pavio ikili kodlama bilgiyi işleme kuramı, gagne dokuz adım kuramı, rogers değişimin yayılımı kuramı, pragnanz yasaları, bilgiyi aşırı yükleme durumları
2. PAVIO IKILI KODLAMA KURAMI
Bilgi-işleme sürecine ilişkin araştırmalarda, sözel bilişsel süreçlere ağırlık verilmesi, sözel
olmayan bilişsel süreçlerin ihmaliyle sonuçlanmıştır. Geçen yüzyılın ilk yarısında nadiren
yürütülen imgelem (imagery) çalışmaları, araştırma yöntemlerinin öznelliği nedeniyle eleştiriler
almış ve davranışçı akımın gölgesinde kalmaktan kurtulamamıştır (Pavio, 1986). 1960’lı yılların
sonlarında davranışçılığın etkilerinden sıyrılmaya başlayan psikoloji araştırmaları, bilişsel
süreçlerin araştırılması üzerinde yoğunlaşmıştır. Pavio ’nun 1960’lı yıllarda başlattığı çalışmalar,
otuz yıllık bir çalışma süreci sonunda, sözel ve sözel olmayan bilişsel süreçlere eşit ağırlık veren
İkili Kodlama Kuramı ’ nın (İKK) geliştirilmesiyle sonuçlanmıştır. İkili Kodlama Kuramı (İKK)
belleğin biri dili diğeri ise sözel olmayan algıları temsil eden ve işleyen, iki alt bilişsel sistemden
oluştuğunu varsaymaktadır.
3. Bilgisayarla öğretim olanaklarının artması ve bilgisayarın yaygın kullanılmaya başlaması, çok
ortamlı öğrenmeyle birlikte İKK’nı da yeniden gündeme getirmiştir. İKK veya bu kurama
dayanan kuramlar çerçevesinde çok ortamlı öğrenme konusunda pek çok araştırma
yapılmıştır. Bellek destekleyiciler, problem-çözme, kavram öğrenme, dil öğrenme ve çok
ortamlı öğrenme gibi alanlarda yapılan çalışma sonuçları kuramın varsayımlarını destekler
niteliktedir. Son yıllarda nörofizyoloji alanındaki araştırmalardan elde edilen bulgular da
İKK’nda öngörülen bilişsel yapıyı doğrular niteliktedir. Kuramı destekleyen araştırma sonuçları,
kurama verilen önemi artırmıştır.
4. Ancak uygulama alanının gelişmesiyle birlikte yanıt bekleyen soruların sayısı da artmaktadır.
Yaklaşık 50 yıllık araştırma tarihçesine karşın, kuramın uygulamaları ve farklı bağlamlarda
varsayımlarının geçerliliğine ilişkin yeni araştırmalara gereksinim vardır. Bu çalışmada, İkili
Kodlama Kuramı’na ilişkin temel bilgiler, kuramı destekleyen ve desteklemeyen araştırma
sonuçları, kuramla ilişkilendirilebilecek nörofizyolojik bulgular sunulmuştur. Ayrıca kuramın
eleştirisine yer verilerek, ilgili yönelimler tartışılmaktadır.
5. KURAMIN GELIŞIMI
Lisansüstü çalışmalarına 1954’de McGill Üniversitesi’nde danışmanı Dr. Wallace Lambert ile
başlayan Paivio’nun ilk araştırmaları iki dillilikte bilişsel işlemlerle (bilingual processing) ilgilidir.
Dil öğrenmede çağrışım varsayımına göre sıfatların isimlerden önce yer alması öğrenmeyi
olumlu etkilemektedir. Çağrışım çiftlerini öğrenmede sıfat-isim sıralamasının etkili olduğu
varsayımına şüpheyle bakan Lambert ve Paivio, sıfat-isim ve isim-sıfat dizilerinin hatırlama
açısından farklarını incelemişlerdir (1956). Araştırma sonuçlarına göre çağrışım çiftlerini
öğrenmede isim-sıfat sıralaması, sıfat-isim sıralamasından daha etkilidir. Paivio isimlerin
sıfatlardan daha somut olduğunu, bu nedenle isimlerin bellekteki ilgili sıfatların
hatırlanmasında destekleyici birim ( memory pegs) olarak kullanılabileceğini ileri sürmüştür.
Bu araştırmadan elde edilen sonuçlar “çağrışım temelli bellekte, imgelenebilir isimlerin bilişsel
destekleyiciliği varsayımının gelişimine önayak olmuştur.
6. 1960’lı yıllarda, Paivio’nun amacı yeni bilginin hatırlanmasını etkileyen değişkenleri
tanımlamaktır. Bu amaçla Paivio kavram öğrenmede destekleyici sözcüklerin nitelikleri ve bu
niteliklerin düşünme sürecine etkileri üzerinde odaklanmıştır (Paivio, 1991a.). 1963’teki
araştırma sonuçları, sıfat-isim dizilerinden daha kolay öğrenilen isim-sıfat dizilerinin, isimlerin
soyut değil de somut oldukları durumda hatırlama düzeyinin yükseldiğini göstermiştir
7. (Paivio, 1963). 1965’teki çalışmada ayrıntılı bir inceleme sonunda Paivio, somut ismin
ilgili sıfat için tepki değil de, uyarıcı olduğu durumlarda, öğrenmenin ismin
somutluğundan daha olumlu
etkilendiğini bulmuştur (Paivio, 1965). Örneğin “üzgün kadın” sıfat isim tamlamasında,
bu tamlamanın hatırlama düzeyi yükseltilmek isteniyorsa, tamlama kadın-üzgün şekinde
sunulmalıdır. Kadın kavramının zihinde canlandırılabilirliği yani somutluğu hatırlamayı
kolaylaştırmaktadır. Kadın kavramının tamlamada önde yer alması sonda yer almasına
göre hatırlamayı daha olumlu yönde etkilemektedir.
8. Paivio, bu çalışma sonrasında
ismin imgesinin hatırlamaya aracılık eden değişken olduğu görüşünü ileri sürmüştür.
Paivio’ya göre somut isimlerin, duyusal imgeler açığa çıkarma kapasiteleri soyut
isimlere oranla daha fazladır; ayrıca imgeleme, sözcük çiftleri arasındaki çağrışımsal
bağın (associative connection) oluşumuna aracılık edebilmektedir (Paivio, 1965). Paivio
ve Yarmey (1966) bu varsayımı sözcük çiftleri öğrenmede imgelem, sözel ve diğer
stratejileri kullanarak test etmişlerdir. İmgelem kullandıklarını belirten deneklerin daha
çok sözcük hatırladıkları görülmüştür.
9. BILGIYI IŞLEME KURAMLARI
• İnsanın dünyayı anlamada kullandığı zihinsel süreçleri inceler. Bu kuram, bilgisayar
süreçlerini insan öğrenmesinin sürecine benzeterek öğrenmeyi açıklamaya çalışır. İnsan zihni
bilgiyi alır, işler, biçim ve içeriğini değiştirir, depolar, gerektiği zaman geri getirir ve
davranışlar üretir. Tüm bu süreçler yürütücü kontrol tarafından denetlenmektedir.
