SlideShare uma empresa Scribd logo
1 de 125
Baixar para ler offline
Çekirdek Sanat Yayınları
Deneme Dizisi 01
Vakit Tamam Şimdi!...
Reha Bilgen
Birinci Basım
Eylül 2007
1000 adet
© Reha Bilgen
ISBN 978-975-98756-3-3
Yayına Hazırlayan
Tuncay Takmaz
Tasarım
Savaş Çekiç
Baskı
Graphis Matbaa
100Yıl Mahallesi,Matbaacılar Sitesi
1.Cadde No:139 Bağcılar / İstanbul
t:0 212 629 06 07 (pbx)
Çekirdek Sanat Yayınları
Dijital Bilim ve Sanat Yapımları
Yayıncılık Tic. Ltd. Şti.
‹stiklal Cad.Rumeli Han No:48 C Blok Kat:6 Daire:47
Beyoğlu İstanbul t:0 212 2445197
s:www.cekirdekshop.com
w:www.cekirdeksanat.com
e:iletisim@cekirdeksanat.com
VAKiT
TAMAM
ŞiMDi
Reha Bilgen
— 1. Bölüm —
HASANKEYF PARVAN
6
ŞAFAKÇUBUKÇU
7
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Hava sisli,
Sisli olduğu denli, yorgun ve bitkindir Hubli, yarı
baygın…
Bir savaştan dönmededir, bırakarak belleğini savaş
meydanlarında…
Fil de Hubli gibi yaralı bereli,
Taşımaktadır yine de ölgün sahibini…
Aman vermez sis, nere gider bu yol, ya da var mı bir
yol önümüzde,
Bir uçurumdan geldik ve uçurumdur önümüz belki de…
Büyüyor karaltı hafif hafif ve bu, bir dilencinin yüzü
olsa gerek,
“Ey benliğinin yırtıklarını, urbasında taşıyan dilenci,
Ben ki senin kadar aç, senin kadar yorgun, ölgün,
Ama sende, bende olmayan bir şey var:
“Nere gider bu yol ve önce bu, bir yol mu uçurum
mu?
Neresidir burası, evrenin hangi köşesi?
Ve az kalsın unutuyordum,
Hubli’dir adım benim ve başka hiçbir şey bırakmadı
yaşadıklarım,
“Benimdir” diyebileceğim…”
“Ey Hubli, Hasankeyf’tir burası, belki birgün sular
altında kalacak,
Sisler altındadır şimdilik yalnızca…
8
ŞAFAKÇUBUKÇU
9
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Şu görünen ışığı izle ve yalnız ışığı izle ömrün
boyunca…”
Uzaklaşır dilenci, geride kalır daha doğrusu,
Ve bir yokuş başlar onun ayrıldığı yerden,
Engebe desen yok, yok; yok, yok, zorluk, çetinlik
desen…
“Ey fil, sadık fil, nedir ki yokuşlar,
İnsan tekine düşen acıdan bize de böyle bir pay var,
Yokuşlar var olsun ki değerini bilelim düzlüklerin,
Ve sonsuza dek uzanmayacağına göre bir yokuş,
En kötüsü, bir dağın doruğunda buluruz kendimizi,
kutsanırız;
En iyisi, bir düzlükte buluruz kendimizi, dinleniriz…”
Nice sözler etti filine Hubli, kendinden başkası
değildi gerçekte, teselli etmek istediği.
Ve sesi önce geldi yokuşun sonunun,
Bu ses, bindirdi onu sırtına puslu bir anının,
Bu su sesi, Ganj mıydı yoksa, yoksa Yamuna mı?
Bu su sesi, hangi göksel varlığının hangi renk
nefesi?..
Ama hayır, bir çağlayandı bu, tanımadıkları.
Ne fil tanır, daldırır çekinmeden hortumunu
Ne de Hubli uzatır ellerini akıntıya, çekincesiz,
silmek için bulaşmış taze kanı…
Ama evet, suların dövdüğü kayalarda,
İnsan izleri vardı.
Hubli’nin rahatlaması için,
Bu kadarı yeter de artardı…
Koyverdi kendini suyun akıntısına,
Tepeden akan sular, döküldü onun başına…
Ve ateş yakıp kıyıda, dinlendi…
Ve yorgunluktan
Ya bayıldı ya uyudu…
***
“Ey göksel varlık hangisi düş hangisi değil, de bana!
Uyudum ve uyandım, Cana var karşımda,
Canavar değil Cana, Cana!
Henüz görmedi beni yattığım bu odada,
Karıştırmadadır şimdi o, ateşi; harlamadadır,
Beş yıl öncesi mi idi en son,
Bir düş gecesi geçirmiştik onunla,
Islak ve karanlıktı bütün dünya…
Oysa evlenecekti o, Peter’le,
Oysa evlenecektim ben, Pu Ying’le…
Ve kanıtlamak için yiğitliğimi,
Savaşa gitmiştim ben de, aklı havada her genç gibi…
Ve hiç yaşanmamış saymaya karar vermiştik o
geceyi…
O, Brahman Peter’le,
Ben, Çinli prensesle…
Ve hiç yaşanmamış saymışsak da o geceyi,
10
ŞAFAKÇUBUKÇU
11
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Şiirler yazmıştım Cana’ya dair,
Ve okumamıştım Cana’ya,
Savaşa giden bir gence, yakışan buydu, öyle ya…
Ama şimdi savaş meydanlarında bıraktığım
belleğimden,
Birkaç parça kaldıysa,
Burada bu odada,
Bu nerede olduğunu bilmediğim odada,
Birkaç parça kaldıysa,
Onlar da, geçirdiğimiz o gece Cana’yla
Ve şiirlerdir yazdığım, Cana’ya…”
***
“Ateşi harlamayı bırak da beni dinle Cana,
Ömrümü bırakmışım meydanlarda nasıl olsa…
De bana, düş müsün, gerçek misin?
Düşmüşüm bir çağlayanın kollarına,
Or’da esrime halinde miyim?”
“Ey Hubli, yazgı yine, başladı oyununa,
Ben de bunu sordum önce kendime,
Bulduğumda seni, Tigris kıyısında…
Bir beş yıl daha geçmiş gibi geldi bana,
Kendine gelmen…
Ve evet yaklaşıyorum sana,
Daha yakından bak,
Sen karar ver, düş mü gerçek mi bu manzara?”
Hubli, çekinerek ve korkarak daha fazla,
Dokundu Cana’nın zarif omzuna.
Düşlerinde çok dokunmuşsa da bu omza,
İnandı bu kez, gerçek olduğuna…
Bir şey demedi Hubli önce, sarıldılar,
Yaralarındaki kan bulaştı Cana’ya Hubli’nin,
Ama hayır, hepsi bu kadardı,
Peter’le evlenecekti Cana,
Ve Hubli, Pu Ying’le…
“De bana Cana, yazgı, nasıl bir oyun oynadı,
Nasıl bir oyun oynadı da seni çıkardı karşıma?
Çok uzaklardayken yurdumdan, yurdumuzdan…”
“Bilirsin, at kurbanı geleneği vardır bizde,
Hasankeyf’e kadar geldim, atın peşinde…”
“Kimin atı, kime kurban, kimin yargısı?”
“Evlenecektik, evleneceğiz Brahman Peter’le,
Ve az kala o kutlu güne,
Bir dilenciyi öldürdü müstakbel eşim,
Hayır, günah benim değil, ben günahkar değilim.
Bilirsin Hubli, sen ne kadar kşatriyaysan, savaşçı
kastındaysan,
Ben de bir o kadar vaişyayım, köylüyüm, tüccarım.
Bana düşmez at kurban etmek göksel varlıklara,
Brahman değilim.
12
ŞAFAKÇUBUKÇU
13
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Bir Brahman’dansa, bir dilenciye daha yakınım,
Yakında, Brahman eşi olacak olsam da…
Ve bundan, yalnızca bundan, şart koştum Peter’e,
Dedim ki, “günahlarını temizle, benlen evlenmezden
önce,
Ve iki nilüfer gibi birleşelim, temiz, tertemiz…”
Ve uygun olarak geleneklerimize,
At kurban etmeye karar verdik.
Bilirsin Hubli, geleneğe göre,
Bir Brahman, arınmak için günahlarından,
Bir at seçer, kutsal bir at,
Ve bırakır onu, dolansın diye, canı nereye isterse…
Bir yıl sürer bu rahatlığı atın,
Bir ordu da peşinden gider nereye giderse,
Ve savaşlar olur, fetihler olur, nalının değdiği her
yerde…
Ben de katıldım işte bu orduya,
Ve izledim atı orduyla,
Hafifletmek için vicdan azabımı,
Benim olmayan günahın azabını…
Ve savaşlar oldu peşi sıra atın,
Ve kanlı çarpışmalar oldu,
Bunları bilirsin sen ey savaşçı, geçeyim.
Kimse kalmadı sonunda, koca ordudan
Hindistan’dan, bu uzak diyarlara…
Ve ben ve şu an kapıya,
Bağlı olan at kaldı kala kala…
Gizlice izledim çarpışmaları,
Ağaçların, çalıların ardında,
Ve uzaklaşmak için usulca,
Bir rahip karası biçtim kendime,
Giydim cübbesini kara rahiplerin,
Ve bilerek dolmadığını bir yılın,
Günlerce peşinden gittim atın…
Ve yazgı…
İşte bur’dayım…
Kutsal at gibi gerçeksin sen de,
Bulutlardayım…”
“Anlıyorum Cana, ben de öykümü anlatayım sana,
Beş yıl öncesiydi vedalaştığımızda,
Yaşanmamış saymıştık o geceyi,
Savaşa katıldım, kanıtlamak için yiğitliğimi…
Hakkım sayılacaktı böylece, almak Çinli prensesi…
Şart koşulmadıysa da böyle bir şey bana,
Yine de katıldım savaşa…
“Güçlendirir” derler “öldürmeyen savaş,”
Bende güç yok, göksel yayı geremesem de,
Öğrenecektim en azından, vurmayı al elmayı…
Ve evlenecektim senin gibi ben de. Ben de…
Savaşlar, savaşlar, savaşlar gördüm.
Kan akan kana kan ırmaklar gördüm.
Gördüm yaşamla ölüm arasındaki dağı…
Ne ki yaşam; ölüm, alır insanı,
Geldi miydi gelmedi miydi zamanı…
14
ŞAFAKÇUBUKÇU
15
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Savaşlar, savaşlar, savaşlar gördüm
Ve kıpkırmızı oldu urbalarım,
Kan sızar yaralardan durduramazsın,
Ama evren boşalır yaralardan, evrene boşalır,
Umursamazsın…
Savaş meydanlarında akbabalar dolaşır,
Parçalamak isterler cesetleri,
Dönüştürmek için değil hayır değil,
Canı alınmış etleri hiçliğe…
Yaşam olur ölüler hücrelerinde,
Yüksekleri mesken tutmuş akbabaların,
Onlar da biz de onlar da çünkü,
Bir ve tek varlığın parçalarıyız…
Ama Cana, herşey tamam da,
Dolaşıyordum birgün cesetler arasında,
Düşürdüğüm maskeli
Savaşçıya takıldı gözüm…
Ne kadar mertti dövüşkenliği,
Ve ne kadar zorlanmıştım, evet zorlanmıştım,
Yere sermekte gövdesini…
Ve çıkardım maskesini, Cana, çıkardım,
Ve ne göreyim, ne göreyim, neden göreyim:
Bir çocukmuş bu benim alt ettiğim…
Bunu görünce kendimden geçtim,
Görmedim yaklaşan karaltıyı ardımda,
Sopasıyla gelen bir köylüydü bu,
Vurdu bütün gücüyle başıma…
Ve böyle bıraktım, işte böyle bıraktım,
Savaş meydanında, benliğimi, belleğimi,
Ve birden terkettim bilmemecesine kendimi,
Fil sırtında, o kasvetli ülkeyi…
Ve fil’ime, güvendim bir tek, fil’ime,
Memleketime dönmek için…
Ben anımsamasam o bilir,
Memlekete nasıl gidilir…
Nasıl dönülür beş yıllık yollar,
Artık fazlasıyla değişmiş yollar…
Değişmişlerdir, zaten değişmişlerdir,
Ama bendeki değişimden
Daha fazla değil…
Ve sen harlarken ocak ateşini,
Anladım ki Cana,
Tüm anımsadıklarım,
O gece, yoksaydığımız gece,
Ve şiirlerdi henüz okumadığım sana…
Şimdi okuyacağım…
Ama yanlış anlama lütfen olur mu,
Bir beklenti içinde olmayacağım…
Sen çizmişsin yolunu benimki gibi,
16
ŞAFAKÇUBUKÇU
17
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Evleneceksin sen de yakında,
Ben de evet ben de evleneceğim,
Pu Ying, prensesim bilmese de,
Bıraktığımı, belleğimi, benliğimi savaş
meydanlarında,
Yine de bekliyordur beni.
Gerçek sevgiyi bulduğum prensesim,
Pu Ying’im…
Yani yanlış anlama ve beni dinle Cana,
Beş yıl öncesini okuyorum şimdi sana:
Sırılsıklam
Hava karanlık, hiçbir şey yok yıldız namına...
Üstüm başım sırılsıklam...
Çıkıyorum merdivenlerden ağır ağır, arkama
bakarak...
Üstüm başım sırılsıklam...
Hayal meyal hatırlıyorum çağırışını...
Yağmur yağıyor bardaktan boşanırcasına...
Yere bırakıyorum kendimi hemen...
Üstüm başım sırılsıklam...
Ellerinin titreyişinden anlıyorum...
Yağmur içe işlemede, geri durmamada bir an olsun...
Bir hayli ıslak mı ne, ağzından dökülenler...
Üstüm başım sırılsıklam...
Beni rüzgara bırak, beni ufkun her gün geçip giden
kızıllığına...
Çiğ de bir tür yağmur sayılmalıdır...
Ne yana açsan avucunu, hangi yüze haykırsan,
Üstüm başım sırılsıklam...
Bir merdivenden bir başkasına... Hayat bu işte...
Arada düzlükler...
Paltonun işe yaramadığı ortadadır...
Bunca sözcüğü, ardarda bulmadasın sen, nereden?..
Üstüm başım sırılsıklam...
18
ŞAFAKÇUBUKÇU
19
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“O yan” dediğin ne yan?.. Bulamıyorum bıraktığım yerde,
Islak kirpiklerini, korugan kaşlarını, seğirişini
ellerinin, su birikintilerine...
Sen, ben, ellerimiz sırılsıklam diye midir ki,
Bütün dünya sırılsıklam?..
Unuttuğumuz günler vardır Cana,
Bir de anımsadıklarımız,
Sakın yanlış anlama…
Sonra… Sonra bir şiir vardı yaşlılığımıza dair,
Hubli o zamanlar, geleceği düşünmededir;
Elli yıl sonrasını, kırışık günleri,
Ve şimdi düşünmüştür beş yıl önce, elli yıl sonrasını:
Hatırlar mısınız?
Hatırlar mısınız,
Bacaklar yorgun,
Arşınlamakta idiydik ıslak sokakları...
Pencere önlerinde zarif saksılar?..
Ganj Bahçeleri henüz açıktı...
Sahaflarda eski-yeni el yazmaları...
Ramak vardı balıkçıların kapanmasına...
Talihimiz henüz daha ters dönmemişti...
Islanmıştık, dahası karanlıktı...
Sıcaktı ellerimiz, titrek değildi...
Çocukluk, bir hatıra taş oyması...
Yüce fil ağır ağır ilerliyordu...
Ses seda kesilmişti, ortalık ıssız...
Avucumda ne küçücük, ne sıcacıktınız...
Aktarma yaptığımız tüm sandallarda...
Bıraksam belki de uçacaktınız...
Hatırlar mısınız,
Şöyle capcanlı,
Çocukluk düşlerinizi, gençlik düşlerinizi,
Buğulanmadan bir sefer de, gözleriniz sizin?..
Sayası gelmiyor insanın, yaş ilerledi mi...
Sanki kendi düşüyor sahafa insan...
Tüm kadehler sizin için şimdi bu akşam...
Talihimiz henüz daha ters dönmemişti...
Koşmaya, yürümeye pek hevesliydik...
Mesut ederdi bizi, çocuk cıvıltıları...
Çocukluk, kimi zaman keskin bir ıslık...
Seğiriyor gözlerimiz şimdi daha çok...
Ses seda kesildi mi ürperiyoruz...
Avucumda ne küçücük, ne sıcacıktınız...
Bundandır, torunlarım hep sizin isminizde...
Sarılırım dünkü gibi onlarda size...
20
ŞAFAKÇUBUKÇU
21
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Belki şimdi çok erken, “bitti herşey” demeye,
Alt tarafı yetmiş yaş, uzun yıllar var daha...
O zamanlar ne küçüktük, yirmilerdeydik...
Avucumda yine küçücük, yine sıcacık olun!..
Tekliyor kalbim benim, siz olmadıkça...
Ya hep atıversin o ya kendiniz durdurun...
Ve Cana, inanır mısın, geçmişin,
Geleceğimizi biçimlendirdiğini bu kadar fazla;
Az sonra okuyacağım şiirden sonra,
Bugün tam beş yıl sonra,
Bir çağlayan çıktı karşıma yokuşun sonunda,
Zorlu, çetin, engebeli bir yokuşun.
İçimden geçmedi sanma
“Cana’ya zorlu da olsa kavuşacağım,
Bir gün evet bir gün, belki elli yıl sonra…”
Katarakt
Şelale...
Budur gözüme inen perdenin adı...
Beyaz, bembeyaz köpükler görmededir,
Durağan manzaraya pek alışkın gözlerim...
Şelale, güneş alır, beyaz tül bir perdedir...
Çavlan mı?..
Evet, gözlerimin feryadı,
Bu iki hecede de duyulabilir...
Duyulabilir, titrer nasıl ellerim...
Büyür çavlan; doğduğu semt, ferin söndüğü yerdedir...
Vay aksu...
Bizim türkülerimizin adı olmadı,
Bundan böyle tüm türküler adsız olabilir...
Su altında -dinliyorum- takırdıyor dişlerim...
Göğü bunca suya bulayan nedir?..
Akbasma...
Buğu olur şafak vakti dağların ardı;
Güneş, karanlığa karşı silkinmededir;
Sınırda takılır kalır ıslak düşlerim...
Susuşu suyun bende, gürleyişi bendedir...
Çağlayan...
Sis perdesi, gören göze... Kalın gece perdesi...
Çarpar sağına soluna, sapasağlam adam;
Islanmaya görsün bir kez, altında o suyun...
Ölmeden önce veremden, düşmeden zatürreeden;
Perde iner gözlerine, kalkmaz bir daha...
Dökülmemiştir hiç o, böylesine, bir göze...
Gözlerimde kapkalın bir gece perdesi...
Şırıltısı kulağımda suyun, fısıltısı: Gel!.. Gel!..
Gece ve su... Gece ve su... Gece ve su...
Gelmiştir zamanı artık!
Bırak kendini! Haydi bırak!
Susmayacak bu şırıltı bir kez dahi,
İnan olsun...
22
ŞAFAKÇUBUKÇU
23
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Hubli, ben hiç bilmiyorum, şimdi bilmiyorum,
Ellerimi ben ne yana koysam?
Yazgıya bak, bir atın
Peşinden gelmişim,
Yabancı, uzak bir diyara gelmişim,
Ve beni beklemekteymiş geçmişim,
Beni bu kadar uzakta…
Hubli, şimdi ben ne yapayım,
Bir kez daha oku, parşömene yazayım,
Yazayım, okunsun bizden sonra da,
Bizden sonradan da sonra…”
“Cana,
Sakın yanlış anlama,
Kanmayalım yazgının bu oyununa,
Bekleyenlerimiz var madem,
Bekleyenlerimiz, Çin’de, Hindistan’da…
Sen benim şu kan sızan yaralarımı sar,
Ve işte bu kadar…
Ki zaten benliksiz, belleksiz ben gibi,
Ben gibi eksikli bir insana,
Budur yapabileceğin en fazla…
Ne diyor Praşa Upanişad, kutsal praşa:
Erdemli kişi, üst dünyaya;
Günahlı kişi, alt dünyaya;
Hem erdemli ise bir insan,
Hem de günahlı ise oysa,
Döner bir kez daha yaşama,
Bir kez daha çekmek için acıyı…
Bense bir çocuk öldürdüm, çocuk öldürdüm;
Yeniden döneceğim, yaşama…
Hem erdemli hem günahlı ben…
Zavallı, zavallı, zavallı ben…”
“Hayır Hubli, böyle kötü şeyleri, bu kadar fazla, bu
kadar ümitsizce,
Düşünme!
Düşünme, önce birşeyler ye!
Anımsa Taittiriya Upanişad’ın dediklerini:
“Besinden doğar tüm yaratıklar,
Besinle yaşarlar, besinle yaşarlar,
Ölürler ve sonrasında da,
Besine dönerler doğada;
Herşeyin özüdür besin, özüdür besin.
İşte bu nedenledir her hastalığa,
İlaç gibi gelir besin, besin…”
“Tamam, olur Cana, ama bir düşün,
Hangi besin, ilaç olur eksikli varlığıma,
Belleksiz, benliksiz, eksikli, sisli…”
“Hayır Hubli, doğru değil,
Bu dediklerin!..
Şunları da söyler Praşa Upanişad:
“Sormuştur bir öğrenci, ulu bilgeye,
24
ŞAFAKÇUBUKÇU
25
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Hangi güçtür tutan, bedeni,
Tutan, bedeni, bir bütün olarak,
Hangisidir en büyüğü bu güçlerin?”
Ne diyordu ulu bilge, anımsa!:
“Beş güç vardır, birlikte,
Bedeni oluştururlar:
Eter, hava, su, ateş, topraktır bunlar,
Ve hepsinden önemlisi, konuşma yetisi var,
Zihin, göz, kulak, duyu uzuvları var.
Candır, bu güçlerin en büyüğü…
Çekişmişlerdir bu güçler bir kez, aralarında:
Tutturmuştur her biri,
“En temel güç benim” diye…
Can, temel güç, kızmıştır onların sözlerine,
Terkedecek olmuştur bedeni,
Ve o an anlamıştır hepsi,
Bedende temel güç hangisi,
Çünkü görmüş ve duymuşlardır,
Can giderse, onların da
Bedeni terkedeceğini…”
Ve eklemiştir ulu bilge, “bu hikaye,
Çıkışı gibidir kraliçe arının, kovanından;
Çıkar tüm arılar, o çıktı mıydı,
Döner tüm arılar, döndü müydü o…”
Ve Hubli sen… Sen…
Sen ölmedin, öldürmediler de seni…
Candır bu bedeni bir arada tutan,
Kulak ver Upanişad’ın sözlerine!
Sen varsın ve eksikli değildir varlığın,
Bedendeki canı yitirmedikçe…
Ve gerçeksin kutsal at gibi sen de,
Demek ki, yitirmemişsin canı…
Yaşıyorsun; yalnızca,
dinlenme zamanı…
Şimdi uyu, şimdi güzelce bir uyu,
Ben yan odada olacağım,
Çağır beni, olursa bir ihtiyacın.
Düşünme sen “bölmeyeyim Cana’nın uykusunu”
Daha önemlidir senin rahatın,
Herhangi bir uzanışımdan…”
26
ŞAFAKÇUBUKÇU
— 2. Bölüm —
A N A N T A P A R V A N
29
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Kapı çalındı.
İşe yaramıştı Cana’nın sözleri, belki de pişirdiği o çorba.
Hubli, iyileşmiş Hubli, çaldı Cana’nın kapısını…
“Cana, pek fazla uyuyamasam da,
Bir düş gördüm, keşke olsa…”
“İçeri gel Hubli, ben de,
Bir düş gördüm, düş içinde…
Buldum elimi koyacak yeri,
Ellerinin içidir elimin yeri.
Böyle gördüm ben düşümde…”
“Ben de Cana. Ben de! Ben de!”
“Peki biz şimdi ne yapacağız,
Çöpe mi atacağız düğünleri?
Ganj Irmağı’na nasıl bakacağız,
Göstermeyecek mi su, gerçeği?
Olmaz hayır Hubli olmaz,
Bir tane daha katılmış olur en fazla,
Beş yıl öncemizin düş anlarına…”
“Cana, düşün bir daha!
Atman da bölmedi mi kendini ikiye,
Kadın ve erkek doğmadı mı böyle,
Söylemez mi bunu Brihadaranyaka Upanişad?
30
ŞAFAKÇUBUKÇU
31
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Öyleyse demek ki biz de,
Bir’mişiz, bütün varlıklar, ortaya çıkmadan önce.
Ve sana, bütün varlıklar varolmadan önceki
Birliğimizi öneriyorum Cana!
Bir olalım sözcüğün tam anlamıyla!”
“Ya Peter, ne der Hubli,
Beş yıl bekledi o, beni,
Ve işte tehlikeli sayılabilecek at kurbanı törenini
Bile kabul etti benim için…”
“Farklı mı durumum benim Cana,
Pu Ying bekler beni uzaklarda,
Adını bile koymuştuk doğacak çocukların,
Ama farklı bir şey var sende,
Sana zaafım var.
Ben isterim ki sevdiğim insan,
Upanişadlardan söz edebilsin bana.
Ben isterim ki sevdiğim kadın,
İlk anını düşünsün dünyanın.
Elyazmaları içinde geçsin isterim,
Ummanlarda geçirmediği günleri…
Hem, ey sen Vaişya kızı,
Bunca hırslı, hırslı mısın ki,
Bu kadar istersin hem de bu kadar,
Bir atın peşinde yol tepecek kadar,
Bu kadar mı istersin bu kadar mı,
Bir Brahmin’in eşi olmayı…
Hani yakındın sen bir dilenciye,
Bir Brahmin eşi olacak olsan da?..
Ben de bir Kşatriya’yım işte,
Daha yakınım bir Brahman’a göre, bir dilenciye…
Savaşırım, ücretimi dilenirim…
Savaşmam cebimde para olmazsa…
Eskiden böyle değildin sen Cana,
Ne çok değişmişsin zamanla,
Şimdi geçmişteki Cana olsa karşımda,
Vedalara, Puranalara vermiş kendini,
Bir tüccarın, bir köylünün kızıydı.
Ve herşeyden önce gelirdi hırsı…
Ve belki bu yüzden, kesinlikle bu yüzden,
Yoksaymıştık o güzel anları…
Duraksamamıştık bunun için birazcık da olsa,
O düş gecesini yok saymakta…
Şimdi bakıyorum da bu yeni Cana,
Kendi ayakları üstünde durur olmuş,
Vicdan diye bir değer taşır olmuş,
İnsanlığın en önemli değeri…
Şimdi bakıyorum da bu yeni Cana,
Kararsız, kararsız, son derece kararsız,
Kendindeki o son hırs kalıntısını,
O evliliği, çekip atmakta…
32
ŞAFAKÇUBUKÇU
33
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Böyle mi yazar kutsal kitaplar Cana,
Külü Ganj’a karışan ölüler aşkına!”
“Bilmiyorum Hubli bilmiyorum,
Düş güzeldi, düş gecesi de öyle…
Ama söyle, geçici değil midir düşler?
Bizi burada biraraya getiren yazgının,
Başka bir oyunu vardır belki,
Henüz bilmediğimiz, bilemediğimiz…”
“’Yazgı’ dediğimiz nedir Cana,
Çarvakalar ne diyorlar anımsasana!”
“Evet, ne garip, yabancılar,
Gizemci falan sanırlar biz Hinduları,
Gizemci, ruhçu, boşinançlı tümden…
Oysa evet, Hubli, Çarvakalar,
“Tanrı yoktur, ruh da yoktur” diyorlar.
Başkacası yoktur bu dünyanın,
Bu dünyada çekilen,
Acılardır cehennemse…
Çürüyüp gitmesidir bedenin, kurtuluş…
Vedalarsa, boş sözleridir düzenbazların…
İnsan, ölünce, kaybolur bilinci,
Sen ne diyorsun bu konuda Hubli?
Ve ne ilgisi var yaşadıklarımızla?”
“Dahasını da söyler Çarvakalar, Cana,
Bu dünyanın ihtiyacı yoktur tanrıya!
‘Ayin’ desek, ‘tören’ desek sahtekarlık,
Pahalıdır törenler, at kurbanları da…
Açlık çekerken toprağın çocukları,
Brahmanlar doymaz paralara,
Ve bizi de savaşlara sürerler,
Sürsün diye daha çok, saltanatları…
Ve benim öldürdüğüm o çocuk, Cana,
O da toprağın bir evladı,
Sürmüşler önüme vurayım diye,
Ya vurayım ya vurulayım diye…
“Cennete gidiyorsa kurban edilen hayvanlar,
Önce babalarını kurban etseler ya” demiş
Çarvakalar,
Cennete gidiyorsa kurban edilen hayvanlar,
Brahmanlar, çocuklarını savaşa yollasalar ya…”
“Anladım Hubli sen de, sen de,
Savaştan yeni döndüğün için,
Konuyu bir yerden savaşa getirmeye
Öyle çok, öyle çok, çok heveslisin…
Ama de bana, koymuşum avcumu, avucuna;
De bana, düş mü bu, bitecek mi,
Ve biz devam mı edeceğiz kaldığımız yerden,
Yolumuza, ayrı ayrı yolumuza…
Yoksa, kelebeğin düşü olmak gibi,
Ya da düşünde görmek gibi kelebeği,
34
ŞAFAKÇUBUKÇU
35
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Yaşamak bir ömrü bu biçimde…
Hangisi Hubli?
Ne der Peter?..”
“Bakma sen ‘yazgı’ dendiğine, ‘yazgı’, ‘yazgı’…
Yazgı değil bu yaşadıklarımız,
Çaktı mıydı bir kıvılcım yıllar öncesinde,
Sen, ben, evlendikten sonra da başkalarıyla,
Bulurdu, bulabilirdi, bulacaktı bizi…
Kulak verelim Çarvakalara,
Ne yazgıya ihtiyaç var bu dünyada,
Ne de yazgı diye bir şey var,
Kendimizi kollarına bırakacak…”
“Hubli, öyleyse evrenin
Ritmine bırakalım kendimizi öylece…
Düşünelim, bir yol düşünelim…
Düşünelim de öyle yürüyelim,
Birlikte, evrenin ritminde…
Hem bir öykü anlatılmıştı bana,
Öyküdeki tapılası kadın, Sita…
Çileci bir yaşamı seçiyor eşi,
Ve birlikte gidiyorlar ormana…
Yıllar, yıllar, yıllar sonra,
Bir dev kaçırıyor Sita’yı,
Ve eş, yanıp yakılırken, yanıp da yakılırken,
Başına topluyor maymunları…
Bir maymun ordusu kuruyor hemen,
Ve gidiyorlar okyanus ötesine,
Uzatmaya gerek yok, savaşıyorlar…
Ve geri alıyor Sita’yı…
Ama sonra bırakıyor eşini,
Çünkü Sita kirlenmişti…
İnandıramadı eşini Sita,
Binbir oyun, binbir dolapla,
Kendisine yaklaştırmadığını devi…
Ateşe atladı Sita ve ateş acıdı,
Gösterdi herkese O’nun saflığını…
Adam, ikna olup aldı Sita’yı,
Dönünce ne işitsin yurdunda,
“Bu kadın, yurdumuza leke çaldı,
Bu kadın, derhal kovulmalı”…
Ve dayanamadı adam kulaklarına
Çalınan bu yalan dolana…
“Bu kadın kovulmalı,
Çünkü kadınlarımızı
Bozar O’nun burada kalması…”
Ormana, vahşi ormana sığındı Sita,
Ve ikiz doğurdu bir süre sonra…
Büyüdüler çocuklar ormanda,
Ve bir gün, bir at kurbanında,
Upuzun bir destan okudu çocuklar,
Artık kral olmuş babaları,
Onları tanımadı…
Ama söylediğinde göksel anlatıcı,
Yaptıklarına pişman oldu.
Geç kalmıştı kral; Sita,
Toprağa karıştı bir anda…
36
ŞAFAKÇUBUKÇU
37
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Şimdi Hubli diyorsun ki “seni severim”
Sita, bunları yaşadı oysa…
Ve ben, yakında evlenecek kadınım,
Neler anlatacaksın insanlara…”
“Önemi yok ne dediklerinin Cana,
Hem, bütün destanlar; hem de bütün destanlar,
Brahmanları, kralları anlatıyorlar ya,
Ben reddediyorum bütün bunları,
Benim anlatmak istediğim, başkaları!
Ve gel diyorum kşatriya olalım, savaşçı,
Ama dilencilerin kşatriyası, savaşçısı!
Ve sen de bırak başkasının
Günahını sırtında taşımayı…
Bu ömür senin ömrün ve bu dünyadan,
Başka dünya yok yaşanacak!
Cana, ben her doğan gün,
Hallallarının önünde eğilirim,
Banyan ağaçlarının sütüyle
Saçlarını örerim.
“Olmaz; bu, olmaz” diyorsan,
Ateşe atalım kendimizi!
Yeniden doğalım yeniden,
Ve bu kez, bu kez en baştan,
Seçelim birbirimizi!”
Ve böyle geçti bütün gün,
Havada uçuşuyordu kutsal kitaplar,
Havada uçuşuyordu kutsal olmayan,
Kağıtlar, kalemler, yaşamlar…
Kararacaktı hava neredeyse,
Yavaş yavaş dışarı çıktıklarında…
Oturdular Tigris’in kıyısına,
Oturdular döşek gibi bir kayaya…
“Aç elini Cana ve avcuna,
Çince olarak yazayım adını.
Bak ‘Cana’ yazıyor burada,
Ve bak, şu da ‘Hubli’…
Bir parşömene yazayım,
Silinir belki elindeki.
Bak ‘Cana’ yazıyor burada,
Ve bak, şu da ‘Hubli’…
Cana yer aç sen göğsünde başıma,
Bunca yıl savaşmaktan yorulmuş başıma.
Cana, ört saçlarınla yaralarımı,
Ok izi duruyor kanlı bir savaşın,
Omzumda, göğsümde, bacaklarımda.
Kıvır kıvır ört kıvır kıvır
Kıvır kıvırlığınla ört kıvır kıvır”…
“Güneş batıyor Hubli ve Çandogya Upanişad,
Neler diyor bak, güneşin ışınlarına:
Uzun bir yol gibidir güneş ışınları da,
Uzun bir yol gibidir iki şehir arasında,
38
ŞAFAKÇUBUKÇU
39
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Bağlar bu dünyayı öbür dünyaya…
Kulak verirsek yine Çarvakalara,
“Bu öbür dünya, öyle böyle değil,
Başka diyarlar var dünyada”
Der, çıkarız işin içinden…
Ve damarlara girer bu ışınlar,
Geri akarak damarlardan,
Yine güneşe ve yine güneşe,
Uğurlanırlar…”
“Bak ne diyor Brihadaranyaka Upanişad’sa,
“Nedir, hizmet eder, insanın aydınlanmasına?
Gün ışığıdır çünkü onun sayesindedir insanın,
Oturması, kalkması, çalışması, yürümesi, sevmesi!
Nedir peki güneş battığı zaman,
İnsanı bitimsizce aydınlatan?
Aydır o zaman…
Güneş batmış, ay kaybolmuş, nedir hizmet eder
insanın aydınlanmasına?
Ateştir o zaman insanın ışığı!
Güneş batmış, ay kaybolmuş, ateş sönmüş, nedir
Hizmet eder insanın aydınlanmasına?
Sestir o zaman, göremese de insan,
Duyar sesi, ona göre oturur kalkar,
Ona göre yürür, düşünür…
Güneş batmış, ay kaybolmuş,
Ateş sönmüş, ses de yok!
Nedir, hizmet eder insanın aydınlanmasına?””
“Aşk diyeyim, burada keseyim,
Aşk diyeyim o zaman…
Güneş batmış, ay kaybolmuş,
Ateş sönmüş, ses seda yok,
Batmış güneşimiz,
Yakamozlar var yalnızca,
Ve aşktır burada tutan bizi!
Aşktır… Aşktır yalnızca…”
“Yıkanalım öyleyse, Tigris’in sığ sularında,
Belleğimi bırakışım gibi savaş meydanlarında,
Bırakalım geçmişi sulara,
Bırakalım Peter’i, Pu Ying’i…
Buluşsun sularda Linga’yla Yoni,
Ve yerçekiminden kurtulmuş saf
kendiliğindenliğimiz,
Kendiliğindenliğimiz,
İzin versin bize, birleşmemiz için evrenle…”
40
ŞAFAKÇUBUKÇU
41
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Doğudaki ırmaklar Doğu’ya akarlar Hubli,
Ve Batı’daki ırmaklar, Batı’ya.
Ve hepsi denize ulaşır sonunda,
Böyle der Çandogya Upanişad:
Denizden gelir yine denize giderler ırmaklar…
Yükseltir bulutlar, suları, buhar olarak,
Ve yeryüzüne düşerler yeniden, yağmur olarak.
Irmaklar doğurur bu yağmurlar, yeni ırmaklar.
Tekrar birleştikleri zaman, denizle bu ırmaklar,
Yitirirler benliklerini,
Ayırt edilemezler işte o zaman,
Hangisi, hangi ırmaktı…
Hangi ırmak şu suyu kattı…
Öyle birleşsin ki Linga’yla Yoni,
Bilemeyelim hangisi Cana, hangisi Hubli!..”
Ve kayboldular suların karanlığında…
— 3. Bölüm —
M A N A N A P A R V A N
42
ŞAFAKÇUBUKÇU
43
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“ ‘Ananta Parvan’ koymuştuk adını” dedi göksel anlatıcı,
“ ‘Ananta Parvan’ demiştik ikinci bölüm için.”
“Çünkü ‘sonsuz’ demektir Ananta ve inanmıştık,
Cana’yla Hubli’nin aşklarının
Sonsuz olacağına…
Ama işte bu bölüm,
Bir ayrılıkla açılıyor.
Ve bu nedenle bölümümüz
‘Manana Parvan’ adını taşıyor.
‘Manana’ yani yokluğunda kadının
Güzelliğini anımsama…”
***
Uzaktan hep izledi onları hancı kızı,
Beğenmişti içten içe, bu hoş delikanlıyı…
Düşündü, Cana’yı,
Nasıl uzaklaştırırdı…
Cana’yı uyandırdı bir gece,
Hubli uyuyordu…
“Cana” dedi “bir bilge geldi siz uyurken,
Ve çözdü ipini atın
Ve dedi “tez uyandır Cana’yı,
Böyle buyurdu yazgı!
Uyandırma sakın Hubli’yi,
Böylesi yazgı için daha iyi,
Uyanırsa Hubli,
Vazgeçirir Cana’yı
Yazgının peşinde koşmaktan…””
44
ŞAFAKÇUBUKÇU
45
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Cana düşündü, düşündü,
Çok zamanı yoktu düşünmeye,
Kutsal at pek hevesliydi gözden yitmeye…
Hazırlandı hemen ve mışıl mışıl uyuyordu Hubli…
Bir gün sonra uyandı Hubli,
Hancı kızının somaya kattığı ilaçla…
Artık, çok geçti…
Olanları anlattı hancı kızı, gerçekmiş gibi…
Hubli, tek kelimeyle,
Yıkıldı…
“Ama” dedi gözleri buğulu bir aydan sonra,
“İnanmasam da dervişlere,
İnanırım bilgelere
Ve bir bildiği vardır elbet ki söylemiştir.
Er geç dönecektir bana Cana,
Söz vermişti.
“Yanında gelirim” demişti,
“Sen nereye gidersen Hubli!”
Bekleyeceğim burada, bu taş oyması kıyıda,
Bekleyeceğim geleceği, o kutlu saniyeyi!”
Hancı kızı bilmez Hubli’nin
İçinden geçirdiklerini…
Artık yoktu Cana öyleyse,
Girebilirdi Hubli’nin koynuna…
Bitimsizce, bitimsizce O’na hizmet etti,
Sanki Hubli idi hanın sahibi…
Ve gece, sızmışken Hubli, içtiği somayla,
Uzandı usulca, Hubli’nin yanına…
Öptü, öptü, öptü; öptü Hubli’yi,
Ve Hubli’nin, Cana var sanki kollarında…
Sarıldı, sarıldı, sarıldı, sarıldı…
Sabah farkedince bu dehşet manzarayı,
Ant içti, bir daha somayı,
Bir kez bile,
Ağzına almayacaktı…
Ve böyle başladı elçekmiş, çileci yaşamı…
Tigris kıyılarını hergün dolaştı,
Fazla uzaklaşmayarak Hasankeyf’ten,
Döner diye Cana, çok uzaklaşmadı…
Ama yine de engellemedi bu umut,
Bulmasını Hubli’nin, Ulu’nun mağarasını…
Bilge Ulu, bir Pers bilgesi, bir mağarada yaşar,
Herhangi bir mağarasında gibi Hasankeyf’in.
Ama O’nda yoktur bir eser, rahattan…
Düşünmeye ve yazmaya vermiştir kendini,
Ve çeker Hubli’yi Ulu’ya, bu özellikleri…
Ulu, esenler bu Hintli konuğunu,
Ve bir bilgi hazinesi gibi görür yeni dostunu…
Avestalar ile geçmiştir ömrü,
46
ŞAFAKÇUBUKÇU
47
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Ve düşünmektedir insanlığın ortak ülküsünü…
“Var mıdır” diye düşünmededir “böyle bir ülkü…”
Ve nice insan tanımıştır bu yüzden,
Çeşitli ülkelerden…
Nice elyazmaları vardır mağarasında,
Grek diyarlarından, Asur’dan, Çin’den…
Durgun görür Hubli’yi Ulu
Ve öğrenir neler olduğunu,
Ve hoşnut olur içten içe,
Hubli’nin burada Hasankeyf’te,
Bekleyecek oluşundan…
Böyle bir konuğu,
Ağırlayacak oluşundan…
Ve der ki,
“Olsa da olmasa da yazgı,
Bak, Hubli, biz tanıştık,
Ve döndüğünde Cana,
İki fazla olacaksın yaşamda,
Çünkü yaşayacak, dostluğumuz da…”
Ve uzun sohbetler ettiler günler boyu.
Bu olmalıydı
Cana’yı beklemenin dayanılmaz zorluğunu
Hafifletmenin yolu…
“Ulu, sohbetin hoş, konukseverliğinse değer övgüye,
Ve herşeyden daha güzeli,
Sanskritçe bilmen. Böylece,
Bitimsiz sohbetlerimiz olacak seninle…
Ulu, peki nelere inanırsın sen?
Hangi görüşler yön veriyor ömrüne?”
“Hubli, Avestalarla geçti ömrüm ve şimdi istersen,
Anlatayım sana, nicedir Ahura Mazda…
İkiye ayrılır Mazdacılık ve ilk dönem,
Elbette Zerdüşt’le başlamıştır.
Hangi yıllarda yaşadığı
Tartışmalı…
