitmişti. Soğuk savaşın en hızlı olduğu bu yıllarda ABD Türkiye’de kendi kontrolünden çıkmış sol 45
  • 46. eylemlerden rahatsız oluyordu. Bu nedenle komutana darbenin ne zaman yapılacağını sordukları yazılmıştır. 1971 darbesinde sol eylemlerde kullanılan pek çok eylemci hapislerde çürür, gizli köşklerde işkenceye tabi tutulur veya çatışmalarda öldürülürken CIA ve Özel Harpte bu eylemcileri kullananlar başarıları ile övünüyorlardı.6[1]” Konu uzun, sizi sıkmamak için devamını önümüzdeki haftaya bırakıyorum. Konu bittiğinde ise konu hakkında gereken açıklama ve yorumlarımı, niçin böyle bir başlık kullandığımı açıklayacağım. Ahmet TÜRKAN 15.08.2009 6 [1] Kemal ŞAHİN,”Bağımsız Türk Mahkemelerinde Yargılanmak İstiyorum”,Sarıyıldız, Ankara,2007,S.5-8 46
  • 47. DARBE YAPACAĞIZ DA PLANIMIZ YOK - 2 1974 Kıbrıs müdahalesinden sonra ABD ile ilişkilerimiz bozulunca, Org Semih Sancar Başbakan Ecevit’ten örtülü ödenekten, “ örtülü ödenekteki paranın tümüne yakın olan birkaç milyon lira istiyor”. Ecevit ne için istediğini sorunca “Özel Harp Dairesi için istediğini, daha önce bu dairenin masraflarının ABD tarafından karşılandığını, bu dairenin ABD askeri yardım kuruluşu ile aynı binada çalıştığını” bildiriyor. Ve Ecevit 12 Mart sonrası Kontrgerilla faaliyetleri ile ilişkili bu teşkilatı tam öğrenememeden iktidardan ayrılıyor. 1975–80 yılları Türkiye için terörün tırmandığı yıllardı. 1974’de terörden 4 kişi ölürken, 75 de 35, 76 da 104, 77 de 292 kişi ölüyor. 1978–79 İran,’da Humeyni devrimi ABD’nin gözlerini dört açmasına ve Türkiye’ye ayrı bil ilgi göstermesine neden oluyor. 7–8 Haziran 1980’de Gn. Kur. Bşk Kenan Evren ABD’ye gidiyor. Başkan Carter’in milli güvenlik danışmanı Zbigniew Brezinski ile görüşüyor. Brenzinski “İstikrarlı bir Türkiye istiyoruz. Ama Türkiye bu konuda iyiye gitmiyor bir şeyler yapmak lazım” diyor. 12 mart darbesinde olduğu gibi ihtilalden bir hafta kadar önce de Hv. K.K. Tahsin Şahinkaya (Dünyanın en zengin generali) ABD’de görüşmelerde bulunuyor. 11 Eylül günü öğle vakti Başbakan Demirel bir müdahale olacak mı diye etraftan bilgi toplamaya çalışıyor ama sonuç alamıyor. 12 Eylül sabahı İhtilal başarılmıştır. İhtilal başlamadan önce Ankara’da basılan taşra baskısı Günaydın Gazetesinin birinci sayfası alt yarısında üç sütuna basılmış bir yazı başlığı vardı. Başlıkta “ Ankara’da önemli olaylar bekleniyor. Avrupa’dan bir uçak dolusu gazeteci geldi.” Yazıyordu. Yani başbakanın ihtilalden haberi yokken Avrupalı gazeteciler ihtilali yakından izlemek için tam gününde gelmişti. Brezinski darbeyi ABD başkanına tiyatroda oyun seyrederken haber veriyor ve “Bizim çocuklar başardılar” diyordu. Darbe sonu 11 Eylüle kadar tırmanarak devam eden terör olayları birden son buldu, Hükümet düşürüldü, Parlamento feshedildi, siyasi partiler kapatıldı. 650.000 kişi gözaltına alındı. “Asmayıp’da besleyelim mi?” diyerek 50 kişi idam edildi. 14.000 kişi vatandaşlıktan çıkarıldı, 229 kişi işkencede can verdiği, kayıpların sayısının ise bilinmediği yazıldı. 1974 Kıbrıs müdahalesi sonrası NATO’dan ayrılan Yunanistan’ın tekrar NATO’ya alınması Türkiye tarafından hiçbir engelleme karşılaşmadan sağlandı. Ana çatısı ile bugünde geçerli olan Anayasa hazırlandı. Anayasaya yerleştirilen birbirine zıt pek çok tuzak deyimlerle zalimlere zulüm yapma imkanı sağlandı. İhtilal sonrası 47