• Bu kuramın cevap aradığı dört temel soru vardır:
Yeni bilgi dışarıdan nasıl alınıyor?
Alınan bilgi nasıl işleniyor?
İşlenen bilgi nasıl saklanıyor?
Depolanan bilgi, ihtiyaç duyulduğunda nasıl geri
getiriliyor?
10. • Bazı bilgiyi işleme kuramcılarına göre mutlak unutma yoktur, hatırlamayı zorlaştıran bazı
etkiler vardır. Bunlar bozulma, karışma, yanlış yerleştirme ve bilgiyi değiştirmedir.
• Biliş: Neisser’e göre, duyusal girdinin dönüştürüldüğü, azaltıldığı, işlendiği, kaydedildiği,
yeniden ele alındığı ve kullanıldığı tüm süreçlerdir.
• Bilişsel Süreç: Bilginin bir depodan diğerine aktarılmasını sağlayan algı, dikkat etme,
yorumlama, anlama ve hatırlama gibi zihinsel, içsel süreçlerdir.
11. • Yürütücü Kontrol: Bireyin tüm biliş süreçlerini denetleyen sistemdir. Yürütücü kontrol
sistemi zihinsel süreçlerimizin kontrolünü yani bireyin kendi öğrenmesinin iki temel yönünü
denetler. Güdüsel Süreçler, bireyin bir şeyi elde etmeye niyet etmesi, onu elde etmeyi
amaçlaması ile ilgili süreçtir. Bireyin amacı, beklentileri ve tutumlarıyla ilgilidir. Bireyin
geçmiş yaşam tecrübeleri, ön öğrenmeleri güdüsel süreçler üzerinde oldukça etkilidir. Bilgiyi
İşleme ile İlgili Süreçler, gelen bilginin duyusal kayda, oradan kısa süreli belleğe, oradan da
tepki üreten üreticilere gönderilerek davranışın ortaya çıkması ya da uzun süreli belleğe
geçirilmesi, uzun süreli bellekten geri getirilmesinde rol alan tüm bilişsel süreçlere rehberlik
ve kontrol etmesidir. Bu iki süreçle ilgili değişkenler, bilinçli olarak denetlenebilirler.
12. Yürütücü Biliş: Bireyin kendi biliş yapısı ve öğrenme özelliklerinin farkında olması, nasıl
öğrendiğinin farkında olmasıdır. Üç boyutu vardır. Biliş bilgisi, bireyin şu an için bildiklerini,
bilgi birikimini yansıtır. Biliş becerisi, bireyin gerçekleştirmekte olduğu düşünsel etkinlikleri
ifade eder. Biliş deneyimi ise bireyin bilişsel alandaki duyuşsal durumunu ifade etmektedir.
Öğrenmeye karşılık Hafıza: Öğrenme, basitçe bilginin kazanılmasını ifade ederken; hafıza, daha
önce öğrenilmiş bilgiyi hatırlama yeteneğini de ifade eder.
Saklama: Yeni bilginin hafızaya yerleştirilmesi sürecidir.
Kodlama: Bilginin hafızaya yerleştirilmeden önce düzenlenmesidir.
13. • Loci (Yerleşim) Yöntemi: Bilgiyi işleme kuramında bellek destekleyici ipuçları olarak bilinir. Eski
Yunan’da hatiplerin konuşmalarında kullanılan yöntemdir. Bilgilerin bir binanın odalarıyla
ilişkilendirip; binanın oda ve katları gibi bilgileri yerleştirip düzenleme ve hatırlamayı-geri
getirmeyi kolaylaştırma yönetimidir.
• Öğrenmeden söz edebilmemiz için bilginin mutlaka uzun süreli belleğe ulaşmış olması gerekir.
Öğrenmenin tanımında yer alan kalıcı ya da izli davranış değişikliği ifadesi bunu zorunlu
kılmaktadır.
• Bazı akademik kaynaklarda belleğin işlevleri tanıtılırken açık ve örtülü bellek vurgusu
yapmaktadır. Açık bellek, bilgiyi kodlamak ve geri almak için bilinçli bir çabanın gerekli olduğu
durumları açıklar. Örtülü bellek, bilginin kodlanması ve geri getirilmesi için bilinçli bir çabanın
harcanmadığı durumu açıklar.
14. BELLEK TÜRLERI
• 1. Duyusal Kayıt
• 2. Kısa Süreli Bellek
• 3. Uzun Süreli Bellek
15. DUYUSAL KAYIT
Çevreden gelen uyarıcılar öğrenenin alıcılarını yani duyu organlarını etkiler ve duyusal kayıt
yoluyla sinir sistemine girer. Duyu organların her birine gelen uyarıcıların ilk
algılanmalarından duyusal kayıt sorumludur. Buradaki bilgi, orijinal uyarıcıyı temsil eden bir
yapıdadır. Uyarıcının tam olarak aynısıdır.
Bilgi burada çok kısa kalabilmektedir. Bir ile dört saniye arasında kalış süresi değişmektedir.
Duyusal kayıtın kapasitesi sınırsızdır. Bununla birlikte gelen bilgi anında işlenmezse, çok
hızlı bir şekilde kaybolur. Sadece dikkat edilen sınırlı sayıdaki bilgi kısa süreli belleğe aktarılabilir.
Bilginin duyusal kayıttan kısa süreli belleğe geçişinde dikkat ve algı süreçleri süzgeçtir.
16. İki fonksiyonu vardır:
1. Sınırlı miktardaki bilgiyi sınırlı bir zaman süresi içinde geçici olarak depolar.
Bundan dolayı kısa süreli bellek denir. (7+2 birim)
2. Bilgi burada çok kısa kalmaktadır. Yetişkinde bu süre 20 saniye kadardır.
3. Kısaca bir yetişkinde kısa süreli bellek beş ile dokuz birimlik bilgiyi zihinsel tekrar
yapılmadıkça ancak en fazla 20 saniye depolayabilmektedir.
17. İyi öğrendiğimiz bilgiyi sürekli olarak depoladığımız bellek türüdür. Uzun süreli
bellek, nöronlar arasındaki bağlantılarda yani sinapslarda yapısal değişme ile ortaya
çıkmaktadır. Sinapslar ya güçlenmekte ya da komşu nöronlarla yeni bağlar, yeni
kollar oluşturmaktadır. Beyindeki bu değişmeler de bilginin uzun süreli bellekte
sürekli olarak kaldığını göstermektedir.
18. Belleğin kapasitesinin sınırsız olduğu belirtilmektedir. Öğrenme bir kez gerçekleştiğinde
ebediyen saklandığına ilişkin kanıtlar mevcuttur. Bilgilerin depolandığı bir kütüphane gibi
düşünülebilir. Ancak bilginin hatırlanması büyük oranda materyalin uygun bir şekilde
kodlanarak, uygun yere yerleştirilmesine bağlıdır.
19. bir şeyin nasıl yapılacağı ile ilgili bilgilerin, işlemlerin depolandığı bellektir.
Uzun süreli belleğin bölümleri:
• 1. Anısal Bellek: Kişisel yaşantılarımızın depolandığı bölmedir.
• 2. Anlamsal bellek: Konu alanlarının kavramları, olguları, genellemeleri, kuralları depolanır.