Altıbin yıl önceymiş, sorarsan Grek bilgelerine…
Birkaç yüzyıl önceymiş, sorarsan başkalarına…
Sizin Vedalarla ner’deyse yaşıt olduğuna göre,
“Günümüzden bin yıl önce” diyebiliriz herhalde…
‘Peygamber’ kavramı yabancı olmalı sana,
‘Haberci’ demektir Avestaca’da.
İlk kez Avesta’da geçmededir bu kavram.
Ondan önce sizin Hint diyarınızda,
Sümerlerde, Akatlarda, Asurlarda,
İçiçe geçtiğini görürüz tanrılarla insanların;
Tanrısal özelliklere sahiptir insanlar,
Ve tanrılar, insan özelliklerine…
Hele Grek ülkesinde,
Bunun en belirgin örnekleri görülür.
Sizde buna ek olarak evren ve tanrı,
Ayrı ayrı varlıklar gibi algılanmıyor.
Oysa Mazdacılık’ta tanrı ve insan,
Tümüyle farklıdır birbirlerinden,
48
ŞAFAKÇUBUKÇU
49
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Yine de arkadaş gibidirler,
Su sızmaz aralarından…
Ve biz görürüz ki Avestalarda,
İlk kez bir görev biçilmiştir insana,
Tanrının sözünü yayma görevi.
Ve işte bu yüzden
İnandığımız tektanrı,
Ve değil mi ki ilk dindir dinimiz
Tektanrılı olan-
Kılıç gücü değil ikna becerisi
Vermiştir Zerdüşt’e…
Var mı siz Hinduların bir peygamberi,
Sümerlerin, Akadların, Babillerin
Var mı hiç peygamberleri…
Yoktur ve insana, taşımak bir görevi,
İlk kez Avesta’da önerilmiştir…
Ve yine de izin vermez yüceltilmesine
Zerdüşt kendisinin, inananlar tarafından…
Tepki duymuş, kralların, rahiplerin,
Varsılların şatafatlı törenlerine,
Reddetmiştir en küçük töreni bile,
Kimilerini günahlarından arındıran,
Aç bırakan oysa başkalarını…”
“Ne yapar o zaman inanan,
Sunmak isterse bağlılığını?”
“Bir söz vardır bizden sonrakileri,
Emin olduğum etkileyeceğine;
Bir söz değil, gerçekte,
Tümüyle bir yaşam biçimi;
“Söze bakılmaz, iştir kişinin aynası”…
Tokuz biz sözümona büyülü sözlere,
Çileci yaşama da karşıyız, ne de olsun manastır yaşamı…
İnsan iyi olsun; bu, yeter, evrensel mutluluğa…
Daha değerlidir iyi niyet,
Şatafatlı törenlerden, boş sözlerden, altından
tapınaklardan…
İki kitabımız var, Eski ve Yeni Avesta,
Yenisi bu aralar sık sık yazılmadadır,
Ve yeni kitapta, hayvan kurbanını kargışlayan
Bir öykü anlatılır:
Yima, insan, Mazda tarafından uyarılır:
Üç çetin kış gelecektir ve önlemini almazsa,
Tüm canlılar yok olacaktır.
Yima, bir mağara kazar ve mağaraya,
En iyi tohumları, en iyi sığırları, en iyi insanları koyar…
Üç yıl sonra çıktığında bitmiştir Buz Çağı
Ve insanların zevki için,
Bir öküz kesmeye kalkar…
Ve O’nu Buz Çağı’ndan koruyan aynı Ahura Mazda,
Kargışlar O’nu ve cezalandırır…”
“Sözlerin etkileyici, bizim öykülerimiz denli,
Hatta Ulu, diyebilirim ki,
50
ŞAFAKÇUBUKÇU
51
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Anlattıkların ve anlatacakların,
Etkileyecektir elbet, bizden sonra birçok dini…
Hatta kimileri,
Sizden derleyecekleri bu bilgileri,
Kendi bilgileriymiş gibi sunacaklardır
Ve kan tutacaktır böyle evreni…
Beş vakit dua ediyorsun örneğin,
Zerdüşt’ün isteğine uyarak,
Şafak vakti, aile için;
Sabah, köy için;
Şehir için öğlense;
Akşam, ülke için
Ve din için gece…”
“Evet Hubli ve tüm dinler,
Herhangi bir dünya görüşü gibi
İnsan zihninin ürettiği,
Değişir, değişiyor, değişecektir…
İlk dönem Mazdacılık şöyle idi:
Tek tanrı Ahura Mazda,
Tanrı’nın peygamberi Zerdüşt,
Evrenin kanunu Aşa,
Göz kırpar Aşa, Dharma’ya,
“Ne ekersen onu biçersin” der Ahura Mazda da…
İyiyle kötünün amansız savaşı,
Ölümden sonra yaşam, cennet-cehennem inancı,
Ve son yargı günü ve iyiliğin, aydınlığın
Sonul zaferi!
Bir köprüden geçer mutluluğa giden yol,
Geniştir iyi insanlar için,
Dardır kötüler içinse…”
“Söylediklerin Ulu, oldukça bilgilendirici,
Ya peki Mazdacılık’ın ikinci dönemi?”
“İkinci dönemi Hubli, yaşıyoruz,
Ve Magiler’dir bu dönemin temel kişilikleri.
Zerdüşt reddetmiştir bir rahip zümresini,
Ama Magiler ki Medlerin altı kabilesinden biri,
Uyandırdılar Zerdüşt öncesi inançları, törenleri…
Etkililer satraplık katlarında çok fazla,
Ve onlara verildi derleme ve yorumlama işi,
Kutsal kitapları…
Ve bir kitap yazdılar, yazıyorlar ‘Yeni Avesta’ diye,
Ve sapmadır bana göre bu, Zerdüşt’ün
Avestası’ndan…
Magiler, Zerdüşt’ün reddettiği çoktanrıcılığı,
Rütbesi düşürülmüş tanrılar olan
Meleklerle yeniden uyarladılar.
‘Yazatalar’ diyorlar bu göksel varlıklara,
Yedi tane oldukları yazar Yeni Avesta’da,
Üçü, suya; ikisi, ateşe; biri, rüzgara; toprağa bakar
sonuncusuysa…
52
ŞAFAKÇUBUKÇU
53
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Bunlardan biri Anahita,
Bize uzaklardan gelmiş bir tanrıça,
‘Saf’, ‘kirlenmemiş’tir anlamı,
Ve vurgulanır adında, suların temiz olmaklığı.
Bereket tanrıçasıdır ve kolaylaştırır doğumları.
O’dur dolduran, anaların memelerini süt ile.
O’dur, temizler, erkeklik tohumunu, kadınların
dölyolunu…
Ve uzaklara gidecektir bana kalırsa,
Yıllar, onyıllar, yüzyıllar sonra
Ve sevecektir bizden başka halklar da,
Çocuklarına vereceklerdir bu adı…
Magiler, Zerdüşt’te olmayan törenleri, şatafatı,
Yeniden Mazdacılık’a getirdiler;
Zerdüşt reddetmişti tapınakları,
Her yere tapınak dikiyor Magiler.
Zerdüşt toprağa gömdürürdü ölüleri,
Oysa Magiler, köpeklerin ve akbabaların
Önüne atıyor ölüleri…
Ve yaygınlaşıyor bu gelenek,
Magiler, satraplıklara dolalı beri…
Zerdüşt, katılmaz siz Hinduların,
Yeniden dirilme inancına, döngüselliğine,
Zamansal döngüsüne de katılmaz Babillilerin,
İnsan ölür ve doğmaz bir daha
Ve çizgiseldir zaman
Ve son yargılama günü gelir çatar
Ve böyle biter insanın bireysel, evrensel yaşamı…
Ve sonradan yazılanlara bakılırsa,
Bir kurtarıcı gelecektir dünyaya,
Nevruz bayramında…”
“Söylediklerin ne kadar etkileyici,
Ulu, sağolasın, anladım ki,
Göksel emir değil insanın inancı,
Değil mi ki çok inanç var böylesine farklı…
Hindistan’da döngüden korkarlar kötü insanlar,
“Ya sakat doğarsak” diye korkarlar “ya hayvan
olarak doğarsak
Yeniden doğduğumuzda.”
Çünkü yazar kitaplar, kötülüğün,
Bu biçimde ceza bulacağını…
Ve biliyorsun kastlara ayrılmışız
Kale gibi sınırları olan…
Ve korkarlar en alttakiler,
Kitap, onlara korku yazar,
İtaat yazar, hizmet etmek yazar. Yazar ha yazar…
Ve düşün ki tanrılar bile,
Kastlara ayrılmıştır Hindistan’da…
Ve ben de tanığım inançların,
Tarihte çokça farklılaştığına…
Vedalarda çokça tanrı var okursak,
Ama daha yeni yazılmış Upanişadlarda,
Tek tanrı inancı baskın…
54
ŞAFAKÇUBUKÇU
55
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Peki ne der Zerdüşt, adaletsizliklere?
Ayırır mı O da insanları,
“Şu, efendi”; “şu, köle” diye?”
“Reddeder Zerdüşt, eşitsizlikleri,
Sözü edilmez, köleliğin, bir kez dahi.
Önce gelir aile ve sonra köy ve sonra şehir
Ve sonra ülke ve sonra evren…
Ve çokça kovulduğu olmuştur Zerdüşt’ün, gençken,
Eşitsizliklerin efendilerince…
Ve şöyle haykırmıştır Avesta’da:
“Hangi diyara döneyim yüzümü, döneyim hangi
yana,
Akrabalarım ve dostlarım terketmişler beni, değil mi
ki…
Ne halk sever beni ne de kargışlanası hükümdarları
onların.
Nasıl hoşnut edeyim seni ey Ahura Mazda…”
Ve Belh hükümdarının,
Huzuruna çıkarılır birgün Zerdüşt,
Ve ikna eder hükümdarı,
Ve yaşar, O’na Ahura Mazda’nın verdiği,
Etkili konuşma yeteneğiyle,
Yetmişyedi yaşında bir suikaste
Kurban gitmeden önce…
Sakınmamıştır sözünü,
Kutsaldır O’na göre isyan,
Şöyle der Avesta’da:
“Herşeyden çok arzulananıdır adil bir hükümet,
Kutsal değerleri ve iyi talihi taşıyan, en üstte.
Doğruluk yasasıyla yönetilen, adanmışlık ve emekle
güçlenen,
Tomurcuklanır en iyi düzende, Cennetin Ülkesi’nde!
Ve bunun için çalışacağım daha çok, daha çok,
herşeyden önce!”
Ayırmaz hiç kimseyi, ne kadını ne erkeği,
Ve ilk yedi öğrencisi arasında,
Bir de Turanlı vardı,
Ne O’nu ne başkalarını
Bir kez ayrı tutmadı.
Ve vurguladı kadınla erkeğin
Evrensel eşitliğini, uyumunu.
Altı adı vardır Mazda’nın,
Yarısı eril; dişildir diğer yarısı…
İçimizdeki kadını,
Yoksaymamıştır asla!”
“Ne acı ve hayranlık verici,
Hindistan ve duyduğum birçok diyar,
Savaş esirlerini köle yapar…
Ve memleketimde,
Dul kalan kadınlar,
Ölü eşleriyle diri diri
Ateşe atılırlar!
56
ŞAFAKÇUBUKÇU
57
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Ne acı, ama iki nokta var;
Bence, Zerdüşt’ün eşitliği savunması
Çok doğal.
Çünkü tarım öncesi toplumunda yazıldı Avestalar,
Daha eşit olduğumuz bir dünyaydı insanlar olarak.
Ne kölecilik vardı tarlaya dayanak olacak,
Ne de büyük mızraklı, kalkanlı ordular…
Ve önemlidir nasıl ulaşacağımız,
Neye ulaştığımız kadar…
Nasıl yapmalı ki,
Daha başka bir düzen olsun dünyada…
Ve ikinci noktaysa,
Konuştuk, çok güzel ama bütün bunlar,
Cana’yı getirmiyor ki bana…”
“Hubli! İçindeki tanrıçadır Cana,
Ve istiyorsun ki dışarıda da olsun.
Olsun, evet ama olmuyorsa,
Hasankeyf’in ele gelir kayalarına,
Neden O’nun görüntüsünü oymayasın…
Soğuktur, serttir ve cansızdır kaya,
Ve şimdi belli ki bir tek, kayaya yansıyabilir,
İçindeki tanrıça…
Öğreteyim kayalar nasıl oyulur
Ve öğreteyim nasıl resmedilir Cana,
Mağaranın şu duvarına…”
“Sağol Ulu, bir şey de soracağım:
Nasıl oluyor da sen ki bunca bilgi dolu,
Ama bu mağaradasın herkesden uzak,
Vezir olurdun herhalde başvursan…”
“Hubli, benim öyküm,
Bir Annam öyküsüyle aynı
Ve biraz da farklı:
Ele geçirdi her yeri Magiler
Ve girebilmek için Pers sarayına,
Ya Magi olacaksın ya da soyluca.
Bendeyse Zerdüşt’ün ilk isyanı var,
Ne Magi olurum ne soylu,
Yalnızca Ulu… Soyadsız…
Birkaç kez girdim gençliğimde sınavlara,
Beğenilmedi yanıtlarım.
Bir gün çok bunalmıştım.
Karar vermiştim bile, kendimi
Uçurumdan aşağıya atmaya…
Tam atarken bir aksakallı dede,
Seslendi arkamdan.
Ve beni, derme çatma evine
Çağırdı çorba içmeye.
“Aceleye getirme önemli kararları,
Kötüler hep güçlülerdi ve
hep öyle olacaklar” dedi.
58
ŞAFAKÇUBUKÇU
59
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Oturdum evinde ve sonra bir bakmışım,
Devlet sınavını kazanmışım,
Sarayda çok çabuk yükseldim,
Ve tam da o genç yaşımda,
Vezir oldum Persepolis Sarayı’nda.
Ama az olmaz düşmanı vezirlerin,
İftira attılar üstüme
Ve ne desem inanmadı hükümdar.
Ve az kalsın kellemi
Uçuruyorlardı benim.
Korktum, lanet ettim, o sınava
Girmeye karar verdiğim ana…
Ve sonra ne göreyim,
Dede yanımda,
“Amma çok sayıkladın yavrum” dedi,
“Şimdi sen sınavı mı geçmek istersin,
Yoksa bir çorba, daha çok mu makbule geçer?..”
İyi ve kötü hep çekişir Hubli,
Son karar günü gelene kadar.
Bakma sen Magilerin,
İki tanrı çıkardığına, kötü ve iyi.
Zerdüşt öne sürmez iki tanrıyı,
Tektanrıdır ama evrende, her zaman
İyi ve kötünün çekişmesi sürer.
Özgür istenç vardır yine de insanda,
Seçme şansı vardır ne yapacağını,
Ama Zerdüşt şunu da ekler:
Sonuçlarına katlanmak zorundadır kötülük yapan,
Bedeli vardır herşeyin.
Şimdi kelle koltukta yaşamaktansa,
Bu sessiz mağarada yaşıyorum.
Bir anda parlamış ve hemen sönmüş
Vezirlerinden biri gibi
Tanıyabilirdi tarih beni,
Persepolis hükümetinin…
Ama en iyisi sakin sakin
Yazmaktır geçmişi geleceğe,
Ve böyle geldim böyle işte
Bu mağaraya, sessiz evime…”
***
Güneş doğar, batar ve nice aylar geçer,
Boşalır su saatindeki suları Babil’in,
Bir aşağıya bir yukarıya…
Ve nemlenir kum saati,
Zaman durur.
Ve Ulu’yla Hubli’nin kaldıkları mağaraya,
Hancı kızı gelir, birgün usulca,
Anlatır oyununu ve der ki,
“Herşeyi aşkım için yaptım Hubli,
60
ŞAFAKÇUBUKÇU
Ben de layık değil miyim sevilmeye Cana gibi?..
Cana duraksamadı, seni bırakıp gitti,
Bense bak, bekledim, bekledim seni…”
Hubli bir şey demez, yutmuş gibidir dilini,
Birkaç mum daha yakar mağarada,
Öğrenmiştir Cana’nın dönmeyeceğini…
Ve daha da aydınlık olan mağara,
Hubli’nin yanıtını gösterir hancı kızına:
Taş oyması Canalar, tahta oyması,
Resimleri Cana’nın… Burada herşey Cana!..
Ve Tigris kıyısına iner hemen,
Atlar bir sala,
Akıntıya bırakır kendini…
“Neredesin Cana!?
Ölmüşsen, kaplan sırtında gider ya ölüler, ölüme, biz
Hindularda,
Ben de Tigris’te arayacağım seni,
Değil mi ki Tigris, kaplansuyu anlamında…
Ve sen dememiş miydin: Ayırt edilemez
Suları ırmakların, ummana akan…
Ben de seninle geliyorum Ölüler Dünyası’na!
Canaaaaa! Canaaaaa!”
— 4. Bölüm —
T İ G R İ S P A R V A N
63
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Maskeli örümcek kuşları, kaplumbağa yuvaları,
Kıyılar, kıvrımlar, sarp kayalıklar,
Leylekler, akbabalar,
Parçalanmış meşelerden ormanlar.
Kıyıda dağ keçileri, gökte boz kirazkuşları,
Söğütler, sazlıklar, çakıl adaları…
Bataklık kırlangıçları, büyükkızkuşları…
Nemrut, Asur, Ninova,
Zambaklar, nil çiçekleri,
Tıkıyorlar kanalları…
Tigris’tedir Hubli,
Ve suya bırakmıştır çoktan kendini,
Yitirmiştir ümidini.
Çırpınmıştır ilk zamanlar,
Çıkmak için sudan…
Ama kıyılarda
Cana’ya özlem var!
Herşey ıslak, suda ise.
Islaktır özlem bile.
Ve aldırış etmez, balıkların
Parça parça yemesine etini…
Çünkü kıyılarda Cana’ya özlem,
Daha da acı verici…
Bitimsiz su ve dalga sesi…
Hubli, bir not şişesidir suya bırakılmış belki…
64
ŞAFAKÇUBUKÇU
65
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“İlk olanlar,
İlk olduklarını bilmeden
İlk oldular.
İlk yazan insan, ilk okuyan insan,
İlk okuyan yazan insan, ilk öğrenci,
İlk öğretmen,
Yazabilmek için kil tabletlere,
Heba etti nice tableti…
Ve yıllar, onyıllar geçtiğinde,
Resimden harfe geçildi.
Hubli sen de
Çok tableti heba edeceksin ömründe
Ve ediyorsun,
Ulaşmak için o güzel tablete…
Nice karalamalar…
Senin bile yazı olduğunu anlayamadığın
Karalamalar…
Ama bunlar sayesindedir sonuçta Hubli,
Yazabilirsin böylece kendi tabletini…
Yazmaz başkası…
Yazgı varsa,
Budur yazgı!
Kendi tabletine
Kendi kendine yazdığın yazgı…
Senin olmaktan çıkar
Ezberledikçe harfleri…
Güneşte kurutulmaya bırakılmıştır
Başka ömürlerse.
Başkaları yazmıştır onları
Kurutulacaklardır tümüyle…
Senden daha çok zorlandı,
İlk sözlüğü yapan da…
Yaşamın, bilmediği dilini,
Çevirmek zorundaydı kendi diline.
Ama düşün Hubli,
Bir sözlüğün
Gerekli olmaklığı ve ne olduğu
Nasıl bilinebilirdi
İlk sözlükçü tarafından…
Ama dayatıyordu yaşam
Sözlük yazımını…
Anlamaya, kavramaya çalış bu evreni
Ve okumaya bak, senden önce yazılan sözlükleri…
Ve unutma hiçbiri
Aydınlatıcı olmaz, olamaz,
Senin kendi ömrüne bakıp yazdığın
Kendi sözlüğün kadar…
66
ŞAFAKÇUBUKÇU
67
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Sen de göksel anlatıcı,
İlk değilsin bu acıyı gören,
İlk anlatan da değilsin sen.
Bu nedenle,
Sil gözündeki yaşı
Ve anlat
Ner’dedir ve ne yapıyordur Hubli şimdi?..”
“Bir düzeyden baktığında karmaşa
Bir düzeyden baktığında düzen
Uzaktan, kuşbakışı,
Baktık mıydı Tigris’e,
Durum, ortada:
Hubli, Tigris’te…
Ama yaklaşalım ve şimdi
Daha yakın Hubli ve daha karmaşık.
İnelim şimdi bir alt düzeye,
Hubli yalın ama Hubli’nin parçaları,
Beyni, kalbi, elleri, bacakları
Karmaşık! Karmaşık!
Ve bilemeyiz şimdi ner’dedir tam olarak, Hubli…
Biliriz, Tigris’te sular altındadır,
Ama tam olarak neresi
Bilinmez,
Parçalanma hızını bilebilirsek de,
Balıkların parçalama hızını…”
“Yakılıp yıkılan ilk şehir,
İlk yas tutanlar…
Hangi şehrin yıkıldı senin Hubli?
Şehri yıkılanlar ne yapsın?
Her şehri yıkılan,
Kendini sulara mı atsın?”
“Kimsin sen?
Ve nereden biliyorsun adımı?”
“Senin ‘Cana’ diye haykırışının,
Yankısıyım kayalardan dönen…”
“Ben de göksel anlatıcıyım,
Seni çok yüksekten görebildiğim gibi,
Çok yakından da görebilirim…”
“Madem ki göksel anlatıcısın,
Kavuştur bizi Cana’yla.
Ne istersen veririm,
İstemediklerini de veririm.
Hergün göğe şarkı söylerim.
Seni onurlandırmak için
Hergün öykü anlatırım…”
68
ŞAFAKÇUBUKÇU
69
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Hubli, sen ne yaptın ki,
Kavuşmak için Cana’ya?
Ne kadar uğraştın?
Oysa Babil’in Asma Bahçeleri’ni,
Babil kralı,
Dağlık memleketini özleyen eşi için
Yaptırmıştı…
Dağları delenler var bu uğurda,
Ejderha öldürenler,
Ölümsüzlük ilacını arayanlar,
Uyandırmak için sevgiliyi…
Sen ne yaptın ki Hubli,
Kavuşmak için Cana’ya?..”
“Doğru, göksel anlatıcı,
Çok geç artık…”
“Gel çözelim bu evrenin dilini
Cana da bir kurgu değil mi sonuçta…
Gel çözelim bu dili ve yeniden yazalım,
Tabletlere oyduğumuz yazgıyı…
Cana ve sen Hubli,
Evrende küçücük parçalarsınız yalnızca.
Bilirsin Cana’nın adını,
Bilirsin kendi adını…
Ama bilir misin nedir
Ağaçların, bitkilerin adı
Hatta taşların…
Evrende küçücük parçalarsınız
Ve kolaydır değiştirmesi
Küçücük parçaları,
Değiştirmektense evrenin genel akışını…
Yukar’dan ne ellerin görünüyor
Ne de yukar’da tutmaya çalıştığın başın.
Tigris de görünmüyor pek fazla…
Ve daha da, daha da uzaklaştıkça,
Belli belirsiz bir çizgi Tigris.
Ve yükseldikçe kaybolacak.
70
ŞAFAKÇUBUKÇU
71
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Ne sen ne çektiğin özlem,
Ne sen ne Cana…
Büyük müsünüz evrenin sorunları denli?..
Bir de buradan bak,
Baktığım yerden bak,
Gökyüzünden, yüksekten.
Anlayacaksın o zaman
Küçük olduğunu yaşadıklarının,
Bir su damlası kadar…
Sönen yıldızlar ne yapsın…
Eriyen buz gezegenleri…
Merkezleri yörüngelerinden sapmış
Gökadalar ne yapsın…”
“Ne yapayım suya atmayayım da kendimi
Soluveriyor suladığım bitkiler,
Uçuruyor rüzgar, tüm yaprakları.
Ensemi yaktığı yetmiyormuş gibi güneşin,
Bir de ayaklarımı yakıyordu kızgın kum…
Ne yapayım da suya atmayayım kendimi…
Herşey sudan çıkmadı mı önce?
Herşeye dönüşmek istiyorum ben de…
Varlıkların olmadığı zamana,
Bir olduğu zamana, kadın ve erkeğin.
Herşey su değil miydi herşeyden önce…
Ben de su olmak istiyorum
Herşey gibi, herşeyden önce.
Ve herşey olmaklığım denli
Kavuşacağım Cana’ya
Ölü ya da diri…
Bu, belli…
Bilinmezden bilineni çıkaracağım,
Ya da tam tersini
Ben karıştıkça, karıştıkça suya,
Daha yakın olacağım Cana’ya…
Ölüler taşınmaz mı yeraltı dünyasında kayıklarla,
İşte bu su, o su…
Ve reddettim kayıkları
Yenildim merakıma.
Bilmek istedim ne var bu sularda ki
Ayırırlar ölümle yaşamı…
72
ŞAFAKÇUBUKÇU
73
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Feda olmalıydı içimizden biri,
Korumak için bir diğerini,
Güneşten ve rüzgardan.
Ve öne atıldık ikimiz de
Korumak için birbirimizi…
Ve eridik ve uçuverdik
Güneşle, rüzgarla…
Şimdi bu sular, ancak bu sular
Ilıtır benliğimi.
İşte ancak böylesi bir akış, bu akış,
Ayırır geçmişimi
Şimdi üstüne kurulu
Yok sayılır gelecekten…
Ve sen göksel anlatıcı,
Senin sesinden başka,
Yalnızca ve yalnızca
Suların şırıltısı,
Kıyıya vuruşu dalgaların,
Ve seğirişi balıkların arada bir, su üstünde…”
“Toplama, dağılma
Genişleme, daralma
Başka bir şey yok bu dünyada
Ve en güzel yaşamsa
Bilmektir toplanacağını
Ne zaman dağılacağını
Ve genişleme ve darlaşmadır o zamanlarda.
Tigris’in suyu da işte böyle.
Toplar suyunu dağlardan
Derelerden, ırmaklardan…
Genişler, kimi zaman daralır
Ummana karışana kadar.
Sınırları değişir dünyanın,
Sınırları değişir insanın,
Yeni söğütler sınır olmuş bir bakmışsın…
Ve insan
Bir ilerler bir geriler çoğu zaman…
Yeniden çizer sınırlarını,
Yapabilirliklerini, yapamamazlıklarını.
Suları da böyle çekilir Tigris’in.
Taşkın olur, basar tarlaları.
Sonra çekilir; belirir eski kıyıları.
Ve böyledir, işte böyledir insan yaşamı.
Genişler kimi zaman insan benliği,
Ve ‘aşk’ denir buna.
Ve bundandır haykırıyorsun hala:
“Canaaaaa! Canaaaaa!”
74
ŞAFAKÇUBUKÇU
75
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Ancak sonradan anlarsın
Sular çekildiğinde,
Verdiğin zararı…
Verimli yapar kimi tarlaları,
Suya hasret tarlaları.
Öldürür ekinleri diğerlerinde…
Cana nasıl bir tarla,
Belli değil Hubli.
Şimdilik belli değil.
İşte bunu yalnızca,
Çekildiğinde benliğin, eski sınırlarına,
Yalnızca o zaman anlayacaksın.
Taşkın biter ve insanlar
Duruma göre
Ya bir anıt dikerler oraya
Anımsamak için, anımsamak eski-yeni sınırları,
Ya duvar örerler engel olmak için
Kendi taşkınlarına.
Ya da ekinlerin, çiçeklerin, zambakların en çok da,
Çalılı, sazlı saldırısına…
Ya da öylece bırakırlar sınırı
Taşmayı umut ederek yeniden.
Sen hangisisin Hubli?”
“Bilemem ki…
Ben yalnızca
Bedenimi yiyen
Balıklarla meşgulum yalnızca.
Ve kavuşmayı bekliyorum yalnızca
Ölüler ummanına…”
“Bak şu kıyılarda kölelik var Hubli,
Köle yaparlar yabancıları,
Seni şimdi bulsalar
Katarlar önlerine
Ve sürerler seni kulelerine
Çalışırken orada karın tokluğuna
Anlardın neymiş gerçek acı…
Kölelerin acısıdır gerçek acı,
Aşk acısı değil…
Yüzlerce ceset yüzüyorsa yanında,
Kaçan kölelerdir bunlar,
Onlar da,
Köleliğe tercih etmişlerdir Tigris’i…
Uzun zaman durursan aynı yerde
Bataklık olur sonunda çevren
Ve kıpırdayamazsın hiçbiryere.
Sen en iyisini yapıyorsun Hubli
Ama yanlış, bu işin biçimi.
Sudan çık, ayrıl Tigris’ten!
Bir bütün olmalı insan
Herşeyden önce.
Varkalabilmek için
Herşeyden önce.”
76
ŞAFAKÇUBUKÇU
77
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Kıyılarda Cana’ya özlem var,
Ve daha yakınım Cana’ya burada,
Burada, sular altında,
Balıklar yemeye başladılar beni,
Ama ne önemi var acının
Parça parça gelen acının balıklarla…
Ben kendimi çoktan bırakmışım
Tigris’in ummana
Karışacak akıntısına…
Ve usanmam haykırmaktan. Bir daha, bir daha, bir
daha!:
Canaaaaa! Canaaaaa!”
Sen, yaşam ağacının, Hubli,
Toprak üstünde çıkan
Köklerine takıldın ve düştün yalnızca.
Ve demek ki çok yakınsın ağaca.
Yere, suya bakmayı bırak!
Göğe kaldır başını!
Hiç düşmeyen ağaçlara ulaşacaksın düşerek…
Derisi sert olur sürüngenlerin Hubli,
Kendi yolları vardır sürünenlerin,
Yaşamak için.
Demek ki önemli olan,
Ne olduğunu bilmek herşeyden önce,
Ve karar vermek ona göre,
Sert derili bir yaşama
Ya da tüylü…
Kuş, sürünemez, tüyleriyle.
Sürüngeninse,
Ağır gelir derisi, uçmak için.”
“Ne kadar çok önemli, nereden baktığımız, göksel
anlatıcı…
Ben belki Tigris’teyim,
Tigris’te olan benim belki.
Cana’nın kalbine giden damardayım belki de
Ve erimeden kanında, belki ulaşacağım
Kalbine ve belki anımsayacak beni.
Anımsasa da şimdiye dek, anımsamasa da…
Sütünde sürükleniyorum belki de Cana’nın,
Anaç memelerinden çıkan sütünde.
Ve oradan besleniyordur oradan
Doğmamış bebeğimiz.
Ve ben de büyürüm, büyüdükçe
Doğmamış bebeğimiz.
78
ŞAFAKÇUBUKÇU
79
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Ya da gözyaşıyım Cana’nın, karanlık bir gecede,
Aya bakıyor, beni düşünüyor belki.
Ve gözyaşlarının akıntısıyla
Yanaklarından süzülen
Benim…
Ve buharlaşıyorum mendilinde
Kalmadan sabaha…
Yokluktan yoksulluktan
Kurban olarak gözyaşı veren
İnsanlar varmış eskiden
Belki Tigris de tüm yoklukların
Oluşmuştur kurban yaşları ile…
Tufan oldu ve ben seçilmedim göksel gemiye.
Üstümden geçti, o ağır gemi.
Ben de dedim “denizlerde bir yaşam vardır,
Onlara uzatmalı ellerimi…”
Kupkuruydu, kapkaraydı Tigris’in yatağı…
Ve onda, tek başına, ayrıca,
Bir tufan oldu
Ve sürüyor, sürükleniyorum.
Olsun, sürükleniyorum…
Tigris’teyim.
Kuşkusuz, Ganj’da olsaydım
Daha güzel olurdu bu son yolculuğum.
Külleri arasında ölülerin,
Yakılmayacak olsam da,
Bir Hindu’nun arzuladığı uğurlamayla…
Yine de,
Geleneklerce uğurlanmış bile sayılabilirdim.
Ah, Ganj’da olsaydım, Ganj’da olsaydım…
Hangisi daha iyi:
Balık mı olayım sudan çıkarılmış
Soluksuz mu kalayım umarsız;
İnsan mı olayım, özlemiyle Cana’nın,
Kendini suların kıpırtısına bırakmış…
Yalnız senden gelir kurtuluş
Ey yaşam veren kadın!
Yalnız sende kurur ıslak ne varsa…
Çıplağım son derece, yaşam karşısında.
Ört beni, sar beni, kavra beni Cana!
Söndü mü o ateş Cana?
Ateşe atacaktık ya kendimizi
Başlamak için yeni bir yaşama.
Seçmek için birbirimizi
Taaa en başta.
80
ŞAFAKÇUBUKÇU
81
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Kurudu mu o ağaç Cana
Kurudu, çürüdü mü yaşam ağacı?
Birlikte büyüyecektik aynı tohumdan,
Köklerimiz yeraltında yerüstünde.
Yapraklarımız, yeni kanıtları varlığımızın.
Tutuldu mu o güneş Cana, o ay?
Üstümüzde olacaktı düğünümüzde, güneş, ay.
Ve aydınlatmayacaksa da onlar,
Parlayacaktı kocaman tütsülerimiz
Binlerce ateş böceği kadar…
Su mu alıyor sandalımız Cana?
“Birlikte gideceğiz” demiştik “Ölüler Diyarı’na.”
Bizi o diyara götürecek sandal,
Gömülüyor yeniden suya.
Birlikte ölemedik bile ve böylece
Ne ölü ne diri, yaşıyorum sınırda…
Canaaa! Canaaa!..”
“Seni de okuyanlar olacak Hubli
Yüzyıllar sonra.
Birleştirenler olacak parçalarını.
Etten, tenden bir şey kalmasa da,
Buluverecekler fosilini.
Ve kemikler söylemez, bu insan teki,
Neler, neler, neler yaşadı ki,
Tigris yatağına böylesine gömülü,
Böylesine, öylesine bir ölü…”
“Cana, duyuyorum söylediğin ninniyi
Ve kapanıyor bilincim.
Yeni bir ölüm mü yeni bir yaşam mı bu?
Yetmiyor bilgim…
Böylesine dayanılmazken duyduğum özlem,
En iyisidir uyku.
Ve bir parçasını bırakıyorum benliğimin
Her yedi kapıda…
Uyuyorum, uyuyorum, uyuyorum…
Anam da böyle güzel söylerdi ninnileri.
Uyurdum, sağım solum sızlıyor olsa da.
Şimdi farklı değil ki,
Dudaklarından dökülen ninni.
Unutmuşum balıkların yemesini
Uyuyorum, uyuyorum, uyuyo…”
82
ŞAFAKÇUBUKÇU
83
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
— 5. Bölüm —
S A M U D R A P A R V A N
84
ŞAFAKÇUBUKÇU
85
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Meyve verip çürümesi gibi midir muz ağacının
Döngüleri gibi midir ayın
Onun gibi bir görünür de bir kaybolur mu?
Yılanların derileri gibi midir yoksa ölüm,
Deri değiştirmek gibi midir?
Değiştirdiğimiz zaman derileri,
Başlayabilecek midir yeni bir yaşam?..
Kimine göre depremdir,
Kimine göre suikast, intihar,
Kimini bulur bilmezken kendini.
Kimi, kırlaşmış, dökülmüş saçlarıyla sabırlı,
Bekler onun son uğrayışını.
Gerçekse şu: Ölüm de yaşam da,
Sudan çıktı ve sudadır, sudadır.
Gerçek ise şu, ölüm de yaşam da,
Dalgalarla gelir,
Gider yine dalgalarla…
Kimi sessizdir ölümlerin kimi sesli,
Kimi birarada olur, kimi tek başına.
Batan gemi de, sağ kalanlar da
Ölür dalgaların kıyıya taşıdıkları da…
Renklidir kimi ölümler kimi renksiz
Nefeslidir kimi, kimi nefessiz.
Ulaşmak için kimi ölümlere,
Kalmak gerekir nefes nefese.
86
ŞAFAKÇUBUKÇU
87
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Çiçek dürbününden bakarsak ölüme,
Uzaktan baksak ölüme dürbünle,
Değişmez. Ölümdür. Ölüm, ölüm…
Dürbünle de varlıklar çok ölümlüdür.
Kimi, karlar altında; kimi, baharda ölür.
Yaprakların dökülmesi gibidir kiminin ölümü.
Kimi ağır ağır, kimi usul usul
Pek adımlarıyla kaplumbağanın,
Ölüme yürür.
Kimi bağırır ölümden önce,
Kimi bağırmak ister, geç kalır.
Kimi ağlar ölenlerin, kimi ağlatır.
Kimin bilinmez ki öleceği en başından…
Kimin bilinmez ki karışacağı suya…
Ama belli değildir ölüm saati,
Bundan, bunca canlılık, bunca şamata…
Kendi tabletini yazan da ölür,
Tableti başkalarınca yazılanlar da.
İşin gerçeği,
Çok azı kalır tabletlerin de…
Okur ölür, yazar da…
Okuması olan da olmayan da…
Hepsi, hepsi karışır yolcuğuna dalgaların…
Ters dönmüş bir ana rahmidir ateş,
Sunduğumuz, ölülerimizi.
Onların kül olması demek,
Karışmaklıklarıdır suyunda rahmin,
Ters dönmüş ana rahminin…
Çünkü ölüm de yaşam da,
Kadından gelir ölüm de yaşam da.
Çünkü öldüren de doğuran da,
Anadır öldüren de doğuran da…
“Konuşuyor dalgalar, aralarında,
Ben bu dili henüz anlamıyorum.
Kızgınlar kimi zaman, bazen dingin,
Ben bunun nedenini anlamıyorum…”
Ölüler Diyarı!
Kabul et Hubli’yi!
Balıkların yediği şişmiş cesedi!
Kabul et Hubli’yi, karışsın küllere,
Ganj’dan ummana, karışsın külleri.
Yıllanmış bir gemi enkazında da olur,
Sular altındaki bir ormanda da.
Salınırken dalları ağaçların suda,
Salınırken dallar, akıntıyla,
Adak bezi sayın Hubli’yi,
Tüm dünyanın toplu adak bezi…
88
ŞAFAKÇUBUKÇU
89
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Su altında bir mağarada da olur,
Paramparça balıkçı ağlarında da,
Yüzlerce, binlerce balık yumurtasında,
Saydam sırtında deniz analarının!
Kabul et Hubli’yi
Ölüler Diyarı!
Haketmedi değil mi ki yaşamı,
Kabul et Hubli’yi Ölüler Diyarı!
Ölüme saysın balıkçılar dev dalgaları!..
O, kendi yurdunda yakılamadı.
Yapılamadı töreni Ganj kıyısında.
Yaş döküyor anası, bilemiyor.
Bir kulak haberi ulaşamadı.
Ağlamasıdır bu,
Bilmeyenlerin ağlamasıdır ağlamayı.
Ana karnındaki bebekler olmalı,
Ya da az yaşamış; say, yaşamamış.
Yaklaşıyor sesleri, dalgalar arasında.
Bebekleri de kabul eden Ölüler Diyarı!
Bekletme musonu artık,
Sal bulutları!
Kabul et Hubli’yi dev dalgalara!
Sürüklensin, or’da O da sürüklensin,
Bir bebeğin bırakışı gibi kendini yaşama.
Sürüklensin!
Çünkü zaten tüm yaşamında,
Sürüklendi, sürüklensin,
Yine eskisi gibi.
Hindistan uzak değil, ufuk çizgisidir.
Balıkçıların ağ attığı
Sularda, başlar Hindistan.
Ağlar kadar varlık…
Kumsallara taşırlar,
Ölülerin külleriyle beslenen
İrili ufaklı balıkları.
Ve yeni biçimler alır kumdaki izler,
Kumdan kalelerdir gerçekte ömürler.
Kurarlar ömrü bir kale gibi,
Ve dalgalardır, dalgalardır ölümün adı.
Yıkın bu kaleyi de, kumdan kalesini de Hubli’nin!
Dalgalar! Dalgalar, bari siz yardım edin!
Yıkın ve yeni izler kalsın kumlarda.
Düşsün kaydından evrenin,
Sularda sürüklenen bu insan…
Kırılmıştır zaten o bağlayan zincirler,
O’nu bağlayan zincirler yaşama.
O, reddetti bu zincirleri!
Ve ‘özgürleşmek’ dedi adına!
‘Özgürleşmek’ çünkü yaşam,
Çok da ayrılmaz köle olmaktan.
Çok ayrılmaz, öyle olsa idi,
Bu zincirler de neyin nesiydi…
90
ŞAFAKÇUBUKÇU
91
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Kabul et Hubli’yi Ölüler Diyarı!
Doğrudur, yoktur kaybedeceği,
Zincirlerinden başkaca.
Zincirleri de kabul et, nasıl istersen…
Yeter ki kabul et Ölüler Diyarı,
Dalgalarda sürüklenen Hubli’yi…
Güneş sönsün!
Karanlık çöksün sulara!
Bulutlu ay, yüzünü,
Dönsün sulara!
Gerekli ise kabul için karanlık,
Ayın soluk yüzü gerekli ise,
Şimdi kabul et Ölüler Diyarı,
Hubli’yi, sürüklenen varlığı!
Yokluğunu da kabul et ey diyar!
Tamamlayan kalmasın varlığını…
Şafak söksün!
Ekinlerin yükü çöksün
Sırtına kadınların.
Böyle dönsün
Nice gece nice gün.
Kabul et Ölüler Diyarı, kabul et!
Sana, cana, Cana’ya kavuşmaya,
Uzaklardan geldi, çok uzaklardan.
Senin özleminle yaşadı Hubli!
Kabul et bu bedeni şimdi!
Diyar! Hafiflet bu doğum sancısını!
Katıver sularına bu veda çağrısını!
Sesi olsun diyarın, ağıtlardan başkacası…
Diyar! Kabul et, kabul et bu varlığı!..
Zaman durmuştur burada,
Nemlenmiştir kumu saatlerin.
Burada geçmiş ve gelecek,
Toplanmıştır şimdi’de.
Burada yalnızca uzayan imgeler.
Daralan genişleyen görüntüler.
Burada yalnızca uzam.
Bura da yok, yalnızca,
Dalga…
Şimdi ölüm, asılsın küreklere,
Şişirsin şimdi yelkenleri rüzgar.
Çok uzaklara gitmeli bu beden,
Balıkçı ağlarına takılmayacak.
Şimdi ölüm, batırsın güneşi, ay’ı!
Görülmesin bu bedenin nerede olduğu.
Yolunu şaşırmış korsanlar bile,
Bulamasın göksel anlatıcı bile…
Bu, senin dalgalarla evliliğin Hubli!
Bu da düğün, kavuşamasan da Cana’ya.
İşin zor, ara ki bulasın Cana’yı,
Suya çöken milyarlarca kül arasında…
92
ŞAFAKÇUBUKÇU
93
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Neliğe dönüşüyor kimliğim!
Ve istediğim, böyle bir şey…
Ey diyar! Kabul ettiğin gibi beni,
Yardım et bulmama küllerini
Cana’nın…”
Ses verdi dalgalar:
“Cana değil bur’da.
Yakılmadı henüz…”
“Yakında yakılacak demek ki öyle mi?”