  • 48. Türkiye’de görev yapan ABD elçisinin İhtilalin lideri Kenan Evren hakkında hatıratında yazdıkları çok ilginçtir. Büyükelçi “ Evren çok hoş bir insandı, diyalogumuz çok iyiydi, Atatürk’e bağlı insandı. Kendisinden bir istekte bulunacağımız zaman, Atatürk’ün o konu ile ilgili bir sözünü bulur söylerdik hemen kabul ederdi.” diyor. Acaba büyükelçi başörtüsü veya bazı lisanların yasaklanması yönünde bir telkinde bulunmuş mudur? 1980 ihtilalinin Time dergisinde “Dünyanın en zengin generali’ diye kapak konusu olacak generalleri de Türkiye’ye kazandırdığını söylemeden geçmeyelim. 1990’lı yıllar Dünya komünist blokun yıkıldığı, NATO yani batı, tek kutuplu globalizmin benimsenmeye başlandığı, NATO yani batı tarafından İslam’ın düşman olarak kabul edildiği yepyeni bir dönemdi. Amerika Irak’la İran’ı 8 yıl savaştırdıktan sonra, Diktatör Saddam’ın Kuveyt’e girmesine önce ses çıkarmamış. Daha sonra Saddam’a savaş açarak Orta Doğu’da bütün kontrolleri eline almıştı. Komünist blokun yıkılması ile tüm dünyada dinlere yönelmede artış olurken, İslam Ülkelerinde elinde tuttuğu medya ile halkı İslam’dan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Türkiye’de o yıllarda Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Aczimendiler, Hizbullah eylemleri, medyanın günlük senaryolarında yerlerini alıyordu. Bu arada Prof. Muammer Aksoy, Prof. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi solcu aydınlar faili meçhul suikastlara kurban gidiyor, bütün bu cinayetlerin şeriatçılar tarafından işlendiği medyada çeşitli senaryolarla anlatılıyordu. Bunlardan ilginç olanı Bahriye Üçok bombalı paketle suikast konusunda MİT tarafından eğitildikten sonra gönderilen bir bombalı paketle öldürülmüştü. En çok araştırılan Uğur Mumcu’nun ölümü arabasına egzostla motor arasına yerleştirilen askerlerin kullandığı C-4 tahrip kalıbı ile gerçekleştirilmişti. Cinayeti işleyenler telefonla gazeteleri arayarak yığınla İslamcı terör örgütü ismi vermişlerdi. Cinayet öncesinde körfez savaşında türlü numaralar çeviren Amerika’ya karşı tepkiler artmıştı. İslami yayın yapan radyo TV istasyonları artmaya ve İslami şuurlanma artmaya başlamıştı. İmam Hatiplilerin Harp okullarına girişine imkan sağlayacak kanun teklifinin Meclis Milli Eğitim komisyonunda görüşülmesi kabul edilmişti. Ölümünden birkaç gün sonra da İran Dış İşleri Bakanı Türkiye’ye gelecekti. Cenaze büyük bir kalabalığın omuzlarına “Kahrolsun şeriat, Mollalar İran’a” sloganları ile taşınmış, Uğur’u öldürenler müthiş bir iş başarmışlardı. Bunun için pek çok provokatif olaylar MGK toplantılarına yakın olarak uygulamaya konur, MGK’da gündem konusu olurdu. Bu olay sonrası MGK’nın talebi ile özel radyo ve TV’lerin yayını durduruldu, İmam Hatiplilerin Harp okullarına girmesine imkan sağlayacak kanun teklifi reddedildi. İran Dış İşleri Bakanının ziyareti Uğur’un cenaze merasimi gölgesinde sönük geçti. Uğur Mumcu’nun şeriatçılar tarafından öldürülmediği ailesi 48