• 3. İşlemsel Bellek: Herhangi
20. • Bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılmasını sağlayan süreçler
• Dikkat
• Algı
Kısa süreli bellekte bilgiyi saklamanın yolları
Sürekli Tekrar
Gruplama
21. BILGININ UZUN SÜRELI BELLEĞE AKTARILMASINDA
KULLANILAN SÜREÇLER
• Örtük ve Açık Tekrar
• Kodlama/Anlamlandırma
• Genişletme/Eklemleme
• Bellek Destekleyici İpuçları
22. BILGIYI IŞLEME MODELINE GÖRE ÖĞRETIMIN DÜZENLENMESINDE DIKKAT
EDILECEK HUSUSLAR
• Konuya dikkat çekilmelidir
• Öğrenenin temel ve önemli olan bilgiyi diğer ayrıntılardan ayırt etmesine yardımcı
olunmalıdır.
• Yeni kazanılacak olan bilgi ile önce bilginin ilişkilendirilmesi yapılmalıdır
(eklemleme)
• Öğrenenin bilgiyi anlamlandırmasında örgütlemesine yardımcı olunmalıdır.
• Soyut fikirleri somutlaştırmaya yardımcı olacak örnekler verilmelidir.
23. Sözcük, terim ve olguların sadece tekrar yoluyla öğrenilmesi değil bellek destekleyici
stratejiler ile öğrenmesine rehberlik edilmelidir.
Bilginin uzun süreli bellekten çağrılmasında tedbirler alınmalıdır.
Bilginin tam olarak öğrenilmesi için tekrar ve özetlemelere yer verilmelidir.
Öğrenene öğrenme sonuçları hakkında bilgi verilerek yürütücü bellek şemasını
geliştirmesine yardım edilmelidir.
24. GAGNE NIN 9 ADIM KURAMI
Robert Gagne en çok kendisine ait olan öğretimin dokuz durumu ile tanınır. 1916 yılında
doğdu. 1940 da Brows Üniversitesi Psikoloji bölümünden Profesör Dr. Ünvanını aldıktan
sonra Persilvanya Devlet Üniversitesinin Connecticut kız kolejinde öğretim görevlisi
olarak çalıştı.
Gagne 1960’lı yıllarda yeni davranışçı akımın temsilcilerinden biri olarak kabul edilmekle
birlikte, sonraki yıllarda bilgiyi işleme kuramcılarının öncülerinden biri olmuş, davranışçı
yaklaşımın ilkeleri ile bilgi işlem süreci yaklaşımının ilkelerini birleştirmiştir. Gagne
öğrenmeyi hem ürün hem de süreç olarak ele almıştır. Gagne’ye göre öğrenme,
gözlenebilir davranışlardan dolaylı olarak anlaşılır ve öğrenme beyinde gerçekleşir
Gagne’nin Öğretim Modeli
25. • Modele göre öğretimin düzenlenmesinde sırasıyla şu adımlar atılmalıdır:
• 1- Dikkati çekme
• 2- Öğrenciyi dersin hedeflerinden haberdar etme
• 3- Ön bilgilerin hatırlatılması
• 4- Uyarıcı materyalin sunulması
• 5- Öğrenciye yol gösterme(rehberlik etme)
• 6- Davranışı ortaya çıkarma
• 7- Dönüt-Düzeltme verme
• 8- Değerlendirme
• 9- Öğrenilenlerin kalıcılığının ve transferinin sağlanması
26. • 1.Dikkati çekme
• tasarlanmalıdır. Öğretmen bu hedef doğrultusunda görsel(resim, film vb) ve sözel(fıkra vb)
unsurlardan Öğrenmenin en iyi şekilde gerçekleşmesi için öğrencinin dikkatini çekecek
materyaller yararlanabilir. İnsanların çoğu biranda tek bir konuya odaklanabilmektedir.
Bundan dolayı öğrencinin tüm dikkati öğretilecek konu üzerine yoğunlaştırılmalıdır. Bunuda
öğrencinin dikkatini çekecek yeni materyaller kullanarak yapabilir. Öğrenciler hakkında
bilgiler edinip onların dikkatinin dağılmaması için onların ilgisini çekecek sorular
yöneltilmeli ve onlarında konuya ortak edip soru ve görüşlerini dile getirmesi sağlanmalıdır.
Böylece öğrenme en iyi şekilde gerçekleşecektir.
27. • 2.öğrenciyi dersin hedeflerinden haberdar etme
• Öğretmenin öğretime başlamadan önce öğrencilere dersin içeriği hakkında genel bir bilgi
verilmelidir. Böylece öğrenci ne öğrenmesi gerektiği hakkında güdülenmiş olur ve konu
dışına çıkmaktan kurtulur. Derste neyin öğrenilmesi gerektiği hakkında az çok bilgi edinmiş
olur ve ona göre kendini odaklar. Böylece dersi kavram çatışmasına düşmeden daha kısa
zamanda öğrenir. Hedefin önceden duyulması, yönetim mekanizmasını harekete geçirir ve
beklentilerin oluşmasına yardımcı olur. Öğrencinin derste ulaşacağı hedefleri bilmesi bu
hedeflere ulaşmak için hangi yöntem ve teknikleri uygulayacağını kafasında tasarlar.
28. • 3. Ön bilgilerin hatırlatılması
• Öğretilen konuların kısa süreli bellekteki bilgilerin uzun süreli belleğe anlamlı bir şekilde
kodlanabilmesi için önbilgilerle anlamlandırılması gerekir. Bunun için öğrenciye bilgi verilmeden önce
ön bilgilerin ortaya çıkarılması sağlanmalıdır. Böylece öğrenci daha kolay neden sonuç ilişkisi kurabilir.
Öğretmen, öğrencilerin daha önce kazanmış oldukları bilgileri soru sorarak, açıklama yaptırarak,
tartışarak ortaya çıkarabilir. Bu yöntemle öğrenme daha hızlı ve kolay gerçekleşir.
• 4. Uyarıcı materyalin sunulması
• Dersin içeriğini sunarken daha etkili ve daha verimli bir öğretim sağlamak için stratejilerin
kullanılması gerekir. Öğrenciyi hedefe ulaştıracak materyaller doğru seçilmelidir. Bu materyaller
öğrenmeyi kolaylaştıracak cinste olmalıdır.
• Öğrenci böylelikle sunulan önbilgilerle karşılaştırır, anlamlandırır ve uzun süreli belleğe kodlamaya
çalışır. Materyalin düzenlenmesinde öğrenci grubunun gelişim özellikleri ve sınıf düzeyleri çok etkili bir
rol oynar. “sınıf düzeyi” denilen kavram uyarıcı durumlarının düzenlenmesinde dikkate alınması
gereken ölçütlerden biridir.
29. • 5. Öğrenciye yol gösterme(rehberlik etme)
• Öğrenciye yol gösterme öğrenme açısından oldukça önemlidir. Öğrenme ortamında öğrencilerin yanlış davranışlar
kazanmaması ve başarılı olmalarının sağlanması için onlara rehberlik edilmesi gerekir.