“Hayır, yakılmayacak.
Onun gelmesine buraya,
Çok var…
Daha uzun, upuzun yıllar yaşayacak…”
“Yanlış diyarlarda aramışım o zaman Cana’yı…
Ama herşey için çok geç olmalı…
Diyar! Kalayım ben burada.
Bekleyeyim küllerinin karışmasını,
Kutsal dalgalarına senin…
Yarı ölü yarı diri bir Hubli’nin,
Ne faydası olur, yaşayan Cana’ya…
Diyar! Dağıt beni evrenin
Dört bir yanına!
Ve topla beni, Cana birgün,
Karıştığında dalgalara.
Ve o zaman, işte o zaman ulaşabiliriz
Varlıklardan önceki biraradalığa…
Karıştıkça küllerimiz birbirine,
Daha çok yaklaşırız o ilk varlığa,
Kadınla erkeğin bir olduğu varlığa,
Atman’a…
Tek bir yerde olur insan, yaşamında,
Tek bir zamanda yaşar.
Bense, artık, Ölüler Diyarı’nda,
Heryerde varım heryerde
Dağıldığı sürece, varlığım tüm evrene!
Yarısını yedim elmanın Cana,
Diş izlerini bıraktım ardımda.
Çürüyor izler, karıştıkça hava
Elmanın bu yarım varlığına…
Gelirsin diye yedim, yersin diye.
Öbür yarıyı da yersin diye.
Oysa gelmedin ve şimdi elma,
Ne sulara karışabilir hiçlik olarak
Ne de varlık sayılır tam bir elmaymışça.
94
ŞAFAKÇUBUKÇU
95
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Elmanın yediğim
Yarısı gibiyim ben de,
Ve sanki ben değilim,
Sensin yiyense…
Diş izlerin duruyor üstümde.
Gün geçtikçe, gün geçtikçe,
Daha çok çürüyorum gün geçtikçe.
Ve kesiyorsun bedenimi daha fazla.
Atıyorsun çürüyen yerlerimi.
Yeni parçalar çıkıyor altından, taze,
Ve onlar da ancak,
Dayanabiliyorlar ancak birkaç dakika.
Ve böyle, böyle çekirdeğime kadar,
Budadın varlığımı Cana…
Ancak Cana korkarım,
Seni de çürütecek bu durum.
Çünkü yalnızca geciktirir,
Engelleyemez,
Tek yarının çürümesi, çürümesini tümün…
Çürüttü önce beni ısırıkların,
Ve seni de çürütecek ısırıkların!
Ya benim, yiyen, yarısını, yasak elmanın
Ya da biziz yasak elma ve ben, bir yarısıyım.
Kendi kendimi yedim,
Ya da sen beni yedin.
Belli değil, ama sonuç,
Üstünde herşeyin:
Elma, çürük yarısıyla,
Karışamıyor suya.
Ya gel, çürüyelim birlikte ve
Yeniden karışalım böylece,
Yaşam döngüsüne;
Ya da sen de ısır diğer yarıyı
Ve eşitlensin çürüyüşümüz.
Elma yüzüyor suda Cana.
Bekliyor ısırışını diğer yarıyı
Ya da çürüyüşünü senin, diğer yarı gibi…
Geç kalma!
Kaybolabilir elma
Ölülerin külleri arasında.
O zaman ne sen ne ben
Ne elma ne kabuk…
O zaman dağılmak var sonsuzluğa.
Geç kalma! Bak dalgalar
Ölüm taşıyor kıyılara!
Geç kalma!
Dalgalansın saçları artık,
Cana’nın rüzgarda!
Küller eklensin kıvır kıvırlığına!
Ağırlaşsın saçları, bilmesin neden…
Uçursun saçları, Cana’yı uçursun,
Okyanus kıyısına taşısın O’nu!
Göreyim diye suda yansısını,
Göreyim, çünkü o sular, o yansı,
Henüz karışmadı dalgalara…
96
ŞAFAKÇUBUKÇU
97
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Su kaplasın tüm dünyayı o zaman!
Dövsün dalgalar kıyıları!
Taşsın sular, dalgaların boyları,
Yarışır olsun, yüksekliği ile dağların!
Su kaplasın, tüm dünyayı su kaplasın!
Kaldıralım ölümle yaşamı
Ayıran sınırları, kaldıralım!
Su kaplasın ve kurumasın, kurumasın!
Soğursun güneşi de umman! Umman!
Aydınlatamazlar mumlar, artık, evreni.
Küçük bir damla bile, söndürür onları.
Ne ateş ne yangın ne şimşek ne rüzgar,
Durduramazlar, artık, durduramazlar
Bitimsiz hareketlerinde dalgaları!
Sen de göksel anlatıcı
Sen de karışacaksın suya,
Bu öykü bittiği anda!
Sen de göksel anlatıcı
Sen de susacaksın!
Dalgalar konuşacak, bittiği yerde sözün!”
— 6. Bölüm —
A R A N Y A P A R V A N
98
ŞAFAKÇUBUKÇU
99
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Dolaşıyor şehri kapı kapı.
Bahçelerden geçiyor, dört bir yanda,
Sulama kanalları.
Üstünde birkaç parça elbise,
Kuş tüyleri dizili, başında.
Boynunda bir kolye var,
Deniz kabuklarından yapılma.
Yüzünde çeşit çeşit boya,
Üçüncü göz işareti var
Alnının tam ortasında.
Dolaşıyor şehri kapı kapı.
Dolaşıyor şehri falcı.
Kimi, buyur ediyorsa da,
Kovalıyor çoğu.
Kimi, yemek veriyorsa da,
Aç bırakıyor çoğu.
Ellere bakıyor şöyle bi’,
Ve söylüyor geleceği.
100
ŞAFAKÇUBUKÇU
101
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Ama konu, kendi oğlu olunca,
İşlemez falcının uzak görüşü.
Oğlu, bir savaşa gitmişti,
Yıllar olmuş, henüz dönmemişti.
Dönen silah arkadaşları,
Görmüşlerdi O’nun
Sağ olarak çıktığını
Savaş meydanında.
Ama şimdi oğul, buhar mı oldu?
Evrenin hangi köşesine savruldu?
Hangi köşeye savruldu ki,
Boş, falcı ananın kucağı…
Dolaşır kapı kapı,
Aşar bahçeleri, kanalları,
Kimi, kapı dışarı eder,
Kimi, konuklar.
İşte bir kapı daha ve falcı ana
Duyurur mahalleye fal baktığını.
İşte şurada varsıl mı varsıl bir kadın,
Elinde ikiz bebek var, yine de gebe kadın.
Mutludur; evlilik, mutlu etmiştir O’nu,
Ama merak eder durur, geleceği yine de…
“İkizler çok şirin, sanki sizden bir parça,
Elbette bakarım sizin falınıza,
Sizin, bebişlerinizin, analığınızın falına.”
“Sağolun, ben Cana, buyrun girin içeriye,
Birşeyler için, birşeyler yiyin karnınız açsa.”
“Sağol yavrum. Benzemiyorsun sen, diğerlerine,
Varlık içinde yüzen, Brahman eşlerine.
Onların hiçbirisi tenezzül etmez
Benimle konuşmaya bile.
Sağolasın.”
“Olur mu, falcı ana, sensin geleceği bilen.
Başında, kuşların tüyleri var,
Demek ki egemensin gökyüzüne.
Boynunda, deniz kabuğundan kolye var,
Demek ki senden sorulur Hint denizleri.
Ayakların çok yol yürür ama narindir,
Demek ki korur seni bu topraklar.”
“Sağol yavrum, aç avcunu o zaman.”
“Yavrum, ellerin senin
Şunu söylüyor bakana:
Eskiden çok sıkıntı çekmişsin,
Rahata ermişsin yakında.
Daha fazla bir mutluluk düşünemiyorsun,
Ama mutlu olacaksın daha fazla.
102
ŞAFAKÇUBUKÇU
103
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Büyüyecek, bebekler ve genç kız olacaklar,
Analarını hiç utandırmayacaklar.
Daha da büyüyüp ana olacaklar,
Senin gibi, benim gibi, onlar gibi,
Tüm külleriyle suya karışacaklar.”
“Ama falcı ana, bu söylediklerini
Herkes söyleyebilir avcuma bakmadan.”
“Demek ki yavrum birincisi,
Sen de herkes gibisin.
Demek ki yavrum ikincisi,
Fal açılmış bir avuç gibisin.
Heryerinden okunuyor geleceğin.”
“Peki ana, sen konuşmadan mı
Konuştuktan sonra mı kovuyorlar seni?”
“Gerçekler böyledir güzelim
İster kabul et, ister etme.
Bizden bağımsız gelişir evren,
Ve gelişiriz biz de
Evrenin bir parçası
Olduğumuz sürece.”
“Peki ama falcı ana,
Geleceği yazmaz mı
İnsanın avuçlarında?”
“Hayır Cana. İnsanın avcu yalnızca,
Geçmişini anlatır insana.
Yıpranmış bak biraz, parmakların,
Ama eski izler bunlar.
Bu senin daha önce başka bir kasttan
Olduğunu söyler bana.
Kapanır gibi olmuş bu izler,
Ve parmaklarının tümü narin.
Bu, Brahman eşi olarak
Mutlu bir yaşam süreceğini
Düşündürdü bana.
Sarsılmaz olduğuna göre
Gücü Brahmanların,
Mutsuz bir yaşamı olamaz gelecekte,
Bir Brahman’la evlenmiş kadının.
“Peki ana, sen başkalarına da
Söylüyor musun bu gerçeği?
Söylüyor musun geleceği değil de,
Geçmişi öykülediğini?”
“Hayır yavrum, ama sen
Beni güzelce ağırlayan sen…
Bilesin istedim senin,
Bilesin istedim gerçeği.
Elinde yazmaz geleceğin.
Kim öyle diyorsa yalan.
İnanma avcunu okuyanlara,
Ama gelecek de
Geçmişten çıkar gelir…”
104
ŞAFAKÇUBUKÇU
105
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Peki ana, ya sen? Ya senin yaşamın?
Bu engin evrende neler yaşadın?”
“Sağolasın yavrum, beni ağlattın.
Kimse sormadı şimdiye dek,
Kimse sormadı yaşamımı.
Hep bilmek istediler kendi geleceklerini.
Oysa ben onların belki de
Gelecekteki haliyim.
Gelecek benim!
Yaşlandım, geçmişi eskiterek.”
“Anlat ana, bilmek isterim yaşamını,
Hem üstelik sensin benim geleceğim de…”
“Mutlu mesut yaşardım senin gibi ben de,
Savaşçı kastındandı eşim.
Mutluyduk, duruydu suda yansımız.
Gitgide uzayan yansımız suda.
Sonra yitirdim ben eşimi,
Yaktılar ölüm ateşini.
Bildiğin gibi,
Erkek önce öldü müydü,
Dul kalan eşini,
Ateşe atarlar diri diri.
Hazırdım ben de,
Ateşe atılmaya.
Ama birgün bir dilenci,
Evimize geldi.
Ve bana nice, nice, nice
Düşünceler sergiledi.
Doğru değilmiş yanmak diri diri,
İnanmamak uygun gelirmiş,
Kadınları diri diri
Yaktıran tanrıya.
Diri diri yakılmaksa silen, günahları,
Brahmanlar ateşe atsınlarmış kendilerini.”
“Brahmanları ateşe atmak mı?
Ama bu, doğru olur mu falcı ana?”
“Yavrum, en hakça olanı,
Kimsenin ateşe atılmaması.”
“Peki sonra falcı ana?”
“Şöyle dedi dilenci:
Gel, sen de katıl aramıza!
Biz bu kadın düşmanı tanrıyı
Reddedenler toplandık.
Toplandık, kurduk kendi topluluğumuzu,
Ormanda.
Gel sen de katıl aramıza!”
106
ŞAFAKÇUBUKÇU
107
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Dilencilik mi yapar orman kadınları peki?”
Dediğimde, bana,
Bunun, kadınları kurtarmak için,
Onlara ulaşma yöntemi
Olduğunu söyledi.
Çok çeşitli işler yaparlarmış ormanda,
Ama aydınlatmak için şehirdeki kadınları,
Dilenci kılığına girip
Yayarlarmış çağrısını ormanların.”
“Peki falcı ana sende mi
Böyle geldin şehre şimdi?”
“Evet yavrum, sana da öğüdüm;
Reddet diri diri ateşe atılmayı,
Ölürse eşin, senden önce.
Gel sen de katıl aramıza,
Birlikte balık tutalım ırmakta,
Kendi evimizde yaşarız ormanda.
Mutlu, kadın olarak mutlu,
Kadınlarla mutlu. Mutlu!”
“Söylediklerin güzel, ana
Ama benim yavrularım var gördüğün gibi.
Yok mu senin yavruların da?”
“Ah yavrum, olmaz olur mu,
Ana, yavrusuz, ana olur mu…
Oğlum vardı, evlenecekti,
Sonra savaşa gönderdik O’nu.
Yıllar, yıllar, yıllar geçti
Ve döndü savaşçılar uzaklardan.
Ama yavrum benim, dönmedi.
Sordum dönen savaşçılara;
Görmüşler yavrumu, ayrılırken
Savaş meydanından ama
Gören olmamış bir daha.
Kimbilir ner’dedir…
Sordum herkese yana yakıla.
Yalvardım, kapandım ayaklarına.
Yoktur daha acısı, oğul acısından, yavrum,
Daha acısı yoktur bir anaya.
Bir bilge geldi sonra,
Dedi ki:
“Ey kadın! Yavrun
En kötü olasılıkla
Ölüler Diyarı’na gitmiştir.”
“Ey bilge! Ne yana bakmalı
Varmak için Ölüler Diyarı’na?”
108
ŞAFAKÇUBUKÇU
109
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Ey kadın! Okyanus aşırıdır
Ölüler Diyarı.
Uzak sularında okyanusun,
Külleri ölülerin,
Dalgalara karışır.”
Ve dönüp ormana,
Anlattım durumu, orman kadınlarına.
Bümbüyük bümbüyük ağlar attık,
Okyanusun en uzak sularına.
Anladılar beni orman kadınları,
Çünkü onların da hepsi ana.
Şişirdik yelkenleri, açıldık uzaklara,
Ağ attık, ağ attık, ağ attık sulara.”
“Peki sonra ana?
Kavuşabildin mi oğluna?”
“Boş döndü yelkenliler kıyıya.
Yüzlerce, binlerce balık var ama
Yoktu, yoktu bir iz, oğlumdan, Hubli’den…”
“Hubli mi?”
Şaşırır Cana ama tutar kendini,
Hubli’nin anası mı bu ve O, Hubli mi?
Yaşlanır gözleri Cana’nın, tutamaz kendini.
“Ne o, yavrum, neden gözlerin,
Neden gözlerin dolu dolu?”
“Anlattıkların ana, yürek burucu!
Anladım, nasıl birşeymiş,
Oğul acısı…”
“Yavrum, gördüm ben ömrümde
Nice yaslı yüz… Bu yaşlar,
-Tanırım ben- oğluna ağlayan
Anayla yas tutan
Gözlerin yaşı değil.
Anlat bana Cana,
Nedendir gözyaşların?”
“Ana! Ben gördüm Hubli’yi
Uzak diyarlarda.
Avcunun içindeydi avcum
Uzak diyarlarda.
Dinginliğine kapılmıştık ırmağın
Uzak diyarlarda.
Ama sonra kavuşamadık
Uzak diyarlarda…”
“Yavrum, bilemezdim ben
Haberini alacağımı oğlumun,
Burada, bu varsıl konakta…
Varsıl konak, her yanında, her yanında,
Altından anıtlar olan konak.
110
ŞAFAKÇUBUKÇU
111
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Varsıl konak, her yanında, her yanında,
İnek, fil, koyun sürüleri var.
Suyun kıyısında konak,
Kıyısında kutsal suyun.
Büyüleyicidir, yansısı bile sudaki.
Konak…Konak…
Ve bu konakta,
Bunca varsıllık arasında,
Bir tek Hubli yok ama
O’ndan haber getirmişsin en azından Cana…
Söyle sevdiniz mi birbirinizi?
Koyverdiniz mi ellerinizi
Birlikte kurulacak bir geleceğe…”
“Uzun uzun anlatayım ben sana ana,
Yıllar, yıllar, yıllar sonra,
Karşılaştık Hubli’yle Uzakdiyar’da…”
Ve böyle anlattı öyküyü Cana.
İlk iki bölümü anlattı.
Ana, kimi zaman güler; çoklukla yaş’lı,
Dinledi uzun uzun Cana’yı…
“Yavrum, vardır bir bildiği, ermişin.
Boşuna haber salmazdı sana,
Peşinden koşman için atın…
Ama Cana, hiç haber almadın mı O’ndan, sonra,
Hiç sormadın mı vardığında
Hindistan’a, kutsal atla?”
“Merak ettim ama ana,
Peter karşıladı beni hemen,
Vardığımda Hindistan toprağına…
Ve zamanım olmadı düğünle
Dernekle uğraşmaktan,
Düşünmeye Hubli’yi…”
“Çoktan ölmüştür Hubli, Cana!
Geçmişte kalmış, o günler, elbet,
Sen ki bebeklerinle koynunda…
Aman, gözünün içi gibi bak onlara,
Bırakma, gitmesinler uzaklara…”
“Evet ana ve bekliyorum yeni bebeği,
Şimdiden hazırladım minik beşiği…”
“Yavrum, gel sarılayım sana öylece,
Hubli yok ve sen O’ndan
Tek anısın kalan, bana.
Gel yavrum sarılayım, sileyim yaşlarını,
Cana; oğlumdan bana kalan tek anı!..
Al yavrum! Bu kolye, deniz kabuklu kolye,
Sende kalsın. Birgün sıkışırsa başın,
Göster bunu orman kadınlarına,
Dilencilere göster, göster falcılara,
Koşarlar o zaman, senin yardımına.
Beklerim seni yavrum, bizim ormana…
Al, bu kolye armağanımdır,
Oğlumdan kalan son anıya, sana, Cana.”
112
ŞAFAKÇUBUKÇU
113
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Kimdir bu pis kadın! Cana!
Niye aldın bunu konağa!
Büyü yapar, lanet okur,
Korku verir yavrulara.
Tez elden kovulmalı!
Kovulmalı! Kovulmalı!”
“Peter, bu ana,
Süt anamdır benim.
O besledi, büyüttü beni.
Ben küçüktüm, şu kadardım,
Kollarında uyuttu beni…”
“Anladım Cana, o zaman,
Yer göster de bizde kalsın,
Ve ne zaman isterse
O zaman yola çıksın.
İstediği kadar kalsın. Süt anası Cana’nın,
Benim de, benim de anam sayılır…”
***
“İkizler, aylarca kaldım bu konakta.
Orman kadınları bekler beni,
Merak etmişlerdir onlar beni.
Ben şimdi iyisi mi
Yola çıkayım sessiz sedasız,
Yola çıkayım kaplumbağa gibi…”
***
“Ey tanrılar! Kadınlara düşman tanrılar!
Ezenlerden yana olan, üzenlerden…
Gerçekleştirin dileğimi bir kere de!
Dönsün oğlum her nerede ise.
Olmadı da dönmeyecekse,
Yeniden doğsun en azından,
Cana’nın yakınındaki bir varlık olarak!
Tanrılar! Varolmayan tanrılar!
Varlıkları kadına düşman tanrılar!
Madem ki Cana’nındı Hubli’nin kalbi,
O’nun yanında mutlu olur en fazla.
Bana hayrınız zaten yok tanrılar, olmadı;
Ama şu ikizlerin masumluğu aşkına,
Yeniden doğsun Hubli, Cana’nın yakınında!
Var olmayan, var edemeyen tanrılar!
Yeniden doğsun Hubli, Cana’nın kollarında!
Bu olsun, yeter ki olsun, alın canımı;
Mutlu olsun, oğlunun, sevinciyle bu ana…
Yeniden doğsun Hubli, Cana’nın kollarında!”
114
ŞAFAKÇUBUKÇU
115
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
— 7. Bölüm —
P U N A R C A N A M A N
P A R V A N
116
ŞAFAKÇUBUKÇU
117
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Dalgalar ses veriyor, ses veriyor Cana’ya,
Uzak diyarlardan bir anımsama…
Irmaklarda, ummanlarda sürüklenen bir beden.
Şişmiş beden… Çok tanıdık ama…
Yaklaşıyor ağır ağır Cana’ya.
Cana, herşeyden çok, derin korkuyla,
Çeviriyor yüzünü bedenin, sandala…
Ve bunu beklermiş gibi beden,
Ses veriyor dalgalarla Cana’ya,
Kıpırdıyor dudaklar:
“Söndü mü o ateş Cana?
Ateşe atacaktık ya kendimizi
Başlamak için yeni bir yaşama.
Seçmek için birbirimizi
Taaa en başta.
Kurudu mu o ağaç Cana
Kurudu, çürüdü mü yaşam ağacı?
Birlikte büyüyecektik aynı tohumdan,
Köklerimiz yeraltında yerüstünde.
Yapraklarımız, yeni kanıtları varlığımızın.
Tutuldu mu o güneş Cana, o ay?
Üstümüzde olacaktı düğünümüzde, güneş, ay.
Ve aydınlatmayacaksa da onlar,
Parlayacaktı kocaman tütsülerimiz
Binlerce ateş böceği kadar…
118
ŞAFAKÇUBUKÇU
119
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Su mu alıyor sandalımız Cana?
“Birlikte gideceğiz” demiştik “Ölüler Diyarı’na.”
Bizi o diyara götürecek sandal,
Gömülüyor yeniden suya.
Birlikte ölemedik bile ve böylece
Ne ölü ne diri, yaşıyorum sınırda…
Canaaa! Canaaa!..
Yalnız senden gelir kurtuluş
Ey yaşam veren kadın!
Yalnız sende kurur ıslak ne varsa…
Çıplağım son derece, yaşam karşısında.
Ört beni, sar beni, kavra beni Cana!”
“Uyan Cana, ter içindesin,
Belli ki korkunç bir kabus görmedesin.
Yasaklardım, gücüm yetse, kabus görmeyi.
Hele düş görenler, bir de gebe ise.
Herşey geçti, meraklanma, yanındayım ben.
Söyle, canavarlar mı görüyorsun düşünde, devler mi?
Sen söyle, ben, kargışlayayım hepsini…”
“Ah Peter! Hepsi, geçmişten bir anı.
Ölmüşler düşüyor düşüme; ölenler, at peşinde.
Sürüklenen cesetler görüyorum hep
Tanımadığım bir nehirde…”
“Ah Cana, geçti, geçti hepsi.
Ve benim karnı şiş karım,
Düşünmeye çalış, yalnızca iyi şeyleri.
Çünkü ne sana olur faydası
Ne de bebeğe, üzülmenin…”
Ne zaman uyuduysa,
Hubli’yi gördü Cana,
O’nun yakarışını sularda.
Ne zaman uyuduysa,
Hubli’yi gördü Cana.
Ve Peter’e her defa,
Başka düşler anlattı.
Terine karıştı birgün sancısı,
Ve sanki nehirde imiş gibi
Sürüklenen bedeni;
Sanki Hubli’nin değilmiş de
Cana’nınmış gibi beden,
Salıverdi kabus gören bebeği
Kabus gören, Cana’yla birlikte…
Aldı ölü bebeğini kucağına, ağladı.
Ve unutmamak için yüzünü yavrusunun,
Bir ressama böylece, resmini yaptırdı:
Uzanırken Cana, kollarında,
Ölü yavrusu…
Daha harlı geldi O’na,
Falcı ananın, anasının acısı…
120
ŞAFAKÇUBUKÇU
121
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Dalgalar! Ne istediniz yavrumdan?!
Size adaklar sunmadık mı?
Suya bırakmadık mı nilüferleri,
Ekmek atmadık mı balıklara?..
Dalgalar! Daha vardı O’nun yaşayacakları.
Beni alsaydınız da O yaşasaydı.
Bebekleri de kabul eden Ölüler Diyarı,
İkna etmez bu yaptığınız, inananları!”
Gerçekte, kızgınlık ve üzüntü kadar,
Suçluluk da kaplamıştı Cana’yı.
Aslında O, ölümünü yavrunun,
Suda yüzen cesede bağlıyordu.
Bırakıp da gittiği Hubli ner’deydi?
Sularda sürükleniyordu hala belki.
Peki ama dalgalar bunun için,
Yavrusunun canını mı almalıydı,
Dururken Cana’nın kendi canı.
Ama uygun görmüşse dalgalar en büyük acıyı,
Evlat acısını Cana’ya,
En büyük ceza yazılmışsa Su Kitabı’na…
Taşlar yerine oturuyordu.
Gören olmadı Cana’yı bir daha gülerken,
Soldu yüzü suçluluk ve çaresizlikle…
Cana’nın yasını ölen bebeğe diye bilen Peter’se,
Çok çeşitli yollar düşündü.
“Cana! Doğrudur; bu, büyük bir acı,
İkizler var yine de, büyüteceğin.
Haydi artık, kendini toparla,
Bak; yavruları da üzeceksin.
Bir yol düşündüm: Sana, ikizlere
Neşe kaynağı olacak bir varlık…
Bir yavru fil. Onun coşkusuyla,
Sen de dönersin diye düşündüm yaşama.
Haydi gidelim fil pazarına,
En şirinini seçelim fil yavrularından…”
***
Oldukça kalabalık bugün fil pazarı.
Sıra sıra dizilmiş yüzlerce yavru, yavru.
İşte şu Cana, şu da Peter.
Fil yavrusunu
İkizlere seçtiriyorlar.
İkisinin de yüzünü güldüren fil yavrularını,
Ayırdılar bir yana
Ve ikizlerin ‘Ga-ga’ olarak adlandırdığını
Seçtiler sonuçta…
Bir üye daha katıldı, yuvaya.
122
ŞAFAKÇUBUKÇU
123
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
***
Birgün bir rüzgar esti,
Siz deyin kasırga, ben diyeyim fırtına.
Üst kattaydı ikizler de; Ga-ga, yanlarında.
Peter, dışar’da; Cana, alt katta.
Uçurdu uçuracaktı küçük bedenlerini,
Rüzgar, ikizlerin.
Ve Ga-ga, yaklaşarak rüzgarın geldiği yöne,
Çöktü orada, koca cüssesiyle
Korumak için ikizleri.
O sırada gelen Peter,
Gördü Ga-ga’yı,
Neredeyse ikizlerin üstüne
Çökerken gördü Ga-ga’yı.
O’nu, değneğiyle,
Dışarıya kovaladı.
O günden sonra Ga-ga,
Zincirlendi, ahıra kapatıldı.
Ve o günden sonra Ga-ga’nın
Durmadı hiç gözyaşları.
Gözleri herzaman yaşlı.
Ve ikizler kimi zaman
‘Ga-ga’ deyip ağlıyorlardı,
Belli ki O’nu yeniden
Yanlarına istiyorlardı.
Ağlamalarına dayanamadı Cana,
‘Ga-ga’ diye ağlamalarına.
Bahçeye doğru gitti, açtı ahırı.
İkizlerin yanına, götürdü Ga-ga’yı.
Şimdi herşey eskisi gibi.
Oynuyor ikizlerle filleri.
Ama ciddi bir fark var:
Geçmiyor Ga-ga’nın gözündeki,
Gözyaşı döküyor sürekli.
Uyandıklarında ikizler sabahları
Ga-ga’nın gözleri yine yaşlı.
Yemek yerlerken, oynarlarken,
Ga-ga’nın gözleri yine yaşlı.
Bahçeye çıkarken, kırda gezinirken,
Ga-ga’nın gözleri yine yaşlı.
Karanlık çökerken, uyku vakti gelmişken,
Ga-ga’nın gözleri yine yaşlı.
Üzülür Cana, bu duruma.
Götürür Ga-ga’yı birgün baytara.
Saçı sakalı kırlaşmış baytara göre,
Yoktur görülebilir bir neden.
Hatta, bunca gözyaşının
Şaşırır nereden çıktığına bile.
“Ama” der “Cana, belki de sırtı
Ağrıyordur; sırtına O’nun,
Taht üzerinde bindiğinizden.
Acıtıyor olabilir taht, sırtını.
Tahtsız binin artık Ga-ga’ya…”
124
ŞAFAKÇUBUKÇU
125
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Şimdi her sabah Cana,
Okşuyor, seviyor Ga-ga’yı.
Ga-ga bu durumdan hoşnut,
Sallıyor kulaklarını, hortumunu.
Artık, Cana, Ga-ga’nın sırtına
Koymuyor Brahman tahtını.
Eski, köylü günlerindeki gibi,
Tahtsız biniyor Ga-ga’ya.
Sırtına değiyor bacakları,
Boynuna yaslanıyor göğüsleri,
Yanağı, kulağındadır Ga-ga’nın,
Elleri, boynuna sarılı.
İşte böyle dindi gözyaşları,
Bunca yakınlığıyla Cana’nın.
***
Zaman ne kadar çabuk akıp gidiyor.
Eli fırça tutar oldu ikizler.
Oldukça tanınmış bir resim öğretmeni,
Çizim öğretiyor yavrulara, bu genç yaşlarında.
Ve unutuyorlar bir gece fırçaları, boyaları,
Bahçe duvarının yanında.
Sabah oldu ve duvarda,
Resim gibi bir çizim görülmededir.
Neyin resmi olduğu bilinmediği gibi,
Kimin çizdiği de bilinmemektedir.
Kimse umursamaz ilk zamanlar,
Ama gündüz ne zaman silindiyse,
Yeniden çizer onu meçhul ressam
Karanlık çöktüğünde…
Cana da umursamaz ilk zamanlarda,
Bu gizemli resmi, ressamı.
Ama bir gece,
Uzakdiyar’dadır düşünde,
Ve anımsar Hubli’nin,
Eline yazdığını…
“Elime Çince yazmıştı Hubli,
‘Cana ve Hubli’ yazmıştı.
Ve bir de bir parşömene
‘Cana ve Hubli’ yazmıştı.”
Cana bulur o parşömeni
Tozlu elyazmaları arasında.
Ve bakar duvara, belli etmeden.
Ve evet aynıdır duvar ve parşömen.
“Nasıl olur? Yoksa Hubli,
Hindistan’a geri mi geldi?
Ama O ölmemiş miydi?
Ölü mü diri mi olur O’nun gelişi?
Peki ne istiyor benden,
Şimdi ne yapabilirim ki ben…
Geçmişte kaldı o günler
Ve uzaktadır –adı üstünde- Uzakdiyar.
126
ŞAFAKÇUBUKÇU
127
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Şimdi çıksa karşıma,
Ne derim ki O’na…
Evet, suçluluk bu, bendeki.
Ama sevgi mi? Değil.
Yine de içimden bir parça,
Hubli’nindir ve kimbilir belki büyür
İçimdeki bu parça.
Kimbilir, kaplar içimi,
İçimdeki bu parça.
Hem, ben neden gittim ki atın ardında?..
İnanmamam gerekirdi Hubli’den başkasına.
Sıcacıktı avcum, avcunda
Ve yerçekimsiz tek bir varlık olmuştuk
Tigris’in sularında.
Ah Hubli ah…
Hem, ne olmuştu verdiğim sözlere…
Nere giderse oraya gidecektim hani…
Bu kadar mı kolaydı söz vermesi…
Suların alçalması yükselmesi gibiymiş
Yaptığım benim…
Ama şimdi,
İkizlerim var.
Çok uzağım Hubli’ye.
Şimdi karşıma çıkacak olsa da,
Evliyim ben.
Ve geçmişim; geleceğim yerine,
Geçemez artık.
Yok. Yok. Doğru değil bu dediğim.
Bunca yıl sonra Hubli gelse,
Otursa şöyle karşıma,
Dinmezdi gözümün yaşı bir kere.
O, bana, başka bir yaşam önermişti.
Ve o yaşam, benim için,
Hep çekiciydi,
Düğünümde, doğumumda bile.
“Reddedelim” demişti “yerleşik yaşamı.”
Ama şimdi açsam O’na kollarımı,
Açabilecek mi O da?..
Başkasının olmuş bedenim.
Başkası okşamış bir başkası,
Kıvırcık saçlarımı.
Beni zaten kabul etmez ki…
Peki ne istiyor o zaman Hubli?
Neden yazıyor duvara, geçmişimizi…”
Ve gözetler oldu geceleri duvarı,
Hubli’yi görmek umuduyla Cana.
Ve birgün beklenmedik bir olay oldu:
Ga-ga, fırçayı alıp hortumuna,
Duvara çizgiler atıyordu!
Sabaha kadar uyumadı Cana,
Ve kimse yaklaşmadı duvara sabaha kadar,
Ga-ga dışında.
128
ŞAFAKÇUBUKÇU
129
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Sabah ortalık aydınlanınca,
Şaşkın gözlerle baktı duvara Cana.
Evet, Ga-ga’ydı yazıyı yazan!
Bir fil, evet ama
O’ydu yazıyı yazan!..
Çıkardı Ga-ga’yı Cana, ahırdan.
Sarıldı O’na uzun uzun, ağladı yanaklarınca.
Yoksa Hubli miydi Ga-ga?
Bir fil olarak mı gelmişti, yeniden, dünyaya?
Öyle olmalıydı elbette;
Kaç kere görülür ki yaşamda,
Bir filin yazı yazması duvara…
Hem de yıllar öncesinden bir hatıra…
Sarıldı Ga-ga’ya Cana,
Uzun uzun ağladı yanaklarınca…
Anlayabiliyordu artık; Ga-ga’nın yaşları
Neden dinmişti tahtı atınca…
Hubli, sonunda, yıllardan sonra,
Bu kadar yakın olabilmişti Cana’ya.
Sırtına değmişti Cana’nın bacakları,
Boynuna yaslanmıştı göğüsleri,
Kulağındaydı Cana’nın yanağı,
Ve elleri, boynuna sarılı…
Kime anlatabilir ki durumu,
Kimi söyleyebilir ki sevinçle,
Ga-ga’nın Hubli olduğunu…
Haber saldı Falcı Ana’ya, mutluydu,
Konağa gelmeliydi ana,
Ve müjdeli haberi verecekti O’na,
Buruk ama yine de
Müjdeli haberi.
Buruk çünkü Hubli,
İnsan olarak gelmemişti dünyaya.
Üzülmeye gerek yoktu çok fazla,
Bunun da bakılırdı bir yoluna.
Haber saldı dilencilere, falcılara,
Hemen gelmeliydi Falcı Ana, konağa.
Fakat uzun aramalar sonunda
Falcı Ana’yı son zamanlarda
Kimsenin görmediğini öğrendi.
Yoktu sevincini paylaşabileceği,
Tek bir insan bile evrende.
Böylesi daha mı iyiydi acaba?
Çok yakınlardı Hubli’yle
Ve bilmiyordu bunu Peter bile.
Yine de hangi insan,
İnsan insana sarılmak varken,
Fil olarak kalmak ister…
Bir insanın bir insana sarılması kadar
Mutluluk veremez elbette
Hubli’nin sırtına çıkmış Cana,
Cana’yı sırtına almış Hubli.
130
ŞAFAKÇUBUKÇU
131
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Ama peki Hubli
Nasıl doğabilirdi yeniden,
İnsan olarak bu defa?..
Sorunları olan insanların
Bilgelere, sorunlarını,
Başkalarının sorunlarıymış gibi
Anlatmasına benzer,
Cana’nın bilgelerden bilgi isteyişi.
Sözümona, bir akrabası,
Fil olarak yeniden doğmuş
Bir yakınından sözetmiştir O’na.
Fikir danışır nice bilgeye,
Sorar onlara durumu.
Sanki sorun, başkasının sorunu.
Sorar, nasıl yeniden
Doğabilir bir fil,
İnsan olarak…
Bir yanıt alamaz ama birgün
Bir dilenci kadın, yani orman kadını,
Buddha diye bir bilgeden
Sözeder O’na, ormanda yaşayan.
Bir tek O bilirmiş yanıtı.
O’nda, kucaklayacak tüm insanlığı
Bir bilgelik ve sevgi varmış…
Cana, bahane ederek Falcı Ana’nın ölümünü,
Bildirerek demek ki süt annesinin ölümünü,
Çocukluğunun, genç kızlığının köyüne doğru,
Bir yolculuğa çıkmak ister.
İşin ucunda ölüm oldu mu,
En gaddar Brahman bile diz çöker.
İzin verir Cana’ya Peter,
Ve Cana, Ga-ga’yla birlikte,
Yola çıkar Buddha’yı bulmak üzere
Heryerde orman kadınlarının eşliğinde…
132
ŞAFAKÇUBUKÇU
133
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
— 8. Bölüm —
B U D D H A P A R V A N
134
ŞAFAKÇUBUKÇU
135
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
“Öyle boyun eğerek bakmayın bana
Ben de bir insanım herkes gibi.
Haber getirmedim tanrıdan, tanrılardan,
Ben bir öğretmenim yalnızca.
Yıllar, yıllar, yıllar geçti
Ve oturdum birgün, bir ağacın gölgesine.
Ve kalkmadım oradan
Aydınlanana kadar!
Görüşmeseydim kimseyle,
Kapansaydım ormana,
Ben aydınlanmış olacaktım yalnızca.
Ama yardım etmeye karar verdim başkalarına da...
Ben kimseyi aydınlatmam, aydınlatamam.
Yardımcı olurum aydınlanmaya yalnızca.
Benden önce de aydınlanmışlar vardı,
Olacaklar benden sonra da!”
“Saygıdeğer Buddha
Söyle bize” dedi Cana.
“Nereye gitti Hubli ölünce?
Ve nasıl oldu da geldi
Bir fil olarak, yeniden, ömrüme?
Sonsuza mı gider ölenler
Sonsuz mudur ömürse?”
“Ne sonlu ne sonsuz
Ne ‘ne sonlu ne sonsuz’
Ne de ‘hem sonlu hem sonsuz’
136
ŞAFAKÇUBUKÇU
137
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Yanıtlamıyorum bu soruyu
Çünkü şuna benzer bu soru:
Bir adam yaralanmıştır
Zehirli bir okla
Ve ölecektir kısa sürede,
Oku kimse çıkarmazsa.
“Ama” der yaralı adam
“Öğrenmeden kimin okudur bu,
Çıkartmam yaradan oku.”
Öğrenir dostları hemen,
Tatminsizdir adam oysa:
“Uzun mudur kısa mıdır oku atan,
Öğrenilmeden,
Çıkartmam oku ben”
Der bu sefer.
Öğrenir dostları hemen.
Soru üstüne soru sorar
Ve bu iş, böyle gider.
İnsan, kafa yoracağına
Sonsuzluk üstüne,
Çıkarsa ya zehirli oku,
Herşeyden önce...
Sonsuz olsa da, olmasa da yaşam,
Sonsuzluğa ya da sonluluğa uğurlansa da ölüler,
Bir gerçek, hiç değişmez:
İnsan, varoldukça,
“Bir güvercinin tedirginliğidir bu”
Hep acı çeker.
Bütünleşemediği için değil evrenle,
Atamadığı için benliğini
Yokluğun derinliklerine.
Hem, ‘ölüm’ dediğimiz,
Uğramıştır her haneye.
Varsa bir tane bile
Ölümün uğramadığı hane,
Ondan alalım hardal tohumunu
Ve ölümsüz olalım böylece!
Ama yok ki böyle bir hane
Yok ki böyle bir hane...
Kurtuluş
Ne eziyet etmede bedenine
Ne de yaşamakta zevk ve sefa içinde.
Mutluluk, bu iki yaşantıyı, ortada bir yerde
Dengelemede.
138
ŞAFAKÇUBUKÇU
139
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Yener hayvan yanı insanın,
Devirmesi gibi rüzgarın,
Zayıf bir ağacı.
Yener hayvan yanı,
İnsan, teslim olur ise
Eziyet etmeye bedenine,
Geçirmeye ömrünü zevk ve sefa içinde.”
“Peki ne yapmalı saygıdeğer Buddha,
Ne yapmalı ki,
Dönebilsin yeniden Hubli,
Dönebilsin yeniden insana?”
“Yerle göğün birleştiği yere gitmelisin
Bunun için.
Suyla göğün
Ve suyla yerin.
Kanatlarını da götürür uçan bir kuş;
Götür oraya, seni götürenleri de.
Ayaklarını da götürür yürüyen bir fil;
Götür oraya, seni götürenleri de.
Yüzgeçlerini de götürür yüzen bir balık;
Götür oraya, seni götürenleri de.
Bin gönüllü olsun yanında,
Bin gönüllü...
Dokunmamış olsun kimseye
Onların kötülüğü...”
Bozdu suskunluğunu Göksel Anlatıcı,
Şöyle söyledi Buddha’ya:
“İyi de saygıdeğer Buddha
Böyle zor bir görevi
Vermek Cana’ya...
Değer mi bir insan için
Böyle büyük bir çaba?..”
Şöyle dedi Buddha,
Göksel Anlatıcı’ya:
“Bir insan için değil bu çaba:
Binbir insanın,
Aşma çabasıdır kendini.
Bahanedir Hubli...
‘İnsan’ dediğin,
Arkasında durmalı
Arkasında durmalı sözünün.
Ve bırakmalı sözü,
Zayıfsa, arkasında durulamayacak kadar.
Yürümelidir ‘insan’ dediğin; yürümelidir.
Daha ağırlaştığındaysa ayaklar,
Durmalıdır ‘insan’ dediğin, durmalıdır.
Uyumalıdır ‘insan’ dediğin, yorulduğunda.
Bu kadar mı yorgundur, ne yaptıysa,
Yüzyıllardır uyuyor ama
Uyanmadı daha.
140
ŞAFAKÇUBUKÇU
141
AKŞAMDANKALMAVANGELIS
Tatlı gelir rüyalar
Ama rüyadır onlar yalnızca.
Böyle birşeydir çoğu zaman, yaşamsa.
Yorgun düştüğünden ‘insan’ dediğin,
Yorgun düştüğünden, evrenin en uzak köşelerini
Düşünmekten yorgun düştüğünden,
Uyanamıyor ‘insan’ dediğin, uyanamıyor.
Uyanamıyor yüzyıllardır.
Yaşıyorlar, bunun adı ‘yaşam’sa...”
Ve dönerek yeniden Cana’ya,
Yineledi sözlerini Buddha:
“Yerle göğün birleştiği yere gitmelisin
Bunun için.
Suyla göğün
Ve suyla yerin.
Bin gönüllü olsun yanında,
Bin gönüllü...
Dokunmamış olsun kimseye
Onların kötülüğü...”
Saygıyla eğildi Cana,
Buddha’nın karşısında:
“Anladım saygıdeğer Buddha.
Bin gönüllüyle yanımda
Everest’e çıkacağım.
Hubli’ye sevgimi işte böyle
İşte böyle sınayacağım.
Peki nedir önerileriniz
Nelere dikkat etmeli
Dağlar, dereler aşarken günlerce?”
“Uzundur gece,
Uyuyamayan için.
Uzundur yol,
Yorgun için.
Uzundur yaşam,
Bilmeyenler için
Evrenin dilini.
Karşılaşmadıysanız yolda
Sizinle eşit
Ya da derin anlayışlı birine,
Hiç zaman kaybetmeyin,
Yolunuza devam edin.
Yolda her çeşit insan olur,
“Benim hazinem var” diyen olur.
Nasıl sahip olunabilir ki hazineye,
Diğer nesnelere;
Sahip olamazken insan,
Kendine bile...
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu
Cana hubli purana opera librettosu