  • 49. tarafından da kabul edildi. Ama bugüne kadar kimin öldürdüğü de anlaşılamadı. NATO’nun yeni düşmanımız İslam fikri başlangıçta Türkiye’de benimsenmedi gibi görünse de NATO’nun bir parçası olan TSK’da yeni konsept çalışmalar 1994 yılında göze çarpmaya başlamaktadır. Subay ve astsubaylardan eş ve çocuklarının resimleri istendi. Özellikle 1996 yılında Deniz Kuvvetlerinde Yunanistan ile yaşanan Kardak Kayalıkları krizi esnasında Ramazan aynının içine denk getirilerek fişleme faaliyetlerinin yapılması çok dikkat çekicidir. Eşi türbanlı başörtülü fotoğraf verenler derhal sakıncalı veya şüpheli personel listesine alındı. Bir süre sonrası Jn.Gn.Komutanı Teoman Koman kışlalarda subay ve astsubayların cami ve mescitlere gitmesini yasaklayan bir emir yayınladı. Aynı dönemde Donanma Komutanı Güven ERKAYA’da Donanma garnizonuna başörtülü bayanların girmesini yasakladı. Bu arada sivil hayatta Aczimendiler gibi provakatif olaylar devamlı gündeme getiriliyordu. Siyasi ortam ise oldukça karışıktı. ANAP’ta Genel Başkan Mesut Yılmaz güven sağlayamamıştı. DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ekonomik krizi atlatmakta zorlanıyor, rüşvet, hortumculuk, haksız mal edinme dedikoduları iktidarı sarsıyordu. Solcu partiler birbirleri ile uğraşmaktan başka bir şey yapamıyor, Refah Partisi gittikçe güçleniyor, yeni konsepte ayak uydurmaya çalışan TSK bu durumdan çok rahatsız oluyordu. 1995 seçimlerinden Refah Partisi birinci parti olarak çıkmıştı, DYP- ANAP koalisyonu yürümemiş, ANAP Refah koalisyonu son anda askerler tarafından engellenmişti. Erbakan Çiller’le anlaşarak 96 yılında Refah-Yol kuruldu. Askerler 96 Ağustos YAŞ toplantısında Hükümete karşı ilk tavrı koydular. YAŞ’ta irticai nedenlerle diyerek 13 subay-astsubayı ordudan uzaklaştırdılar. Halbuki daha önceki toplantılarda ordudan YAŞ yolu ile ayrılanlar disiplinsiz diye ilan edilmekteydi. Bu YAŞ toplantısı sırasında ordudan uzaklaştırmalara hiç itiraz etmeyen Erbakan başbakanlık konutunda verdiği davette alkollü içki vermeyince Güven Erkaya ile rakı krizi yaşanmıştı. Komutanlar bu hükümeti istemiyorlardı. Daha önce baş tacı olan Tansu Çiller Erbakan’la hükümet kurduğu için tukaka olmuştu. YAŞ’ta ihraç sorunu çıkarmayan Başbakan’a Aralık şurasında 69 kişi sundular. İmza yine sorunsuzdu. Askerlere karşı sorunsuz davranan Başbakan sivil ortamda bu ölçüyü muhafaza edemiyordu. Konutunda bazı tarikat liderlerine verdiği iftar yemeği medya tarafından abartılarak kullanıldı. Ardından Sincan’da Kudüs gecesi nedeniyle provokasyonlar yaşandı. Sincan’da tanklar yürütülerek 28 Şubat 1997’de MGK toplantısı sonucu Refah-Yol’un ipi çekildi. 3,5 ay sonra hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Silahlı Kuvvetler tarafında çeşitli kurum ve kuruluşlara irtica brifingleri verildi. Bunların arasında Yüksek Yargı organları da vardı. Oysa yargıyı etkilemek Anayasamıza göre Anayasal suçtu. 49