• Bunun için öğrenciye neyi nerede ne zaman ne şekilde yapılacağı nasıl kodlama yapılması gerektiği yeni bilgilerin
hangi ön öğrenmelere birleştirileceği konularında ipuçları verilmelidir.
• En iyi yol gösterme stratejisi, her adımda biraz yardım vererek ilerlemedir. Bu suretle, her öğrenci ihtiyacı kadar destek
alma imkanına sahip olur. Hızlı öğrenene bir tek, yavaş öğrenene ise birkaç örnek yeterli olabilir. Öğrenciye ipuçları
verilerek öğrencinin bilgiyi kendisinin bulması sağlanmalıdır. Böylece öğrenme kalıcı olacaktır.
• 6. Davranışı ortaya çıkarma
• Öğrenciye yeni davranışlar öğretildikten sonra bu davranışın ne derece kazandıklarının yoklanması gerekmektedir.
Öğrenciye yazılı sözlü sorular sorarak davranışı test edilmelidir. Konuyu kavradığı hissedilen öğrenciye yap, çiz, söyle
gibi ifadelerle öğrendiği davranışa dönüştürülmesi istenir. Böylece öğrencinin kendisini de görmesi sağlanmış
olur.Öğrencilerde kazandırılmak istenen davranış gözlenmese öğretim ortamı zenginleştirilmeli öğrenciye yeni ipuçları
verilmelidir.
30. • 7. Dönüt-Düzeltme verme
• Bu aşamada öğrencinin kazanması gereken davranış ne ise onu yapması beklenir. Öğrenci
gösterdiği davranışın doğruluğu hakkında bilgi almak ister. Öğrenci gösterdiği davranışın
doğru olduğunu öğrenirse davranışı pekiştirir ve öğrenmeye karşı güdüsü artar. Davranışın
yanlış olduğunu öğrenirse hatasını düzeltir ve o davranışı bir daha tekrarlamamaya özen
gösterir. Öğrencinin kazanması gereken davranış ne ise onu yapması beklenir.
• Örneğin " 250 kg. kivi 500 TL. ise bir kg. kivi ne kadardır ?” diye bir soru sorulduğunda;
verilecek cevapla hem kesirlerle ilgili bilgi (davranışlar) hem de kilogramın alt birimleri ile
ilgili bilgi ortaya çıkarılmış olur. Geribildirim verilmesinde standart yoktur. Geribildirim baş
sallama, mimik hareketleri, gülümseme, kabul anlamında söz söyleme gibi değişik şekillerde
verilebilir.
31. • 8. Değerlendirme
• Öğrenmenin sonunda her bir öğrencinin istendik davranışı ne derecede kazandığının belirlenmesi gerekir.
Öğretimsel olayların verimliliğini değerlendirmek için beklenen hedeflerin gerçekleşip gerçekleşmediği sınanmalıdır.
• Yapılan değerlendirmeler sonucunda öğrenmenin ne derece gerçekleştiği gözlenir ve öğrenciler sonuçlar hakkında
bilgi verilerek gerekirse tamamlama eğitimi yapılır. Değerlendirme öğrencilerin düşünme, anlama, sorgulama, ilişki
kurma, analiz-sentez yapma becerilerini geliştirme düzeyini ölçmek için yapılmaktadır. Değerlendirme sonunda
öğrenciler arasında karşılaştırma yapılmamalıdır.
• 9. Öğrenilenlerin kalıcılığının ve transferinin sağlanması
• Bir konuda uzmanlığı geliştirmek için yeni bilgilerin başka alanlara da uygulanması gerekir. Öğrenmenin ilk
oluşumundan hemen sonra, öğrenciye öğrenmeyi güçleştirici nitelikte alıştırma, örneklendirme, proje vb. ödevler
verilmelidir. Öğrenilen davranışların aralıklı olarak tekrar edilmesi kalıcılığı büyük oranda etkiler. Öğrenilenlerin başka
alanlara geçişini sağlamak için öğrenilenlerin yeni durumlarda kullanılması, öğrencilerin problemlerle karşı karşıya
bırakılması yararlı olur.
32. • SONUÇ
• Gagne ’ye göre öğretim basitten karmaşığa doğru aşamalı bir sırada yapılmalıdır. Burada önemli olan öğretim sonunda
ulaşılması gereken hedefi belirlemek ve öğretim etkinliklerini ona göre düzenlemektir. Bu görüşe göre en sonunda
ulaşılması istenen amacı en başa ve ona ulaşmak için diğer alt amaçları hiyerarşik bir şekilde basitten karmaşığa doğru
sıralamak en önemli noktadır.
• Gagne ’ye göre okul öğrenmelerinde en çok kullanılan öğrenme türleri ayırt ederek
• öğrenme, kavram öğrenme, kural öğrenme ve problem çözmedir. Öğretmenler ders içi etkinliklerini planlarken önce
konu ile ilgili temel amacı belirlemeli, konuyu alt amaçlara ayırmalı ve öğrencilerin bu sekizli hiyerarşideki yerini
belirleyerek öğretimi buna göre planlamalıdır.
• Gagne’ye göre öğretimin amacı, öğrencilerin problem çözme becerilerinin üst seviyeye çıkartılmasıdır.
• Gagne’ye göre öğrenme, dışsal uyaranların bilişsel süreçlerle yapılandırılmasına bağlı bir işlemdir.
• Öğrenme, öğretim materyali, pekiştirme, tekrar gibi iç faktörlerin etkileşimine bağlıdır. Ancak bilişsel stratejiler içinde
bireyin duygusal özelliklerini tanımlayan ilgi, beklenti, tutum ve değerlerde önemli bir etkendir.
• Bundan dolayı Gagne’nin yaklaşımı bilişsel öğrenme kuramlarının kendine özgü bir değerlendirmesi olarak ele
alınabilir.
33. PRAGNANZ YASASI
• Gestalt kuramcıları algısal örgütlemeye yardımcı olan yasların hepsini kapsayan
daha genel bir yasa oluşturmuşlar ve buna Pragnanz yasası adını vermişlerdir. Kofka
bunu şu şekilde açıklamaktadır: ”Psikolojik örgütlemeler, kontrol eden koşullar izin
verdiği ölçüde,olabildiği kadar iyi olacaktır.” Her psikolojik olayda anlamlı,tam ve basit
olma eğilimi vardır.Gestalcılara göre, psikolojik yaşantı ile beyinde var olan süreçler
arasında izomorfizm(eş bilimcilik) vardır. Dışsal uyarıcılar beyinde reak-siyona neden
olmakta ve bunun sonucunda yaşantı kazanılmaktadır. Gestaltcılar,beyinin kendisine
gelen duyusal uyarımları Pragnanz yasasına göre aktif olarak işleyip anlamlı ve tam
olan yeni bir forma dönüştürdüğü-nü ileri sürmektedirler.
34. • Kofkaya göre dışarıdan gelen duyusal uyarımları anlamlandırma ve örgütlemede
sadece Pragnanz yasası değil, aynı zamanda bireyin inanç-ları, değerleri,
gereksinmeleri, tutumları da etkili olmaktadır. Bu nedenle, aynı fiziksel çevrede
bulunan kişilerin çevreyi yorumlamalsrı ve tepkileri farklı olabilmektedir. Bunun
için de bireyin davranışının gerisindeki ne-denleri anlayabilmek için coğrafi
çevresinden çok, davranışsal çevresi bilinmelidir.