Mais conteúdo relacionado

Mais procurados

Evlilik teklifi sözleri - horozz.net
Evlilik teklifi sözleri - horozz.netEvlilik teklifi sözleri - horozz.net
Evlilik teklifi sözleri - horozz.netAdnan Dan
 
Myth 1 SAHMERAN
Myth 1  SAHMERANMyth 1  SAHMERAN
Myth 1 SAHMERANturkkent1
 
Ahmet altan i̇çimizde bir yer
Ahmet altan   i̇çimizde bir yerAhmet altan   i̇çimizde bir yer
Ahmet altan i̇çimizde bir yerSavaş Erdoğan
 
Yekta Kopan Daha Once Tanismis Miydik
Yekta Kopan   Daha Once Tanismis MiydikYekta Kopan   Daha Once Tanismis Miydik
Yekta Kopan Daha Once Tanismis Miydikitu
 
Necip fazıl kısakürek şiirleri
Necip fazıl kısakürek   şiirleriNecip fazıl kısakürek   şiirleri
Necip fazıl kısakürek şiirleriali-gose
 
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ Aslı Özer
 
Kargaların Şöleni
Kargaların Şöleni Kargaların Şöleni
Kargaların Şöleni onokumalar
 
şEfik can divan-i kebirden secmeler -horozz.net
şEfik can   divan-i kebirden secmeler -horozz.netşEfik can   divan-i kebirden secmeler -horozz.net
şEfik can divan-i kebirden secmeler -horozz.netAdnan Dan
 
Backstage Pass
Backstage PassBackstage Pass
Backstage Passonokumalar
 
Her Temas İz Bırakır
Her Temas İz BırakırHer Temas İz Bırakır
Her Temas İz Bırakırkaosakatki
 
Divani kebirdensecmelercilt 4
Divani kebirdensecmelercilt 4Divani kebirdensecmelercilt 4
Divani kebirdensecmelercilt 4Muhammed Emin
 
Küçük itfaiyeci(bora)
Küçük itfaiyeci(bora)Küçük itfaiyeci(bora)
Küçük itfaiyeci(bora)ksatun
 
The fault of in our stars
The fault of in our starsThe fault of in our stars
The fault of in our starsarzu26
 
Babalar günü
Babalar günüBabalar günü
Babalar günüvetelvan
 

Mais procurados (20)

Hz. ömer nuşi revan
Hz. ömer nuşi revanHz. ömer nuşi revan
Hz. ömer nuşi revan
 
Evlilik teklifi sözleri - horozz.net
Evlilik teklifi sözleri - horozz.netEvlilik teklifi sözleri - horozz.net
Evlilik teklifi sözleri - horozz.net
 
Myth 1 SAHMERAN
Myth 1  SAHMERANMyth 1  SAHMERAN
Myth 1 SAHMERAN
 
Ahmet altan i̇çimizde bir yer
Ahmet altan   i̇çimizde bir yerAhmet altan   i̇çimizde bir yer
Ahmet altan i̇çimizde bir yer
 
Yekta Kopan Daha Once Tanismis Miydik
Yekta Kopan   Daha Once Tanismis MiydikYekta Kopan   Daha Once Tanismis Miydik
Yekta Kopan Daha Once Tanismis Miydik
 
Kukla
KuklaKukla
Kukla
 
Necip fazıl kısakürek şiirleri
Necip fazıl kısakürek   şiirleriNecip fazıl kısakürek   şiirleri
Necip fazıl kısakürek şiirleri
 
Sarki
SarkiSarki
Sarki
 
Homecomining
HomecominingHomecomining
Homecomining
 
Ruyam
RuyamRuyam
Ruyam
 
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ
 
Kargaların Şöleni
Kargaların Şöleni Kargaların Şöleni
Kargaların Şöleni
 
şEfik can divan-i kebirden secmeler -horozz.net
şEfik can   divan-i kebirden secmeler -horozz.netşEfik can   divan-i kebirden secmeler -horozz.net
şEfik can divan-i kebirden secmeler -horozz.net
 
Backstage Pass
Backstage PassBackstage Pass
Backstage Pass
 
Her Temas İz Bırakır
Her Temas İz BırakırHer Temas İz Bırakır
Her Temas İz Bırakır
 
Divani kebirdensecmelercilt 4
Divani kebirdensecmelercilt 4Divani kebirdensecmelercilt 4
Divani kebirdensecmelercilt 4
 
Küçük itfaiyeci(bora)
Küçük itfaiyeci(bora)Küçük itfaiyeci(bora)
Küçük itfaiyeci(bora)
 
The fault of in our stars
The fault of in our starsThe fault of in our stars
The fault of in our stars
 
Babalar günü
Babalar günüBabalar günü
Babalar günü
 
Adalet hanim
Adalet hanimAdalet hanim
Adalet hanim
 

Destaque

Apolitik Olanın Politikleşmesi: Gezi Direnişi ve Sosyal Medya
Apolitik Olanın Politikleşmesi: Gezi Direnişi ve Sosyal MedyaApolitik Olanın Politikleşmesi: Gezi Direnişi ve Sosyal Medya
Apolitik Olanın Politikleşmesi: Gezi Direnişi ve Sosyal MedyaUlaş Başar Gezgin
 
The role and importance of the Russian-American Company during the settling o...
The role and importance of the Russian-American Company during the settling o...The role and importance of the Russian-American Company during the settling o...
The role and importance of the Russian-American Company during the settling o...gueste26a54
 
NZICA Accountants SIG April 2013
NZICA Accountants SIG April 2013NZICA Accountants SIG April 2013
NZICA Accountants SIG April 2013rlmt
 
для диплома
для дипломадля диплома
для дипломаgueste26a54
 
Humana Horsepower Challenge Presentation
Humana Horsepower Challenge PresentationHumana Horsepower Challenge Presentation
Humana Horsepower Challenge Presentationppuopolo
 
Hacking Movable Type Open Source
Hacking Movable Type Open SourceHacking Movable Type Open Source
Hacking Movable Type Open SourceFumiaki Yoshimatsu
 

Destaque (9)

Apolitik Olanın Politikleşmesi: Gezi Direnişi ve Sosyal Medya
Apolitik Olanın Politikleşmesi: Gezi Direnişi ve Sosyal MedyaApolitik Olanın Politikleşmesi: Gezi Direnişi ve Sosyal Medya
Apolitik Olanın Politikleşmesi: Gezi Direnişi ve Sosyal Medya
 
The role and importance of the Russian-American Company during the settling o...
The role and importance of the Russian-American Company during the settling o...The role and importance of the Russian-American Company during the settling o...
The role and importance of the Russian-American Company during the settling o...
 