  • 50. TSK’dan 1200 civarında subay ve astsubay YAŞ kararı ile sorgulanmadan, mahkemeye çıkmadan, savunma hakkından mahrum ve ne ile suçlandığını bilmeden yargısız infaza maruz kaldı. Bunu tasvip etmeye 10.000 in üzerinde subay astsubay da emekliliğini isteyerek ayrıldı. İrtica fişlemesi askerlerden memurlara, polis,öğretmenlere, hatta işportacı ve kokoreççilere kadar yaygınlaştırıldı. Türkiye’de komünist Sovyet rejiminden daha baskıcı bir uygulama görüldü. Aykırı yazanlar andıçlanarak devre dışı bırakıldı. Pek tabi bu arada menfaatçi hortumcularda boş durmuyordu. Bankaların içleri boşaltılıyor, ekonomi alt üst oluyor, önceden bazıları tarafından birçok maddesi ihlal edilen Anayasa Cumhurun başı ile Başbakan arasında fırlatılıyordu. Milli birlik ve beraberlik çok yara almıştı. Ordu, yargı, Cumhurbaşkanı ve medyanın itibarı her gün biraz daha azalıyordu. 1999 büyük depremi yanında siyasi ortamda yapılan tahribat Ülkeyi tarihinin en büyük krizine sürükledi. Ve Türkiye iflas etmişti. 28 Şubat post modern darbesi yapanlar Ülkeyi IMF’nin kucağına oturttular. Açlık sefalet, ahlaksızlık, adaletsizlik aldı yürüdü. Batan bankaların her birinin enkazı altından ordudan irtica nedeni ile subay astsubayları uzaklaştıran çok disiplinli komutanlar çıktı. Bazı disiplinli komutanlar ise orduya iş yapan müteahhitten 150.000$ borç alarak, veya kaynağını açıklayamadıkları paralarla mülk edindikleri tespit edildi. Milletimiz bu pisliklerin sorumlularını 3 Kasım 2002 seçimlerinde Parlamentonun %95’ni değiştirerek siyasi mevta haline getirdi. Böylece bundan sonraki siyasetçilere dürüst davranmaları konusunda gerekli dersini verdi.7[1] Başından beri anlatmaya çalıştığımız gibi bütün darbeler iç ve dışarıda bu milletin düşmanlarının ve menfaat çetelerinin işbirliği ile hazırlanmıştır. Bu arada bazı vatanseverler farkında olmayarak kullanılmışlardır Devrimler milletin sosyolojik, psikolojik, ahlaki, hukuki, iktisadi8[2] yapısını bozmakta tedavisi çok güç sorunlara neden olmaktadır. İhtilalleri yapanlar cezalandırılmadıkça ihtilal heveslileri daima olacak, ülke bu tehditle her zaman karşı karşıya kalabilecektir. Milli iradenin tecellisini sağlamaya çalışmak ve Milletin sesine kulak vermek her Türk vatandaşı ve yöneticisinin görevidir. Milletimiz, Meclisimiz, ve Hükümetimiz darbelerin yaralarını sarmak için üzerlerine düşen görevlerini yapmalıdırlar. 7[1] Kemal ŞAHİN,”Bağımsız Türk Mahkemelerinde Yargılanmak İstiyorum”,Sarıyıldız, Ankara,2007,S.9-14 8[2] http://www.habername.com/yazi/ahmet-turkan-ticari-ahlak-1464.htm 50