35. • Algısal Değişmezler
Bir objeyi, koşullar değişmesine rağmen aynı obje olarak görmemize algısal degişmezlik
denir. Kapının pozisyonuna bağlı olmaksızın(örneğin kapalıyken ya da açıkken) onu kapı
olarak,kişiyi önümüzde durmasına ya da daha uzakta olmasına bağlı olmaksızın aynı kişi olarak
algılarız.
Bir başka örnek olarak şu verilebilir; yemek masasının üzerindeki tabak , bardak ,çatal ve
kaşıkları düşünün. Masayı algılarken, yanlızca gö-zümüzün retinası üzerine düşen verilere
dayanmış olsaydınız, masanın üzerindeki tabaklar siz uzaktayken oval, yaklaşınca yuvarlak
gözükürdü; bardaklar uzaktan ufak, yakından büyük bardak olurdu. bu durum algısal
dünyamızda, içinden çıkılmaz bir karmaşa yaratır ve çevreye uyumumuzu olanaksız hale
getirirdi. Beynimiz bu karmaşayı önlemek için algısal de- ğişmezliği yaratmıştır
36. • Bellek İzi ve Unutma
Kofka’ya göre, kazanılmakta olan yaşantı, bellek sürecini harekete geçirir. Çevresel yaşantının,
beyinde meydana getirdiği etkinliğe bellek süreci denir. Bu etkinlik bittiğinde bir iz kalmakta ve bu
ize bellek izi adı verilmektedir.
Gestaltçılar unutmayı ise iki nedene bağlamaktadırlar. Bunlardan bi-rincisi; test etme sırasında,
bellek izini geriye getirme, anımsama ile ilgili güçlüktür. İkinci neden ise bellek izinin yeniden
düzenlenmesi sırasında, orijinal olayın kaybedilmesi, bozulmasıdır.
• İçgörüsel Öğrenme
Gestalt kuramın öğrenme anlayışımıza sağladığı en önemli katkı, içgörü çalışmasıdır. Sıklıkla,
öğrenme bireyin o anda gerçekten anladığı duygusuyla birdenbire oluşur. Böyle bir öğrenme,
unutmaya özellikle di- rençli ve yeni durumlara transfer edilmesi kolaydır.
37. • İçgörüye dayalı öğrenmenin özellikleri şunlardır:
• 1-Çözüm öncesinden çözüme geçiş ani ve tamdır.
• 2-İçgörüyle edinilen, çözüme dayalı performans genellikle pürüzsüz ve hatasızdır.
• 3-İçgörüyle kazanılan problem çözümü uzun süre anımsanır.
• 4-İçgörüyle kazanılan bir ilke, diğer problemlerin çözümüne kolayca uygulanır.
Köhler, içgörüye dayalı problem çözme konusunda maymunlarla bir çok çalışma yapmıştır. Örneğin,
bir muz hayvanın kafesinin tepesine asılmıştır, ayrıca kafesin bir köşesinde kutular bulunmaktadır.
Maymunun muza ulaşabilmesi için kutuları yığması ve tırmanması gerekmektedir ya da muz, kafesin
dışına, bir sopa ile ulaşılabilecek şekilde asılmıştır. Köhler’in maymunlarından Chica sopayı kullanarak
muza erişmeye çalış-mış, alamayınca kutuları üst üstte koyup üstüne çıkarak muza ulaşmıştır. Grande
kutuları uzunlamasına üst üste koyup, tırmanarak muzu almıştır. Köhlerin en akıllı maymunu Sultan ise
muza ulaşmak için iki sopayı birbirine eklemiştir.
38. • Üretici Düşünme
• Wertheimer yaşamının son yıllarında Gestalt yasalarının eğitime uy-gulanması konusuyla
ilgilenmiştir. ”Üretici Düşünme ” isimli eserinde Wertheimer, problem çözmenin doğasını ve tekniklerini
açıklamıştır. Kendisi problem çözmeyle ilgili birbirine zıt iki süreçten bahseder: Gestalt ilkelerine dayalı
öğrenmede problemin doğasını anlamaya yönelik olup bu tür öğrenmelerde bir başkası değil birey
tarafından öğrenme (A tipi çözüm) söz konusudur. Bu çözümde öğrenilen konu kolaylıkla genellenebilir
ve uzun süre anıumsanabilir .Diğerinde ise öğrenci olguları veya kuralları anlamadan ezberler ( B tipi
çözüm) . Böyle bir öğrenme katıdır, çabuk unutulur ve sadece sınırlı durumlara uygulanabilir.
• Anlayarak öğrenme ile ezberleyerek öğrenme ile arasındaki farkı, Michael Wertheimer (1980) ,
Katona tarafından yapılan şu deneyle açıklamaktadır. Deneklere birden dokuza kadar, aşağıdaki dizide
görüldüğü gibi 15 tane rakam verilmiş ve onların bu diziye 15 saniye kadar baktıktan sonra , rakamları
sırasıyla anımsamaları istenmiştir.
• 1 4 9 1 6 2 5 3 6 4 9 6 4 8 1
39. • Deneklerin çoğunluğu ancak birkaç rakamı arka arkaya anımsayabil-miş, birkaç hafta geçtikten sonra
ise yine çoğunluk hemen hiç bir rakamı anımsamamışlardır. Diğer bir guruba ise sayıların bir araya
getirilişindeki ilkeyi bulmaları söylenmiştir. Diziyi inceleyen deneklerden bazıları, sayı dizisini birden
dokuza kadar olan sayıların karesi olduğunu bulmuşlar ve bu ilkeyi haftalar , aylar sonra bile
anımsamışlardır.
• Problem çözmede tümden gelim ve tüme varım yöntemleri ezbere uygulanabilir. Kavrayış, sadece
mantıksal doğruluğun olması demek değil, problemi bir bütün olarak algılanması , araçların, amaca
gitme yollarının algılanması demektir.
• Yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı gibi Wertheimer’in eğitim açısından vurguladığı nokta cocuğun
ne anladığı üzerinedir. Ayrıca problemin sunulması problemin çözülmesi için önemlidir çünkü bu ,
problemin kavranmasını ve çözümü keşfetme yeteneğini artırır.
• İnsan düşünceleri her zaman bütünü arar. Hiçbir yarım bilgi insan beynini mantık açısından tatmin
etmez. Bu durumda beyin otomatik olarak görüntünün tamamını mantık açısından tamamlar ya da
insanda "bunun devamı nerede" sorusunun cevabını bulması için, araştırma dürtüsü uyandırır. Bu
duruma gestalt kuramının pragnanz yasası denir.
40. • Örneğin sağdaki resime bakın. Bu resimde görünen nesnenin ne olduğu sorulduğunda birçok
kişi "otomobil" diyecektir fakat bu bir otomobil değildir. Eğer objektif olmak gerekirse bu bir
otomobilin ön tarafıdır, ona "otomobil" dememizin sebebi pragnanzdır. Beynimiz otomatik
olarak otomobilin geri kalanını tamamlayacak ve bunun bir otomobil olduğuna karar verecektir.