NZICA Accountants SIG April 2013
NZICA Accountants SIG April 2013NZICA Accountants SIG April 2013
NZICA Accountants SIG April 2013
 
для диплома
для дипломадля диплома
для диплома
 
Soma ve psikoloji
Soma ve psikolojiSoma ve psikoloji
Soma ve psikoloji
 
PESQUISA-AÇÃO E AGÊNCIA EM SALA DE AULA
PESQUISA-AÇÃO E AGÊNCIA EM SALA DE AULAPESQUISA-AÇÃO E AGÊNCIA EM SALA DE AULA
PESQUISA-AÇÃO E AGÊNCIA EM SALA DE AULA
 
Humana Horsepower Challenge Presentation
Humana Horsepower Challenge PresentationHumana Horsepower Challenge Presentation
Humana Horsepower Challenge Presentation
 
Hacking Movable Type Open Source
Hacking Movable Type Open SourceHacking Movable Type Open Source
Hacking Movable Type Open Source
 
TERZİ BABA
TERZİ BABATERZİ BABA
TERZİ BABA
 

Semelhante a Cana hubli purana opera librettosu

Ölüme Şiirler
Ölüme ŞiirlerÖlüme Şiirler
Ölüme Şiirlersiirparki
 
Lezzetleri kesen ölüm...
Lezzetleri kesen ölüm...Lezzetleri kesen ölüm...
Lezzetleri kesen ölüm...halid şen
 
Nazim şIirleri
Nazim şIirleriNazim şIirleri
Nazim şIirlerismsyah dnz
 
Stephen King KaranlıK öYküLer
Stephen King KaranlıK öYküLerStephen King KaranlıK öYküLer
Stephen King KaranlıK öYküLerramazan boztürk
 
çanakkale sunusu
çanakkale sunusuçanakkale sunusu
çanakkale sunusuguest392825
 
Sitki Tuncer
Sitki TuncerSitki Tuncer
Sitki Tuncersiirparki
 
Anne Şiirleri
Anne ŞiirleriAnne Şiirleri
Anne Şiirlerisiirparki
 
Eylulde baslar-isyan
Eylulde baslar-isyanEylulde baslar-isyan
Eylulde baslar-isyanKdr Hms
 
11.KONU_.pptajsffjasfjasfkafkasfeshjgfkafjafakfasmfaskfasfka
11.KONU_.pptajsffjasfjasfkafkasfeshjgfkafjafakfasmfaskfasfka11.KONU_.pptajsffjasfjasfkafkasfeshjgfkafjafakfasmfaskfasfka
11.KONU_.pptajsffjasfjasfkafkasfeshjgfkafjafakfasmfaskfasfkamuhammedyloyun
 
2011 MAYIS-İNCİ YAMAN-GÖNÜL DOSTLARI-KONSERİ
2011 MAYIS-İNCİ YAMAN-GÖNÜL DOSTLARI-KONSERİ2011 MAYIS-İNCİ YAMAN-GÖNÜL DOSTLARI-KONSERİ
2011 MAYIS-İNCİ YAMAN-GÖNÜL DOSTLARI-KONSERİTangül Müdok
 
En ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirllerEn ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirllerTuba Tülek
 
En ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirllerEn ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirllerTuba Tülek
 
Akilah azra kohen pi - Türkçe
Akilah azra kohen   pi - TürkçeAkilah azra kohen   pi - Türkçe
Akilah azra kohen pi - TürkçeAdnan Dan
 
üNlü şairlerin şiirleri
üNlü şairlerin şiirleriüNlü şairlerin şiirleri
üNlü şairlerin şiirleriTuba Tülek
 
Şiir Kitabı-Tarla Kuşu
Şiir Kitabı-Tarla KuşuŞiir Kitabı-Tarla Kuşu
Şiir Kitabı-Tarla KuşuKürşat Topuz
 

Semelhante a Cana hubli purana opera librettosu (20)

Ölüme Şiirler
Ölüme ŞiirlerÖlüme Şiirler
Ölüme Şiirler
 
Lezzetleri kesen ölüm...
Lezzetleri kesen ölüm...Lezzetleri kesen ölüm...
Lezzetleri kesen ölüm...
 
ATATÜK'ÜN YAZDIĞI ŞİİRLER
ATATÜK'ÜN YAZDIĞI ŞİİRLERATATÜK'ÜN YAZDIĞI ŞİİRLER
ATATÜK'ÜN YAZDIĞI ŞİİRLER
 
Nazim şIirleri
Nazim şIirleriNazim şIirleri
Nazim şIirleri
 
Stephen King KaranlıK öYküLer
Stephen King KaranlıK öYküLerStephen King KaranlıK öYküLer
Stephen King KaranlıK öYküLer
 
çanakkale sunusu
çanakkale sunusuçanakkale sunusu
çanakkale sunusu
 
Sitki Tuncer
Sitki TuncerSitki Tuncer
Sitki Tuncer
 
Anne Şiirleri
Anne ŞiirleriAnne Şiirleri
Anne Şiirleri
 
Eylulde baslar-isyan
Eylulde baslar-isyanEylulde baslar-isyan
Eylulde baslar-isyan
 
Adalet hanim
Adalet hanimAdalet hanim
Adalet hanim
 
11.KONU_.pptajsffjasfjasfkafkasfeshjgfkafjafakfasmfaskfasfka
11.KONU_.pptajsffjasfjasfkafkasfeshjgfkafjafakfasmfaskfasfka11.KONU_.pptajsffjasfjasfkafkasfeshjgfkafjafakfasmfaskfasfka
11.KONU_.pptajsffjasfjasfkafkasfeshjgfkafjafakfasmfaskfasfka
 
Stephen King Sadist
Stephen King   SadistStephen King   Sadist
Stephen King Sadist
 
Amaki hayal[1]
Amaki hayal[1]Amaki hayal[1]
Amaki hayal[1]
 
Stephen King Sadist
Stephen King SadistStephen King Sadist
Stephen King Sadist
 
2011 MAYIS-İNCİ YAMAN-GÖNÜL DOSTLARI-KONSERİ
2011 MAYIS-İNCİ YAMAN-GÖNÜL DOSTLARI-KONSERİ2011 MAYIS-İNCİ YAMAN-GÖNÜL DOSTLARI-KONSERİ
2011 MAYIS-İNCİ YAMAN-GÖNÜL DOSTLARI-KONSERİ
 
En ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirllerEn ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirller
 
En ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirllerEn ünü şairler ve şiirller
En ünü şairler ve şiirller
 
Akilah azra kohen pi - Türkçe
Akilah azra kohen   pi - TürkçeAkilah azra kohen   pi - Türkçe
Akilah azra kohen pi - Türkçe
 
üNlü şairlerin şiirleri
üNlü şairlerin şiirleriüNlü şairlerin şiirleri
üNlü şairlerin şiirleri
 
Şiir Kitabı-Tarla Kuşu
Şiir Kitabı-Tarla KuşuŞiir Kitabı-Tarla Kuşu
Şiir Kitabı-Tarla Kuşu
 

Mais de Ulaş Başar Gezgin

Neden Umutlu Olmalıyız? - Ulaş Başar Gezgin
Neden Umutlu Olmalıyız? - Ulaş Başar GezginNeden Umutlu Olmalıyız? - Ulaş Başar Gezgin
Neden Umutlu Olmalıyız? - Ulaş Başar GezginUlaş Başar Gezgin
 
Psikoloji ve Yapay Zeka - Ulaş Başar Gezgin
Psikoloji ve Yapay Zeka - Ulaş Başar GezginPsikoloji ve Yapay Zeka - Ulaş Başar Gezgin
Psikoloji ve Yapay Zeka - Ulaş Başar GezginUlaş Başar Gezgin
 
1 Mayıs'ın ve Protestoların Psikolojisi.pptx
1 Mayıs'ın ve Protestoların Psikolojisi.pptx1 Mayıs'ın ve Protestoların Psikolojisi.pptx
1 Mayıs'ın ve Protestoların Psikolojisi.pptxUlaş Başar Gezgin
 
20 Soruda Politik Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
20 Soruda Politik Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin20 Soruda Politik Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
20 Soruda Politik Psikoloji - Ulaş Başar GezginUlaş Başar Gezgin
 
Deprem Sonrası Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
Deprem Sonrası Psikoloji - Ulaş Başar GezginDeprem Sonrası Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
Deprem Sonrası Psikoloji - Ulaş Başar GezginUlaş Başar Gezgin
 
Çin Kitabı Sunumu - Ulaş Başar Gezgin.pptx
Çin Kitabı Sunumu - Ulaş Başar Gezgin.pptxÇin Kitabı Sunumu - Ulaş Başar Gezgin.pptx
Çin Kitabı Sunumu - Ulaş Başar Gezgin.pptxUlaş Başar Gezgin
 
Yarım Saatte Psikolojiye Giriş - Ulaş Başar Gezgin
Yarım Saatte Psikolojiye Giriş - Ulaş Başar GezginYarım Saatte Psikolojiye Giriş - Ulaş Başar Gezgin
Yarım Saatte Psikolojiye Giriş - Ulaş Başar GezginUlaş Başar Gezgin
 
Political Psychology of China Threat.pptx
Political Psychology of China Threat.pptxPolitical Psychology of China Threat.pptx
Political Psychology of China Threat.pptxUlaş Başar Gezgin
 
Turist Psikolojisi Sunumu Ulaş Başar Gezgin
Turist Psikolojisi Sunumu Ulaş Başar GezginTurist Psikolojisi Sunumu Ulaş Başar Gezgin
Turist Psikolojisi Sunumu Ulaş Başar GezginUlaş Başar Gezgin
 
Tuketici psikolojisi sunumu ulas basar gezgin
Tuketici psikolojisi sunumu ulas basar gezginTuketici psikolojisi sunumu ulas basar gezgin
Tuketici psikolojisi sunumu ulas basar gezginUlaş Başar Gezgin
 
Gezi ve Politik Psikoloji Sunumu SOMDER
Gezi ve Politik Psikoloji Sunumu SOMDER Gezi ve Politik Psikoloji Sunumu SOMDER
Gezi ve Politik Psikoloji Sunumu SOMDER Ulaş Başar Gezgin
 
Buyuk Diktatorle Politik Psikoloji
Buyuk Diktatorle Politik PsikolojiBuyuk Diktatorle Politik Psikoloji
Buyuk Diktatorle Politik PsikolojiUlaş Başar Gezgin
 

Mais de Ulaş Başar Gezgin (20)

Neden Umutlu Olmalıyız? - Ulaş Başar Gezgin
Neden Umutlu Olmalıyız? - Ulaş Başar GezginNeden Umutlu Olmalıyız? - Ulaş Başar Gezgin
Neden Umutlu Olmalıyız? - Ulaş Başar Gezgin
 
Psikoloji ve Yapay Zeka - Ulaş Başar Gezgin
Psikoloji ve Yapay Zeka - Ulaş Başar GezginPsikoloji ve Yapay Zeka - Ulaş Başar Gezgin
Psikoloji ve Yapay Zeka - Ulaş Başar Gezgin
 
1 Mayıs'ın ve Protestoların Psikolojisi.pptx
1 Mayıs'ın ve Protestoların Psikolojisi.pptx1 Mayıs'ın ve Protestoların Psikolojisi.pptx
1 Mayıs'ın ve Protestoların Psikolojisi.pptx
 
20 Soruda Politik Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
20 Soruda Politik Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin20 Soruda Politik Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
20 Soruda Politik Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
 
Deprem Sonrası Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
Deprem Sonrası Psikoloji - Ulaş Başar GezginDeprem Sonrası Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
Deprem Sonrası Psikoloji - Ulaş Başar Gezgin
 
Yapay Zeka Sosyolojisi 2023
Yapay Zeka Sosyolojisi 2023Yapay Zeka Sosyolojisi 2023
Yapay Zeka Sosyolojisi 2023
 
Ulaş Başar Gezgin Kitapları
Ulaş Başar Gezgin KitaplarıUlaş Başar Gezgin Kitapları
Ulaş Başar Gezgin Kitapları
 
Çin Kitabı Sunumu - Ulaş Başar Gezgin.pptx
Çin Kitabı Sunumu - Ulaş Başar Gezgin.pptxÇin Kitabı Sunumu - Ulaş Başar Gezgin.pptx
Çin Kitabı Sunumu - Ulaş Başar Gezgin.pptx
 
Vietnam - Ulaş Başar Gezgin
Vietnam - Ulaş Başar GezginVietnam - Ulaş Başar Gezgin
Vietnam - Ulaş Başar Gezgin
 
Yarım Saatte Psikolojiye Giriş - Ulaş Başar Gezgin
Yarım Saatte Psikolojiye Giriş - Ulaş Başar GezginYarım Saatte Psikolojiye Giriş - Ulaş Başar Gezgin
Yarım Saatte Psikolojiye Giriş - Ulaş Başar Gezgin
 
Political Psychology of China Threat.pptx
Political Psychology of China Threat.pptxPolitical Psychology of China Threat.pptx
Political Psychology of China Threat.pptx
 
Sanat Psikolojisi
Sanat PsikolojisiSanat Psikolojisi
Sanat Psikolojisi
 
Yapay zeka sosyolojisi
Yapay zeka sosyolojisiYapay zeka sosyolojisi
Yapay zeka sosyolojisi
 
Turist Psikolojisi Sunumu Ulaş Başar Gezgin
Turist Psikolojisi Sunumu Ulaş Başar GezginTurist Psikolojisi Sunumu Ulaş Başar Gezgin
Turist Psikolojisi Sunumu Ulaş Başar Gezgin
 
Ulaş Başar Gezgin kitapları
Ulaş Başar Gezgin kitaplarıUlaş Başar Gezgin kitapları
Ulaş Başar Gezgin kitapları
 
Tuketici psikolojisi sunumu ulas basar gezgin
Tuketici psikolojisi sunumu ulas basar gezginTuketici psikolojisi sunumu ulas basar gezgin
Tuketici psikolojisi sunumu ulas basar gezgin
 
Sanat psikolojisi giris
Sanat psikolojisi girisSanat psikolojisi giris
Sanat psikolojisi giris
 
sanat psikolojisi
sanat psikolojisi sanat psikolojisi
sanat psikolojisi
 
Gezi ve Politik Psikoloji Sunumu SOMDER
Gezi ve Politik Psikoloji Sunumu SOMDER Gezi ve Politik Psikoloji Sunumu SOMDER
Gezi ve Politik Psikoloji Sunumu SOMDER
 
Buyuk Diktatorle Politik Psikoloji
Buyuk Diktatorle Politik PsikolojiBuyuk Diktatorle Politik Psikoloji
Buyuk Diktatorle Politik Psikoloji
 

Cana hubli purana opera librettosu

  • 1.
  • 2. Çekirdek Sanat Yayınları Deneme Dizisi 01 Vakit Tamam Şimdi!... Reha Bilgen Birinci Basım Eylül 2007 1000 adet © Reha Bilgen ISBN 978-975-98756-3-3 Yayına Hazırlayan Tuncay Takmaz Tasarım Savaş Çekiç Baskı Graphis Matbaa 100Yıl Mahallesi,Matbaacılar Sitesi 1.Cadde No:139 Bağcılar / İstanbul t:0 212 629 06 07 (pbx) Çekirdek Sanat Yayınları Dijital Bilim ve Sanat Yapımları Yayıncılık Tic. Ltd. Şti. ‹stiklal Cad.Rumeli Han No:48 C Blok Kat:6 Daire:47 Beyoğlu İstanbul t:0 212 2445197 s:www.cekirdekshop.com w:www.cekirdeksanat.com e:iletisim@cekirdeksanat.com VAKiT TAMAM ŞiMDi Reha Bilgen
  • 3. — 1. Bölüm — HASANKEYF PARVAN
  • 4. 6 ŞAFAKÇUBUKÇU 7 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Hava sisli, Sisli olduğu denli, yorgun ve bitkindir Hubli, yarı baygın… Bir savaştan dönmededir, bırakarak belleğini savaş meydanlarında… Fil de Hubli gibi yaralı bereli, Taşımaktadır yine de ölgün sahibini… Aman vermez sis, nere gider bu yol, ya da var mı bir yol önümüzde, Bir uçurumdan geldik ve uçurumdur önümüz belki de… Büyüyor karaltı hafif hafif ve bu, bir dilencinin yüzü olsa gerek, “Ey benliğinin yırtıklarını, urbasında taşıyan dilenci, Ben ki senin kadar aç, senin kadar yorgun, ölgün, Ama sende, bende olmayan bir şey var: “Nere gider bu yol ve önce bu, bir yol mu uçurum mu? Neresidir burası, evrenin hangi köşesi? Ve az kalsın unutuyordum, Hubli’dir adım benim ve başka hiçbir şey bırakmadı yaşadıklarım, “Benimdir” diyebileceğim…” “Ey Hubli, Hasankeyf’tir burası, belki birgün sular altında kalacak, Sisler altındadır şimdilik yalnızca…
  • 5. 8 ŞAFAKÇUBUKÇU 9 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Şu görünen ışığı izle ve yalnız ışığı izle ömrün boyunca…” Uzaklaşır dilenci, geride kalır daha doğrusu, Ve bir yokuş başlar onun ayrıldığı yerden, Engebe desen yok, yok; yok, yok, zorluk, çetinlik desen… “Ey fil, sadık fil, nedir ki yokuşlar, İnsan tekine düşen acıdan bize de böyle bir pay var, Yokuşlar var olsun ki değerini bilelim düzlüklerin, Ve sonsuza dek uzanmayacağına göre bir yokuş, En kötüsü, bir dağın doruğunda buluruz kendimizi, kutsanırız; En iyisi, bir düzlükte buluruz kendimizi, dinleniriz…” Nice sözler etti filine Hubli, kendinden başkası değildi gerçekte, teselli etmek istediği. Ve sesi önce geldi yokuşun sonunun, Bu ses, bindirdi onu sırtına puslu bir anının, Bu su sesi, Ganj mıydı yoksa, yoksa Yamuna mı? Bu su sesi, hangi göksel varlığının hangi renk nefesi?.. Ama hayır, bir çağlayandı bu, tanımadıkları. Ne fil tanır, daldırır çekinmeden hortumunu Ne de Hubli uzatır ellerini akıntıya, çekincesiz, silmek için bulaşmış taze kanı… Ama evet, suların dövdüğü kayalarda, İnsan izleri vardı. Hubli’nin rahatlaması için, Bu kadarı yeter de artardı… Koyverdi kendini suyun akıntısına, Tepeden akan sular, döküldü onun başına… Ve ateş yakıp kıyıda, dinlendi… Ve yorgunluktan Ya bayıldı ya uyudu… *** “Ey göksel varlık hangisi düş hangisi değil, de bana! Uyudum ve uyandım, Cana var karşımda, Canavar değil Cana, Cana! Henüz görmedi beni yattığım bu odada, Karıştırmadadır şimdi o, ateşi; harlamadadır, Beş yıl öncesi mi idi en son, Bir düş gecesi geçirmiştik onunla, Islak ve karanlıktı bütün dünya… Oysa evlenecekti o, Peter’le, Oysa evlenecektim ben, Pu Ying’le… Ve kanıtlamak için yiğitliğimi, Savaşa gitmiştim ben de, aklı havada her genç gibi… Ve hiç yaşanmamış saymaya karar vermiştik o geceyi… O, Brahman Peter’le, Ben, Çinli prensesle… Ve hiç yaşanmamış saymışsak da o geceyi,
  • 6. 10 ŞAFAKÇUBUKÇU 11 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Şiirler yazmıştım Cana’ya dair, Ve okumamıştım Cana’ya, Savaşa giden bir gence, yakışan buydu, öyle ya… Ama şimdi savaş meydanlarında bıraktığım belleğimden, Birkaç parça kaldıysa, Burada bu odada, Bu nerede olduğunu bilmediğim odada, Birkaç parça kaldıysa, Onlar da, geçirdiğimiz o gece Cana’yla Ve şiirlerdir yazdığım, Cana’ya…” *** “Ateşi harlamayı bırak da beni dinle Cana, Ömrümü bırakmışım meydanlarda nasıl olsa… De bana, düş müsün, gerçek misin? Düşmüşüm bir çağlayanın kollarına, Or’da esrime halinde miyim?” “Ey Hubli, yazgı yine, başladı oyununa, Ben de bunu sordum önce kendime, Bulduğumda seni, Tigris kıyısında… Bir beş yıl daha geçmiş gibi geldi bana, Kendine gelmen… Ve evet yaklaşıyorum sana, Daha yakından bak, Sen karar ver, düş mü gerçek mi bu manzara?” Hubli, çekinerek ve korkarak daha fazla, Dokundu Cana’nın zarif omzuna. Düşlerinde çok dokunmuşsa da bu omza, İnandı bu kez, gerçek olduğuna… Bir şey demedi Hubli önce, sarıldılar, Yaralarındaki kan bulaştı Cana’ya Hubli’nin, Ama hayır, hepsi bu kadardı, Peter’le evlenecekti Cana, Ve Hubli, Pu Ying’le… “De bana Cana, yazgı, nasıl bir oyun oynadı, Nasıl bir oyun oynadı da seni çıkardı karşıma? Çok uzaklardayken yurdumdan, yurdumuzdan…” “Bilirsin, at kurbanı geleneği vardır bizde, Hasankeyf’e kadar geldim, atın peşinde…” “Kimin atı, kime kurban, kimin yargısı?” “Evlenecektik, evleneceğiz Brahman Peter’le, Ve az kala o kutlu güne, Bir dilenciyi öldürdü müstakbel eşim, Hayır, günah benim değil, ben günahkar değilim. Bilirsin Hubli, sen ne kadar kşatriyaysan, savaşçı kastındaysan, Ben de bir o kadar vaişyayım, köylüyüm, tüccarım. Bana düşmez at kurban etmek göksel varlıklara, Brahman değilim.
  • 7. 12 ŞAFAKÇUBUKÇU 13 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Bir Brahman’dansa, bir dilenciye daha yakınım, Yakında, Brahman eşi olacak olsam da… Ve bundan, yalnızca bundan, şart koştum Peter’e, Dedim ki, “günahlarını temizle, benlen evlenmezden önce, Ve iki nilüfer gibi birleşelim, temiz, tertemiz…” Ve uygun olarak geleneklerimize, At kurban etmeye karar verdik. Bilirsin Hubli, geleneğe göre, Bir Brahman, arınmak için günahlarından, Bir at seçer, kutsal bir at, Ve bırakır onu, dolansın diye, canı nereye isterse… Bir yıl sürer bu rahatlığı atın, Bir ordu da peşinden gider nereye giderse, Ve savaşlar olur, fetihler olur, nalının değdiği her yerde… Ben de katıldım işte bu orduya, Ve izledim atı orduyla, Hafifletmek için vicdan azabımı, Benim olmayan günahın azabını… Ve savaşlar oldu peşi sıra atın, Ve kanlı çarpışmalar oldu, Bunları bilirsin sen ey savaşçı, geçeyim. Kimse kalmadı sonunda, koca ordudan Hindistan’dan, bu uzak diyarlara… Ve ben ve şu an kapıya, Bağlı olan at kaldı kala kala… Gizlice izledim çarpışmaları, Ağaçların, çalıların ardında, Ve uzaklaşmak için usulca, Bir rahip karası biçtim kendime, Giydim cübbesini kara rahiplerin, Ve bilerek dolmadığını bir yılın, Günlerce peşinden gittim atın… Ve yazgı… İşte bur’dayım… Kutsal at gibi gerçeksin sen de, Bulutlardayım…” “Anlıyorum Cana, ben de öykümü anlatayım sana, Beş yıl öncesiydi vedalaştığımızda, Yaşanmamış saymıştık o geceyi, Savaşa katıldım, kanıtlamak için yiğitliğimi… Hakkım sayılacaktı böylece, almak Çinli prensesi… Şart koşulmadıysa da böyle bir şey bana, Yine de katıldım savaşa… “Güçlendirir” derler “öldürmeyen savaş,” Bende güç yok, göksel yayı geremesem de, Öğrenecektim en azından, vurmayı al elmayı… Ve evlenecektim senin gibi ben de. Ben de… Savaşlar, savaşlar, savaşlar gördüm. Kan akan kana kan ırmaklar gördüm. Gördüm yaşamla ölüm arasındaki dağı… Ne ki yaşam; ölüm, alır insanı, Geldi miydi gelmedi miydi zamanı…
  • 8. 14 ŞAFAKÇUBUKÇU 15 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Savaşlar, savaşlar, savaşlar gördüm Ve kıpkırmızı oldu urbalarım, Kan sızar yaralardan durduramazsın, Ama evren boşalır yaralardan, evrene boşalır, Umursamazsın… Savaş meydanlarında akbabalar dolaşır, Parçalamak isterler cesetleri, Dönüştürmek için değil hayır değil, Canı alınmış etleri hiçliğe… Yaşam olur ölüler hücrelerinde, Yüksekleri mesken tutmuş akbabaların, Onlar da biz de onlar da çünkü, Bir ve tek varlığın parçalarıyız… Ama Cana, herşey tamam da, Dolaşıyordum birgün cesetler arasında, Düşürdüğüm maskeli Savaşçıya takıldı gözüm… Ne kadar mertti dövüşkenliği, Ve ne kadar zorlanmıştım, evet zorlanmıştım, Yere sermekte gövdesini… Ve çıkardım maskesini, Cana, çıkardım, Ve ne göreyim, ne göreyim, neden göreyim: Bir çocukmuş bu benim alt ettiğim… Bunu görünce kendimden geçtim, Görmedim yaklaşan karaltıyı ardımda, Sopasıyla gelen bir köylüydü bu, Vurdu bütün gücüyle başıma… Ve böyle bıraktım, işte böyle bıraktım, Savaş meydanında, benliğimi, belleğimi, Ve birden terkettim bilmemecesine kendimi, Fil sırtında, o kasvetli ülkeyi… Ve fil’ime, güvendim bir tek, fil’ime, Memleketime dönmek için… Ben anımsamasam o bilir, Memlekete nasıl gidilir… Nasıl dönülür beş yıllık yollar, Artık fazlasıyla değişmiş yollar… Değişmişlerdir, zaten değişmişlerdir, Ama bendeki değişimden Daha fazla değil… Ve sen harlarken ocak ateşini, Anladım ki Cana, Tüm anımsadıklarım, O gece, yoksaydığımız gece, Ve şiirlerdi henüz okumadığım sana… Şimdi okuyacağım… Ama yanlış anlama lütfen olur mu, Bir beklenti içinde olmayacağım… Sen çizmişsin yolunu benimki gibi,
  • 9. 16 ŞAFAKÇUBUKÇU 17 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Evleneceksin sen de yakında, Ben de evet ben de evleneceğim, Pu Ying, prensesim bilmese de, Bıraktığımı, belleğimi, benliğimi savaş meydanlarında, Yine de bekliyordur beni. Gerçek sevgiyi bulduğum prensesim, Pu Ying’im… Yani yanlış anlama ve beni dinle Cana, Beş yıl öncesini okuyorum şimdi sana: Sırılsıklam Hava karanlık, hiçbir şey yok yıldız namına... Üstüm başım sırılsıklam... Çıkıyorum merdivenlerden ağır ağır, arkama bakarak... Üstüm başım sırılsıklam... Hayal meyal hatırlıyorum çağırışını... Yağmur yağıyor bardaktan boşanırcasına... Yere bırakıyorum kendimi hemen... Üstüm başım sırılsıklam... Ellerinin titreyişinden anlıyorum... Yağmur içe işlemede, geri durmamada bir an olsun... Bir hayli ıslak mı ne, ağzından dökülenler... Üstüm başım sırılsıklam... Beni rüzgara bırak, beni ufkun her gün geçip giden kızıllığına... Çiğ de bir tür yağmur sayılmalıdır... Ne yana açsan avucunu, hangi yüze haykırsan, Üstüm başım sırılsıklam... Bir merdivenden bir başkasına... Hayat bu işte... Arada düzlükler... Paltonun işe yaramadığı ortadadır... Bunca sözcüğü, ardarda bulmadasın sen, nereden?.. Üstüm başım sırılsıklam...
  • 10. 18 ŞAFAKÇUBUKÇU 19 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “O yan” dediğin ne yan?.. Bulamıyorum bıraktığım yerde, Islak kirpiklerini, korugan kaşlarını, seğirişini ellerinin, su birikintilerine... Sen, ben, ellerimiz sırılsıklam diye midir ki, Bütün dünya sırılsıklam?.. Unuttuğumuz günler vardır Cana, Bir de anımsadıklarımız, Sakın yanlış anlama… Sonra… Sonra bir şiir vardı yaşlılığımıza dair, Hubli o zamanlar, geleceği düşünmededir; Elli yıl sonrasını, kırışık günleri, Ve şimdi düşünmüştür beş yıl önce, elli yıl sonrasını: Hatırlar mısınız? Hatırlar mısınız, Bacaklar yorgun, Arşınlamakta idiydik ıslak sokakları... Pencere önlerinde zarif saksılar?.. Ganj Bahçeleri henüz açıktı... Sahaflarda eski-yeni el yazmaları... Ramak vardı balıkçıların kapanmasına... Talihimiz henüz daha ters dönmemişti... Islanmıştık, dahası karanlıktı... Sıcaktı ellerimiz, titrek değildi... Çocukluk, bir hatıra taş oyması... Yüce fil ağır ağır ilerliyordu... Ses seda kesilmişti, ortalık ıssız... Avucumda ne küçücük, ne sıcacıktınız... Aktarma yaptığımız tüm sandallarda... Bıraksam belki de uçacaktınız... Hatırlar mısınız, Şöyle capcanlı, Çocukluk düşlerinizi, gençlik düşlerinizi, Buğulanmadan bir sefer de, gözleriniz sizin?.. Sayası gelmiyor insanın, yaş ilerledi mi... Sanki kendi düşüyor sahafa insan... Tüm kadehler sizin için şimdi bu akşam... Talihimiz henüz daha ters dönmemişti... Koşmaya, yürümeye pek hevesliydik... Mesut ederdi bizi, çocuk cıvıltıları... Çocukluk, kimi zaman keskin bir ıslık... Seğiriyor gözlerimiz şimdi daha çok... Ses seda kesildi mi ürperiyoruz... Avucumda ne küçücük, ne sıcacıktınız... Bundandır, torunlarım hep sizin isminizde... Sarılırım dünkü gibi onlarda size...
  • 11. 20 ŞAFAKÇUBUKÇU 21 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Belki şimdi çok erken, “bitti herşey” demeye, Alt tarafı yetmiş yaş, uzun yıllar var daha... O zamanlar ne küçüktük, yirmilerdeydik... Avucumda yine küçücük, yine sıcacık olun!.. Tekliyor kalbim benim, siz olmadıkça... Ya hep atıversin o ya kendiniz durdurun... Ve Cana, inanır mısın, geçmişin, Geleceğimizi biçimlendirdiğini bu kadar fazla; Az sonra okuyacağım şiirden sonra, Bugün tam beş yıl sonra, Bir çağlayan çıktı karşıma yokuşun sonunda, Zorlu, çetin, engebeli bir yokuşun. İçimden geçmedi sanma “Cana’ya zorlu da olsa kavuşacağım, Bir gün evet bir gün, belki elli yıl sonra…” Katarakt Şelale... Budur gözüme inen perdenin adı... Beyaz, bembeyaz köpükler görmededir, Durağan manzaraya pek alışkın gözlerim... Şelale, güneş alır, beyaz tül bir perdedir... Çavlan mı?.. Evet, gözlerimin feryadı, Bu iki hecede de duyulabilir... Duyulabilir, titrer nasıl ellerim... Büyür çavlan; doğduğu semt, ferin söndüğü yerdedir... Vay aksu... Bizim türkülerimizin adı olmadı, Bundan böyle tüm türküler adsız olabilir... Su altında -dinliyorum- takırdıyor dişlerim... Göğü bunca suya bulayan nedir?.. Akbasma... Buğu olur şafak vakti dağların ardı; Güneş, karanlığa karşı silkinmededir; Sınırda takılır kalır ıslak düşlerim... Susuşu suyun bende, gürleyişi bendedir... Çağlayan... Sis perdesi, gören göze... Kalın gece perdesi... Çarpar sağına soluna, sapasağlam adam; Islanmaya görsün bir kez, altında o suyun... Ölmeden önce veremden, düşmeden zatürreeden; Perde iner gözlerine, kalkmaz bir daha... Dökülmemiştir hiç o, böylesine, bir göze... Gözlerimde kapkalın bir gece perdesi... Şırıltısı kulağımda suyun, fısıltısı: Gel!.. Gel!.. Gece ve su... Gece ve su... Gece ve su... Gelmiştir zamanı artık! Bırak kendini! Haydi bırak! Susmayacak bu şırıltı bir kez dahi, İnan olsun...
  • 12. 22 ŞAFAKÇUBUKÇU 23 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Hubli, ben hiç bilmiyorum, şimdi bilmiyorum, Ellerimi ben ne yana koysam? Yazgıya bak, bir atın Peşinden gelmişim, Yabancı, uzak bir diyara gelmişim, Ve beni beklemekteymiş geçmişim, Beni bu kadar uzakta… Hubli, şimdi ben ne yapayım, Bir kez daha oku, parşömene yazayım, Yazayım, okunsun bizden sonra da, Bizden sonradan da sonra…” “Cana, Sakın yanlış anlama, Kanmayalım yazgının bu oyununa, Bekleyenlerimiz var madem, Bekleyenlerimiz, Çin’de, Hindistan’da… Sen benim şu kan sızan yaralarımı sar, Ve işte bu kadar… Ki zaten benliksiz, belleksiz ben gibi, Ben gibi eksikli bir insana, Budur yapabileceğin en fazla… Ne diyor Praşa Upanişad, kutsal praşa: Erdemli kişi, üst dünyaya; Günahlı kişi, alt dünyaya; Hem erdemli ise bir insan, Hem de günahlı ise oysa, Döner bir kez daha yaşama, Bir kez daha çekmek için acıyı… Bense bir çocuk öldürdüm, çocuk öldürdüm; Yeniden döneceğim, yaşama… Hem erdemli hem günahlı ben… Zavallı, zavallı, zavallı ben…” “Hayır Hubli, böyle kötü şeyleri, bu kadar fazla, bu kadar ümitsizce, Düşünme! Düşünme, önce birşeyler ye! Anımsa Taittiriya Upanişad’ın dediklerini: “Besinden doğar tüm yaratıklar, Besinle yaşarlar, besinle yaşarlar, Ölürler ve sonrasında da, Besine dönerler doğada; Herşeyin özüdür besin, özüdür besin. İşte bu nedenledir her hastalığa, İlaç gibi gelir besin, besin…” “Tamam, olur Cana, ama bir düşün, Hangi besin, ilaç olur eksikli varlığıma, Belleksiz, benliksiz, eksikli, sisli…” “Hayır Hubli, doğru değil, Bu dediklerin!.. Şunları da söyler Praşa Upanişad: “Sormuştur bir öğrenci, ulu bilgeye,
  • 13. 24 ŞAFAKÇUBUKÇU 25 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Hangi güçtür tutan, bedeni, Tutan, bedeni, bir bütün olarak, Hangisidir en büyüğü bu güçlerin?” Ne diyordu ulu bilge, anımsa!: “Beş güç vardır, birlikte, Bedeni oluştururlar: Eter, hava, su, ateş, topraktır bunlar, Ve hepsinden önemlisi, konuşma yetisi var, Zihin, göz, kulak, duyu uzuvları var. Candır, bu güçlerin en büyüğü… Çekişmişlerdir bu güçler bir kez, aralarında: Tutturmuştur her biri, “En temel güç benim” diye… Can, temel güç, kızmıştır onların sözlerine, Terkedecek olmuştur bedeni, Ve o an anlamıştır hepsi, Bedende temel güç hangisi, Çünkü görmüş ve duymuşlardır, Can giderse, onların da Bedeni terkedeceğini…” Ve eklemiştir ulu bilge, “bu hikaye, Çıkışı gibidir kraliçe arının, kovanından; Çıkar tüm arılar, o çıktı mıydı, Döner tüm arılar, döndü müydü o…” Ve Hubli sen… Sen… Sen ölmedin, öldürmediler de seni… Candır bu bedeni bir arada tutan, Kulak ver Upanişad’ın sözlerine! Sen varsın ve eksikli değildir varlığın, Bedendeki canı yitirmedikçe… Ve gerçeksin kutsal at gibi sen de, Demek ki, yitirmemişsin canı… Yaşıyorsun; yalnızca, dinlenme zamanı… Şimdi uyu, şimdi güzelce bir uyu, Ben yan odada olacağım, Çağır beni, olursa bir ihtiyacın. Düşünme sen “bölmeyeyim Cana’nın uykusunu” Daha önemlidir senin rahatın, Herhangi bir uzanışımdan…”
  • 14. 26 ŞAFAKÇUBUKÇU — 2. Bölüm — A N A N T A P A R V A N
  • 15. 29 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Kapı çalındı. İşe yaramıştı Cana’nın sözleri, belki de pişirdiği o çorba. Hubli, iyileşmiş Hubli, çaldı Cana’nın kapısını… “Cana, pek fazla uyuyamasam da, Bir düş gördüm, keşke olsa…” “İçeri gel Hubli, ben de, Bir düş gördüm, düş içinde… Buldum elimi koyacak yeri, Ellerinin içidir elimin yeri. Böyle gördüm ben düşümde…” “Ben de Cana. Ben de! Ben de!” “Peki biz şimdi ne yapacağız, Çöpe mi atacağız düğünleri? Ganj Irmağı’na nasıl bakacağız, Göstermeyecek mi su, gerçeği? Olmaz hayır Hubli olmaz, Bir tane daha katılmış olur en fazla, Beş yıl öncemizin düş anlarına…” “Cana, düşün bir daha! Atman da bölmedi mi kendini ikiye, Kadın ve erkek doğmadı mı böyle, Söylemez mi bunu Brihadaranyaka Upanişad?
  • 16. 30 ŞAFAKÇUBUKÇU 31 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Öyleyse demek ki biz de, Bir’mişiz, bütün varlıklar, ortaya çıkmadan önce. Ve sana, bütün varlıklar varolmadan önceki Birliğimizi öneriyorum Cana! Bir olalım sözcüğün tam anlamıyla!” “Ya Peter, ne der Hubli, Beş yıl bekledi o, beni, Ve işte tehlikeli sayılabilecek at kurbanı törenini Bile kabul etti benim için…” “Farklı mı durumum benim Cana, Pu Ying bekler beni uzaklarda, Adını bile koymuştuk doğacak çocukların, Ama farklı bir şey var sende, Sana zaafım var. Ben isterim ki sevdiğim insan, Upanişadlardan söz edebilsin bana. Ben isterim ki sevdiğim kadın, İlk anını düşünsün dünyanın. Elyazmaları içinde geçsin isterim, Ummanlarda geçirmediği günleri… Hem, ey sen Vaişya kızı, Bunca hırslı, hırslı mısın ki, Bu kadar istersin hem de bu kadar, Bir atın peşinde yol tepecek kadar, Bu kadar mı istersin bu kadar mı, Bir Brahmin’in eşi olmayı… Hani yakındın sen bir dilenciye, Bir Brahmin eşi olacak olsan da?.. Ben de bir Kşatriya’yım işte, Daha yakınım bir Brahman’a göre, bir dilenciye… Savaşırım, ücretimi dilenirim… Savaşmam cebimde para olmazsa… Eskiden böyle değildin sen Cana, Ne çok değişmişsin zamanla, Şimdi geçmişteki Cana olsa karşımda, Vedalara, Puranalara vermiş kendini, Bir tüccarın, bir köylünün kızıydı. Ve herşeyden önce gelirdi hırsı… Ve belki bu yüzden, kesinlikle bu yüzden, Yoksaymıştık o güzel anları… Duraksamamıştık bunun için birazcık da olsa, O düş gecesini yok saymakta… Şimdi bakıyorum da bu yeni Cana, Kendi ayakları üstünde durur olmuş, Vicdan diye bir değer taşır olmuş, İnsanlığın en önemli değeri… Şimdi bakıyorum da bu yeni Cana, Kararsız, kararsız, son derece kararsız, Kendindeki o son hırs kalıntısını, O evliliği, çekip atmakta…
  • 17. 32 ŞAFAKÇUBUKÇU 33 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Böyle mi yazar kutsal kitaplar Cana, Külü Ganj’a karışan ölüler aşkına!” “Bilmiyorum Hubli bilmiyorum, Düş güzeldi, düş gecesi de öyle… Ama söyle, geçici değil midir düşler? Bizi burada biraraya getiren yazgının, Başka bir oyunu vardır belki, Henüz bilmediğimiz, bilemediğimiz…” “’Yazgı’ dediğimiz nedir Cana, Çarvakalar ne diyorlar anımsasana!” “Evet, ne garip, yabancılar, Gizemci falan sanırlar biz Hinduları, Gizemci, ruhçu, boşinançlı tümden… Oysa evet, Hubli, Çarvakalar, “Tanrı yoktur, ruh da yoktur” diyorlar. Başkacası yoktur bu dünyanın, Bu dünyada çekilen, Acılardır cehennemse… Çürüyüp gitmesidir bedenin, kurtuluş… Vedalarsa, boş sözleridir düzenbazların… İnsan, ölünce, kaybolur bilinci, Sen ne diyorsun bu konuda Hubli? Ve ne ilgisi var yaşadıklarımızla?” “Dahasını da söyler Çarvakalar, Cana, Bu dünyanın ihtiyacı yoktur tanrıya! ‘Ayin’ desek, ‘tören’ desek sahtekarlık, Pahalıdır törenler, at kurbanları da… Açlık çekerken toprağın çocukları, Brahmanlar doymaz paralara, Ve bizi de savaşlara sürerler, Sürsün diye daha çok, saltanatları… Ve benim öldürdüğüm o çocuk, Cana, O da toprağın bir evladı, Sürmüşler önüme vurayım diye, Ya vurayım ya vurulayım diye… “Cennete gidiyorsa kurban edilen hayvanlar, Önce babalarını kurban etseler ya” demiş Çarvakalar, Cennete gidiyorsa kurban edilen hayvanlar, Brahmanlar, çocuklarını savaşa yollasalar ya…” “Anladım Hubli sen de, sen de, Savaştan yeni döndüğün için, Konuyu bir yerden savaşa getirmeye Öyle çok, öyle çok, çok heveslisin… Ama de bana, koymuşum avcumu, avucuna; De bana, düş mü bu, bitecek mi, Ve biz devam mı edeceğiz kaldığımız yerden, Yolumuza, ayrı ayrı yolumuza… Yoksa, kelebeğin düşü olmak gibi, Ya da düşünde görmek gibi kelebeği,
  • 18. 34 ŞAFAKÇUBUKÇU 35 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Yaşamak bir ömrü bu biçimde… Hangisi Hubli? Ne der Peter?..” “Bakma sen ‘yazgı’ dendiğine, ‘yazgı’, ‘yazgı’… Yazgı değil bu yaşadıklarımız, Çaktı mıydı bir kıvılcım yıllar öncesinde, Sen, ben, evlendikten sonra da başkalarıyla, Bulurdu, bulabilirdi, bulacaktı bizi… Kulak verelim Çarvakalara, Ne yazgıya ihtiyaç var bu dünyada, Ne de yazgı diye bir şey var, Kendimizi kollarına bırakacak…” “Hubli, öyleyse evrenin Ritmine bırakalım kendimizi öylece… Düşünelim, bir yol düşünelim… Düşünelim de öyle yürüyelim, Birlikte, evrenin ritminde… Hem bir öykü anlatılmıştı bana, Öyküdeki tapılası kadın, Sita… Çileci bir yaşamı seçiyor eşi, Ve birlikte gidiyorlar ormana… Yıllar, yıllar, yıllar sonra, Bir dev kaçırıyor Sita’yı, Ve eş, yanıp yakılırken, yanıp da yakılırken, Başına topluyor maymunları… Bir maymun ordusu kuruyor hemen, Ve gidiyorlar okyanus ötesine, Uzatmaya gerek yok, savaşıyorlar… Ve geri alıyor Sita’yı… Ama sonra bırakıyor eşini, Çünkü Sita kirlenmişti… İnandıramadı eşini Sita, Binbir oyun, binbir dolapla, Kendisine yaklaştırmadığını devi… Ateşe atladı Sita ve ateş acıdı, Gösterdi herkese O’nun saflığını… Adam, ikna olup aldı Sita’yı, Dönünce ne işitsin yurdunda, “Bu kadın, yurdumuza leke çaldı, Bu kadın, derhal kovulmalı”… Ve dayanamadı adam kulaklarına Çalınan bu yalan dolana… “Bu kadın kovulmalı, Çünkü kadınlarımızı Bozar O’nun burada kalması…” Ormana, vahşi ormana sığındı Sita, Ve ikiz doğurdu bir süre sonra… Büyüdüler çocuklar ormanda, Ve bir gün, bir at kurbanında, Upuzun bir destan okudu çocuklar, Artık kral olmuş babaları, Onları tanımadı… Ama söylediğinde göksel anlatıcı, Yaptıklarına pişman oldu. Geç kalmıştı kral; Sita, Toprağa karıştı bir anda…
  • 19. 36 ŞAFAKÇUBUKÇU 37 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Şimdi Hubli diyorsun ki “seni severim” Sita, bunları yaşadı oysa… Ve ben, yakında evlenecek kadınım, Neler anlatacaksın insanlara…” “Önemi yok ne dediklerinin Cana, Hem, bütün destanlar; hem de bütün destanlar, Brahmanları, kralları anlatıyorlar ya, Ben reddediyorum bütün bunları, Benim anlatmak istediğim, başkaları! Ve gel diyorum kşatriya olalım, savaşçı, Ama dilencilerin kşatriyası, savaşçısı! Ve sen de bırak başkasının Günahını sırtında taşımayı… Bu ömür senin ömrün ve bu dünyadan, Başka dünya yok yaşanacak! Cana, ben her doğan gün, Hallallarının önünde eğilirim, Banyan ağaçlarının sütüyle Saçlarını örerim. “Olmaz; bu, olmaz” diyorsan, Ateşe atalım kendimizi! Yeniden doğalım yeniden, Ve bu kez, bu kez en baştan, Seçelim birbirimizi!” Ve böyle geçti bütün gün, Havada uçuşuyordu kutsal kitaplar, Havada uçuşuyordu kutsal olmayan, Kağıtlar, kalemler, yaşamlar… Kararacaktı hava neredeyse, Yavaş yavaş dışarı çıktıklarında… Oturdular Tigris’in kıyısına, Oturdular döşek gibi bir kayaya… “Aç elini Cana ve avcuna, Çince olarak yazayım adını. Bak ‘Cana’ yazıyor burada, Ve bak, şu da ‘Hubli’… Bir parşömene yazayım, Silinir belki elindeki. Bak ‘Cana’ yazıyor burada, Ve bak, şu da ‘Hubli’… Cana yer aç sen göğsünde başıma, Bunca yıl savaşmaktan yorulmuş başıma. Cana, ört saçlarınla yaralarımı, Ok izi duruyor kanlı bir savaşın, Omzumda, göğsümde, bacaklarımda. Kıvır kıvır ört kıvır kıvır Kıvır kıvırlığınla ört kıvır kıvır”… “Güneş batıyor Hubli ve Çandogya Upanişad, Neler diyor bak, güneşin ışınlarına: Uzun bir yol gibidir güneş ışınları da, Uzun bir yol gibidir iki şehir arasında,
  • 20. 38 ŞAFAKÇUBUKÇU 39 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Bağlar bu dünyayı öbür dünyaya… Kulak verirsek yine Çarvakalara, “Bu öbür dünya, öyle böyle değil, Başka diyarlar var dünyada” Der, çıkarız işin içinden… Ve damarlara girer bu ışınlar, Geri akarak damarlardan, Yine güneşe ve yine güneşe, Uğurlanırlar…” “Bak ne diyor Brihadaranyaka Upanişad’sa, “Nedir, hizmet eder, insanın aydınlanmasına? Gün ışığıdır çünkü onun sayesindedir insanın, Oturması, kalkması, çalışması, yürümesi, sevmesi! Nedir peki güneş battığı zaman, İnsanı bitimsizce aydınlatan? Aydır o zaman… Güneş batmış, ay kaybolmuş, nedir hizmet eder insanın aydınlanmasına? Ateştir o zaman insanın ışığı! Güneş batmış, ay kaybolmuş, ateş sönmüş, nedir Hizmet eder insanın aydınlanmasına? Sestir o zaman, göremese de insan, Duyar sesi, ona göre oturur kalkar, Ona göre yürür, düşünür… Güneş batmış, ay kaybolmuş, Ateş sönmüş, ses de yok! Nedir, hizmet eder insanın aydınlanmasına?”” “Aşk diyeyim, burada keseyim, Aşk diyeyim o zaman… Güneş batmış, ay kaybolmuş, Ateş sönmüş, ses seda yok, Batmış güneşimiz, Yakamozlar var yalnızca, Ve aşktır burada tutan bizi! Aşktır… Aşktır yalnızca…” “Yıkanalım öyleyse, Tigris’in sığ sularında, Belleğimi bırakışım gibi savaş meydanlarında, Bırakalım geçmişi sulara, Bırakalım Peter’i, Pu Ying’i… Buluşsun sularda Linga’yla Yoni, Ve yerçekiminden kurtulmuş saf kendiliğindenliğimiz, Kendiliğindenliğimiz, İzin versin bize, birleşmemiz için evrenle…”
  • 21. 40 ŞAFAKÇUBUKÇU 41 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Doğudaki ırmaklar Doğu’ya akarlar Hubli, Ve Batı’daki ırmaklar, Batı’ya. Ve hepsi denize ulaşır sonunda, Böyle der Çandogya Upanişad: Denizden gelir yine denize giderler ırmaklar… Yükseltir bulutlar, suları, buhar olarak, Ve yeryüzüne düşerler yeniden, yağmur olarak. Irmaklar doğurur bu yağmurlar, yeni ırmaklar. Tekrar birleştikleri zaman, denizle bu ırmaklar, Yitirirler benliklerini, Ayırt edilemezler işte o zaman, Hangisi, hangi ırmaktı… Hangi ırmak şu suyu kattı… Öyle birleşsin ki Linga’yla Yoni, Bilemeyelim hangisi Cana, hangisi Hubli!..” Ve kayboldular suların karanlığında… — 3. Bölüm — M A N A N A P A R V A N
  • 22. 42 ŞAFAKÇUBUKÇU 43 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “ ‘Ananta Parvan’ koymuştuk adını” dedi göksel anlatıcı, “ ‘Ananta Parvan’ demiştik ikinci bölüm için.” “Çünkü ‘sonsuz’ demektir Ananta ve inanmıştık, Cana’yla Hubli’nin aşklarının Sonsuz olacağına… Ama işte bu bölüm, Bir ayrılıkla açılıyor. Ve bu nedenle bölümümüz ‘Manana Parvan’ adını taşıyor. ‘Manana’ yani yokluğunda kadının Güzelliğini anımsama…” *** Uzaktan hep izledi onları hancı kızı, Beğenmişti içten içe, bu hoş delikanlıyı… Düşündü, Cana’yı, Nasıl uzaklaştırırdı… Cana’yı uyandırdı bir gece, Hubli uyuyordu… “Cana” dedi “bir bilge geldi siz uyurken, Ve çözdü ipini atın Ve dedi “tez uyandır Cana’yı, Böyle buyurdu yazgı! Uyandırma sakın Hubli’yi, Böylesi yazgı için daha iyi, Uyanırsa Hubli, Vazgeçirir Cana’yı Yazgının peşinde koşmaktan…””
  • 23. 44 ŞAFAKÇUBUKÇU 45 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Cana düşündü, düşündü, Çok zamanı yoktu düşünmeye, Kutsal at pek hevesliydi gözden yitmeye… Hazırlandı hemen ve mışıl mışıl uyuyordu Hubli… Bir gün sonra uyandı Hubli, Hancı kızının somaya kattığı ilaçla… Artık, çok geçti… Olanları anlattı hancı kızı, gerçekmiş gibi… Hubli, tek kelimeyle, Yıkıldı… “Ama” dedi gözleri buğulu bir aydan sonra, “İnanmasam da dervişlere, İnanırım bilgelere Ve bir bildiği vardır elbet ki söylemiştir. Er geç dönecektir bana Cana, Söz vermişti. “Yanında gelirim” demişti, “Sen nereye gidersen Hubli!” Bekleyeceğim burada, bu taş oyması kıyıda, Bekleyeceğim geleceği, o kutlu saniyeyi!” Hancı kızı bilmez Hubli’nin İçinden geçirdiklerini… Artık yoktu Cana öyleyse, Girebilirdi Hubli’nin koynuna… Bitimsizce, bitimsizce O’na hizmet etti, Sanki Hubli idi hanın sahibi… Ve gece, sızmışken Hubli, içtiği somayla, Uzandı usulca, Hubli’nin yanına… Öptü, öptü, öptü; öptü Hubli’yi, Ve Hubli’nin, Cana var sanki kollarında… Sarıldı, sarıldı, sarıldı, sarıldı… Sabah farkedince bu dehşet manzarayı, Ant içti, bir daha somayı, Bir kez bile, Ağzına almayacaktı… Ve böyle başladı elçekmiş, çileci yaşamı… Tigris kıyılarını hergün dolaştı, Fazla uzaklaşmayarak Hasankeyf’ten, Döner diye Cana, çok uzaklaşmadı… Ama yine de engellemedi bu umut, Bulmasını Hubli’nin, Ulu’nun mağarasını… Bilge Ulu, bir Pers bilgesi, bir mağarada yaşar, Herhangi bir mağarasında gibi Hasankeyf’in. Ama O’nda yoktur bir eser, rahattan… Düşünmeye ve yazmaya vermiştir kendini, Ve çeker Hubli’yi Ulu’ya, bu özellikleri… Ulu, esenler bu Hintli konuğunu, Ve bir bilgi hazinesi gibi görür yeni dostunu… Avestalar ile geçmiştir ömrü,
  • 24. 46 ŞAFAKÇUBUKÇU 47 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Ve düşünmektedir insanlığın ortak ülküsünü… “Var mıdır” diye düşünmededir “böyle bir ülkü…” Ve nice insan tanımıştır bu yüzden, Çeşitli ülkelerden… Nice elyazmaları vardır mağarasında, Grek diyarlarından, Asur’dan, Çin’den… Durgun görür Hubli’yi Ulu Ve öğrenir neler olduğunu, Ve hoşnut olur içten içe, Hubli’nin burada Hasankeyf’te, Bekleyecek oluşundan… Böyle bir konuğu, Ağırlayacak oluşundan… Ve der ki, “Olsa da olmasa da yazgı, Bak, Hubli, biz tanıştık, Ve döndüğünde Cana, İki fazla olacaksın yaşamda, Çünkü yaşayacak, dostluğumuz da…” Ve uzun sohbetler ettiler günler boyu. Bu olmalıydı Cana’yı beklemenin dayanılmaz zorluğunu Hafifletmenin yolu… “Ulu, sohbetin hoş, konukseverliğinse değer övgüye, Ve herşeyden daha güzeli, Sanskritçe bilmen. Böylece, Bitimsiz sohbetlerimiz olacak seninle… Ulu, peki nelere inanırsın sen? Hangi görüşler yön veriyor ömrüne?” “Hubli, Avestalarla geçti ömrüm ve şimdi istersen, Anlatayım sana, nicedir Ahura Mazda… İkiye ayrılır Mazdacılık ve ilk dönem, Elbette Zerdüşt’le başlamıştır. Hangi yıllarda yaşadığı Tartışmalı… Altıbin yıl önceymiş, sorarsan Grek bilgelerine… Birkaç yüzyıl önceymiş, sorarsan başkalarına… Sizin Vedalarla ner’deyse yaşıt olduğuna göre, “Günümüzden bin yıl önce” diyebiliriz herhalde… ‘Peygamber’ kavramı yabancı olmalı sana, ‘Haberci’ demektir Avestaca’da. İlk kez Avesta’da geçmededir bu kavram. Ondan önce sizin Hint diyarınızda, Sümerlerde, Akatlarda, Asurlarda, İçiçe geçtiğini görürüz tanrılarla insanların; Tanrısal özelliklere sahiptir insanlar, Ve tanrılar, insan özelliklerine… Hele Grek ülkesinde, Bunun en belirgin örnekleri görülür. Sizde buna ek olarak evren ve tanrı, Ayrı ayrı varlıklar gibi algılanmıyor. Oysa Mazdacılık’ta tanrı ve insan, Tümüyle farklıdır birbirlerinden,