Eğer beyninizin pragnanz safhasını atlatıp orijinal bir düşünce meydana getirmeyi denerseniz
resmin devamına bir uçak, bir tren, bir kamyonet, bir tır, bir limuzin… arkası çizmeniz mümkün.
Fakat bunun yerine en muhtemel olan otomobil ile tamamlanarak beyniniz bu çok küçük krizi
pragnanz ile atlatmış olur.
• Pragnanz bazen küçük yaşlarda görülmez ve bu durumda çocuk, zihninde oluşan boşluk onu
rahatsız ettiği için örneğin apartmanın kenarına park etmiş aracın devamını görmek için aracın
yanına kadar gidip bir bütün olduğunu gözleriyle görene kadar o araç ona rahatsızlık verir. Bu
ise beynin aldığı bilgileri bütünleştirmek için kişide oluşturduğu merak dürtüsü ile olur ve yaş
ilerledikçe pragnanz kişi için oldukça güvenilir hale gelir. Çünkü pragnanz genellikle yanılmaz.
Bazen ise pragnanzın zinhnizde sürkeli atkif halde olduğunu tıpkı bu cümledeki altı çizili kısımları
okumada sorun yaşamamanızı sağladığı gibi parçaları anlamlı bütünler haline getirmesi olarak
da görebilirsiniz. Yani sadece yarım olanı tamamlamaz, aynı zamanda karmaşık olanı mantıklı
bütüne götürür.
41. • Soldaki çizimlerde solda gördüğünüz şeklin ortası beyniniz
tarafından üçgene tamamlanacaktır, resmin sağındaki çizim ise
bir topuz olarak üç boyutlu cisim gibi algılanacaktır. Parçalanmış
şekilde incelediğiniz zaman soldaki çizim üç adet 60 derecelik
açısı kesilmiş daireden, sağdaki resim ise koni şekinde çizilmiş
çubukların bir küre üzerine yerleştirilmiş gibi çizilmesiyle elde
edilmiştir. Aslında bu çizimler bütün değildir. Soldaki çizim için
"üçgendir" ya da sağdaki çizim için "topuzdur" demek objektif
değildir.
42. ROGERS DEĞİŞİMİN YAYILIMI KURAMI
• Yeniliklerin yayılması kuramı yeni fikirlerin, yaşam tarzlarının ve teknolojilerin nasıl yayıldığını açıklamaya
çalışan bir kuramdır. Kuram belli bir zaman serisi üzerinden insanları yenilikler ile kurduğu ilişki içerisinde
yenilikleri benimseme kriterine göre sınıflandırmaktadır. Everett Rogers’ın 1962 yılında ‘Yeniliklerin
Yayılımı’ (Diffusion of Innovation) başlıklı çalışmayı yayınlaması ile akademik tartışmalara girmiştir. Yayılma
kavramı, kuramsal tartışmalara 19. yüzyılda Fransız Sosyolog Gabriel Tarde’nin çalışmaları ile girmiştir.
Rogers (1962: 40)’a göre “Tarde yeniliklerin yayılımı hakkında gözlemlediklerini, 1903 yılında yayınlanan iz
bırakan kitabının başlığı olan ‘Taklit Yasaları’ başlığı ile genelledi.” Tarde’ye göre 100 yenilikten sadece 10’u
yayılırken doksanı kayboluyordu. İnsanların davranış değişikliklerini açıklamak için Tarde yenilik ve taklit
kavramlarını kullandı. Rogers’ın kitabının ilk baskısında yer almasa da sonraki baskılarda, Simmel’in
kuramın gelişiminde önemli katkıları olduğunu ifade etmiştir. Yabancı gibi kavramlar daha sonra gelen
akademisyenlerin çalışmalarında yer alsa da, sosyal mesafe, heterofil, kozmopolitanlık gibi kavramlar onun
çalışmalarından türetilmiştir. Roger ve Bhowmık’e göre (1970: 526) homofil (homophily) etkileşim içinde
bireylerin niteliklerindeki benzerlik veya aynılık, heterofil (heterophily) etkileşim içindeki bireylerin
niteliklerindeki farklılığa denk gelmekteydi. Kavramlar iletişim araştırmalarında analitik araçlar olarak
kullanıldı. Örneğin Rogers, Iowa çiftçilerinin yeniliklerden söz ederken farklılıklardan çok benzer bir dil
kullandığını tespit etmiştir.
43. • Rogers’a göre yeniliklerin yayılması kuramlarının diğer iki kaynağı İngiliz ve Alman-
Avusturyalı antropologlardır. Yayılmacılar (diffusionists) olarak tanımlanan bu yaklaşımlar
“bir toplumdaki değişimi diğer bir toplumdaki değişimin başlamasının sonucu olarak kabul
eden antropolojik yaklaşıma sahipti.” (1962: 41-42) 1920’lerde ve 1940’larda Amerika’da
sosyologlar ve köy sosyolojisi çalışanlar teknolojik gelişmelerin toplumsal etkilerini sosyal
hareketlilik bağlamında değerlendirmişlerdir. Iowa Üniversitesi Köy Sosyoloji bölümünde
profesör olan Bryce Ryan ve araştırma asistanı Neal Gross’un, ‘melez mısır tohumları üzerine
yaptığı çalışma, 1941 yılında yüksek lisans tezi olarak kabul edilirken, 1943 yılında ‘Rural
Sociology’ dergisinde yayınlanmasıyla alanda önemli kilometre taşlarından biri olmuştur.
Yetkililer, melez mısırın avantajları açıkken çiftçiler arasında hızla yayılmamasını
anlayamamışlardı. Çalışmada “bazı çiftçilerin çevrelerinde komşularının yeniliği başarı ile
uyguladıkları bir zaman süresince yeniliğe adapte olmak için niçin on dört yıl bekledikleri”
(Rogers, 1962: 51) gibi sorulardan yola çıkılmıştır.
44. • Eğitim alanında ise, Colombia Üniversitesi’nde Dr. Paul Mort’un çalışmaları, yeniliklerin
yayılımını federal bütçe yerine okulların yerel finansmanı temelinde incelemiştir. Carlston,
1965 yılında modern matematiğin nasıl 5 yıl gibi kısa bir sürede yayıldığını incelemiştir.
Sağlık politikalarından sosyal politikalara pek çok alanda yeniliklerin yayılımı ile ilgili
araştırma gerçekleşmiştir. Yayılma araştırmalarında sadece yenilikçi politikaların değil, belli
kavramların da kabul edilmesi incelenmiştir. Evlat edinmenin Amerikan toplumunda
yaygınlaşmasının incelenmesi buna örnek verilebilir.20 yüzyılın başında köy sosyolojisi ile
başlayan çalışmalarda Tarde’nin S-şeklindeki yayılım eğrisi metodolojik olarak kabul
ediliyordu. Temel varsayımlar değişmeden yeniliklerin yayılması çalışmaları eğitim,
sosyolojinin diğer alanları ve sağlık sosyolojisi veya iletişimi çalışmaları gibi diğer
disiplinlerde de değişmeden aynı kaldı. Farklı disiplin ve yenilikler üzerine yapılan çalışmalar
Rogers’ın 1962 yılında yayınladığı çalışmasında tek bir model üzerinde birleşti.