  • 25. 48 ŞAFAKÇUBUKÇU 49 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Yine de arkadaş gibidirler, Su sızmaz aralarından… Ve biz görürüz ki Avestalarda, İlk kez bir görev biçilmiştir insana, Tanrının sözünü yayma görevi. Ve işte bu yüzden İnandığımız tektanrı, Ve değil mi ki ilk dindir dinimiz Tektanrılı olan- Kılıç gücü değil ikna becerisi Vermiştir Zerdüşt’e… Var mı siz Hinduların bir peygamberi, Sümerlerin, Akadların, Babillerin Var mı hiç peygamberleri… Yoktur ve insana, taşımak bir görevi, İlk kez Avesta’da önerilmiştir… Ve yine de izin vermez yüceltilmesine Zerdüşt kendisinin, inananlar tarafından… Tepki duymuş, kralların, rahiplerin, Varsılların şatafatlı törenlerine, Reddetmiştir en küçük töreni bile, Kimilerini günahlarından arındıran, Aç bırakan oysa başkalarını…” “Ne yapar o zaman inanan, Sunmak isterse bağlılığını?” “Bir söz vardır bizden sonrakileri, Emin olduğum etkileyeceğine; Bir söz değil, gerçekte, Tümüyle bir yaşam biçimi; “Söze bakılmaz, iştir kişinin aynası”… Tokuz biz sözümona büyülü sözlere, Çileci yaşama da karşıyız, ne de olsun manastır yaşamı… İnsan iyi olsun; bu, yeter, evrensel mutluluğa… Daha değerlidir iyi niyet, Şatafatlı törenlerden, boş sözlerden, altından tapınaklardan… İki kitabımız var, Eski ve Yeni Avesta, Yenisi bu aralar sık sık yazılmadadır, Ve yeni kitapta, hayvan kurbanını kargışlayan Bir öykü anlatılır: Yima, insan, Mazda tarafından uyarılır: Üç çetin kış gelecektir ve önlemini almazsa, Tüm canlılar yok olacaktır. Yima, bir mağara kazar ve mağaraya, En iyi tohumları, en iyi sığırları, en iyi insanları koyar… Üç yıl sonra çıktığında bitmiştir Buz Çağı Ve insanların zevki için, Bir öküz kesmeye kalkar… Ve O’nu Buz Çağı’ndan koruyan aynı Ahura Mazda, Kargışlar O’nu ve cezalandırır…” “Sözlerin etkileyici, bizim öykülerimiz denli, Hatta Ulu, diyebilirim ki,
  • 26. 50 ŞAFAKÇUBUKÇU 51 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Anlattıkların ve anlatacakların, Etkileyecektir elbet, bizden sonra birçok dini… Hatta kimileri, Sizden derleyecekleri bu bilgileri, Kendi bilgileriymiş gibi sunacaklardır Ve kan tutacaktır böyle evreni… Beş vakit dua ediyorsun örneğin, Zerdüşt’ün isteğine uyarak, Şafak vakti, aile için; Sabah, köy için; Şehir için öğlense; Akşam, ülke için Ve din için gece…” “Evet Hubli ve tüm dinler, Herhangi bir dünya görüşü gibi İnsan zihninin ürettiği, Değişir, değişiyor, değişecektir… İlk dönem Mazdacılık şöyle idi: Tek tanrı Ahura Mazda, Tanrı’nın peygamberi Zerdüşt, Evrenin kanunu Aşa, Göz kırpar Aşa, Dharma’ya, “Ne ekersen onu biçersin” der Ahura Mazda da… İyiyle kötünün amansız savaşı, Ölümden sonra yaşam, cennet-cehennem inancı, Ve son yargı günü ve iyiliğin, aydınlığın Sonul zaferi! Bir köprüden geçer mutluluğa giden yol, Geniştir iyi insanlar için, Dardır kötüler içinse…” “Söylediklerin Ulu, oldukça bilgilendirici, Ya peki Mazdacılık’ın ikinci dönemi?” “İkinci dönemi Hubli, yaşıyoruz, Ve Magiler’dir bu dönemin temel kişilikleri. Zerdüşt reddetmiştir bir rahip zümresini, Ama Magiler ki Medlerin altı kabilesinden biri, Uyandırdılar Zerdüşt öncesi inançları, törenleri… Etkililer satraplık katlarında çok fazla, Ve onlara verildi derleme ve yorumlama işi, Kutsal kitapları… Ve bir kitap yazdılar, yazıyorlar ‘Yeni Avesta’ diye, Ve sapmadır bana göre bu, Zerdüşt’ün Avestası’ndan… Magiler, Zerdüşt’ün reddettiği çoktanrıcılığı, Rütbesi düşürülmüş tanrılar olan Meleklerle yeniden uyarladılar. ‘Yazatalar’ diyorlar bu göksel varlıklara, Yedi tane oldukları yazar Yeni Avesta’da, Üçü, suya; ikisi, ateşe; biri, rüzgara; toprağa bakar sonuncusuysa…
  • 27. 52 ŞAFAKÇUBUKÇU 53 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Bunlardan biri Anahita, Bize uzaklardan gelmiş bir tanrıça, ‘Saf’, ‘kirlenmemiş’tir anlamı, Ve vurgulanır adında, suların temiz olmaklığı. Bereket tanrıçasıdır ve kolaylaştırır doğumları. O’dur dolduran, anaların memelerini süt ile. O’dur, temizler, erkeklik tohumunu, kadınların dölyolunu… Ve uzaklara gidecektir bana kalırsa, Yıllar, onyıllar, yüzyıllar sonra Ve sevecektir bizden başka halklar da, Çocuklarına vereceklerdir bu adı… Magiler, Zerdüşt’te olmayan törenleri, şatafatı, Yeniden Mazdacılık’a getirdiler; Zerdüşt reddetmişti tapınakları, Her yere tapınak dikiyor Magiler. Zerdüşt toprağa gömdürürdü ölüleri, Oysa Magiler, köpeklerin ve akbabaların Önüne atıyor ölüleri… Ve yaygınlaşıyor bu gelenek, Magiler, satraplıklara dolalı beri… Zerdüşt, katılmaz siz Hinduların, Yeniden dirilme inancına, döngüselliğine, Zamansal döngüsüne de katılmaz Babillilerin, İnsan ölür ve doğmaz bir daha Ve çizgiseldir zaman Ve son yargılama günü gelir çatar Ve böyle biter insanın bireysel, evrensel yaşamı… Ve sonradan yazılanlara bakılırsa, Bir kurtarıcı gelecektir dünyaya, Nevruz bayramında…” “Söylediklerin ne kadar etkileyici, Ulu, sağolasın, anladım ki, Göksel emir değil insanın inancı, Değil mi ki çok inanç var böylesine farklı… Hindistan’da döngüden korkarlar kötü insanlar, “Ya sakat doğarsak” diye korkarlar “ya hayvan olarak doğarsak Yeniden doğduğumuzda.” Çünkü yazar kitaplar, kötülüğün, Bu biçimde ceza bulacağını… Ve biliyorsun kastlara ayrılmışız Kale gibi sınırları olan… Ve korkarlar en alttakiler, Kitap, onlara korku yazar, İtaat yazar, hizmet etmek yazar. Yazar ha yazar… Ve düşün ki tanrılar bile, Kastlara ayrılmıştır Hindistan’da… Ve ben de tanığım inançların, Tarihte çokça farklılaştığına… Vedalarda çokça tanrı var okursak, Ama daha yeni yazılmış Upanişadlarda, Tek tanrı inancı baskın…
  • 28. 54 ŞAFAKÇUBUKÇU 55 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Peki ne der Zerdüşt, adaletsizliklere? Ayırır mı O da insanları, “Şu, efendi”; “şu, köle” diye?” “Reddeder Zerdüşt, eşitsizlikleri, Sözü edilmez, köleliğin, bir kez dahi. Önce gelir aile ve sonra köy ve sonra şehir Ve sonra ülke ve sonra evren… Ve çokça kovulduğu olmuştur Zerdüşt’ün, gençken, Eşitsizliklerin efendilerince… Ve şöyle haykırmıştır Avesta’da: “Hangi diyara döneyim yüzümü, döneyim hangi yana, Akrabalarım ve dostlarım terketmişler beni, değil mi ki… Ne halk sever beni ne de kargışlanası hükümdarları onların. Nasıl hoşnut edeyim seni ey Ahura Mazda…” Ve Belh hükümdarının, Huzuruna çıkarılır birgün Zerdüşt, Ve ikna eder hükümdarı, Ve yaşar, O’na Ahura Mazda’nın verdiği, Etkili konuşma yeteneğiyle, Yetmişyedi yaşında bir suikaste Kurban gitmeden önce… Sakınmamıştır sözünü, Kutsaldır O’na göre isyan, Şöyle der Avesta’da: “Herşeyden çok arzulananıdır adil bir hükümet, Kutsal değerleri ve iyi talihi taşıyan, en üstte. Doğruluk yasasıyla yönetilen, adanmışlık ve emekle güçlenen, Tomurcuklanır en iyi düzende, Cennetin Ülkesi’nde! Ve bunun için çalışacağım daha çok, daha çok, herşeyden önce!” Ayırmaz hiç kimseyi, ne kadını ne erkeği, Ve ilk yedi öğrencisi arasında, Bir de Turanlı vardı, Ne O’nu ne başkalarını Bir kez ayrı tutmadı. Ve vurguladı kadınla erkeğin Evrensel eşitliğini, uyumunu. Altı adı vardır Mazda’nın, Yarısı eril; dişildir diğer yarısı… İçimizdeki kadını, Yoksaymamıştır asla!” “Ne acı ve hayranlık verici, Hindistan ve duyduğum birçok diyar, Savaş esirlerini köle yapar… Ve memleketimde, Dul kalan kadınlar, Ölü eşleriyle diri diri Ateşe atılırlar!
  • 29. 56 ŞAFAKÇUBUKÇU 57 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Ne acı, ama iki nokta var; Bence, Zerdüşt’ün eşitliği savunması Çok doğal. Çünkü tarım öncesi toplumunda yazıldı Avestalar, Daha eşit olduğumuz bir dünyaydı insanlar olarak. Ne kölecilik vardı tarlaya dayanak olacak, Ne de büyük mızraklı, kalkanlı ordular… Ve önemlidir nasıl ulaşacağımız, Neye ulaştığımız kadar… Nasıl yapmalı ki, Daha başka bir düzen olsun dünyada… Ve ikinci noktaysa, Konuştuk, çok güzel ama bütün bunlar, Cana’yı getirmiyor ki bana…” “Hubli! İçindeki tanrıçadır Cana, Ve istiyorsun ki dışarıda da olsun. Olsun, evet ama olmuyorsa, Hasankeyf’in ele gelir kayalarına, Neden O’nun görüntüsünü oymayasın… Soğuktur, serttir ve cansızdır kaya, Ve şimdi belli ki bir tek, kayaya yansıyabilir, İçindeki tanrıça… Öğreteyim kayalar nasıl oyulur Ve öğreteyim nasıl resmedilir Cana, Mağaranın şu duvarına…” “Sağol Ulu, bir şey de soracağım: Nasıl oluyor da sen ki bunca bilgi dolu, Ama bu mağaradasın herkesden uzak, Vezir olurdun herhalde başvursan…” “Hubli, benim öyküm, Bir Annam öyküsüyle aynı Ve biraz da farklı: Ele geçirdi her yeri Magiler Ve girebilmek için Pers sarayına, Ya Magi olacaksın ya da soyluca. Bendeyse Zerdüşt’ün ilk isyanı var, Ne Magi olurum ne soylu, Yalnızca Ulu… Soyadsız… Birkaç kez girdim gençliğimde sınavlara, Beğenilmedi yanıtlarım. Bir gün çok bunalmıştım. Karar vermiştim bile, kendimi Uçurumdan aşağıya atmaya… Tam atarken bir aksakallı dede, Seslendi arkamdan. Ve beni, derme çatma evine Çağırdı çorba içmeye. “Aceleye getirme önemli kararları, Kötüler hep güçlülerdi ve hep öyle olacaklar” dedi.
  • 30. 58 ŞAFAKÇUBUKÇU 59 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Oturdum evinde ve sonra bir bakmışım, Devlet sınavını kazanmışım, Sarayda çok çabuk yükseldim, Ve tam da o genç yaşımda, Vezir oldum Persepolis Sarayı’nda. Ama az olmaz düşmanı vezirlerin, İftira attılar üstüme Ve ne desem inanmadı hükümdar. Ve az kalsın kellemi Uçuruyorlardı benim. Korktum, lanet ettim, o sınava Girmeye karar verdiğim ana… Ve sonra ne göreyim, Dede yanımda, “Amma çok sayıkladın yavrum” dedi, “Şimdi sen sınavı mı geçmek istersin, Yoksa bir çorba, daha çok mu makbule geçer?..” İyi ve kötü hep çekişir Hubli, Son karar günü gelene kadar. Bakma sen Magilerin, İki tanrı çıkardığına, kötü ve iyi. Zerdüşt öne sürmez iki tanrıyı, Tektanrıdır ama evrende, her zaman İyi ve kötünün çekişmesi sürer. Özgür istenç vardır yine de insanda, Seçme şansı vardır ne yapacağını, Ama Zerdüşt şunu da ekler: Sonuçlarına katlanmak zorundadır kötülük yapan, Bedeli vardır herşeyin. Şimdi kelle koltukta yaşamaktansa, Bu sessiz mağarada yaşıyorum. Bir anda parlamış ve hemen sönmüş Vezirlerinden biri gibi Tanıyabilirdi tarih beni, Persepolis hükümetinin… Ama en iyisi sakin sakin Yazmaktır geçmişi geleceğe, Ve böyle geldim böyle işte Bu mağaraya, sessiz evime…” *** Güneş doğar, batar ve nice aylar geçer, Boşalır su saatindeki suları Babil’in, Bir aşağıya bir yukarıya… Ve nemlenir kum saati, Zaman durur. Ve Ulu’yla Hubli’nin kaldıkları mağaraya, Hancı kızı gelir, birgün usulca, Anlatır oyununu ve der ki, “Herşeyi aşkım için yaptım Hubli,
  • 31. 60 ŞAFAKÇUBUKÇU Ben de layık değil miyim sevilmeye Cana gibi?.. Cana duraksamadı, seni bırakıp gitti, Bense bak, bekledim, bekledim seni…” Hubli bir şey demez, yutmuş gibidir dilini, Birkaç mum daha yakar mağarada, Öğrenmiştir Cana’nın dönmeyeceğini… Ve daha da aydınlık olan mağara, Hubli’nin yanıtını gösterir hancı kızına: Taş oyması Canalar, tahta oyması, Resimleri Cana’nın… Burada herşey Cana!.. Ve Tigris kıyısına iner hemen, Atlar bir sala, Akıntıya bırakır kendini… “Neredesin Cana!? Ölmüşsen, kaplan sırtında gider ya ölüler, ölüme, biz Hindularda, Ben de Tigris’te arayacağım seni, Değil mi ki Tigris, kaplansuyu anlamında… Ve sen dememiş miydin: Ayırt edilemez Suları ırmakların, ummana akan… Ben de seninle geliyorum Ölüler Dünyası’na! Canaaaaa! Canaaaaa!” — 4. Bölüm — T İ G R İ S P A R V A N
  • 32. 63 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Maskeli örümcek kuşları, kaplumbağa yuvaları, Kıyılar, kıvrımlar, sarp kayalıklar, Leylekler, akbabalar, Parçalanmış meşelerden ormanlar. Kıyıda dağ keçileri, gökte boz kirazkuşları, Söğütler, sazlıklar, çakıl adaları… Bataklık kırlangıçları, büyükkızkuşları… Nemrut, Asur, Ninova, Zambaklar, nil çiçekleri, Tıkıyorlar kanalları… Tigris’tedir Hubli, Ve suya bırakmıştır çoktan kendini, Yitirmiştir ümidini. Çırpınmıştır ilk zamanlar, Çıkmak için sudan… Ama kıyılarda Cana’ya özlem var! Herşey ıslak, suda ise. Islaktır özlem bile. Ve aldırış etmez, balıkların Parça parça yemesine etini… Çünkü kıyılarda Cana’ya özlem, Daha da acı verici… Bitimsiz su ve dalga sesi… Hubli, bir not şişesidir suya bırakılmış belki…
  • 33. 64 ŞAFAKÇUBUKÇU 65 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “İlk olanlar, İlk olduklarını bilmeden İlk oldular. İlk yazan insan, ilk okuyan insan, İlk okuyan yazan insan, ilk öğrenci, İlk öğretmen, Yazabilmek için kil tabletlere, Heba etti nice tableti… Ve yıllar, onyıllar geçtiğinde, Resimden harfe geçildi. Hubli sen de Çok tableti heba edeceksin ömründe Ve ediyorsun, Ulaşmak için o güzel tablete… Nice karalamalar… Senin bile yazı olduğunu anlayamadığın Karalamalar… Ama bunlar sayesindedir sonuçta Hubli, Yazabilirsin böylece kendi tabletini… Yazmaz başkası… Yazgı varsa, Budur yazgı! Kendi tabletine Kendi kendine yazdığın yazgı… Senin olmaktan çıkar Ezberledikçe harfleri… Güneşte kurutulmaya bırakılmıştır Başka ömürlerse. Başkaları yazmıştır onları Kurutulacaklardır tümüyle… Senden daha çok zorlandı, İlk sözlüğü yapan da… Yaşamın, bilmediği dilini, Çevirmek zorundaydı kendi diline. Ama düşün Hubli, Bir sözlüğün Gerekli olmaklığı ve ne olduğu Nasıl bilinebilirdi İlk sözlükçü tarafından… Ama dayatıyordu yaşam Sözlük yazımını… Anlamaya, kavramaya çalış bu evreni Ve okumaya bak, senden önce yazılan sözlükleri… Ve unutma hiçbiri Aydınlatıcı olmaz, olamaz, Senin kendi ömrüne bakıp yazdığın Kendi sözlüğün kadar…
  • 34. 66 ŞAFAKÇUBUKÇU 67 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Sen de göksel anlatıcı, İlk değilsin bu acıyı gören, İlk anlatan da değilsin sen. Bu nedenle, Sil gözündeki yaşı Ve anlat Ner’dedir ve ne yapıyordur Hubli şimdi?..” “Bir düzeyden baktığında karmaşa Bir düzeyden baktığında düzen Uzaktan, kuşbakışı, Baktık mıydı Tigris’e, Durum, ortada: Hubli, Tigris’te… Ama yaklaşalım ve şimdi Daha yakın Hubli ve daha karmaşık. İnelim şimdi bir alt düzeye, Hubli yalın ama Hubli’nin parçaları, Beyni, kalbi, elleri, bacakları Karmaşık! Karmaşık! Ve bilemeyiz şimdi ner’dedir tam olarak, Hubli… Biliriz, Tigris’te sular altındadır, Ama tam olarak neresi Bilinmez, Parçalanma hızını bilebilirsek de, Balıkların parçalama hızını…” “Yakılıp yıkılan ilk şehir, İlk yas tutanlar… Hangi şehrin yıkıldı senin Hubli? Şehri yıkılanlar ne yapsın? Her şehri yıkılan, Kendini sulara mı atsın?” “Kimsin sen? Ve nereden biliyorsun adımı?” “Senin ‘Cana’ diye haykırışının, Yankısıyım kayalardan dönen…” “Ben de göksel anlatıcıyım, Seni çok yüksekten görebildiğim gibi, Çok yakından da görebilirim…” “Madem ki göksel anlatıcısın, Kavuştur bizi Cana’yla. Ne istersen veririm, İstemediklerini de veririm. Hergün göğe şarkı söylerim. Seni onurlandırmak için Hergün öykü anlatırım…”
  • 35. 68 ŞAFAKÇUBUKÇU 69 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Hubli, sen ne yaptın ki, Kavuşmak için Cana’ya? Ne kadar uğraştın? Oysa Babil’in Asma Bahçeleri’ni, Babil kralı, Dağlık memleketini özleyen eşi için Yaptırmıştı… Dağları delenler var bu uğurda, Ejderha öldürenler, Ölümsüzlük ilacını arayanlar, Uyandırmak için sevgiliyi… Sen ne yaptın ki Hubli, Kavuşmak için Cana’ya?..” “Doğru, göksel anlatıcı, Çok geç artık…” “Gel çözelim bu evrenin dilini Cana da bir kurgu değil mi sonuçta… Gel çözelim bu dili ve yeniden yazalım, Tabletlere oyduğumuz yazgıyı… Cana ve sen Hubli, Evrende küçücük parçalarsınız yalnızca. Bilirsin Cana’nın adını, Bilirsin kendi adını… Ama bilir misin nedir Ağaçların, bitkilerin adı Hatta taşların… Evrende küçücük parçalarsınız Ve kolaydır değiştirmesi Küçücük parçaları, Değiştirmektense evrenin genel akışını… Yukar’dan ne ellerin görünüyor Ne de yukar’da tutmaya çalıştığın başın. Tigris de görünmüyor pek fazla… Ve daha da, daha da uzaklaştıkça, Belli belirsiz bir çizgi Tigris. Ve yükseldikçe kaybolacak.
  • 36. 70 ŞAFAKÇUBUKÇU 71 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Ne sen ne çektiğin özlem, Ne sen ne Cana… Büyük müsünüz evrenin sorunları denli?.. Bir de buradan bak, Baktığım yerden bak, Gökyüzünden, yüksekten. Anlayacaksın o zaman Küçük olduğunu yaşadıklarının, Bir su damlası kadar… Sönen yıldızlar ne yapsın… Eriyen buz gezegenleri… Merkezleri yörüngelerinden sapmış Gökadalar ne yapsın…” “Ne yapayım suya atmayayım da kendimi Soluveriyor suladığım bitkiler, Uçuruyor rüzgar, tüm yaprakları. Ensemi yaktığı yetmiyormuş gibi güneşin, Bir de ayaklarımı yakıyordu kızgın kum… Ne yapayım da suya atmayayım kendimi… Herşey sudan çıkmadı mı önce? Herşeye dönüşmek istiyorum ben de… Varlıkların olmadığı zamana, Bir olduğu zamana, kadın ve erkeğin. Herşey su değil miydi herşeyden önce… Ben de su olmak istiyorum Herşey gibi, herşeyden önce. Ve herşey olmaklığım denli Kavuşacağım Cana’ya Ölü ya da diri… Bu, belli… Bilinmezden bilineni çıkaracağım, Ya da tam tersini Ben karıştıkça, karıştıkça suya, Daha yakın olacağım Cana’ya… Ölüler taşınmaz mı yeraltı dünyasında kayıklarla, İşte bu su, o su… Ve reddettim kayıkları Yenildim merakıma. Bilmek istedim ne var bu sularda ki Ayırırlar ölümle yaşamı…
  • 37. 72 ŞAFAKÇUBUKÇU 73 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Feda olmalıydı içimizden biri, Korumak için bir diğerini, Güneşten ve rüzgardan. Ve öne atıldık ikimiz de Korumak için birbirimizi… Ve eridik ve uçuverdik Güneşle, rüzgarla… Şimdi bu sular, ancak bu sular Ilıtır benliğimi. İşte ancak böylesi bir akış, bu akış, Ayırır geçmişimi Şimdi üstüne kurulu Yok sayılır gelecekten… Ve sen göksel anlatıcı, Senin sesinden başka, Yalnızca ve yalnızca Suların şırıltısı, Kıyıya vuruşu dalgaların, Ve seğirişi balıkların arada bir, su üstünde…” “Toplama, dağılma Genişleme, daralma Başka bir şey yok bu dünyada Ve en güzel yaşamsa Bilmektir toplanacağını Ne zaman dağılacağını Ve genişleme ve darlaşmadır o zamanlarda. Tigris’in suyu da işte böyle. Toplar suyunu dağlardan Derelerden, ırmaklardan… Genişler, kimi zaman daralır Ummana karışana kadar. Sınırları değişir dünyanın, Sınırları değişir insanın, Yeni söğütler sınır olmuş bir bakmışsın… Ve insan Bir ilerler bir geriler çoğu zaman… Yeniden çizer sınırlarını, Yapabilirliklerini, yapamamazlıklarını. Suları da böyle çekilir Tigris’in. Taşkın olur, basar tarlaları. Sonra çekilir; belirir eski kıyıları. Ve böyledir, işte böyledir insan yaşamı. Genişler kimi zaman insan benliği, Ve ‘aşk’ denir buna. Ve bundandır haykırıyorsun hala: “Canaaaaa! Canaaaaa!”
  • 38. 74 ŞAFAKÇUBUKÇU 75 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Ancak sonradan anlarsın Sular çekildiğinde, Verdiğin zararı… Verimli yapar kimi tarlaları, Suya hasret tarlaları. Öldürür ekinleri diğerlerinde… Cana nasıl bir tarla, Belli değil Hubli. Şimdilik belli değil. İşte bunu yalnızca, Çekildiğinde benliğin, eski sınırlarına, Yalnızca o zaman anlayacaksın. Taşkın biter ve insanlar Duruma göre Ya bir anıt dikerler oraya Anımsamak için, anımsamak eski-yeni sınırları, Ya duvar örerler engel olmak için Kendi taşkınlarına. Ya da ekinlerin, çiçeklerin, zambakların en çok da, Çalılı, sazlı saldırısına… Ya da öylece bırakırlar sınırı Taşmayı umut ederek yeniden. Sen hangisisin Hubli?” “Bilemem ki… Ben yalnızca Bedenimi yiyen Balıklarla meşgulum yalnızca. Ve kavuşmayı bekliyorum yalnızca Ölüler ummanına…” “Bak şu kıyılarda kölelik var Hubli, Köle yaparlar yabancıları, Seni şimdi bulsalar Katarlar önlerine Ve sürerler seni kulelerine Çalışırken orada karın tokluğuna Anlardın neymiş gerçek acı… Kölelerin acısıdır gerçek acı, Aşk acısı değil… Yüzlerce ceset yüzüyorsa yanında, Kaçan kölelerdir bunlar, Onlar da, Köleliğe tercih etmişlerdir Tigris’i… Uzun zaman durursan aynı yerde Bataklık olur sonunda çevren Ve kıpırdayamazsın hiçbiryere. Sen en iyisini yapıyorsun Hubli Ama yanlış, bu işin biçimi. Sudan çık, ayrıl Tigris’ten! Bir bütün olmalı insan Herşeyden önce. Varkalabilmek için Herşeyden önce.”
  • 39. 76 ŞAFAKÇUBUKÇU 77 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Kıyılarda Cana’ya özlem var, Ve daha yakınım Cana’ya burada, Burada, sular altında, Balıklar yemeye başladılar beni, Ama ne önemi var acının Parça parça gelen acının balıklarla… Ben kendimi çoktan bırakmışım Tigris’in ummana Karışacak akıntısına… Ve usanmam haykırmaktan. Bir daha, bir daha, bir daha!: Canaaaaa! Canaaaaa!” Sen, yaşam ağacının, Hubli, Toprak üstünde çıkan Köklerine takıldın ve düştün yalnızca. Ve demek ki çok yakınsın ağaca. Yere, suya bakmayı bırak! Göğe kaldır başını! Hiç düşmeyen ağaçlara ulaşacaksın düşerek… Derisi sert olur sürüngenlerin Hubli, Kendi yolları vardır sürünenlerin, Yaşamak için. Demek ki önemli olan, Ne olduğunu bilmek herşeyden önce, Ve karar vermek ona göre, Sert derili bir yaşama Ya da tüylü… Kuş, sürünemez, tüyleriyle. Sürüngeninse, Ağır gelir derisi, uçmak için.” “Ne kadar çok önemli, nereden baktığımız, göksel anlatıcı… Ben belki Tigris’teyim, Tigris’te olan benim belki. Cana’nın kalbine giden damardayım belki de Ve erimeden kanında, belki ulaşacağım Kalbine ve belki anımsayacak beni. Anımsasa da şimdiye dek, anımsamasa da… Sütünde sürükleniyorum belki de Cana’nın, Anaç memelerinden çıkan sütünde. Ve oradan besleniyordur oradan Doğmamış bebeğimiz. Ve ben de büyürüm, büyüdükçe Doğmamış bebeğimiz.
  • 40. 78 ŞAFAKÇUBUKÇU 79 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Ya da gözyaşıyım Cana’nın, karanlık bir gecede, Aya bakıyor, beni düşünüyor belki. Ve gözyaşlarının akıntısıyla Yanaklarından süzülen Benim… Ve buharlaşıyorum mendilinde Kalmadan sabaha… Yokluktan yoksulluktan Kurban olarak gözyaşı veren İnsanlar varmış eskiden Belki Tigris de tüm yoklukların Oluşmuştur kurban yaşları ile… Tufan oldu ve ben seçilmedim göksel gemiye. Üstümden geçti, o ağır gemi. Ben de dedim “denizlerde bir yaşam vardır, Onlara uzatmalı ellerimi…” Kupkuruydu, kapkaraydı Tigris’in yatağı… Ve onda, tek başına, ayrıca, Bir tufan oldu Ve sürüyor, sürükleniyorum. Olsun, sürükleniyorum… Tigris’teyim. Kuşkusuz, Ganj’da olsaydım Daha güzel olurdu bu son yolculuğum. Külleri arasında ölülerin, Yakılmayacak olsam da, Bir Hindu’nun arzuladığı uğurlamayla… Yine de, Geleneklerce uğurlanmış bile sayılabilirdim. Ah, Ganj’da olsaydım, Ganj’da olsaydım… Hangisi daha iyi: Balık mı olayım sudan çıkarılmış Soluksuz mu kalayım umarsız; İnsan mı olayım, özlemiyle Cana’nın, Kendini suların kıpırtısına bırakmış… Yalnız senden gelir kurtuluş Ey yaşam veren kadın! Yalnız sende kurur ıslak ne varsa… Çıplağım son derece, yaşam karşısında. Ört beni, sar beni, kavra beni Cana! Söndü mü o ateş Cana? Ateşe atacaktık ya kendimizi Başlamak için yeni bir yaşama. Seçmek için birbirimizi Taaa en başta.
  • 41. 80 ŞAFAKÇUBUKÇU 81 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Kurudu mu o ağaç Cana Kurudu, çürüdü mü yaşam ağacı? Birlikte büyüyecektik aynı tohumdan, Köklerimiz yeraltında yerüstünde. Yapraklarımız, yeni kanıtları varlığımızın. Tutuldu mu o güneş Cana, o ay? Üstümüzde olacaktı düğünümüzde, güneş, ay. Ve aydınlatmayacaksa da onlar, Parlayacaktı kocaman tütsülerimiz Binlerce ateş böceği kadar… Su mu alıyor sandalımız Cana? “Birlikte gideceğiz” demiştik “Ölüler Diyarı’na.” Bizi o diyara götürecek sandal, Gömülüyor yeniden suya. Birlikte ölemedik bile ve böylece Ne ölü ne diri, yaşıyorum sınırda… Canaaa! Canaaa!..” “Seni de okuyanlar olacak Hubli Yüzyıllar sonra. Birleştirenler olacak parçalarını. Etten, tenden bir şey kalmasa da, Buluverecekler fosilini. Ve kemikler söylemez, bu insan teki, Neler, neler, neler yaşadı ki, Tigris yatağına böylesine gömülü, Böylesine, öylesine bir ölü…” “Cana, duyuyorum söylediğin ninniyi Ve kapanıyor bilincim. Yeni bir ölüm mü yeni bir yaşam mı bu? Yetmiyor bilgim… Böylesine dayanılmazken duyduğum özlem, En iyisidir uyku. Ve bir parçasını bırakıyorum benliğimin Her yedi kapıda… Uyuyorum, uyuyorum, uyuyorum… Anam da böyle güzel söylerdi ninnileri. Uyurdum, sağım solum sızlıyor olsa da. Şimdi farklı değil ki, Dudaklarından dökülen ninni. Unutmuşum balıkların yemesini Uyuyorum, uyuyorum, uyuyo…”
  • 43. 84 ŞAFAKÇUBUKÇU 85 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Meyve verip çürümesi gibi midir muz ağacının Döngüleri gibi midir ayın Onun gibi bir görünür de bir kaybolur mu? Yılanların derileri gibi midir yoksa ölüm, Deri değiştirmek gibi midir? Değiştirdiğimiz zaman derileri, Başlayabilecek midir yeni bir yaşam?.. Kimine göre depremdir, Kimine göre suikast, intihar, Kimini bulur bilmezken kendini. Kimi, kırlaşmış, dökülmüş saçlarıyla sabırlı, Bekler onun son uğrayışını. Gerçekse şu: Ölüm de yaşam da, Sudan çıktı ve sudadır, sudadır. Gerçek ise şu, ölüm de yaşam da, Dalgalarla gelir, Gider yine dalgalarla… Kimi sessizdir ölümlerin kimi sesli, Kimi birarada olur, kimi tek başına. Batan gemi de, sağ kalanlar da Ölür dalgaların kıyıya taşıdıkları da… Renklidir kimi ölümler kimi renksiz Nefeslidir kimi, kimi nefessiz. Ulaşmak için kimi ölümlere, Kalmak gerekir nefes nefese.
  • 44. 86 ŞAFAKÇUBUKÇU 87 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Çiçek dürbününden bakarsak ölüme, Uzaktan baksak ölüme dürbünle, Değişmez. Ölümdür. Ölüm, ölüm… Dürbünle de varlıklar çok ölümlüdür. Kimi, karlar altında; kimi, baharda ölür. Yaprakların dökülmesi gibidir kiminin ölümü. Kimi ağır ağır, kimi usul usul Pek adımlarıyla kaplumbağanın, Ölüme yürür. Kimi bağırır ölümden önce, Kimi bağırmak ister, geç kalır. Kimi ağlar ölenlerin, kimi ağlatır. Kimin bilinmez ki öleceği en başından… Kimin bilinmez ki karışacağı suya… Ama belli değildir ölüm saati, Bundan, bunca canlılık, bunca şamata… Kendi tabletini yazan da ölür, Tableti başkalarınca yazılanlar da. İşin gerçeği, Çok azı kalır tabletlerin de… Okur ölür, yazar da… Okuması olan da olmayan da… Hepsi, hepsi karışır yolcuğuna dalgaların… Ters dönmüş bir ana rahmidir ateş, Sunduğumuz, ölülerimizi. Onların kül olması demek, Karışmaklıklarıdır suyunda rahmin, Ters dönmüş ana rahminin… Çünkü ölüm de yaşam da, Kadından gelir ölüm de yaşam da. Çünkü öldüren de doğuran da, Anadır öldüren de doğuran da… “Konuşuyor dalgalar, aralarında, Ben bu dili henüz anlamıyorum. Kızgınlar kimi zaman, bazen dingin, Ben bunun nedenini anlamıyorum…” Ölüler Diyarı! Kabul et Hubli’yi! Balıkların yediği şişmiş cesedi! Kabul et Hubli’yi, karışsın küllere, Ganj’dan ummana, karışsın külleri. Yıllanmış bir gemi enkazında da olur, Sular altındaki bir ormanda da. Salınırken dalları ağaçların suda, Salınırken dallar, akıntıyla, Adak bezi sayın Hubli’yi, Tüm dünyanın toplu adak bezi…
  • 45. 88 ŞAFAKÇUBUKÇU 89 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Su altında bir mağarada da olur, Paramparça balıkçı ağlarında da, Yüzlerce, binlerce balık yumurtasında, Saydam sırtında deniz analarının! Kabul et Hubli’yi Ölüler Diyarı! Haketmedi değil mi ki yaşamı, Kabul et Hubli’yi Ölüler Diyarı! Ölüme saysın balıkçılar dev dalgaları!.. O, kendi yurdunda yakılamadı. Yapılamadı töreni Ganj kıyısında. Yaş döküyor anası, bilemiyor. Bir kulak haberi ulaşamadı. Ağlamasıdır bu, Bilmeyenlerin ağlamasıdır ağlamayı. Ana karnındaki bebekler olmalı, Ya da az yaşamış; say, yaşamamış. Yaklaşıyor sesleri, dalgalar arasında. Bebekleri de kabul eden Ölüler Diyarı! Bekletme musonu artık, Sal bulutları! Kabul et Hubli’yi dev dalgalara! Sürüklensin, or’da O da sürüklensin, Bir bebeğin bırakışı gibi kendini yaşama. Sürüklensin! Çünkü zaten tüm yaşamında, Sürüklendi, sürüklensin, Yine eskisi gibi. Hindistan uzak değil, ufuk çizgisidir. Balıkçıların ağ attığı Sularda, başlar Hindistan. Ağlar kadar varlık… Kumsallara taşırlar, Ölülerin külleriyle beslenen İrili ufaklı balıkları. Ve yeni biçimler alır kumdaki izler, Kumdan kalelerdir gerçekte ömürler. Kurarlar ömrü bir kale gibi, Ve dalgalardır, dalgalardır ölümün adı. Yıkın bu kaleyi de, kumdan kalesini de Hubli’nin! Dalgalar! Dalgalar, bari siz yardım edin! Yıkın ve yeni izler kalsın kumlarda. Düşsün kaydından evrenin, Sularda sürüklenen bu insan… Kırılmıştır zaten o bağlayan zincirler, O’nu bağlayan zincirler yaşama. O, reddetti bu zincirleri! Ve ‘özgürleşmek’ dedi adına! ‘Özgürleşmek’ çünkü yaşam, Çok da ayrılmaz köle olmaktan. Çok ayrılmaz, öyle olsa idi, Bu zincirler de neyin nesiydi…
  • 46. 90 ŞAFAKÇUBUKÇU 91 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Kabul et Hubli’yi Ölüler Diyarı! Doğrudur, yoktur kaybedeceği, Zincirlerinden başkaca. Zincirleri de kabul et, nasıl istersen… Yeter ki kabul et Ölüler Diyarı, Dalgalarda sürüklenen Hubli’yi… Güneş sönsün! Karanlık çöksün sulara! Bulutlu ay, yüzünü, Dönsün sulara! Gerekli ise kabul için karanlık, Ayın soluk yüzü gerekli ise, Şimdi kabul et Ölüler Diyarı, Hubli’yi, sürüklenen varlığı! Yokluğunu da kabul et ey diyar! Tamamlayan kalmasın varlığını… Şafak söksün! Ekinlerin yükü çöksün Sırtına kadınların. Böyle dönsün Nice gece nice gün. Kabul et Ölüler Diyarı, kabul et! Sana, cana, Cana’ya kavuşmaya, Uzaklardan geldi, çok uzaklardan. Senin özleminle yaşadı Hubli! Kabul et bu bedeni şimdi! Diyar! Hafiflet bu doğum sancısını! Katıver sularına bu veda çağrısını! Sesi olsun diyarın, ağıtlardan başkacası… Diyar! Kabul et, kabul et bu varlığı!.. Zaman durmuştur burada, Nemlenmiştir kumu saatlerin. Burada geçmiş ve gelecek, Toplanmıştır şimdi’de. Burada yalnızca uzayan imgeler. Daralan genişleyen görüntüler. Burada yalnızca uzam. Bura da yok, yalnızca, Dalga… Şimdi ölüm, asılsın küreklere, Şişirsin şimdi yelkenleri rüzgar. Çok uzaklara gitmeli bu beden, Balıkçı ağlarına takılmayacak. Şimdi ölüm, batırsın güneşi, ay’ı! Görülmesin bu bedenin nerede olduğu. Yolunu şaşırmış korsanlar bile, Bulamasın göksel anlatıcı bile… Bu, senin dalgalarla evliliğin Hubli! Bu da düğün, kavuşamasan da Cana’ya. İşin zor, ara ki bulasın Cana’yı, Suya çöken milyarlarca kül arasında…