45. • Everett Rogers, 1931 yılında Iowa’da bir çiftlikte dünyaya gelmişti. Babası elektro mekanik
ve biyo-kimyasal gelişmeler ile yakından ilgiliydi. Komşu çiftliklerin hibrit mısır tohumu
kullanması nedeniyle daha uzun ömürlü mısır yetiştirmesi ve % 25 daha çok mahsül alması
babasını etkilemişti. Lisans düzeyinde tarım eğitimi alan Rogers yüksek lisans ve doktora
eğitimini Iowa Devlet Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora tezini Ohio Devlet Üniversitesi
ve Michigan Üniversitelerinde çalıştıktan sonra Stanford Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde
çalışmaya başladı. Everett Rogers sadece Amerikan Üniversitelerinde değil Meksika, Fransa,
Almanya ve Singapur’da da, iletişim fakültelerinde ziyaretçi akademisyen olarak
bulunmuştur. Uluslararası iletişim Derneği (the International Communication Association)
başkanlığını yürüten Everett Rogers, davranış bilimlerinde İleri Araştırmalar Merkezi
üyeliğine seçilmiştir. 1962 yılında 31 yaşında iken, Yeniliklerin Yayılması’nı (Diffusion of
innovations) yayınladığında, Ohio Devlet Üniversitesi’nde profesör kadrosunda
çalışmaktaydı. Doktora tezinden türetilen çalışması bazı kaynaklarda en çok atıf alan sosyal
bilim kitapları arasında yer aldı.
46. • Rogers’a göre yeniliklerin yayılımını
çözümlemek için 5 temel unsur
bulunmaktadır. Bunlar:
• 1-Yenilik
• 2-Yeniliğe intibak edenler
• 3-İletişim kanalı
• 4-Zaman
• 5-Toplumsal Sistem’dir.
• Yenilik; cep telefonu, bilgisayar veya hibrit
tohum gibi bir teknolojik gelişme veya yeni
bir ürün olabileceği gibi, bir kavram veya
yaşam biçimi veya evlat edinme gibi bir
kamusal veya yasal bir düzenleme de
olabilir. Yenilikleri bir anlatı içinde
canlandıran üç unsur bulunmaktadır. Bunlar:
• Yeniliğin biçimi: doğrudan gözlemlenen
görünümü ve yeniliğin özüdür.
• İşlevi: sitemin üyelerinin yaşam tarzlarını
pozitif etkileyecek katkıdır.
• Anlamı: bir sosyal sistemin üyelerinin
sübjektif veya bilişsel olarak nasıl
algıladıklarıdır.
47. • Yeniliğin yayılması bir süreçtir. Kuramda bu süreç bir zaman serisi içerisinde uyum gösteren
bireylerin dağılım içinde sınıflandırılması ile elde edilen kategorilere göre değerlendirilir. Sınıflamada
ilk % 16 geliştiriciler (innovators) ve erken benimseyicilerden (early adopters) oluşmaktadır. % 68’lik
en büyük grup ise erken çoğunluk (early majority) ve geç çoğunluk, son grup ise % 16 ile geri
kalanlardan (laggards) oluşmaktadır.
• Owens (1996: 20)’a göre Rogers’ın modeli tek tek karar vericiler ile ilgilidir. Süreç üç aşamadan
oluşmaktadır: (1) ön koşullar, (2) süreç, (3) sonuçları. Yenilik karar süreci ise beş aşamadan
oluşmaktadır: (1) Bilgi (2) İkna (3) Karar (4) Uygulama (5) Onaydan oluşmaktadır. Sürecin sonucunda
yenilik benimsenecek veya reddedilecektir. Karar sürecini belirleyen beş unsur bulunmaktadır.
Bunlardan ilki alternatiflerden daha iyi olduğu algısına karşılık gelen görece avantajdır (relative
advantage). İkincisi mevcut değerler, ihtiyaçlar ve geçmiş deneyimler ile uyumluluktur
(compatibility). Üçüncüsü yeniliğin anlaşılması ve kullanılmasındaki karmaşıklıktır (Complexity).
Dördüncüsü önceden örnek veya tanıtım deneylenebilirlikden (trialability), beşincisi yeniliğin
sonuçlarının ne ölçüde göründüğü anlamına gelen görünebilirliktir (observability).
48. • Kuramı tanımlayan iki önemli kavram ise kuramsal temelleri Tarde ve Simmel’e ait, homofil
(homophily) ve heterofildir (heterophily). Rogers, homofiliyi etkileşimde bulunan birey çiftlerinin
inançlar, eğitim, sosyal statü ve benzerleri gibi belirli niteliklerde benzerlik derecesi olarak
tanımlar. Homofil bireylerin birbirinden etkilenmeleri daha kolaydır, ama yeniliklerin yayılımı için
heterofil bir yapı gerekir.
• Yeniliklerin yayılımı kuramı, bir yeniliğin yayılımındaki başarını, onun % 100 kabulüne
bağlamaktadır. Grubu temsil eden dağılımda bir kısım, yeniliği reddettiği zaman yayılma başarısız
sayılmaktadır. Çoğu zaman yeni fikirler, teknolojiler ve uygulamalar eskisi ile bir yer değiştirme
ilişkisine girmez, bunun yerine bir eklemlenme ilişkisi yaşarlar. Yeniliklerin yayılımı kuramı
genellikle sağlık ve tarım planlanması gibi kamu politikalarının uygulama faydaları ile temellenir.
Kuram, görünmez maliyetler ve istenmeyen sonuçları hesaba katmamaktadır. Diğer taraftan
amaçlanan kamusal fayda bireylerin değişimden olumsuz etkilerini tali kılmaktadır. Kuram,
yeniliğin her zaman iyi olduğu gibi bir yanlılığı taşımaktadır.
• Kuramın zayıf taraflarından biri de tek yanlı enformasyon akışına dayanması ve geri beslemeyi
49. BELLEK DESTEKLEYICI STRATEJILER
Bellek destekleyiciler belleği geliştirmek için sistematik
yöntemlerdir.Yunan belek tanrıçasına kadar uzanan bir
serüven aslında. Belleği yenide canlandırmak için tüm
beyin becerilerinin faaliyete geçirilmesi konusunda
mnemonik adında bir teknik geliştirilmiş. Mnemonik
hatırlamaya yardımcı yöntemler olaraktanımlanır.
Adına Yunan bellek tanrıçasıMne-mosyne’den
esinlenilmiş.
50. • Bu yöntemlere açıklık getirelim.
• 1.Loci yöntemi
• Romalılar devrinde, rhetorik (etkili konuşma) öğretimi sırasında bellek destekleyici
yöntemlerinden biri olan loci yöntemi öğretilir. Bu yöntemle konuşmanın belli bölümlerini
kafasında odasındaki belli yerlere yerleştirir. Konuşma sırasında da o yerleri hatırlayıp
konuşmaya sorunsuz devam edilir.
• 2.Kodlama ve Örgütleme
• Bu yöntem Blezza tarafından ortaya çıkarılmıştır. Blezza’ya göre çok tekrar edilse bile bazı
bilgiler unutulur, kolay hatırlamak için ise kodlama yapmak gerekir. Kodlama, bilginin
belleğe yerleştirilme süreci örgütleme ise, bilginin başka bilgiler ile işlenerek anlamlı hale
getirilmesidir.
51. • 3.Bağlantı(Zincirleme) Yöntemi
Bu yöntemde kalıcı olması istenilen bilgiler, birbiriyle bağlantılı olacak şekilde bir öyküye
dönüştürülür.
Örneğin yüzey alanı daraldıkça basınç artar bilgisini öyküleştirelim.
“Öğretmenin ince topuklu ayakkabı giymişti yanlışlıkla ayağıma bastı ve basıncı çok fazla
hissettim.
Arkadaşım spor ayakkabısıyla bastı çok fazla basınç hissetmemiştim”
• 4.Askı Sözcük Yöntemi
Bu yöntem yeni bilgiyle iyi bilenen kolay bilgiyi ilişkilendirmektir. Özellikle sıralı öğrenilmesi
gereken bilgilerde oldukça işe yarar yöntem olduğu söylenir.
Örneğin sayıları öğrenme de “mini mini birler çalışkan ikiler tembel üçler…”
52. • 5.Anahtar Sözcük
Bu yöntem bilinmeyen kelimeleri bilinen kelimelere benzetilmesiyle oluşuyor. Yabancı dil
öğrenirken daha etkili oluyor.
Örneğin “ Sivilceni scar (yara izi) san iz kalır.
• 6.Akronim
Sıralama gerekmeyen öğrenmelerde baş harflerden faydalanarak bir kelime üretmektir.
Örneğin; Doğalgaz termik santraller “OHA”
Ovaakça
Hamitabat
Ambarlı
53. • 7.Kafiye Oluşturma
Birbiriyle uyumlu kelimelerle oluşturulan bir yöntemdir.
Örneğin; “İsveç Norveç Danimarka
Türkiye’nin başkent Ankara”
55. • Bilgiye ulaşmaya çalışırken büyüyüp yaşlananların çocukları olan bizler bugün üzerimize
doğru gelen bilgi selinde boğulmamak için mücadele etmeye çalışıyoruz. O zaman,
doğruluğundan bile emin olamakta zorlandığımız bu kadar çok bilgi ile nasıl başa çıkmalıyız
ki, aşırı bilgi yüklenmesi sendromundan korunmuş olalım?
• Kalp hastalıklarına sebep olan başlıca sebeplerden olan aşırı yüklenmenin de çeşitleri var.
Hiç spor yapmayan bir kişi iseniz kaçırdığınız belediye otobüsüne yetişmek için yapacağınız
kısa bir koşu veya elinizde pazar filesi ile merdiven çıkmanız sizin için aşırı yüklenme olabilir.
Bu fiziksel aşırı yüklenmedir. Büyük bir mali kayıp, işten ayrılma, borç yükü, bir yakının kaybı
gibi olağan dışı stresler ise duygusal aşırı yüklenmedir.
56. Sabah uyanır uyanmaz e-postaların kontrol edilmesi ile başlayan, arabadaki navigasyon
sisteminden telefonumuzdaki onca uygulamaya kadar devam eden teknoloji alışkanlığı
gittikçe kontrolü imkansız bir bilgi yüklenmesine yol açıyor. İşte buna çağın hastalığı diyorlar
ve ismi de aşırı bilgi yüklenmesi.
Aşı bilgi yüklenmesinin bir diğer etkisi de üreticiliği ve stratejik düşünmeyi baskı altında
tutmasıdır. Büyük çoğunluğu doğrulanmamış yoğun bir bilgi bombardımanı ile karşı karşıya
kalan birey, bu bilgilerin hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu kavramakta zorluk çeker.
Ortaya çıkan aşırı yüklenmenin sepep olacağı sıkıntılar fiziksel ve duygusal aşırı yüklenmenin
meydana getireceği sıkıntılardan daha az değildir.
57. • İnterneti en çok kullananlar diğer kuşaklara göre daha fazla online olma ihtiyacı
duyan Y Kuşağı ve Z Kuşağı bireyleridir. Dijital çağda doğan büyüyen ve dijital çağın
yerlileri olan bu kuşağın üyelerinin en yaşlısı bugün 30 yaşlarında. Aşırı bilgi
yüklenmesinin de direkt internet ile ilişkili olmasını göz önüne alırsak bu
sendromla da en fazla Y ve Z kuşaklarının temsilcileri karşı karşıya kalıyorlar.
58. • Aşırı bilginin oluşma sebepleri:
• Anlık ve yeni bilgi üretiminin her geçen gün artıyor olması.
• Bilginin forumlar ve bloglar aracılığıyla kolayca tekrarlarının oluşması.
• Bilgiye ulaşmaya yarayan kanalların çeşitliliği (eposta, telefon, messenger gibi anlık
mesajlaşma programları, bloglar …).
• Birbiri ile ilişkilendirilmemiş ve ilişkilendirilmesi imkansızlaşmış bilginin çoğalması.
• Farklı bilgilerin karşılaştırılması ve işlenmesi için çok gelişmiş ve başarılı araçların henüz
geliştirilememiş olması.
59. New York Üniversitesi’nden Clay Shirky, 2008 yılında yaptığı bir konuşmada “Bu bir aşırı bilgi
yüklenmesi sorunu değil, filtreleme sorunu” diyerek bilgiye ulaştığımız araçları kullanırken
kendimiz için filtreler oluşturmanın gerekliliğine dikkat çekmiştir. Bilgiye erişmek için ortaya
çıkan yeni yollar bize eski filtrelerimizin işe yaramayabileceğini, yeni filtreler geliştirmemiz
gerektiğini işaret ediyor.
• Aşırı bilgi ile baş edebilmek için geliştirebilecek bazı örnek filtreler yazacağım. Ama internet,
doğası gereği filtrelerimizi aşmak için yeni yollar bulacaktır.
• Epostalarımızı gün içerisinde sürekli kontrol etmeyelim. Günün belirli zamanlarında kontrol
edelim. Sık sık eposta kontrolü yapmak hem vaktimizi çalar, hem de iş verimini düşürür.
60. İnsan beyni bir çok işi paralel yapmaya uygun değildir. Hem eğlenmek hem çalışmak,
paralelinde televizyon izlemek aslında mümkün değildir. Dikkatimiz hızlıca bu veri
kaynakları arasında gider gelir ve kısa zamanda da yorulur. Bilgisayarınızın başından
uzaklaşıp 10 dakika farklı bir şeyler yaptıktan sonra dönüp kaldığınız yerden işinize
dam etmeniz daha uygun olacaktır.
Aşırı bilgi ile yüklenmeye yol açan en önemli faktör kişinin kendisidir. Yapılacaklar
Dinlenmek hem vücut hem de ruh sağlığımız için önemlidir. Dinlenmeye ve
düşünmeye zaman ayırmalıyız. listemizi, fikirlerimizi, hatırlatmalarımızı, iletişim
listelerimizi ne kadar düzenli tutuyoruz acaba?