  • 47. 92 ŞAFAKÇUBUKÇU 93 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Neliğe dönüşüyor kimliğim! Ve istediğim, böyle bir şey… Ey diyar! Kabul ettiğin gibi beni, Yardım et bulmama küllerini Cana’nın…” Ses verdi dalgalar: “Cana değil bur’da. Yakılmadı henüz…” “Yakında yakılacak demek ki öyle mi?” “Hayır, yakılmayacak. Onun gelmesine buraya, Çok var… Daha uzun, upuzun yıllar yaşayacak…” “Yanlış diyarlarda aramışım o zaman Cana’yı… Ama herşey için çok geç olmalı… Diyar! Kalayım ben burada. Bekleyeyim küllerinin karışmasını, Kutsal dalgalarına senin… Yarı ölü yarı diri bir Hubli’nin, Ne faydası olur, yaşayan Cana’ya… Diyar! Dağıt beni evrenin Dört bir yanına! Ve topla beni, Cana birgün, Karıştığında dalgalara. Ve o zaman, işte o zaman ulaşabiliriz Varlıklardan önceki biraradalığa… Karıştıkça küllerimiz birbirine, Daha çok yaklaşırız o ilk varlığa, Kadınla erkeğin bir olduğu varlığa, Atman’a… Tek bir yerde olur insan, yaşamında, Tek bir zamanda yaşar. Bense, artık, Ölüler Diyarı’nda, Heryerde varım heryerde Dağıldığı sürece, varlığım tüm evrene! Yarısını yedim elmanın Cana, Diş izlerini bıraktım ardımda. Çürüyor izler, karıştıkça hava Elmanın bu yarım varlığına… Gelirsin diye yedim, yersin diye. Öbür yarıyı da yersin diye. Oysa gelmedin ve şimdi elma, Ne sulara karışabilir hiçlik olarak Ne de varlık sayılır tam bir elmaymışça.
  • 48. 94 ŞAFAKÇUBUKÇU 95 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Elmanın yediğim Yarısı gibiyim ben de, Ve sanki ben değilim, Sensin yiyense… Diş izlerin duruyor üstümde. Gün geçtikçe, gün geçtikçe, Daha çok çürüyorum gün geçtikçe. Ve kesiyorsun bedenimi daha fazla. Atıyorsun çürüyen yerlerimi. Yeni parçalar çıkıyor altından, taze, Ve onlar da ancak, Dayanabiliyorlar ancak birkaç dakika. Ve böyle, böyle çekirdeğime kadar, Budadın varlığımı Cana… Ancak Cana korkarım, Seni de çürütecek bu durum. Çünkü yalnızca geciktirir, Engelleyemez, Tek yarının çürümesi, çürümesini tümün… Çürüttü önce beni ısırıkların, Ve seni de çürütecek ısırıkların! Ya benim, yiyen, yarısını, yasak elmanın Ya da biziz yasak elma ve ben, bir yarısıyım. Kendi kendimi yedim, Ya da sen beni yedin. Belli değil, ama sonuç, Üstünde herşeyin: Elma, çürük yarısıyla, Karışamıyor suya. Ya gel, çürüyelim birlikte ve Yeniden karışalım böylece, Yaşam döngüsüne; Ya da sen de ısır diğer yarıyı Ve eşitlensin çürüyüşümüz. Elma yüzüyor suda Cana. Bekliyor ısırışını diğer yarıyı Ya da çürüyüşünü senin, diğer yarı gibi… Geç kalma! Kaybolabilir elma Ölülerin külleri arasında. O zaman ne sen ne ben Ne elma ne kabuk… O zaman dağılmak var sonsuzluğa. Geç kalma! Bak dalgalar Ölüm taşıyor kıyılara! Geç kalma! Dalgalansın saçları artık, Cana’nın rüzgarda! Küller eklensin kıvır kıvırlığına! Ağırlaşsın saçları, bilmesin neden… Uçursun saçları, Cana’yı uçursun, Okyanus kıyısına taşısın O’nu! Göreyim diye suda yansısını, Göreyim, çünkü o sular, o yansı, Henüz karışmadı dalgalara…
  • 49. 96 ŞAFAKÇUBUKÇU 97 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Su kaplasın tüm dünyayı o zaman! Dövsün dalgalar kıyıları! Taşsın sular, dalgaların boyları, Yarışır olsun, yüksekliği ile dağların! Su kaplasın, tüm dünyayı su kaplasın! Kaldıralım ölümle yaşamı Ayıran sınırları, kaldıralım! Su kaplasın ve kurumasın, kurumasın! Soğursun güneşi de umman! Umman! Aydınlatamazlar mumlar, artık, evreni. Küçük bir damla bile, söndürür onları. Ne ateş ne yangın ne şimşek ne rüzgar, Durduramazlar, artık, durduramazlar Bitimsiz hareketlerinde dalgaları! Sen de göksel anlatıcı Sen de karışacaksın suya, Bu öykü bittiği anda! Sen de göksel anlatıcı Sen de susacaksın! Dalgalar konuşacak, bittiği yerde sözün!” — 6. Bölüm — A R A N Y A P A R V A N
  • 50. 98 ŞAFAKÇUBUKÇU 99 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Dolaşıyor şehri kapı kapı. Bahçelerden geçiyor, dört bir yanda, Sulama kanalları. Üstünde birkaç parça elbise, Kuş tüyleri dizili, başında. Boynunda bir kolye var, Deniz kabuklarından yapılma. Yüzünde çeşit çeşit boya, Üçüncü göz işareti var Alnının tam ortasında. Dolaşıyor şehri kapı kapı. Dolaşıyor şehri falcı. Kimi, buyur ediyorsa da, Kovalıyor çoğu. Kimi, yemek veriyorsa da, Aç bırakıyor çoğu. Ellere bakıyor şöyle bi’, Ve söylüyor geleceği.
  • 51. 100 ŞAFAKÇUBUKÇU 101 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Ama konu, kendi oğlu olunca, İşlemez falcının uzak görüşü. Oğlu, bir savaşa gitmişti, Yıllar olmuş, henüz dönmemişti. Dönen silah arkadaşları, Görmüşlerdi O’nun Sağ olarak çıktığını Savaş meydanında. Ama şimdi oğul, buhar mı oldu? Evrenin hangi köşesine savruldu? Hangi köşeye savruldu ki, Boş, falcı ananın kucağı… Dolaşır kapı kapı, Aşar bahçeleri, kanalları, Kimi, kapı dışarı eder, Kimi, konuklar. İşte bir kapı daha ve falcı ana Duyurur mahalleye fal baktığını. İşte şurada varsıl mı varsıl bir kadın, Elinde ikiz bebek var, yine de gebe kadın. Mutludur; evlilik, mutlu etmiştir O’nu, Ama merak eder durur, geleceği yine de… “İkizler çok şirin, sanki sizden bir parça, Elbette bakarım sizin falınıza, Sizin, bebişlerinizin, analığınızın falına.” “Sağolun, ben Cana, buyrun girin içeriye, Birşeyler için, birşeyler yiyin karnınız açsa.” “Sağol yavrum. Benzemiyorsun sen, diğerlerine, Varlık içinde yüzen, Brahman eşlerine. Onların hiçbirisi tenezzül etmez Benimle konuşmaya bile. Sağolasın.” “Olur mu, falcı ana, sensin geleceği bilen. Başında, kuşların tüyleri var, Demek ki egemensin gökyüzüne. Boynunda, deniz kabuğundan kolye var, Demek ki senden sorulur Hint denizleri. Ayakların çok yol yürür ama narindir, Demek ki korur seni bu topraklar.” “Sağol yavrum, aç avcunu o zaman.” “Yavrum, ellerin senin Şunu söylüyor bakana: Eskiden çok sıkıntı çekmişsin, Rahata ermişsin yakında. Daha fazla bir mutluluk düşünemiyorsun, Ama mutlu olacaksın daha fazla.
  • 52. 102 ŞAFAKÇUBUKÇU 103 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Büyüyecek, bebekler ve genç kız olacaklar, Analarını hiç utandırmayacaklar. Daha da büyüyüp ana olacaklar, Senin gibi, benim gibi, onlar gibi, Tüm külleriyle suya karışacaklar.” “Ama falcı ana, bu söylediklerini Herkes söyleyebilir avcuma bakmadan.” “Demek ki yavrum birincisi, Sen de herkes gibisin. Demek ki yavrum ikincisi, Fal açılmış bir avuç gibisin. Heryerinden okunuyor geleceğin.” “Peki ana, sen konuşmadan mı Konuştuktan sonra mı kovuyorlar seni?” “Gerçekler böyledir güzelim İster kabul et, ister etme. Bizden bağımsız gelişir evren, Ve gelişiriz biz de Evrenin bir parçası Olduğumuz sürece.” “Peki ama falcı ana, Geleceği yazmaz mı İnsanın avuçlarında?” “Hayır Cana. İnsanın avcu yalnızca, Geçmişini anlatır insana. Yıpranmış bak biraz, parmakların, Ama eski izler bunlar. Bu senin daha önce başka bir kasttan Olduğunu söyler bana. Kapanır gibi olmuş bu izler, Ve parmaklarının tümü narin. Bu, Brahman eşi olarak Mutlu bir yaşam süreceğini Düşündürdü bana. Sarsılmaz olduğuna göre Gücü Brahmanların, Mutsuz bir yaşamı olamaz gelecekte, Bir Brahman’la evlenmiş kadının. “Peki ana, sen başkalarına da Söylüyor musun bu gerçeği? Söylüyor musun geleceği değil de, Geçmişi öykülediğini?” “Hayır yavrum, ama sen Beni güzelce ağırlayan sen… Bilesin istedim senin, Bilesin istedim gerçeği. Elinde yazmaz geleceğin. Kim öyle diyorsa yalan. İnanma avcunu okuyanlara, Ama gelecek de Geçmişten çıkar gelir…”
  • 53. 104 ŞAFAKÇUBUKÇU 105 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Peki ana, ya sen? Ya senin yaşamın? Bu engin evrende neler yaşadın?” “Sağolasın yavrum, beni ağlattın. Kimse sormadı şimdiye dek, Kimse sormadı yaşamımı. Hep bilmek istediler kendi geleceklerini. Oysa ben onların belki de Gelecekteki haliyim. Gelecek benim! Yaşlandım, geçmişi eskiterek.” “Anlat ana, bilmek isterim yaşamını, Hem üstelik sensin benim geleceğim de…” “Mutlu mesut yaşardım senin gibi ben de, Savaşçı kastındandı eşim. Mutluyduk, duruydu suda yansımız. Gitgide uzayan yansımız suda. Sonra yitirdim ben eşimi, Yaktılar ölüm ateşini. Bildiğin gibi, Erkek önce öldü müydü, Dul kalan eşini, Ateşe atarlar diri diri. Hazırdım ben de, Ateşe atılmaya. Ama birgün bir dilenci, Evimize geldi. Ve bana nice, nice, nice Düşünceler sergiledi. Doğru değilmiş yanmak diri diri, İnanmamak uygun gelirmiş, Kadınları diri diri Yaktıran tanrıya. Diri diri yakılmaksa silen, günahları, Brahmanlar ateşe atsınlarmış kendilerini.” “Brahmanları ateşe atmak mı? Ama bu, doğru olur mu falcı ana?” “Yavrum, en hakça olanı, Kimsenin ateşe atılmaması.” “Peki sonra falcı ana?” “Şöyle dedi dilenci: Gel, sen de katıl aramıza! Biz bu kadın düşmanı tanrıyı Reddedenler toplandık. Toplandık, kurduk kendi topluluğumuzu, Ormanda. Gel sen de katıl aramıza!”
  • 54. 106 ŞAFAKÇUBUKÇU 107 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Dilencilik mi yapar orman kadınları peki?” Dediğimde, bana, Bunun, kadınları kurtarmak için, Onlara ulaşma yöntemi Olduğunu söyledi. Çok çeşitli işler yaparlarmış ormanda, Ama aydınlatmak için şehirdeki kadınları, Dilenci kılığına girip Yayarlarmış çağrısını ormanların.” “Peki falcı ana sende mi Böyle geldin şehre şimdi?” “Evet yavrum, sana da öğüdüm; Reddet diri diri ateşe atılmayı, Ölürse eşin, senden önce. Gel sen de katıl aramıza, Birlikte balık tutalım ırmakta, Kendi evimizde yaşarız ormanda. Mutlu, kadın olarak mutlu, Kadınlarla mutlu. Mutlu!” “Söylediklerin güzel, ana Ama benim yavrularım var gördüğün gibi. Yok mu senin yavruların da?” “Ah yavrum, olmaz olur mu, Ana, yavrusuz, ana olur mu… Oğlum vardı, evlenecekti, Sonra savaşa gönderdik O’nu. Yıllar, yıllar, yıllar geçti Ve döndü savaşçılar uzaklardan. Ama yavrum benim, dönmedi. Sordum dönen savaşçılara; Görmüşler yavrumu, ayrılırken Savaş meydanından ama Gören olmamış bir daha. Kimbilir ner’dedir… Sordum herkese yana yakıla. Yalvardım, kapandım ayaklarına. Yoktur daha acısı, oğul acısından, yavrum, Daha acısı yoktur bir anaya. Bir bilge geldi sonra, Dedi ki: “Ey kadın! Yavrun En kötü olasılıkla Ölüler Diyarı’na gitmiştir.” “Ey bilge! Ne yana bakmalı Varmak için Ölüler Diyarı’na?”
  • 55. 108 ŞAFAKÇUBUKÇU 109 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Ey kadın! Okyanus aşırıdır Ölüler Diyarı. Uzak sularında okyanusun, Külleri ölülerin, Dalgalara karışır.” Ve dönüp ormana, Anlattım durumu, orman kadınlarına. Bümbüyük bümbüyük ağlar attık, Okyanusun en uzak sularına. Anladılar beni orman kadınları, Çünkü onların da hepsi ana. Şişirdik yelkenleri, açıldık uzaklara, Ağ attık, ağ attık, ağ attık sulara.” “Peki sonra ana? Kavuşabildin mi oğluna?” “Boş döndü yelkenliler kıyıya. Yüzlerce, binlerce balık var ama Yoktu, yoktu bir iz, oğlumdan, Hubli’den…” “Hubli mi?” Şaşırır Cana ama tutar kendini, Hubli’nin anası mı bu ve O, Hubli mi? Yaşlanır gözleri Cana’nın, tutamaz kendini. “Ne o, yavrum, neden gözlerin, Neden gözlerin dolu dolu?” “Anlattıkların ana, yürek burucu! Anladım, nasıl birşeymiş, Oğul acısı…” “Yavrum, gördüm ben ömrümde Nice yaslı yüz… Bu yaşlar, -Tanırım ben- oğluna ağlayan Anayla yas tutan Gözlerin yaşı değil. Anlat bana Cana, Nedendir gözyaşların?” “Ana! Ben gördüm Hubli’yi Uzak diyarlarda. Avcunun içindeydi avcum Uzak diyarlarda. Dinginliğine kapılmıştık ırmağın Uzak diyarlarda. Ama sonra kavuşamadık Uzak diyarlarda…” “Yavrum, bilemezdim ben Haberini alacağımı oğlumun, Burada, bu varsıl konakta… Varsıl konak, her yanında, her yanında, Altından anıtlar olan konak.
  • 56. 110 ŞAFAKÇUBUKÇU 111 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Varsıl konak, her yanında, her yanında, İnek, fil, koyun sürüleri var. Suyun kıyısında konak, Kıyısında kutsal suyun. Büyüleyicidir, yansısı bile sudaki. Konak…Konak… Ve bu konakta, Bunca varsıllık arasında, Bir tek Hubli yok ama O’ndan haber getirmişsin en azından Cana… Söyle sevdiniz mi birbirinizi? Koyverdiniz mi ellerinizi Birlikte kurulacak bir geleceğe…” “Uzun uzun anlatayım ben sana ana, Yıllar, yıllar, yıllar sonra, Karşılaştık Hubli’yle Uzakdiyar’da…” Ve böyle anlattı öyküyü Cana. İlk iki bölümü anlattı. Ana, kimi zaman güler; çoklukla yaş’lı, Dinledi uzun uzun Cana’yı… “Yavrum, vardır bir bildiği, ermişin. Boşuna haber salmazdı sana, Peşinden koşman için atın… Ama Cana, hiç haber almadın mı O’ndan, sonra, Hiç sormadın mı vardığında Hindistan’a, kutsal atla?” “Merak ettim ama ana, Peter karşıladı beni hemen, Vardığımda Hindistan toprağına… Ve zamanım olmadı düğünle Dernekle uğraşmaktan, Düşünmeye Hubli’yi…” “Çoktan ölmüştür Hubli, Cana! Geçmişte kalmış, o günler, elbet, Sen ki bebeklerinle koynunda… Aman, gözünün içi gibi bak onlara, Bırakma, gitmesinler uzaklara…” “Evet ana ve bekliyorum yeni bebeği, Şimdiden hazırladım minik beşiği…” “Yavrum, gel sarılayım sana öylece, Hubli yok ve sen O’ndan Tek anısın kalan, bana. Gel yavrum sarılayım, sileyim yaşlarını, Cana; oğlumdan bana kalan tek anı!.. Al yavrum! Bu kolye, deniz kabuklu kolye, Sende kalsın. Birgün sıkışırsa başın, Göster bunu orman kadınlarına, Dilencilere göster, göster falcılara, Koşarlar o zaman, senin yardımına. Beklerim seni yavrum, bizim ormana… Al, bu kolye armağanımdır, Oğlumdan kalan son anıya, sana, Cana.”
  • 57. 112 ŞAFAKÇUBUKÇU 113 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Kimdir bu pis kadın! Cana! Niye aldın bunu konağa! Büyü yapar, lanet okur, Korku verir yavrulara. Tez elden kovulmalı! Kovulmalı! Kovulmalı!” “Peter, bu ana, Süt anamdır benim. O besledi, büyüttü beni. Ben küçüktüm, şu kadardım, Kollarında uyuttu beni…” “Anladım Cana, o zaman, Yer göster de bizde kalsın, Ve ne zaman isterse O zaman yola çıksın. İstediği kadar kalsın. Süt anası Cana’nın, Benim de, benim de anam sayılır…” *** “İkizler, aylarca kaldım bu konakta. Orman kadınları bekler beni, Merak etmişlerdir onlar beni. Ben şimdi iyisi mi Yola çıkayım sessiz sedasız, Yola çıkayım kaplumbağa gibi…” *** “Ey tanrılar! Kadınlara düşman tanrılar! Ezenlerden yana olan, üzenlerden… Gerçekleştirin dileğimi bir kere de! Dönsün oğlum her nerede ise. Olmadı da dönmeyecekse, Yeniden doğsun en azından, Cana’nın yakınındaki bir varlık olarak! Tanrılar! Varolmayan tanrılar! Varlıkları kadına düşman tanrılar! Madem ki Cana’nındı Hubli’nin kalbi, O’nun yanında mutlu olur en fazla. Bana hayrınız zaten yok tanrılar, olmadı; Ama şu ikizlerin masumluğu aşkına, Yeniden doğsun Hubli, Cana’nın yakınında! Var olmayan, var edemeyen tanrılar! Yeniden doğsun Hubli, Cana’nın kollarında! Bu olsun, yeter ki olsun, alın canımı; Mutlu olsun, oğlunun, sevinciyle bu ana… Yeniden doğsun Hubli, Cana’nın kollarında!”
  • 58. 114 ŞAFAKÇUBUKÇU 115 AKŞAMDANKALMAVANGELIS — 7. Bölüm — P U N A R C A N A M A N P A R V A N
  • 59. 116 ŞAFAKÇUBUKÇU 117 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Dalgalar ses veriyor, ses veriyor Cana’ya, Uzak diyarlardan bir anımsama… Irmaklarda, ummanlarda sürüklenen bir beden. Şişmiş beden… Çok tanıdık ama… Yaklaşıyor ağır ağır Cana’ya. Cana, herşeyden çok, derin korkuyla, Çeviriyor yüzünü bedenin, sandala… Ve bunu beklermiş gibi beden, Ses veriyor dalgalarla Cana’ya, Kıpırdıyor dudaklar: “Söndü mü o ateş Cana? Ateşe atacaktık ya kendimizi Başlamak için yeni bir yaşama. Seçmek için birbirimizi Taaa en başta. Kurudu mu o ağaç Cana Kurudu, çürüdü mü yaşam ağacı? Birlikte büyüyecektik aynı tohumdan, Köklerimiz yeraltında yerüstünde. Yapraklarımız, yeni kanıtları varlığımızın. Tutuldu mu o güneş Cana, o ay? Üstümüzde olacaktı düğünümüzde, güneş, ay. Ve aydınlatmayacaksa da onlar, Parlayacaktı kocaman tütsülerimiz Binlerce ateş böceği kadar…
  • 60. 118 ŞAFAKÇUBUKÇU 119 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Su mu alıyor sandalımız Cana? “Birlikte gideceğiz” demiştik “Ölüler Diyarı’na.” Bizi o diyara götürecek sandal, Gömülüyor yeniden suya. Birlikte ölemedik bile ve böylece Ne ölü ne diri, yaşıyorum sınırda… Canaaa! Canaaa!.. Yalnız senden gelir kurtuluş Ey yaşam veren kadın! Yalnız sende kurur ıslak ne varsa… Çıplağım son derece, yaşam karşısında. Ört beni, sar beni, kavra beni Cana!” “Uyan Cana, ter içindesin, Belli ki korkunç bir kabus görmedesin. Yasaklardım, gücüm yetse, kabus görmeyi. Hele düş görenler, bir de gebe ise. Herşey geçti, meraklanma, yanındayım ben. Söyle, canavarlar mı görüyorsun düşünde, devler mi? Sen söyle, ben, kargışlayayım hepsini…” “Ah Peter! Hepsi, geçmişten bir anı. Ölmüşler düşüyor düşüme; ölenler, at peşinde. Sürüklenen cesetler görüyorum hep Tanımadığım bir nehirde…” “Ah Cana, geçti, geçti hepsi. Ve benim karnı şiş karım, Düşünmeye çalış, yalnızca iyi şeyleri. Çünkü ne sana olur faydası Ne de bebeğe, üzülmenin…” Ne zaman uyuduysa, Hubli’yi gördü Cana, O’nun yakarışını sularda. Ne zaman uyuduysa, Hubli’yi gördü Cana. Ve Peter’e her defa, Başka düşler anlattı. Terine karıştı birgün sancısı, Ve sanki nehirde imiş gibi Sürüklenen bedeni; Sanki Hubli’nin değilmiş de Cana’nınmış gibi beden, Salıverdi kabus gören bebeği Kabus gören, Cana’yla birlikte… Aldı ölü bebeğini kucağına, ağladı. Ve unutmamak için yüzünü yavrusunun, Bir ressama böylece, resmini yaptırdı: Uzanırken Cana, kollarında, Ölü yavrusu… Daha harlı geldi O’na, Falcı ananın, anasının acısı…
  • 61. 120 ŞAFAKÇUBUKÇU 121 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Dalgalar! Ne istediniz yavrumdan?! Size adaklar sunmadık mı? Suya bırakmadık mı nilüferleri, Ekmek atmadık mı balıklara?.. Dalgalar! Daha vardı O’nun yaşayacakları. Beni alsaydınız da O yaşasaydı. Bebekleri de kabul eden Ölüler Diyarı, İkna etmez bu yaptığınız, inananları!” Gerçekte, kızgınlık ve üzüntü kadar, Suçluluk da kaplamıştı Cana’yı. Aslında O, ölümünü yavrunun, Suda yüzen cesede bağlıyordu. Bırakıp da gittiği Hubli ner’deydi? Sularda sürükleniyordu hala belki. Peki ama dalgalar bunun için, Yavrusunun canını mı almalıydı, Dururken Cana’nın kendi canı. Ama uygun görmüşse dalgalar en büyük acıyı, Evlat acısını Cana’ya, En büyük ceza yazılmışsa Su Kitabı’na… Taşlar yerine oturuyordu. Gören olmadı Cana’yı bir daha gülerken, Soldu yüzü suçluluk ve çaresizlikle… Cana’nın yasını ölen bebeğe diye bilen Peter’se, Çok çeşitli yollar düşündü. “Cana! Doğrudur; bu, büyük bir acı, İkizler var yine de, büyüteceğin. Haydi artık, kendini toparla, Bak; yavruları da üzeceksin. Bir yol düşündüm: Sana, ikizlere Neşe kaynağı olacak bir varlık… Bir yavru fil. Onun coşkusuyla, Sen de dönersin diye düşündüm yaşama. Haydi gidelim fil pazarına, En şirinini seçelim fil yavrularından…” *** Oldukça kalabalık bugün fil pazarı. Sıra sıra dizilmiş yüzlerce yavru, yavru. İşte şu Cana, şu da Peter. Fil yavrusunu İkizlere seçtiriyorlar. İkisinin de yüzünü güldüren fil yavrularını, Ayırdılar bir yana Ve ikizlerin ‘Ga-ga’ olarak adlandırdığını Seçtiler sonuçta… Bir üye daha katıldı, yuvaya.
  • 62. 122 ŞAFAKÇUBUKÇU 123 AKŞAMDANKALMAVANGELIS *** Birgün bir rüzgar esti, Siz deyin kasırga, ben diyeyim fırtına. Üst kattaydı ikizler de; Ga-ga, yanlarında. Peter, dışar’da; Cana, alt katta. Uçurdu uçuracaktı küçük bedenlerini, Rüzgar, ikizlerin. Ve Ga-ga, yaklaşarak rüzgarın geldiği yöne, Çöktü orada, koca cüssesiyle Korumak için ikizleri. O sırada gelen Peter, Gördü Ga-ga’yı, Neredeyse ikizlerin üstüne Çökerken gördü Ga-ga’yı. O’nu, değneğiyle, Dışarıya kovaladı. O günden sonra Ga-ga, Zincirlendi, ahıra kapatıldı. Ve o günden sonra Ga-ga’nın Durmadı hiç gözyaşları. Gözleri herzaman yaşlı. Ve ikizler kimi zaman ‘Ga-ga’ deyip ağlıyorlardı, Belli ki O’nu yeniden Yanlarına istiyorlardı. Ağlamalarına dayanamadı Cana, ‘Ga-ga’ diye ağlamalarına. Bahçeye doğru gitti, açtı ahırı. İkizlerin yanına, götürdü Ga-ga’yı. Şimdi herşey eskisi gibi. Oynuyor ikizlerle filleri. Ama ciddi bir fark var: Geçmiyor Ga-ga’nın gözündeki, Gözyaşı döküyor sürekli. Uyandıklarında ikizler sabahları Ga-ga’nın gözleri yine yaşlı. Yemek yerlerken, oynarlarken, Ga-ga’nın gözleri yine yaşlı. Bahçeye çıkarken, kırda gezinirken, Ga-ga’nın gözleri yine yaşlı. Karanlık çökerken, uyku vakti gelmişken, Ga-ga’nın gözleri yine yaşlı. Üzülür Cana, bu duruma. Götürür Ga-ga’yı birgün baytara. Saçı sakalı kırlaşmış baytara göre, Yoktur görülebilir bir neden. Hatta, bunca gözyaşının Şaşırır nereden çıktığına bile. “Ama” der “Cana, belki de sırtı Ağrıyordur; sırtına O’nun, Taht üzerinde bindiğinizden. Acıtıyor olabilir taht, sırtını. Tahtsız binin artık Ga-ga’ya…”
  • 63. 124 ŞAFAKÇUBUKÇU 125 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Şimdi her sabah Cana, Okşuyor, seviyor Ga-ga’yı. Ga-ga bu durumdan hoşnut, Sallıyor kulaklarını, hortumunu. Artık, Cana, Ga-ga’nın sırtına Koymuyor Brahman tahtını. Eski, köylü günlerindeki gibi, Tahtsız biniyor Ga-ga’ya. Sırtına değiyor bacakları, Boynuna yaslanıyor göğüsleri, Yanağı, kulağındadır Ga-ga’nın, Elleri, boynuna sarılı. İşte böyle dindi gözyaşları, Bunca yakınlığıyla Cana’nın. *** Zaman ne kadar çabuk akıp gidiyor. Eli fırça tutar oldu ikizler. Oldukça tanınmış bir resim öğretmeni, Çizim öğretiyor yavrulara, bu genç yaşlarında. Ve unutuyorlar bir gece fırçaları, boyaları, Bahçe duvarının yanında. Sabah oldu ve duvarda, Resim gibi bir çizim görülmededir. Neyin resmi olduğu bilinmediği gibi, Kimin çizdiği de bilinmemektedir. Kimse umursamaz ilk zamanlar, Ama gündüz ne zaman silindiyse, Yeniden çizer onu meçhul ressam Karanlık çöktüğünde… Cana da umursamaz ilk zamanlarda, Bu gizemli resmi, ressamı. Ama bir gece, Uzakdiyar’dadır düşünde, Ve anımsar Hubli’nin, Eline yazdığını… “Elime Çince yazmıştı Hubli, ‘Cana ve Hubli’ yazmıştı. Ve bir de bir parşömene ‘Cana ve Hubli’ yazmıştı.” Cana bulur o parşömeni Tozlu elyazmaları arasında. Ve bakar duvara, belli etmeden. Ve evet aynıdır duvar ve parşömen. “Nasıl olur? Yoksa Hubli, Hindistan’a geri mi geldi? Ama O ölmemiş miydi? Ölü mü diri mi olur O’nun gelişi? Peki ne istiyor benden, Şimdi ne yapabilirim ki ben… Geçmişte kaldı o günler Ve uzaktadır –adı üstünde- Uzakdiyar.
  • 64. 126 ŞAFAKÇUBUKÇU 127 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Şimdi çıksa karşıma, Ne derim ki O’na… Evet, suçluluk bu, bendeki. Ama sevgi mi? Değil. Yine de içimden bir parça, Hubli’nindir ve kimbilir belki büyür İçimdeki bu parça. Kimbilir, kaplar içimi, İçimdeki bu parça. Hem, ben neden gittim ki atın ardında?.. İnanmamam gerekirdi Hubli’den başkasına. Sıcacıktı avcum, avcunda Ve yerçekimsiz tek bir varlık olmuştuk Tigris’in sularında. Ah Hubli ah… Hem, ne olmuştu verdiğim sözlere… Nere giderse oraya gidecektim hani… Bu kadar mı kolaydı söz vermesi… Suların alçalması yükselmesi gibiymiş Yaptığım benim… Ama şimdi, İkizlerim var. Çok uzağım Hubli’ye. Şimdi karşıma çıkacak olsa da, Evliyim ben. Ve geçmişim; geleceğim yerine, Geçemez artık. Yok. Yok. Doğru değil bu dediğim. Bunca yıl sonra Hubli gelse, Otursa şöyle karşıma, Dinmezdi gözümün yaşı bir kere. O, bana, başka bir yaşam önermişti. Ve o yaşam, benim için, Hep çekiciydi, Düğünümde, doğumumda bile. “Reddedelim” demişti “yerleşik yaşamı.” Ama şimdi açsam O’na kollarımı, Açabilecek mi O da?.. Başkasının olmuş bedenim. Başkası okşamış bir başkası, Kıvırcık saçlarımı. Beni zaten kabul etmez ki… Peki ne istiyor o zaman Hubli? Neden yazıyor duvara, geçmişimizi…” Ve gözetler oldu geceleri duvarı, Hubli’yi görmek umuduyla Cana. Ve birgün beklenmedik bir olay oldu: Ga-ga, fırçayı alıp hortumuna, Duvara çizgiler atıyordu! Sabaha kadar uyumadı Cana, Ve kimse yaklaşmadı duvara sabaha kadar, Ga-ga dışında.
  • 65. 128 ŞAFAKÇUBUKÇU 129 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Sabah ortalık aydınlanınca, Şaşkın gözlerle baktı duvara Cana. Evet, Ga-ga’ydı yazıyı yazan! Bir fil, evet ama O’ydu yazıyı yazan!.. Çıkardı Ga-ga’yı Cana, ahırdan. Sarıldı O’na uzun uzun, ağladı yanaklarınca. Yoksa Hubli miydi Ga-ga? Bir fil olarak mı gelmişti, yeniden, dünyaya? Öyle olmalıydı elbette; Kaç kere görülür ki yaşamda, Bir filin yazı yazması duvara… Hem de yıllar öncesinden bir hatıra… Sarıldı Ga-ga’ya Cana, Uzun uzun ağladı yanaklarınca… Anlayabiliyordu artık; Ga-ga’nın yaşları Neden dinmişti tahtı atınca… Hubli, sonunda, yıllardan sonra, Bu kadar yakın olabilmişti Cana’ya. Sırtına değmişti Cana’nın bacakları, Boynuna yaslanmıştı göğüsleri, Kulağındaydı Cana’nın yanağı, Ve elleri, boynuna sarılı… Kime anlatabilir ki durumu, Kimi söyleyebilir ki sevinçle, Ga-ga’nın Hubli olduğunu… Haber saldı Falcı Ana’ya, mutluydu, Konağa gelmeliydi ana, Ve müjdeli haberi verecekti O’na, Buruk ama yine de Müjdeli haberi. Buruk çünkü Hubli, İnsan olarak gelmemişti dünyaya. Üzülmeye gerek yoktu çok fazla, Bunun da bakılırdı bir yoluna. Haber saldı dilencilere, falcılara, Hemen gelmeliydi Falcı Ana, konağa. Fakat uzun aramalar sonunda Falcı Ana’yı son zamanlarda Kimsenin görmediğini öğrendi. Yoktu sevincini paylaşabileceği, Tek bir insan bile evrende. Böylesi daha mı iyiydi acaba? Çok yakınlardı Hubli’yle Ve bilmiyordu bunu Peter bile. Yine de hangi insan, İnsan insana sarılmak varken, Fil olarak kalmak ister… Bir insanın bir insana sarılması kadar Mutluluk veremez elbette Hubli’nin sırtına çıkmış Cana, Cana’yı sırtına almış Hubli.
  • 66. 130 ŞAFAKÇUBUKÇU 131 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Ama peki Hubli Nasıl doğabilirdi yeniden, İnsan olarak bu defa?.. Sorunları olan insanların Bilgelere, sorunlarını, Başkalarının sorunlarıymış gibi Anlatmasına benzer, Cana’nın bilgelerden bilgi isteyişi. Sözümona, bir akrabası, Fil olarak yeniden doğmuş Bir yakınından sözetmiştir O’na. Fikir danışır nice bilgeye, Sorar onlara durumu. Sanki sorun, başkasının sorunu. Sorar, nasıl yeniden Doğabilir bir fil, İnsan olarak… Bir yanıt alamaz ama birgün Bir dilenci kadın, yani orman kadını, Buddha diye bir bilgeden Sözeder O’na, ormanda yaşayan. Bir tek O bilirmiş yanıtı. O’nda, kucaklayacak tüm insanlığı Bir bilgelik ve sevgi varmış… Cana, bahane ederek Falcı Ana’nın ölümünü, Bildirerek demek ki süt annesinin ölümünü, Çocukluğunun, genç kızlığının köyüne doğru, Bir yolculuğa çıkmak ister. İşin ucunda ölüm oldu mu, En gaddar Brahman bile diz çöker. İzin verir Cana’ya Peter, Ve Cana, Ga-ga’yla birlikte, Yola çıkar Buddha’yı bulmak üzere Heryerde orman kadınlarının eşliğinde…
  • 68. 134 ŞAFAKÇUBUKÇU 135 AKŞAMDANKALMAVANGELIS “Öyle boyun eğerek bakmayın bana Ben de bir insanım herkes gibi. Haber getirmedim tanrıdan, tanrılardan, Ben bir öğretmenim yalnızca. Yıllar, yıllar, yıllar geçti Ve oturdum birgün, bir ağacın gölgesine. Ve kalkmadım oradan Aydınlanana kadar! Görüşmeseydim kimseyle, Kapansaydım ormana, Ben aydınlanmış olacaktım yalnızca. Ama yardım etmeye karar verdim başkalarına da... Ben kimseyi aydınlatmam, aydınlatamam. Yardımcı olurum aydınlanmaya yalnızca. Benden önce de aydınlanmışlar vardı, Olacaklar benden sonra da!” “Saygıdeğer Buddha Söyle bize” dedi Cana. “Nereye gitti Hubli ölünce? Ve nasıl oldu da geldi Bir fil olarak, yeniden, ömrüme? Sonsuza mı gider ölenler Sonsuz mudur ömürse?” “Ne sonlu ne sonsuz Ne ‘ne sonlu ne sonsuz’ Ne de ‘hem sonlu hem sonsuz’
  • 69. 136 ŞAFAKÇUBUKÇU 137 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Yanıtlamıyorum bu soruyu Çünkü şuna benzer bu soru: Bir adam yaralanmıştır Zehirli bir okla Ve ölecektir kısa sürede, Oku kimse çıkarmazsa. “Ama” der yaralı adam “Öğrenmeden kimin okudur bu, Çıkartmam yaradan oku.” Öğrenir dostları hemen, Tatminsizdir adam oysa: “Uzun mudur kısa mıdır oku atan, Öğrenilmeden, Çıkartmam oku ben” Der bu sefer. Öğrenir dostları hemen. Soru üstüne soru sorar Ve bu iş, böyle gider. İnsan, kafa yoracağına Sonsuzluk üstüne, Çıkarsa ya zehirli oku, Herşeyden önce... Sonsuz olsa da, olmasa da yaşam, Sonsuzluğa ya da sonluluğa uğurlansa da ölüler, Bir gerçek, hiç değişmez: İnsan, varoldukça, “Bir güvercinin tedirginliğidir bu” Hep acı çeker. Bütünleşemediği için değil evrenle, Atamadığı için benliğini Yokluğun derinliklerine. Hem, ‘ölüm’ dediğimiz, Uğramıştır her haneye. Varsa bir tane bile Ölümün uğramadığı hane, Ondan alalım hardal tohumunu Ve ölümsüz olalım böylece! Ama yok ki böyle bir hane Yok ki böyle bir hane... Kurtuluş Ne eziyet etmede bedenine Ne de yaşamakta zevk ve sefa içinde. Mutluluk, bu iki yaşantıyı, ortada bir yerde Dengelemede.
  • 70. 138 ŞAFAKÇUBUKÇU 139 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Yener hayvan yanı insanın, Devirmesi gibi rüzgarın, Zayıf bir ağacı. Yener hayvan yanı, İnsan, teslim olur ise Eziyet etmeye bedenine, Geçirmeye ömrünü zevk ve sefa içinde.” “Peki ne yapmalı saygıdeğer Buddha, Ne yapmalı ki, Dönebilsin yeniden Hubli, Dönebilsin yeniden insana?” “Yerle göğün birleştiği yere gitmelisin Bunun için. Suyla göğün Ve suyla yerin. Kanatlarını da götürür uçan bir kuş; Götür oraya, seni götürenleri de. Ayaklarını da götürür yürüyen bir fil; Götür oraya, seni götürenleri de. Yüzgeçlerini de götürür yüzen bir balık; Götür oraya, seni götürenleri de. Bin gönüllü olsun yanında, Bin gönüllü... Dokunmamış olsun kimseye Onların kötülüğü...” Bozdu suskunluğunu Göksel Anlatıcı, Şöyle söyledi Buddha’ya: “İyi de saygıdeğer Buddha Böyle zor bir görevi Vermek Cana’ya... Değer mi bir insan için Böyle büyük bir çaba?..” Şöyle dedi Buddha, Göksel Anlatıcı’ya: “Bir insan için değil bu çaba: Binbir insanın, Aşma çabasıdır kendini. Bahanedir Hubli... ‘İnsan’ dediğin, Arkasında durmalı Arkasında durmalı sözünün. Ve bırakmalı sözü, Zayıfsa, arkasında durulamayacak kadar. Yürümelidir ‘insan’ dediğin; yürümelidir. Daha ağırlaştığındaysa ayaklar, Durmalıdır ‘insan’ dediğin, durmalıdır. Uyumalıdır ‘insan’ dediğin, yorulduğunda. Bu kadar mı yorgundur, ne yaptıysa, Yüzyıllardır uyuyor ama Uyanmadı daha.
  • 71. 140 ŞAFAKÇUBUKÇU 141 AKŞAMDANKALMAVANGELIS Tatlı gelir rüyalar Ama rüyadır onlar yalnızca. Böyle birşeydir çoğu zaman, yaşamsa. Yorgun düştüğünden ‘insan’ dediğin, Yorgun düştüğünden, evrenin en uzak köşelerini Düşünmekten yorgun düştüğünden, Uyanamıyor ‘insan’ dediğin, uyanamıyor. Uyanamıyor yüzyıllardır. Yaşıyorlar, bunun adı ‘yaşam’sa...” Ve dönerek yeniden Cana’ya, Yineledi sözlerini Buddha: “Yerle göğün birleştiği yere gitmelisin Bunun için. Suyla göğün Ve suyla yerin. Bin gönüllü olsun yanında, Bin gönüllü... Dokunmamış olsun kimseye Onların kötülüğü...” Saygıyla eğildi Cana, Buddha’nın karşısında: “Anladım saygıdeğer Buddha. Bin gönüllüyle yanımda Everest’e çıkacağım. Hubli’ye sevgimi işte böyle İşte böyle sınayacağım. Peki nedir önerileriniz Nelere dikkat etmeli Dağlar, dereler aşarken günlerce?” “Uzundur gece, Uyuyamayan için. Uzundur yol, Yorgun için. Uzundur yaşam, Bilmeyenler için Evrenin dilini. Karşılaşmadıysanız yolda Sizinle eşit Ya da derin anlayışlı birine, Hiç zaman kaybetmeyin, Yolunuza devam edin. Yolda her çeşit insan olur, “Benim hazinem var” diyen olur. Nasıl sahip olunabilir ki hazineye, Diğer nesnelere; Sahip olamazken insan, Kendine bile...